risinde gölgeleri görüp de gölgeleri gerçek sanan adam
gibidir.
Bu düşünsellik süreci dilin yeteri kadar belirgin
olmamasına bağlanabilir. Bir yaşantı bir sözcükle dile
getirilebildi mi bir yabancılaşma oluyor; bütün bu ya
şantının yerine bir sözcük koyabiliyorsunuz. Bütün bu
yaşantı ancak dile getirilebildiği ana kadar gerçek var
lığını koruyordu. Bu genel düşünsellik süreci her halde
tarihin hiç bir döneminde günümüzün ileri çağdaş kül
türünde olduğu kadar yoğun ve yaygın olmamıştı. Bi
limsel ve teknik başarının koşulladığı bir olgu olarak
ve bununla ilgili olarak eğitim ve okumuşluğun yaygın
laşması nedeniyle anlıksal (intellectual) bilginin öne
mini artırması sonucu, giderek sözcükler yaşantıların
yerini aldı. Ama söz konusu kimsenin bu olgudan ha
beri yok. O bir şey gördüğünü, bir şey hissettiğini sa
nıyor, aslında anıların ve düşüncelerin dışında bir ya
şantısı yok. Gerçeği kavradığını sandığı zaman onu yal
nız zihinsel benliğiyle kavrıyor, buna karşın yüreğiyle
ve gövdesiyle hiç bir şeyi kavrayamamıştır. Yaşadığını
sandığı yaşantıyı bütün benliğiyle paylaşmıyor.
Bilinçdışmın bilince dönüşme sürecinin nasıl oluş
tuğu konusuna tekrar dönelim. Bu soruya bir yanıt
aramadan gene en iyisi konuyu bir formül içine koya
lım. Gerçekte bilinç diyebileceğimiz de bilinçdışı diye
bileceğimiz de bir şey yok. Bilinçli ayırdmda olma ve
bilinçsiz ayırdmda olamama dereceleri var. O zaman
sorumuz şöyle o lm a lı: Daha önce ayırdmda olmadığım
bir şeyi farkedip ayırt ediverince ne oluyor? Yukarda
dile getirmeye çalıştıklarımızla aynı doğrultuda bu so
ruya verebileceğimiz genel yanıt bu süreçte atacağımız
her adımın «normal» bilincimizin gerçeğe uymayan,
düzmece yapısını anlamamıza yardımcı olacağıdır. Bi-
62
linçdışmdakini bilince çıkarmak, böylece bilinci geniş
letmek, gerçekle hem anlıksal (intellectual) açıdan, hem
duygusal açıdan daha yakın bir ilişki kurmak demek
olacaktır. Bilinci genişletmek, uyanmak, gerçeği örten
perdeyi kaldırmak, mağaradan dışarı çıkmak, karanlığı
aydınlığa çıkarmak demek olacaktır.
Sakın bu Zen Budistlerin «aydınlanma» adını ver
dikleri şeyle aynı yaşantı olmasın?
Bu konuya daha sonra dönmek üzere şimdi psika
nalizdeki en çetin soruyu yani bilinçdışmm bilince dö
nüşmesini sağlayan içgörü ve bilginin niteliği konusunu
incelemek istiyorum (39). Kuşkusuz psikanaliz araştır
malarının ilk yıllarında Freud’da, yaygın olan akılcı
inanca uyarak, bilgi deyince anlıksal (intellectual), ku
ramcı bilgiyi anlıyordu. Analistin hastada belirli geliş
melerin oluşma nedenini ve hastanın bilinçdışmda ne
bulduğunu hastaya açıklamasının yeteceğini sanıyordu.
Yorum adı verilen bu anlıksal (intellectual) bilginin
hastada bir dönüşüm yapacağını varsayıyordu. Ama
çok geçmeden Freud ve öteki analistler Spinoza’nm «an-
lıksal bilgi ancak aynı zamanda duygusal bilgiyi de içer
diği oranda dönüşümü gerçekleştirebilir», yollu sözle
rinin ne kadar doğru olduğunu anladılar. Anlıksal (in
tellectual) bilginin hiç bir dönüşüm sağlayamadığı mey
dana çıktı, yalnız belki bilinçdışı kıpırdanışlar konusun
da anlıksal bilgi onların daha iyi denetim altına alın
masını sağlayabilir, bu da psikanalizin amaçları arasına
girmekten daha çok geleneksel ahlâkın amaçları arasına
girer. Hasta kendini araştırmalarının konusu olan bîr
(19)
Bu dönüşümü dile getirebilecek belirli bir sözcük yok.
•Baskının kaldırılması» diyebiliriz ya da daha somut olarak uyan
ma sözcüğünü kullanabiliriz. Ben baskının yok edilmesi sözcüğünü
öneriyorum.
63
nesne olarak görüp, tarafsız bilimsel gözlemci tutumu
nu sürdürdükçe, kendi bilinç dışıyla ilişki kuramaz, ol
sa olsa bilinçdışı konusunda düşünebilir; kendinde var
olan daha geniş, daha derin gerçeği yaşantı durumuna
getiremez. Bir kimsenin kendi bilinçdışım bulabilmiş
olması kesin olarak anlıksal (intellectual) bir eylem de
ğildir, ama sözcüklerle dile getirilmesi olanaksız bir duy
gusal yaşantıdır. Bu demek değildir ki düşünce ve kur
gu bulguya yol açamaz. Ama zaten bulgu eylemi her
zaman kendi başına bütünlüğü olan bir yaşantıdır. Bü
tünlükten amaç insanın ancak bütünlüğüyle bulguyu
yaşantılaştırabileceğine işaret etmek içindir. Bu yaşan
tının başlıca özelliği birdenbire ve kendiliğinden oluşu
mudur. İnsanın gözleri birdenbire açılıverir, kendisi
ve dünya birdenbire değişik bir ışık içinde, değişik bir
görüş açısından gözüküverir. Genellikle bu yaşantının
öncesinde insan bir hayli huzursuzluk duyar, ama son
radan da yepyeni bir güç ve kesinlik duygusu içini kap
lar. Bilinçdışımn keşfedilmesi olgusu anlıksal (intellec
tual) ve kuramsal bilgiyi aşan derinlemesine hissedi
len ve giderek yaygınlaşan bir dizi yaşantılarla ortaya
çıkar.
Bu tür deneysel bilginin önemi, öznel anlıksal göz
lemcinin kendisini bir nesne varsaydığı türden bir bil
giyi ve böyle bir bilginin ayırdmda olma durumlarını
ve bu nedenle de bizim Batılı akılcı bilgi düşüncemizi
aşması gerçeğinde saklanıyor. (Batı geleneğinden, yu-
şantısal bilgi konusunda ayrılanlar : Spinoza’mn bilgi
nin en yüce biçimi saydığı, sezgi; Fichte’nin anlıksal
(intellectual) sezgisi; Bergson’un yaratıcı bilincidir. Bü
tün bu sezgi kategorilerinde özne - nesne ayrıklığının
bilişi aşılmış oluyor. Bu tür yaşantının Zen Budizm ba
kımından önemi ilerde Zen incelenirken açıklanacak
tır.)
64
Dostları ilə paylaş: |