Anlayanlar mânayı arayanlardır.
İdrâk-i meâldir âdemi bilir kılan.
ANLAMAK, İDRÂK ETMEK
BU BÖLÜMDE:
• Vâkıf olagör meâl-i hale
• Bilmek mânayı anlamaktır
• Yürü bir hastaya arz eyle halini
• Cân gözün bidar gerek
• Haricten temâşâ etmek
(Ayrıca bakınız: Bilen ile bilmeyen)
Bu beyitler İbrahim AKGÜN'ün "Söz İncileri" isimli çalışmasından alınmıştır. Bkz. AKGÜN, İbrahim; Söz İncileri.
(Osmanlı Şiirinden Seçmeler)Osmanlı Düşüncesinden Seçmeler-1.
Kurtuba Yayınları. 496 sayfa. Ankara, 2010.
27
Vâkıf olagör meâl-i hale
1. Ben ne yazdım, sen ne fehm eyledin, garib efsanedir.
Muallim Nâcî
Ben neyi kastettim, sen ne anladın, garip hikâyedir. Tuhaf şey:
Ben ne yazdım (söyledim), sen ne anladın!
2. Çâk olmayacak sadef ne kâbil
Olmak güher-i murâd hâsıl
Şeyh Galib
İstiridyenin kabuğu açılmadan arzu incisinin ele geçmesi
mümkün müdür? Sen gözünü, kulağını açıp bakmadan, dinle-
meden, düşünmeden hiçbir şeyi anlayabilir misin hiç?
sadef: Sedef, inci kabuğu, inciyi yapan hayvan.
Divan
şiirinde sadef şekil yönünden kulak ve göze benzetilir.
Kimi şeyler, “diğer” bazı şeylerin içinde gizlidir ve “o di-
ğerleri” açılmadan elde edilemez ve anlaşılamazlar.
3. Edeli zevk-i tahayyür gamı tiryâk bana
Oldı vâ-sûhteği mâye-i idrâk bana
Nâilî
Hayretten duyduğum zevk bana gamı panzehir yapalı; yaşa-
dığım her pişmanlık anlayışımın, olgunlaşmamın mayası oldu.
“İkra”
28
4. En ummadığın keşfeder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın
Ziya Paşa
Sen herkesi, hiçbir şeyi göremez ve gördüğünü anlamak-
tan aciz sanma; hiç beklemediğin kimseler bile keşfedebilir
derinliklerin esrarını.
Bizler bir şey ve olay hakkındaki düşüncelerimizi söyler-
ken, çoğunlukla, konuştuğumuz kişinin de konu hakkında bir
görüşünün ve fikrinin olabileceğini hesaba katmayız. Bunu
hesaba katsak bile, konuştuğumuz kişinin konuyu ne kadar
bildiğini ve bilgisinin ne seviyede olduğunu merak etmeden
konuşuruz. Konuşmanın hayırlısı, muhatabımızın bilgi seviye-
sinin bizden yüksek veya onun bizden daha çok bildiğini an-
lamamız durumunda susmamız ve sözü ona bırakmamızdır.
Bu beyitteki ikinci mısra, halka arasında “Sen kendini âkil,
herkesi anlamaz mı sanırsın”
şeklinde de söylenmektedir.
5. İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terazi o kadar sıkleti çekmez
Ziya Paşa
Küçük akıl sahipleri için mânanın idrak edilmesi şart de-
ğildir; zira (onların) akıl terazileri, mânadan kaynaklanan
ağırlığı çekemez. (Bu beyit hakkında; Ünlü Beyitler bölümün-
de, ilk mısraya göre alfabetik sırada, açıklama bulunmaktadır.)
