Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə45/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   50

Rabia,  bütün  varlığını  imana,  Allah  aşkına  adadığından  bu  yüzden  evlenmeyi  bile
düşünmemişti.  Bir  gün  kendisine,  niçin  evlenmediğini  sordular.  Cevabı  şöyle  oldu:  “Üç  şey
vardır  ki  benim  bütün  dünyamı  dolduruyor.  Evlenmeyi  düşünmeye  vakit  bırakmıyor.”
Sordular:  “Nedir  o  üç  şey?”  Cevap  verdi:  “Son  nefesimi  verirken  imanla  gidecek  miyim?
Mahşerde kitabım sağımdan mı, solumdan mı verilecek? Halk, cennetle cehennem yolunda
ikiye bölününce, ben hangisinde yer alacağım.”
— Onun hayatından hikâyen yok mu ey efendim.
— Olmaz olur mu, sen çok seversin anlatayım bir tanesini.
Bir gün namazda iken evine hırsız giren Rabia, namazını bitirinceye kadar hırsızın bir şey
bulamayıp  eli  boş  döndüğünü  anlayınca  seslendi:  “Ey  muhtaç  adam,  bari  ibrikteki  sudan
abdest alıp iki rekât namaz kıl da emeğin büsbütün boşuna gitmesin...”
Hırsız  şaşırmış,  korkuyla  karışık  bir  ruh  hâline  kapılmıştı.  Hemen  abdest  alıp  orada
namaza durdu. Rabia bundan sonra ellerini kaldırıp dua etti:
“Ya  Rab,  bu  muhtaç,  benim  evimde  alacak  bir  şey  bulamadı,  onu  Sen’in  kapına
gönderdim. Sen elbette benim gibi değilsin. Onu boş çevirmezsin.”
Namazı  bitiren  hırsızın,  tövbe  etmeye  başladığını  duyunca,  bu  defa  da  şöyle  yalvardı:
“Ya  Rab,  bu  adam  kapında  birkaç  dakika  bekledi,  hemen  kabul  ettin;  ama  bu  aciz,  bütün
ömür boyu kapındaydı, hâlâ böyle kabul edilemedim!” Kalbine doğan ses şöyleydi:
“Üzülme, onu senin hürmetine kabul ettik!”
— Bu olayı daha önce duymamıştım. Teşekkür ederim efendim.
— Niçin?
— Beni böyle bir âşık insana benzeterek onurlandırdığınız için.
— İltifat değil Kimya’m hakikat, hakikat. Haydi, yorgun ve halsizsin biraz uyusan.
—  Efendim  müsaade  ederseniz  dizinizde  uyumak  isterim.  Namaza  kadar  rahatsızlık
vermem değil mi?
— Hayır, buyur Allah rahatlık versin.
Edebi, melekleri imrendiren hatundur Kimya. Ne de olsa Mevlâna terbiyesinden geçmişti.
Sıradan  bir  kadın  değildi,  şımarıklıktan,  kapristen  uzak  bir  hazineydi.  Bana  aşırı  saygı
duyması  bazen  beni  mahcuplaştırıyordu.  Bir  keresinde  uykum  tutmamış,  dışarı  bahçeye
çıkmıştım.  Kimya  uyanır  uyanmaz  beni  odada  göremeyince  pencereye  koşmuş  ve  beni
yıldızları seyrederken bulmuştu. Elinde bir fincan ıhlamur ile yanıma yaklaşarak:
— Efendim üşüteceksiniz, bir fincan ıhlamur için lütfen.
— Teşekkür ederim, zahmet buyurdunuz.
— Hayır ne zahmeti. Bilâkis size hizmet rahmettir efendim.
— Sen içeri buyur, birazdan ben de geleceğim.
— Şems içeride yoksa oda bana zindandır bilmez misiniz?
— Sana Kimya ismini veren isabet etmiş.


