Bizim çok özet olarak, psikanalizin temel öğelerini
sıralamak yoluyla çizdiğimiz bu küçük şema içinde sö
zü edilmesi gerekli bir konu da psikanalistin işlevidir.
Önceleri bu işlev hastasını iyi etmeye çalışan herhangi
bir hekiminkinden değişik değildi. Ama birkaç yıl sonra
durum kökünden değişti. Freud analistin kendisine de
analiz yapılması, yani sonradan hastasını geçireceği sü
reçten kendisinin de geçmesi gerektiğini anladı. Ana
listin analizden geçirilmesi gerekliliğinin nedenini, ana
listi kendi içindeki tutarsızlıklardan, nevrotik eğilimler
den ve bunlar gibi bozukluklardan kurtarmak olarak
açıkladı. Ama eğer Freud’un daha önceleri söylemiş ol
duğu ve bizim yukarlarda alıntı olarak sunduğumuz
analistin bir «örnek» bir ((öğretmen olması» kendisiyle
hastası arasındaki ilişkinin her türlü «yapmacığı» her
türlü «aldatmacayı» dışarda bırakan «gerçek severlik»
üzerine kurulmuş olması gerekliliği konusundaki söz
lerini düşünürsek, Freud’un bu bakış açısına göre bu
açıklama yetersiz kalıyor. Freud’un analistin hastasıy
la olan ilişkisinin bir hekimin görevini aştığını farket-
miş olduğu anlaşılıyor. Ama gene de analistin yansız,
bağlantısız bir gözlemci ve hastasının da gözleminin
konusu olduğu yolundaki görüşünü değiştirmiyor. Psi
kanalizin gelişimi içinde bu yansız, nesnel, bağlantısız
gözlemci görüşü iki bakımdan değişime uğradı, önce
Ferenczi yaşamının son yıllarında analistin gözleme
sinin ve yorumlamasının yetmeyeceğini bir yandan da
hastasını, hastasının çocuklukta gereksinim duyup da
elde edemediği tür gerçek bir sevgiyle sevmesi gerekti
ğini bir temel ilke olarak ortaya getirdi. Ferenczi’nin
akimdan geçirdiği analistin hastasına karşı cinsel is
tekle karışık bir sevgi duyması değildi, daha çok baba
ya da ana sevgisi ya da daha genel bir deyimle sev
giyle bakıp gözetmek diyebileceğimiz bir tür sevgi (20) ...
H. S. Sullivan’m aynı noktaya yaklaşımıysa başka bir
yandan... Sullivan’m görüşüne göre analist yansız bağ
lantısız bir gözlemci tutumunda olmamalı, yaşantılara
«katılan» yaşantıları «paylaşan» bir tutum sürdürmeli,
böylece analistin yansız bağlantısız olması gerekliliği
konusundaki dar ve katı görüşü aşmalıdır. Benim görü
şüme göre Sullivan analistin rolünü anlatırken yeteri
kadar ileri gitmemiştir. Analistin işlevini yaşantılara
katılan, yaşantıları paylaşan gözlemci olmaktan daha
çok, katıldığı, paylaştığı yaşantıları gözleyen bir kim
se olarak tanımlamak daha uygun olur. Ama gene de
katılan, paylaşan deyimi de burada anlatılmak istenen
şeyi tam olarak dile getiremiyor; katılmak, paylaşmak
ne de olsa dışarda olmak demek. Başka bir kimseyi bi
lebilmek, onun içinde olmayı gerektiriyor. Analist has
tasını ancak bütün hastanın içinde olup bitenleri ken
di içinde yaşayarak anlayabilir; bu böyle olmadıkça has
tası hakkında edineceği bilgi anlıksal (intellectual) bil
giden öteye geçemez. Hastasının' içinden gerçekten ne
ler gelip geçmekte olduğunu bilemiyeceği gibi hastasına
yaşantılarını anladığı ya da paylaştığı kanısını da ve
remez. Hastayla analistin böyle verimli bir bağlantı
içinde olmaları, analistin hastayı uğraşının tüm konusu
edinmesi, hastasına karşı bütünüyle açık ve alıcı du
rumda olması, sanki merkezleri üstüste oturmuş iki
çembermişler gibi baştan aşağı hastasıyla dolu olması,
psikanalitik anlayış ve tedavi koşullarından en temel
(20)
S. Ferenczi’nin Clara Thompson’un yayınladığı «Collected
Papers» (Derlenmiş Yazıları) (Basic Books Inc) ve Ferenczi’nin dü
şüncelerinin incelendiği Izette de ForeŞt’in »
(Sevgi Mayası) (New York, Harper, 1959) adlı çok ilginç etüdüyle
karşılaştırınız.
\
olanıdır (21) . Analist bir yandan hastasının yerini almalı
ama öbür yandan kendisi olarak da kalabilmelidir; bir
hekim olduğunu unutmalı ama bir hekim olmanın bi
lincini de yitirmemelidir. Ancak bu çelişkiyi üstlenebi
lirse kökleri kendi yaşantısında olan yetkili ve geçerli
bir yorum yapabilir. Analist hastasını analiz yaparken
hastası da analisti analiz yapar. Çünkü analist hasta
sının bilinçdışım paylaşarak istese de istemese de kendi
bilinçdışmı da açığa çıkarmış, hastasını tedavi ederken
kendisini de tedavi etmiş olur. Analist hastasını anla
makla kalmaz, o da hastası tarafından anlaşılmış olur.
Bu aşamaya gelinince de analistle hastası arasında bir
dayanışma, bir uyuşma oluşur.
Hastasıyla olan ilişki gerçekçi ve duygusallıktan
uzak olmalıdır. Ne analist ne de her kim olursa olsun,
bir kimse başka bir kimseyi kurtaramaz. Ancak bir yol
gösterici ya da bir ebe gibi davranabilir; yolu göstere
bilir, engelleri aradan kaldırabilir, bazan doğrudan yar
dımlarda da bulunabilir ama hiç bir zaman hastanın
kendisi için yapabileceğini hastası için yapamaz. Bu
nun böyle olduğunu da iyice hastasının akima sokma
sı, yalnız sözleriyle değil, davranışlarıyla da bunu iyice
hastasına anlatması gereklidir. Diğer yandan bu iliş
kinin iki kimse arasında olabilecek bir ilişkiden bile
daha sınırlı olduğu konusundaki gerçekçi durumu da
iyice vurgulamalıdır. Eğer analist bir yandan da kendi
özel yaşamını sürdürecek ve yalnız bir hastaya değil de
aynı zamanda çok sayıda hastaya birden bakacaksa el
bet zaman ve yer bakımından bir takım sınırlar ola-
(21)
Benim Religion and Culture serisinden W. Leibrecht tara
fından yayınlanan «The Limitalians and. Dangers of Psychology» (Ruh
bilimin Sınırları ve Tehlikeleri) ad’ - kitabımla karşılaştırınız (New
York, Harper, 1959).
67
Dostları ilə paylaş: |