6. İy Yûnus Emre tıfl iken hîç nesneyi fehm itmedin
Cümle ‘ulûmı keşf idüp bildürüp örgenden nedür
Yûnus Emre
Ey Yûnus, gençken, çocukken olup bitenden hiçbirşey an-
lamadın, (sormadın kendine): Cümle ilmi, keşfedip bildiren
ve öğreten nedir…
Hiç bütün sözler bir sözle başlayıp, aynı sözle biter mi! Hiç
bu kadar “az” ile bu kadar “çok” anlatılabilir mi? Söz pazarı
kurulsa, sözü sarraflar satsa Yunus’un bir kelimesi kaç altın
ederdi acaba! Kelâm, kelâmla tartılacak olsa, Yunus’un bir
29
sözü, hatta bir kelimesi yüklenmiş teraziyi mizanda tutmak
için kaç şiir, kaç kitap gerekirdi acaba?
7. Kalpleri kulağa bağlı, kulak kalbe değil
Gözleri karadır, ak olansa göz bebekleri
Ahmed-i Hânî
Kalb (kalp) mi kulağa bağlı olsun, yoksa kulak mı kalbe?
Bedenin efendisi kalptir, kulaksa bir haberci, bir nakilci. Kal-
bin efendi olması, öyle sadece bedenin merkezinde yer alma-
sı, bedeni besleyen kanın vanasını elinde tutmasından değil,
insani sıfatların ona yüklenmesindendir. Öyle ki, beyne bile
ortaktır kalp, onsuz düşünce eksiktir. Allah’ın rahmet ve mer-
hamet sıfatlarının insandaki tecellisi kalpte misafir edilir.
Kalplerine kulak asistanlığı yaptıranlar anlamakta güçlük
çekerler ama bu haksız işgal orada da kalmaz. Kalenin giriş
kapısındaki nöbetçiyi müdür tayin edenlerin öteki müdürleri
de çıkış kapısındadır, yani dildir. O dil ve kulak terbiye edilip,
âdap gemi ile gemlenmez, kalbin ve beynin emrine verilmez-
lerse şeytanın bedendeki ortağı haline gelirler!
1
Ahmed-i Hânî: “Mem û Zîn”
adıyla bilinen meşhur mes-
nevinin şairidir. Bölgedeki medreselerde zamanında iyi bir
eğitim alan şair, Doğubayazıt’ta yaşamış, burada bir medrese
kurmuş ve müderrislik yapmıştır. (Daha fazla bilgi için lütfen
bu dipnota bakınız.)
2
8. Kimin bâlâ-rev-i envâr edersin
Kîmin bigâne-i idrâk-i mana
Hersekli Arif Hikmet
1 Beytin Kürtçe aslı: Wan dil guh e guh bi dil ve nîne/ Reşçav in û merdumeksipî ne.
2 Ahmed-i Hânî: (1650/51-1706/07) Ailesi Hakkâri asıllı olup Doğubayazıt’a yerleşmiş ve
Ahmed-i Hânî de burada doğmuştur. İlim tahsili için değişik yerlere gitse de hayatının çoğu
burada geçmiştir ve aynı ilçede vefat etmiş olup mezarı da buradadır. İyi bir medrese eğiti-
mi almış ve saray kâtipliği yapmıştır. Tasavvufi şiirler ve başta doğu klasikleri arasında yer
alan Mem û Zîn adlı meşhur mesnevisi olmak üzere çeşitli eserler yazmıştır. Çocuk eğitimi
için yazdığı Nûbehîra Biçûkan adlı eseri de bunlar arasında yer almaktadır. Babası da bir
medrese âlimi olan bu Kürt âlimi eserlerini Kürtçe yazmış, Doğubayazıt’ta bir medrese inşa
etmiş ve hayatının sonuna kadar burada eğitim ve halkı irşad görevini sürdürmüştür. Nak-
şibendî tarikatına mensup Ahmed-i Hânî’nin ünlü Mem û Zîn adlı eserinde sıradan bir aşk
hikayesi değil, insanın ruh dünyasıyla yücelmesinin serüveni kurgulanmıştır.