— Neden?
—  Nezaketin,  ahlâkın  insanın  kimyasını  alt  üst  ediyor  da  ondan.  Beraberce  gülüşerek
içeri girdik.
Kimya  ile  evliliğimiz,  dergâhta  mutluluk  halkalarına  mutluluklar  ekliyordu.  Kimya  yarenliği
ile beni mutlu etmekte, benim mutlu olmam ve Konya’da kalmam Mevlâna’yı mutlu kılmakta,
Mevlâna’nın mutlu olması Kimya’yı mutlu ediyordu. Kimya’nın mutlu olmasından Kerra Hatun
mutlu, Mevlâna ise hepimizden daha çok mutlu oluyordu. Fitnecilerin umut ettiği üzere evlilik
çalkantı  ve  çatırtı  çıkarmamıştı.  Fitne  kazanı  kaynayadursun,  Alâeddin  sinirden  kudura
dursun,  dergâh  huzur  ile  bahar  havasındaydı.  Bu  baharı  hazana  çeviren  tek  şey  Kimya’nın
ani hastalığa yakalanışıydı.
Kimya Hatun’um bir defasında hasbıhâlimizde ölümü sordu bana:
— Ölüm nasıl bir şeydir?
— Sorun çok uzun cevap çok kısa.
— Anlamadım?
— Ölüm aşktır.
— Yine anlamadım aşk ve ölüm iç içe mi?
—  Her  ruh  aşkla  nikâhlanmıştır.  Ölmek  ayrılış  değil  bilâkis  hakikatin  gerdeğe  girme
halidir.
— Aşk ve ölüm de alış nasıl, ikram ne?
Ayağa kalktım. Kimya’nın elinden tutarak onu da ayağa kaldırdım:
—  Sağ  elini  göğe,  sol  elini  toprağa  doğru  aç.  Gözlerini  kapa,  kâinatla  birlikte  dönmeye
başlıyoruz.  Sakın  gözlerini  açayım  deme.  Gökten  sağ  eline  dökülenleri  görmemen  lâzım.
Sol  elinden  toprağa  düşen  canları  da  görme,  sadece  sema  et.  Sema  bitince  gözlerini
açmasını  istedim.  Gözlerini  açtığında  Kimya  Hatun’umun  benzi  sütbeyazlaşmıştı.  Kalbinin
atış sesleri odanın içinde yankılanıyordu.
— Ölümü soruyordun, şimdi anladın mı?
Sesi sevinç, harfleri çocuksu heyecanlarla:
— Anladım, dedi
—  Gözleri  açıp  kapamak  âşık  için,  sadece  bu  kadardı.  Oysa  aradan  baharlar,  yazlar
geçmişti.  Hüzün  dolu  güzler,  çile  dolu  kışlar  yaşanmıştı. Aşk  ve  ölüm  anlıktır. Anın  anıdır.
Aşk ölümde dirilmek, ölüm aşkta kendini bulmak, birliğe ermektir Kimya Hatun’um.
— Size göre âşık kimdir?
— Bana göre âşık öyle olmalı ki, şöyle bir kalkınca, her tarafı ateşler sarsın; her tarafta
kıyametler kopsun!..
— Keşke sizi yıllar öncesi tanısaymışım efendim, diyerek elimi öptü. Elim bu denli güzel
koku tatmamıştı. Kimya ile muhabbet etmem onun öyle hoşuna gidiyordu ki gönlünde gurbet
yaşayan kelimeleri sanki sohbetimle vuslata eriyordu.



 
 
Ey Kimya’m aşkı öğrenir öğrenmez
hemen ölüme koşmak olur mu?
 
Kışın  soğuk  kırağıları  ağaçlara  kardan  önce  tül  tül  örtülmüştü.  İçime  bir  sancı  çığ  çığ
düşüyordu.  Aniden  rahatsızlanmıştı  Kimya’m.  Önce  yüksek  ateş,  ardından  gece
sayıklamaları  ve  halsiz  düşünce  başlayan  şiddetli  ağrılar.  Birkaç  gün  sonra  boynunda  ve
sırtında  çıbanlar  çıkmaya  başladı.  Hekimlere  götürdük.  Nafile,  fayda  etmedi.  Çıbanlar
vücuduna yayılıyordu. Üzüntüm onun gece ağrılarındaki inlemeleriydi. Başını dizime dayayıp
okuyup  üflüyordum.  Soluğum  ile  ağrıları  hafifliyor,  uyuyabiliyordu.  Öyle  ki  sabah  ezanları
okununca,  namazımı  oturduğum  yerden  kılıyordum,  dizimde  zar  zor  uyumuş  olan  Kimya’nın
uykusu  bölünmesin  diye.  Önce  Allah’ın  sonra  Mevlâna’nın  bana  emaneti  olan  Kimya’nın
hastalığı  ve  acı  çekmesi  beni  kahrediyordu.  Horasan’da  çıbanları  tedavi  eden  bir  hekim
olduğunu  eskiden  duymuştum.  Kimya’yı  Horasan’a  götürmeye  niyetlendim;  ama  yol  eziyet
eder,  dayanamazdı.  Hekimin  Konya’ya  gelmesi  için  haber  yolladım.  Gel  gör  ki  hekim  yolda
iken Kimya Hatun’um Rahman-ı Rahim makamına hicret etmişti. Kimya’m ölmüştü.
Hayatımda  ilk  kez  böylesine  bir  acıyı  tatmış  oluyordum.  Ömrümce  böyle  bir  derin  acıyı
daha  önce  yaşamamıştım.  Kozayı  yırtan  kelebek  uçmuştu,  kayadan  fışkıran  pınar
kurumuştu.  Ölüm  güzelliğine  taç  olmuştu  da  sanki  aşka  bizden  önce  pervaz  etmişti  onu.
Onsuz  oda  sağır,  duvarlar  kördü.  Kokusu  sinmişti,  masal  diyarından  gelmiş  de  göz  açıp
kapanıncaya  kadar  kalmışçasına  tazeydi  hâlâ  kokusu  elbisemde.  Toprağa  Kimya’yı  değil
gökyüzünü  gömmüştük  sanki.  Kasvetli  bulutlar  yerdeydi,  yağmur  yerden  yağıyordu  göğe.
Kimya  Hatun’un  bu  denli  müşfik  olduğunu  bilseydim  ve  içimde  gidişinin  uçurumlar  açacağını
anlasaydım  başta  evliliğe  direncimi  güçlü  tutardım.  Cenneti  yaşadıktan  sonra  yitirmek
herhalde acıların en tarifsizidir.
Kimya  yürüyen  cennetimdi. Altı  aylık  hâldeşliğimizde  beni  bir  kez  bile  incitmedi,  üzerime
titrerdi. Annemden göremediğim şefkati, dervişlerde yaşayamadığım hürmeti, masumiyeti ile
tattırdı.  İçimdeki  yetimliği,  açlığı  keşfetmişti  âdeta.  Gece  üşümeyeyim  diye  üzerimi  örter,
sabah benden önce kalkar, abdest suyumu hazırlar, havluyu kendi eli ile yüzüme sürer, beni


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə