81
w w w . k a r t e p e z i r v e s i . c o m
doğu’yu hedef alan Üçüncü Dalga’nın karar vericileri, tüm dünyada bir İslamo-
fobinin, yani İslam korkusunun türemesine baş olmuşlardır. Batı dünyasında,
Müslümanlara karşı zaten var olan ötekileştirici ve dışlayıcı anlayış, bir nefret
dalgasına dönüşmüştür. Dalganın etkisi bununla, yani toplumsal ön-yargılarla
sınırlı kalmamış, ikiyüzlü bir siyasi tavır olarak Ortadoğu’yu kan gölüne çevirecek
radikal İslamcı terör örgütlerinin desteklenmesine kadar varmıştır. Desteklenen
terör örgütleri tarafından bir distopya alanına, yani kötülük mekânına dönüş-
türülen Ortadoğu’nun, bu kez de kurtarılmak için ABD inisiyatifine ve gücüne
muhtaç olduğu algısı tüm dünyaya yayılmıştır. Öte taraftan bir “Bahar” müjdesi
pompalanmış, fakat büyük bir maharetle Ortadoğu ülkelerinde toplumsal, siyasi
ve iktisadi yapı içten çökertilmiş, kriz ve kaos süreci tetiklenmiştir. Bu kez de,
aynı ülkelere “insani müdahale” adı altında Birleşmiş Milletler (Güvenlik Konseyi)
kararıyla askeri müdahale yapılmıştır. Elbette ABD emperyalizmi, bütün bu dö-
nem boyunca Türkiye’yi de hedef almıştır.
ABD’nin Türkiye operasyonu içte ve dışta iki koldan yürütülmüştür ve hatta
yürütülmeye çalışılmaktadır. Bu durum, Türkiye’de yaklaşık kırk yıldır süren asi-
metrik kirli savaşı gözler önüne sermektedir. Bir yandan, devlet aygıtını ele ge-
çirmeye ve karar verme süreçlerine hâkim olmaya yönelik sinsice kirli bir mevzi
savaşı yapıldığı ve devletin parça parça işgal edildiği anlaşılmıştır. Diğer yandan
ise, aynı kararlılık ve acımasızlıkla, kültürel kimlik radikalizasyonunu başlatıp,
ulus-halkı etnik ve dini kimlik temelli bir ayrışmaya zorlamışlardır. Bu bağlamda
ayrılıkçı Kürtçü teröristlere ve radikal İslamcı-mezhepçi gruplara, çeşitli alanlar-
da yardım yaparak ülke bütünlüğünü yok etmeye çalışmışlardır. Bugün IŞİD’in
boşalttığı yerler, Amerikan ordusunun ileri teknoloji ürünü silahlarıyla donatılmış
olan PYD ve PKK teröristlerince doldurulmaktadır. Daha ötesi, Irak’ın kuzeyin-
de kurulmaya kalkışılan referandumlu irrasyonalist devlet girişimi de, son olarak
bölgede emperyalizmin açık hedefini göstermektedir. Bugün Kürdistan, örtülü
operasyonun bir kılıf-devleti olarak inşa edilmeye çalışılıyor. Daha açık bir ifade
ile emperyalist icra gücü adına, bölgede bir kukla devlet kurulmak isteniyor.