30
Kimini (anlar kılıp) aydınlıklar, nurlar içinde yüceltirsin;
kimini de mânayı anlamaya bigâne kılar, (karanlıklar içinde
bırakırsın).
Ey Rabbim! Kiminin anlama yeteneğini artırarak onu ay-
dınlıklar içinde yüceltir; kiminin de anlayışını kısar, onu mâ-
nadan uzak, anlamaktan yoksun bırakırsın.
9. Kimseler fehmetmedi mânâsını davamızın
Biz dahi hayranıyız dâvâyı bi mânâmızın
Lâedri
Dâvâmızın mânâsını kimseler anlamadı; biz ise hiçbir
mânâsı olmayan dâvâmızın hayranıyız.
Mânasız işleri dâvâ edinenlerin başkaları tarafından anla-
şılmayı beklememeleri gerekir. Mânasız işleri dava edinenler,
körlükte bir o kadar ileri giderek, kimsenin dönüp bakmadığı
dâvâlarının hayranı olurlar. Artık böylelerini, bu mânasız yol-
da tutacak ve yaptıklarını anlatacak kimse de yoktur. Onlar, bu
yolda kendi gözlerine ve kulaklarına perde çeker, belki felaket-
lere götürecek bir yolun yolcusu olurlar. İyi ki içlerinden biri
bunun farkına varıyor da, böyle güzel bir beyit ortaya çıkıyor.
10. Rüşd ü idrak gerek insana
Yaraşır kelle kulak hayvana
Fâzıl
İnsana gerekli olan, idrakten gelen olgunluk vasfıdır; (in-
sanı gösterişli kılan) kelle ve kulak hayvanlarda aranması ge-
reken şeylerdir.
İnsana lâzım olan şey kafa, kulak değil. Onlar bir hayvanda
da bulunur. Sen aklın binasına (kafanın görünüşüne), o bina-
nın süsüne değil, içindekine bak! İnsan için gerekli olan kafa-
tası değil, onun içindeki cevherden doğacak idraktir.
11. Sen kudret-i fehmi eyle peydâ
Ben söyleyeyim sen eyle ısgâ
Şeyh Galib
31
Sen anlamak için idrak gücünü geliştirmeye bak; ben söy-
leyeyim de sen dinle.
12. Suhan-ı bihûdeden hoşgelür âvâz-ı horos
Bâri manâsını bilmezse de hangâmı bilür
Nâbî
Horoz sesi boş sözden daha hoş gelir kulağa; horoz bağır-
dığının manasını bilmez ama (hiç değilse) ne zaman ve nasıl
öteceğini bilir.
Nâbî şunu mu demeye getirir? Çekilmez olan, insanların
sadece ne söylediklerini bilmemeleri değil; neyi, nerede, ne
zaman ve nasıl söylemeleri gerektiğini bilmemeleridir. Ne
söylediklerini bilmeyenler, hiç olmazsa söylediklerini güzel
bir dille, yerinde ve zamanında söylerlerse dinlenebilirler. Bu
şekilde yanlışlarını da azaltmış olurlar.
13. Tahkîkini ehl-i fehm anlar
Nedîm
Bunun doğru olup olmadığını anlayış (idrak) sahipleri bi-
lir ve anlarlar.
14. Teferruatı bırakıp fer’den asla geç ki bu köhne dünyada
Ta ki, olmayasın cehalete merkep, yükü altında hudusun
Mela Ahmedê Cezîrî
Bırak teferruatı, ayrıntıyı, (her işin) aslına bak; yoksa yara-
tılmışların bilgisi yükü altında kalır, cehalet merkebi olursun.
Yani bir sürü teferruatı, ayrıntıyı ezberler ve onlarla uğraşır
ama hiçbir büyük meseleye de onlarla çözüm bulamazsın. O
teferruat ve ayrıntıları boşuna yüklenmiş olursun.
3
İnsanlar vardır, hayatları boyunca akıl almaz sayıda eşya ve
olayları anlatır dururlar. Zannedersiniz ki, bu dünyadaki işleri
eşyanın veya başkalarının yaptıklarının kâtipliğini yapmaktır.
3 Beytin aslı Kürtçedir: Tu ji feslê here eslê ku di vê dêrê xerab/ Da nebî merkebê cehlê tu di
bin barê hudûs.
32
Bilgilerinin çokluğuna rağmen dünyada asıl olup bitenlerden
haberleri yoktur. Öyle ki, her şeyin, her faslını bilir ama hiçbir
şeyin aslını bilmezler. Bir İngiliz deyişi vardır: “O, her şeyin
fiyatını bilir ama hiçbir şeyin değerini bilmez! (He knows the
price of everyting, but he dosen’t know the value of anything.)”
Mela (Molla) Ahmed-i Cezîri:
1567-1640 yılları arasın-
da yaşadığı tahmin edilmektedir. Kendi zamanında bugünkü
Türkiye, Suriye ve Irak’taki ilim mektep ve medreselerinde
iyi bir eğitim görmüştür. “Kürtçe’nin bütün lehçelerinin yanı
sıra Arapça, Farsça ve Türkçe’ye de vakıf” olup fıkıh, kelam ve
tasavvuf konularında zengin bir birikime sahiptir. (Daha fazla
bilgi için lütfen bu dipnota bakınız)
4
15. Tekrârlarla şüpheleri dâniş anlama
Gel ârif ol ki ma’rifet olsun tecâhülün
Şeyh Galib
Tekrar yaparak (şüpheleri giderip) bilmediğini bilinir hale
getiririm sanma; gel, gerçekten bilme yolunu seç ki, bilmez-
likten gelmen bir işe yarasın.
Telkinle yanlış (veya şüpheli) olan doğru hale gelir sanma.
Bilmezlikten gelmeyi bırak, bilmeyi amaç edin ki, anlama ka-
biliyetin, öğrenme melekelerin gelişsin ve bilmediğin, bildi-
ğin haline gelsin.
Açıklama:
Sufilerce ilim, insana varlık verdiği için, gerçe-
ğe perde olabilir. Bu bakımdan ilmi bilmediğini anlamak için
öğrenmeyip de onu gaye edinen, hiçbir şey elde edemez. Yine
sufilerce irfan, aşk ve cezbeyle içe doğan anlayıştır ve arif,
âlimden üstündür. (Bknz: Gölpınarlı; Şeyh Galip Divanından
Seçmeler, 70)
4 Mela Ahmed-i Ceziri; “… geniş ve derin bir ilme, keskin bir marifete, coşkun bir aşka sahip
olan Cezirinin şiirlerinde tarih, felsefe, estetik, tasavvuf, belagat, nahiv (gramer), astrono-
mi gibi fizik ve metafizik konular iç içe geçmiştir.” Cezirinin bütün şiirlerinde varmak iste-
diği son hedefi ilahi aşktır. Çünkü tasavvufa göre “bütün güzellikler ilahi güzelliğin birer
yansıması, birer tecellisidir.” Ahmed-i Ceziri şiirlerinde felsefe, özellikle yaratılış felsefesi,
varlık bilim, aşk, tasavvuf, ölüm, insan ve ahlak gibi pek çok konular işlenir. Bediüzzaman
Said Nursi tarafından da şiirlerindeki ilahi aşkla övülen Ahmed-i Ceziri Divanı “tasavvuf
şiirinin güzel örnekleriyle doludur.” Şiirlerinde Fars ve Divan edebiyatında kullanılan
mazmunları da başarılı bir şekilde kullanmıştır. (Alıntılar: Mela Ahmed-i Ceziri Divanı, S.
