4
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
Yazının keşfedilmediği ilk uygarlıklar, ilk önce heyecan ve kültür miraslarını
sonraki ku-
şaklara sözlü olarak aktarmışlardır. Kitabın hangi aşamada ortaya çıktığını anlayabilmek için,
yazının kökenlerini araştırmak ve yavaş yavaş ortaya çıkışını izlemek gerekir. İçerisinde bulun-
durduğu yazılar nesnelerin izlerini taşıdığından, insanın düşüncelerine biçim verip en kalıcı
şekle sokarak oluşturduğu kitaba, yaşamın bir izdüşümü de diyebiliriz. Kitabın gelişim sürecine
ilişkin yazının kökenleri, ilk insanların düşüncelerini resim veya semboller aracılığıyla anlatan
biçimi ile buzul çağı
döneminde, mağara duvarlarında görülmektedir.
“Buzul çağı insanlarının, resmin yavaş yavaş işaret olduğu kaya resim sanatı bir ilk girişim
sayılabilir. Daha sonra, bu işaret- resim gelişti; piktografiden, tüm eski sistemleri çıktı” (Labar-
re, s.7).
“İran yoluyla Asya’dan gelen Sümerler Fırat ve Dicle ovasında ilk kez tarıma başlamışlar ve
göçebeliği bırakarak köy ve kentler kurmuşlardır. Aynı çağda (M.Ö. 4000-5000) Nil vadisi ve
deltasında başka ırktan bir halkın aynı şekilde tarıma başladığı görülüyor. Böylece ilk kültür
eserleri bu iki bölgede doğmaya başlıyor. Her iki kültür bölgesinde de yazı M.Ö. 3000-2500 yıl-
larında doğmuş durumdadır. Mezopotamya’da resim şeklindeki işaretlerden doğup gelişen yazı
ÇİVİ YAZISI’dır. Bu yazı, daha çok, çamur levhalara ağaç çubukların uçlarını bastırarak kama
şeklinde bırakılan izlerden meydana gelirdi. Başlangıçta her işaret bir fikri veya kelimeyi anla-
tırdı. Geliştikçe, özellikte tek heceli kelimelerin işaretlerini başka çok heceli
kelimeleri yazmakta
kullanılmak yöntemiyle bir hece yazısı durumuna gelmiştir. Çivi yazısı, dekoratif bir yazı değil-
dir. Yalnız okunmak için yazılmış sade ve kullanışlı bir yazıdır. Buna karşılık, yine resim şeklin-
deki işaretlerden oluşan Mısır Hieroglif yazısı, dekoratiftir. Okunmak kadar, abide ve mezarları
süslemek amacıyla kullanılmıştır. İlk hiyeroglif yazı da M.Ö. 3000-2500 yıllarında doğmuştur.
Başlangıçta toplu fikirleri anlatan resim kompozisyonları şeklindeki hiyeroglif, zamanla kelime
ve hece yazısı durumuna gelmiştir. Çivi ve Hiyeroglif yazılarında simgeler bir fikir veya kelimeyi
anlattığından bu yazılara ideogram denir. Çin yazısı ve Maya yazısı da bu gruba dahildir. Maya
yazısı, M.S. 1200-1400 yıllarında kullanılmıştır. Okunan simgeler doğal ve soyut işaretlerden
yapılmış bir resim kompozisyonu görünümündedir. Çivi yazısı ve hiyerogliften faydalanarak
Fenikeliler ilk alfabeyi yapmışlardır (M.Ö. 1400 yıllarında). Bu alfabe, insanın çıkarabildiği çe-
şitli sesleri simgeleyen harflerden meydana gelmiştir. Yazılışı sağdan
sola veya saban izi gibi bir
sağdan sola, bir soldan sağa gidişli gelişli idi. İlk alfabe ve sonraki alfabelerde her harf bir sesi
simgelediğinden bu yazılara fonogram denmiştir. İlk Fenike alfabesinde harfler bazı eşya ve
canlıları simgeleyen resimlerden çıkmıştır ve onların isimlerini almışlardır. İlk iki harfin ismi
de bu yazı dizgesinin genel ismi (Alfabe) olarak kullanılmaktadır. Alf ve beth sözcüklerinden
yapılmıştır. Fenikeliler’in oluşturduğu, sesleri simgeleyen şekillerden oluşan yazı (alfabe), önce
Akdeniz çevresindeki kültür bölgelerine doğru bir yayılma göstermiştir. Önce İbraniler, sonra
sıra ile Eski Yunanlılar ve Romanlılar bu yazıyı alarak kendi dillerine uygun yeni harfler de kata-
rak kullanmaya başlamışlardır. Bu gelişme kolundan Eski Ermeni yazısı ve Slav topluluklarının
kullandığı Kiril yazısı türetilmiştir. Kiril yazısı bugün Rusya ve Bulgaristan’da kullanılmaktadır.
Alfabenin
ikinci gelişme kolu Arabistan, İran ve Orta Asya ülkeleri yönünde yayılmıştır. Bu
5
SANAT & TASARIM DERGİSİ
kolda türetilen yazılar genellikle sağdan sola yazılan çeşitlerdir. Bizde harf devriminden önce,
Selçuklu ve Osmanlı çağlarında kullandığımız Arap Yazısı bu kolun son yazılarındandır” (As-
lıer, 1983, s. 1,2,3).
Görülüyor ki ortaya çıkan alfabeden bir çok yazı türemiş ve kitabın varlık nedenlerinden
olan alfabe, yazı için bir dayanak oluşturmuştur. Kitabın diğer varlık nedenleri, yazıyla oluşan
metinlerin yayılması, korunması ve kullanışlı olmasıdır. Belirgin bir belgesel değeri olan klasik
ilk çağın dikili taşları, metnin yayılması konusundaki olanaksızlığı yüzünden, kitap kavramını
içermemekle beraber kitabın oluşum izlerini taşımışlardır. Ayrıca Sümerler döneminde kil üze-
rine yazılıp
pişirilen tabletler, Asur krallığının kitaplığını oluşturmuştur.
“Kil levhalar üzerine çivi yazısı ile yazılmış kitaplıklar dolusu örnek bugüne kadar bozul-
madan kalmıştır. Bunların en zenginlerinden biri kral Asurbanipal’in (M.Ö. VII. yüzyıl) Nino-
va’daki 2200 levhalık kitaplığıdır” (Cumhuriyet Ansiklopedisi, s.2033).
Bu levhaların kullanışsız oluşu ve metnin yayılması konusundaki olanaksızlığı, insanı yeni
arayışlara yöneltmiştir. Cumhuriyet Ansiklopedisi’nden elde ettiğimiz bilgiye göre, M.Ö. 3 bin
yıl önce papirüs denen bir bitkinin yapraklarına metin yazılarak bir sopa ile dürülüp merdane
biçiminde (volumen) ilk kitap oluşturulmuştur. Özellikle bu oluşum Eski Mısır’da oldukça yay-
gındır. Papirüs daha sonra “Yunan dünyası ile Roma İmparatorluğu’nda yayıldı; varlığını İ.S. I0
ve II. yüzyıllara kadar sürdürdü” (Labarre,1994, s.9).
“Papirüsün yanı sıra eskiden beri hayvan derileri de yazı malzemesi olarak kullanılmıştır. Eski
Mısır’da, özellikle doğu kültürlerinde deri önemli yer tutar. Parşömen kelimesi Bergama’nın eski
adı ‘Pergamon’ dan türetilmiştir. Bundan da anlaşılacağı gibi Parşömen
ilk olarak geniş ölçüde
burada üretilmiştir” (Aslıer, 1983, s.19).
Nemden ve sıcaklıktan kolay kolay etkilenmeyen iki yüzüne de yazı yazılabilen, yıkanıp ka-
zınarak yeniden kullanılabilen bu deriden önceleri tomar biçiminde dürülerek, sonra “Roma
imparatorluğunun son dönemlerinde, sayfa sayfa kesilip ‘Kodeks’ denen defter biçimini alarak
yüzyıllarca kullanılmıştır” (Cumhuriyet Ansiklopedisi, s.2033).
Kitabın kodeks biçiminin oluşması, kitabın gelişim süreci açısından önemlidir. Çünkü: “Bu
değişiklik kitabın biçimi üzerinde etkili oluyor ve okurun fiziksel durumunu tümüyle değiştir-
mek zorunda bırakıyordu. Oysa bir ‘volumen’e (ilkçağ kitabının
geleneksel biçimi olan, papirüs
tomarı) başvurulması pek kullanışlı değildi; kişinin, dürülü volumen’i önüne, yanlamasına aç-
ması gerekiyordu ve metnin bir bölümünden diğer bir bölümüne yönelmek güçtü. Volumen,
çok yer tutuyor ve iki elle tutulması gerekiyordu; bu durumda da, daha sonraları yapılacağı gibi,
okurken not almak olanağı ortadan kalkmış oluyordu” (Labarre, 1994, s.12).
“Kitap yazımının gelişip yayılmasında kilisenin payı büyük olmuştur. Manastırlarda din
adamlarının çoğu metinleri kopya etmek, sayfaları boyamak, birbirine yapıştırmak gibi görevle-
ri yüklenmiştir. Kopist (kopya eden) ya da müstensih (nüsha çıkaran) adı
verilen bu din adam-
ları genellikle Klasik çağ yazarlarının ve kilise büyüklerinin eserleriyle uğraşmışlardır. Kopya işi