Rus jeo-politikçi Aleksander Dugin (2017: 177)’e göre; Türkiye’de organize
edilen darbe girişimi, kesinlikle jeo-politik bir meseledir; çünkü Erdoğan’ı indir-
meye ve Türkiye’de iç-savaş çıkarmaya çalışan Fetullahçı Terör Örgütü’nün arka-
sında çok büyük bir oyuncu, çok büyük bir jeo-politik güç vardı. Bu sebepledir ki,
darbe girişiminin soruşturulmasına ister istemez Rusya da dâhil oldu, çünkü bu
sadece Türkiye’nin iç meselesi değildi. Bu vaka, bir siyasi gücün diğerini alaşağı
etmeye çalışması da değildi. Bunun arakasında jeo-politik hesaplar vardı. Çünkü
Fetullahçı Terör Örgütü’nün merkezi ABD’de ve bu örgütün arkasında Amerikalı
CIA ajanları var. Yaşanan gerçeklerin ışığında şu an daha iyi anlaşılmıştır ki; 15
82
w w w . k a r t e p e z i r v e s i . c o m
Temmuz 2016’da yapılan askeri kalkışmayla planlanan, yalnızca ülkenin iktida-
rının değiştirilmesi ve bu yolla militarist yeni bir düzenin tesis edilmesi değildi,
topyekûn bir işgal planı uygulanacak ve bir av sahasına dönen ülkenin parça-
lanması gerçekleştirilecekti. Bu nedenle 15 Temmuz’da Türk halkı, yalnızca de-
mokrasisini değil, aynı zamanda vatanını savunmayı başarmıştır. 15 Temmuz
girişimini planlayanlar, bir iç savaş ortamı yaratarak Türkiye’yi işgale açık bir
ülkeye dönüştürmek istiyorlardı. FETÖ’cüler bu yolla Amerikan müdahaleciliği-
nin yeni boyutu olan ve NATO’nun Libya müdahalesinde de gözlemlediğimiz,
“insani müdahale” girişiminin yaşanmasını planlamışlardı. Bu durum Türkiye’yi
bir iç savaşa sürükleyerek bölünme ihtimalini kuvvetlendirecek ve ülke büyük öl-
çüde ekonomik bağımsızlığını yitirerek Batı’nın ekonomik sömürge politikalarına
uyumlu bir ülke haline dönüştürülecekti. Türk milletinin 15 Temmuz gecesindeki
direnişi, demokrasi savunuculuğunun ötesinde, bir vatan savunması niteliği ta-
şımaktadır.
Daha önceki bölümlerde ifade edildiği gibi, Amerikan müdahaleciliğinin yeni
boyutu, dünyanın birçok yerinde vekâlet savaşları yürüten proxy örgütleri üze-
rinden şekillenmektedir. Son yıllarda Ortadoğu’nun, bu bağlamda Irak ve Suri-
ye’nin proxy örgütlerin oyun sahasına dönüşmesi, genelde çok odaklı küresel
müdahaleciliğin, örneğin Siyonist güç odaklarının ve aynı zamanda ABD müda-
haleciliğinin sistematik biçimde ağır bir vekalet savaşı yürüttüğünü göstermek-
tedir. 15 Temmuz Kalkışması, Fetullahçı Terör Örgütü’nün de Siyonist güç odak-
ları ve ABD açısından kullanışlı bir “proxy örgüt” vasfı taşıdığını göstermektedir.
Son yıllarda milli ekonomisi güçlenen, önemli kalkınma atakları yapan, savunma
sanayinde yeterli duruma geçen ve dış politikada çok yönlülük arayışları sergi-
leyen Türkiye, Siyonist güç odakları ve ABD açısından geriye-dönüştürülmesi
veya güçsüzleştirilmesi gereken “risk üreten ülke” olarak değerlendirilmiştir. Bu
konuda bir proxy örgüt olarak, paralel devlet yapılanmaları ve derin sivil toplum
kuruluşları ile birlikte FETÖ’ye de ayrıca görev verilmiştir. Bir anlamda uluslarara-
sı ilişkililerin kiralık katili olan proxy örgütler içerisinde yer alan FETÖ, Türkiye’de
bir kukla hükümet düzeninin ve vekâlet demokrasisinin inşasını gerçekleştirme-
ye çalışmıştır. Ancak FETÖ buz dağının görünen ve eriyen yüzü gibidir, çünkü
emperyalizmin “gizli hücreler” tipindeki örgüt anlayışına göre, FETÖ’den bağım-
sız hareket etmesi gereken ve öyle de davranmış olan, emperyalizmin proxy sis-
temi içinde yer alan diğer paralel devlet yapılanması ve özellikle derin sivil top-
lum kuruluşları tam olarak henüz çözülememiş ve çökertilememiştir. Ancak 15
Temmuz 2016 hain darbe kalkışması gecesinde Türkler, bir bakıma “bize göre
demokrasi” yanılsamasının önüne geçmiş ve görece evrensel olarak kabul edi-
len demokrasiyi, en zor zamanda bile, bir ölçüt olarak alabilmeyi sağlamışlar ve