17-21. Bkz. Kaynakça)
33
16. Geldim yine daveti visâle
Vâkıf olagör meâl-i hâle
Şeyh Galib
Şimdi yine buluşmaya, kavuşmaya davetçi olarak geldim;
artık (bunun ne demek olduğunu) anlamaya çalış. Beyitte-
ki güzelliği görmeye çalışalım: Meâl-i hâl ve Vâkıf olagör
meâl-i hâle.
17. Yok bizde feyz âlem-i ma’nâyı bilmeğe
Nâilî
Bizde, mânâ âlemini bilecek, anlayacak ilim, irfân yok.
Bilmek mânayı anlamaktır
18. Bâki kalan mânadır, suret değil
Sadi Şirazi
(Eğer akıllı isen mânaya meylet. Zira dünya hayatından
sana) kalacak olan mânadır; şekil, suret veya söz değil.
19. Bâlâ-rev olan ancak ma’nâ-yı mücerreddir
Tasvîri Mesihâ’nın büt-hânede kalmıştır
Şeyh Galib
Yücelere giden ancak mücerred, sözsüz, harfsiz mânâdır;
Mesihâ’nın resmi, put evinde, kilisede kalmıştır.
Allah’a ulaşan sadece sözlerin ifade ettiği soyut anlamdır.
İsa Aleyhisselam’ın resimleri kilisede kalmıştır.
Mesih, Mesihâ,
İsâ Peygamberdir. Mesih, elle dokunan, sı-
vazlayan demektir. Çok gezdiği, eliyle hastalara dokunarak iyi
ettiği, körlerin gözlerini sıvazlayıp açtığı için bu lâkapla anıl-
mıştır. Kur’ân-ı Kerim’in birçok sûrelerinde de böyle anılır.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de İsâ Peygamber’in asılmadığı, öldü-
rülmediği, ona kastedenlerin öyle sandıkları [Allah’ın] O’nu
mânevi yakınlık derecesine yücelttiği bildirilir. Beyitte buna
da işâret vardır. (Bkz: Gölpınarlı; Şeyh Galip Divanından Seç-
meler, 53.)
34
20. Ne Hak buyruğun dutarsın, ne kul sözün işidirsin
Hiç bilmezsin mâna nedir, ne dilde çağırmak gerek
Yunus Emre
Ne Hakkın emirlerine uyar, ne de halkın sesini duyarsın; mâna
nedir bilmezsin ya; ne dediğini bilirsin, ne de bilinir dediğin.
Şunu mu der Yûnus pirimiz: Hakikati öğrenmeye bir yer-
den başlaman lâzım: Ya Hakk’ın sözünden, ya da kulun dedi-
ğinden yola çık. Üstelik iki sesi de duyman gerekir ama sen
hiçbir şey duymuyorsun, ne yapayım ben seni, nasıl anlata-
yım sana!?
21. Sûrete etme nazar, sîrete bak
Lâedri
İnsanın şekline ve suretine değil, tuttuğu yola, hal ve hare-
ketlerine (ahlâk ve karakterine) bak.
Dışarıdan gördüğün insanın kendisi değil binasıdır, insan
onun içindedir. Bina sana insanı görmen için perde olmasın.
Yûnus diyor ya:
Vücûd bir bina durur
Sırr-ı hikmet içinde
(İnsan) vücudu, bedeni (sadece) bir binadır, bir sır ve hik-
met olan (insan o binanın) içindedir.
Onun için binaya değil, içindekine bak. Beden veya boy, bos,
kaş, göz... Sakın bunlara bakıp insanı bildim, tanıdım diye al-
danma. Sen o binanın içinde yaşayana bak. Onun sırrına vakıf
olmaya ve ondaki hikmeti anlamaya çalış! İnsanın şekil tara-
fına değil, mana âlemine bak, öyle anlamaya çalış. Bir de şunu
unutma: İnsanla ilgili bilginin ancak küçük bir kısmı kendisi-
ne verilmiştir. Sen, yaradanın onu niçin yarattığına bak.
