İNSANCIL VE SINIFÇIL
Bir "Sosyal Yaratık" olan insan, Sınıfsız Toplumda bütünüyle İnsanlık
demektir. Sınıflı Toplumda, Doğa karşısında gene bütünüyle insanlığın
kendisi gelir; ama Toplum içinde, ister istemez bölünmeler hesaba ka-
tılır
-
. Sınıflı Toplumda sosyalce insan: Sınıf Yaratığı olarak diler, duyar ve
düşünür. Bu ayırdı ileriye bırakalım.
İnsan, ister tüm insanlık, ister bir bölük insanlar açısından düşü-
nüp davransın; tek başına dünyayı değiştiremez. Coğrafya ve Tek-
nik üretici güçler hep aynı kalsa bile, insan çevresini ancak dünkü
ve bugünkü insanlarla elbirliği ederek değiştirebilir. Dünkü insanlarla
Gelenek ve Görenek biçiminde, bugünkü insanlarla Kolektif Aksiyon
biçiminde elbirliği yapar. Her seferinde, dünyayı; hayvanlar, bitkiler,
şeyler ve yıldızlar için değil, sonuç bakımından hep İnsanlar için
değiştirir.
İnsan için değişiklik denildi mi, bu iş kendiliğinden bir çeşit insancıl
ÖZNELLİK (Sübjektiflik) güder. İnsanın yaptığı her değişiklik, uzun
veya kısa vadesi ile insana yaramalı ve yaramak için olmalıdır. Her ne
olursa olsun, Olaylar, onlara dayanılarak dünyayı değiştirmek; ancak
ve yalnız insanlar içindir, insanlara göre yapılır
-
.
Dediklerimizin kolay anlaşılması için gene hekimlikten örnek alalım.
Dünyayı yorumlama (izah), hastalığı teşhis etmekti. Teşhis yapılırken
hastanın sübjektif şikâyetlerine ve hele dileklerine hiç aldanmaya gel-
mez. Hasta yaman karın ağrısıyla kıvranır. Yapılan objektif muayene-
de, hastalık karında değil, göğüs içinde akciğerde çıkabilir. Tersine,
hasta omuz başındaki ağrılardan yakınır; objektif aramayla, karındaki
karaciğer hastalanmış bulunur... vb. vb. Hasta başının ağrıdığını söy-
ler. Tek başına baş ağrısı hiçbir teşhise temel olamaz. Yüzlerce has-
talık, baş ağrısı yapar. Hasta; "Acep nezle mi oldum?" gibi düşünür.
İstediği ufak bir rahatsızlıktır. Beyin uru çıkabilir. Yahut, kimisi de ikide
bir kanser olmaktan korkar.
Hekim, yaptığı teşhisle, illâ ki önemsiz yahut korkunç bir has-
talık bulmaya mı çalışır? Hayır. Hastalık kuşpalazı iken, nezle diye
geçiştirilemez. Mide kanseri, basit bir hazımsızlık sayılamaz. Böyle
"teşhis"ler, hastayı aldatmak, öldürmek olur. Olayları aydınlatırken,
gerçekten bilgili ve namuslu hekim gibi, kesince objektif ve konkret
(somut) davranmalıdır
-
. Teşhis, her ne pahasına olursa olsun, doğru
yapılmalıdır
-
.
Gel[gelelim], Tedaviye girişirken, davranış ve düşünüş, tüm bir
diyalektik oluşumla tersine döner, çelişiğine ulaşır. Her tedavi çaba-
sı insan içindir, insana yaramalıdır. Hastanın en ufak tedirginliği nasıl
giderilmek gerekirse, tıpkı öyle, her değişiklikte, az çok insancıl iyiye,
güzele, doğruya yönelinir. Yoksa kuru teşhisle kalıp: "Ne yapalım. Ka-
der buymuş. Çekeceksin!" diyen Fatalizm [kadercilik] dayanılmaz bir
Dervişliktir.
İnsanın dileği iyileşmektir. Bütün amaç, o düzelmeye ulaşmaktır.
O nedenle, hastanın en kapris bilinen şikâyetleri de, "sübjektif şey-
lerdir" diye yabana atılamaz. İnsanı en çok ağrı, sızı üzer. O sübjektif
yakınmaları dindirmek, hayat için tehlike getirmezse, mutlak yapılır.
Çünkü tedavi hastadan başkası için değildir. Olayları doğru yorumla-
dıktan sonra, gerçekten bilgili ve namuslu insana, en elverişli biçimde
değiştirmek düşer.
Teşhis üzerine, kaçan yahut ellerini kavuşturan hekim ya bilgisizdir
ya vicdansızdır ya canidir. Olayı açıklayıp yorumladıktan sonra; "De-
ğiştirmek bize düşmez" diyen sözde bilgin beceriksiz, vicdansız bir
caniden başka bir şey sayılamaz. İnsan emeğinin ekmeği ile yetişip,
olayları aydınlatma olanağına kavuştuktan sonra, yorumdan kaçın-
mak ve insana yararlı işi göze almamak, en büyük nankörlük, namus
yitikliği olur.
TEORİ - PRATİK - TARAF
Buraya dek gelişen Diyalektiğin özü kavranıldı mı, uygulamanın
sonuçları kendiliğinden anlaşılır. Artık, Bilim adına konuşulan yerde;
"Teori ile Pratik bir kişide birleşmeli mi?" yahut "Bilgin adam etliye
sütlüye karışmalı mı?" gibi yâveler dinlenmez olur. Doktor teşhis ettiği
hastayla ilgilenemez, demek kadar gülünç düşülür.
Bilginin insandan ayrı bir yaratık olduğu söylenemez. Bilgin aynı
zamanda hem teorici, hem pratikçidir. Yerine göre hem tarafsızdır,
hem taraf tutmayı bilendir. Burada ne korku, ne hoşgörü, hiçbir şey
sağlayamaz. Kalıbının adamı olmadan yaşamanın mutsuzluğu ve al-
çaltıcılığı, ölümden çok yaman soysuzlaşma olur.
Teori ile Pratik birbiriyle çelişik (zıt) mıdır? Evet. Taraflılık ile Ta-
rafsızlık birbirine karşıt mıdır? Gene evet. Bu karşıt çelişkiler bir arada
bulunamazlar mı? Antika mantığa göre, Skolâstik ve Metafizik düşünce
metoduna kalırsa, bulunamazlar. Diyalektik metot ve mantık için ise,
o karşıtlıklı çelişkiler, gerçekseler, ancak bir arada bulunabilirler. Her
sahici bilim adamı, yalnız aynı zamanda hem teorisyen, hem pratisyen
olmayı; hem tarafsız, hem taraflı davranmayı başaran adamdır
-
.
Bu çelişkinin gerçekliği ve gerçekleştirilişi ise bir sır olmaktan çok
uzaktır
-
.
a) Gerçek Bilgin Hem Teorici, Hem Pratikçidir
Teori (Bakınç: Nazariye), yukarıda değinildiği gibi, "YORUM-
LAMA" (Aydınlatıp açıklama) demektir. Pratik (Yapınç: Ameliye) ise
"DEĞİŞTİRME"den başka bir şey değildir. Bu iki işi birden yerine ge-
tirmek Diyalektik Maddeci olmanın alfabesidir. Diyalektik Maddecilik,
üzerinde istihareye (uykuda fal bakmaya) yatılıp mürakabeye (içine
kapalı dalgınlığa) dalınacak yahut acı, tatlı gösterilerle, kürsüde, sah-
nede gevezelik etmeye, paradokslar çatlatmaya yarayacak bir kapris-
ler tarikatı değildir. Sözde "Teori" üzerine usturuplu yorum taslayacak
ham Sofizm değildir.
Diyalektik, yaşama savaşının ta kendisidir. Düşünce ile Varlığın çe-
lişkili ilişkilerini Doğa'da ve Toplum'da arayıp bulma tutumudur. İnsa-
nın maddecil ve anlamcıl bütün işlerinde bilerek uygulanıp kullanıla-
Dostları ilə paylaş: |