22. Sûrette nazar eyler isen sen ile ben var
Ammâ ki hakikatte ne sen var u ne ben var
Lâedri
35
Görünene bakarak hükmedersen sen ve ben varız; ama
hakikat âleminde ne sen varsın, ne de ben.
Beyit, açıklama gerektirmeyecek kadar açık görünse de,
kitaplar dolusu zihin faaliyeti gerektirecek kadar derin ve dü-
şündürücü... Prof. İskender Pala’dan birkaç satır:
“Varlık!.. Varlık iddiası!.. Varlık bilinci ve varlığa hükmet-
me... Belki de insan olmanın imtihan alanı; hayatın anlamı.
‘Sen-ben’ kavgasının ve kaygusunun arkasında hakikatte ‘sen’
ve ‘ben’ zamirlerinin olmadığını düşünebilmek, kişinin ken-
disini bu anlayışa göre nizam ve intizama sokması, çelikten
bir mengeneye sıkıştırılmak gibi bir şey... Ve beyninize sap-
lanan kıymık kıymık sorular...” (Pala, Bunca Varlık Var İken)
Yürü bir hastaya arz eyle halini
23. Bîmâr hâlini yine bîmâr olan bilir
Bâkî
Hastanın derdini yine hasta olan bilir. Bir derdi olanın der-
dinden yine (aynı) derdi olan anlar.
24. Derdime vâkıf değil cânân beni handân bilir
Hakkı vardır şâd olanlar herkesi şâdân bilir
Kemani Memduh Efendi
Sevgilim derdimi bilmiyor, beni mutlu sanıyor. (Böyle dü-
şünmeye de) hakkı var, çünkü mutlu olanlar herkesi kendileri
gibi mutlu sanırlar.
25. Şeb-i yeldâ’yı müneccimle muvakıt ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâat
Sâbit
En uzun geceyi müneccimle zamandan anlayan kişiye sor-
ma, onlar bilmez; gecelerin kaç saat olduğunu aşka düşmüş
(yahut hastalığa tutulmuş) olana sor, onlar söylesin sana.
36
(Bu beyit hakkında; Ünlü Beyitler bölümünde, ilk mısraya
göre alfabetik sırada, açıklama bulunmaktadır.)
26. Yürü bir hastaya ‘arz eyle Hayâlî sözünü
Sağ olanlar ne bilir çektiğini sayrının
Hayâlî Bey
(Buralarda boş yere oyalanma) Hayâlî, yürü git bir hasta-
ya anlat halini; sıhhat içinde yaşayanlar ne bilsin hastanın ne
çektiğini (ki, seni de anlayabilsin.)
Bu durum, halk arasında meşhur “damdan düşenin hali”
meseli olarak da söylenir.
Cân gözün bîdâr gerek
27. Âmâdan murad âmâ-yı basîret imiş
Eşrefoğlu Rumî
Âmâ kimse (gözleri görmeyen değil), basireti bağlı olan-
dır. (Âmâ, basireti bağlı, gönül gözü kör olandır. Asıl tehlike
görünen gözün değil, gönül gözünün görmemesidir.)
28. Bî-basîret olamaz müdrik-i feyz-i dîdar
Herkese nûr görünmez Cebel-i Mûsâ’da
Rahmi
Basireti olmayan Allah’ın Cemal sıfatını (güzelliğini gö-
remez ve) anlayamaz; Hz. Musa’nın dağına (Tûr-i Sina, Tûr
Dağı) herkes (bakar ama) o nuru göremez.
29. Bin havf ile çeşm-i cân-ı bâz et
Şeyh Galib
(Kalbinde) bin irkilme ile can gözünü aç, şahin gibi, doğan
gibi açık tut. (Uyanık dur, gaflet uykusuna yenilme!)
37
30. Bugün âmâ olan yarın dahi âmâ olur elbet
Açagör can gözün kim bî-basar nâdânı neylerler
Niyazî-i Mısrî
(Sen kör bir cahil gibi yaşıyorsun). Bugün körlük içinde
yaşayan, ahirette de aynı halle diriltilecektir. Sen, (bir işe ya-
ramaya niyetin varsa) can gözünü açmaya bak. (Böyle yaşa-
maya devam edersen) seni, kör bir câhili kim ne yapsın.
Ayet: “Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür ve doğ-
ru yoldan iyice sapmıştır.”
(İsra Suresi: 72)
31. Cedel yoluyla anlayamazsın âlemlerin sırlarını
Mela Ahmedê Cezîrî
cedel:
Tartışma, çekişme, münakaşa etme.
Gelin mısradan hissemizi alalım: Tartışma ve münakaşa
ile âlemlerin sırlarını anlayamazsın. Âlemlerin sırları ancak
vahiy bilgisi, tefekkür ve ilimle anlaşılabilir.
Ama cedelle anlaşılmayacak olan yalnız âlemlerin sırları
mıdır? Tartışma ile nelerin anlaşılamayacağını tek tek sırala-
mak yerine, gelin işi kolay kılalım ve mevhum-ı muhalifinden
bakalım: Ağız dalaşı ile neyi anlayabilirsin ki! Elbette hiçbir
şeyi! Anlamaya niyeti olan münakaşa yerine dikkatle dinleme
yolunu seçer.
5
32. Çeşm-i îm’ân ile bakdıkça vücûd-ı âdeme
Sahn-ı Cennet görünür âdeme sahrâ-yı âdem
Akif Paşa
Âdemin (insanın) varlığına iman gözü ile bakınca; insana
‘adem (yokluk) çölü,’ cennet sahnesi gibi görünür. (İnsanın
yaratılmış olması, varlığının kendisi çok büyük bir değerdir.)
5 Beyit: Cedel yoluyla anlayamazsın feleklerin seyrinden âlemin sırlarını/ Allah’ın takdir
ve hikmetidir, hikmetinden söz etme artık. Beytin aslı Kürtçedir: Razê dehrê ji sipihrê tu
nizan bi cedel/Hikmetê dawer e tu j’hikmetê Dawer meke behs
38
33. Dîde-i cân ile hüsnün ki temâşâ ederüz
Çeşmümüz mazhar-ı envâr-ı tecellâ ederüz
Nâilî
Can gözümüzle güzelliğini seyrettiğimizde; nurları gözle-
rimizde tecelli eder. (Demek ki nuru görebilenler, ancak gö-
nül gözü ile bakabilenlerdir.)
34. Dost ile bilişmeğe cân gözü bîdâr gerek
Yûnus Emre
Dostunla bilişebilmeniz, konuşup, anlaşabilmeniz için gö-
nül gözün açık olacak. (Dostluk arıyorsan, dostuna göz ucuyla
değil, gönül gözü ile bakacak, gönülden bağlanacaksın)
35. Gaflet uykusundan yatır uyanmaz
Can gözü kapalı gâfilân çoktur
Hüdâyî
Eyvah, eyvah!... Son güne kalmasa insan! Son ana kalmasa!
Uyanan biri kapı kapı dolaşsa; gönül, gönül çalsa kapıları ve
“Kalkın, uyanın ey insanlar!” dese… “Bir fırtına koptu öteler
ötesinden, son verecek dünya hayatınıza!… Kalkın! Uyanın ey
insanlar, uyanın!...”
36. Olur erbâb-ı dile bâb-ı inayet meftuh
Hakani
(Her şeye kalp gözü ile bakan) gönül ehline, yardım ve ih-
san kapısı elbette ki açılır.
Mânayı anlayacak olan onu arayanlardır. Şekil peşinde ko-
şanlar mânayı bulamaz, anlaşılması gerekeni de anlayamazlar.
37. Sûfi, bizi sen cism gözüyle göremezsin
Aç cân gözünü, eyle nazar, gör ki ne rûhuz
Rûhi-i Bağdâdî
39
Sûfi, sen bizi cisimleri görmek için (yaratılmış) bu gözlerle
göremezsin; (bizi görmek istiyorsan) gönül gözünle bak ki,
ne ruhuz (o zaman anlarsın).
Şekil görmek için yaratılmış gözlerle ancak insanı bede-
niyle görebilirsin. İnsan gönlüyle vardır. Onu gönlüyle gör-
mek istiyorsan, gönül gözü ile bakmalısın.
Belli bir şey yapmak için yapılmış araçlarla, her zaman
başka bir şey yapamazsın: Cisim görmek üzere yaratılmış
gözlerle ruhları görüp tanıyamazsın. Mikro âlemi görmek için
mikroskop, makro âlemi görmek için teleskop gerekir. Ama
insanı görebilme gönül gözü ister.
Haricten temâşâ etmek
38. Bağlama tantana-i tabla gönül
Dûrdan hoş gelir âvâz-ı dühül
Nâbî
Davulun sesine gönül bağlama; zira davulun sesi uzaktan
hoş gelip (insanı aldatır.)
39. Bazı fiiller var sadece görünürde çirkindir
Bazı fiiller de var sadece görünürde iyidir
Ahmed-i Hânî
Bir şeyin iyi veya kötü olduğuna, görünüşüne bakarak ka-
rar verme, sonra aldanırsın. Sana görünen tarafıyla ve bugün
iyi olan yarın veya esasta kötü veya çirkin olabilir. Bugün kötü
gibi görünen veya sana zor gelenin yarın iyi olduğunu görür-
sün. Ahmed-i Hânî, bu bahsi, devamındaki beyitte olgunlaştı-
rıyor ve şununla tamamlıyor:
6
40. Biri adalettir ama göründüğü şekliyle cefa
Biri zulümdür ama görünen şekliyle vefa
Münevverimiz tasavvufun ve şeriatın özünden haberler
veriyor. Zahiri veya görünen tarafından değil, batından, çe-
6 Beytin Kürtçe aslı: Şolin hene zahiren xerab in/ Fi’lin hene sûreten sewab in.
40
kirdek değerlerden cevher getiriyor: Kaç ayet, kaç hadis ve
hikmeti cem etmiş olabilir bu beyitlerde?
7
41. Güzel görünür ırakdan görünse her nesne
Anun içün güneşi rûy-i yâra benzetdüm
Necâtî
Uzaktan görünen her şey güzel görünür ya; o yüzden gü-
neşi sevgilinin yüzüne benzetiyorum.
42. Haricden eger olsa temâşâsına imkân
Müdhiş görünür heykel-i müsta’ceb-i âlem
Ziya Paşa
Dışarıdan seyredilmesi mümkün olsaydı, (bizim gördüğü-
müzden çok) daha farklı görünürdü bu şaşılacak âlem.
Bu âlemde olup bitenlerin hepsini görüp, değerlendire-
miyoruz. Bizler gördüklerimizin bir parçası olduğumuz için
olanlara alışmış durumdayız. Aslında ne garip ve acayip şey-
ler bizim yaptıklarımız. Onları bir de dışarıdan görebilseydik
bugün birlikte yaşadığımız şeylerden belki dehşete kapılır,
onlardan kaçardık.
“Allah’ın yarattıkları üzerinde tefekkür ediniz, Zâtı üzerin-
de düşünmeyiniz…” (Hadis-i Şerif)
43. Tabl-ı tehîden gümdür suhanlar
Bî-hûda Gâlib efgân edersin
Şeyh Galib
Ey Galib, sözler, (boş yere gümbürdeyen) davuldan güme
gitmektedir; söze kulak veren yok, boş yere feryad etmedesin.
7 Beytin Kürtçe aslı: Yek ‘edl e li sûretê cefayê/Yek qehr e di kiswetê wefayê
Dostları ilə paylaş: |