Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə186/189
tarix06.05.2018
ölçüsü17,16 Mb.
#42783
1   ...   181   182   183   184   185   186   187   188   189

zâviye-i tebâüd astr. uzanım açısı.

zâviye-i ufkıyye astr. bulunduğumuz ufuk müstevîsi üzerinde râsıtlığını yaptığımız âletin "objectif" i merkezi ile belli iki noktaya yapılan tevcihin teşkîl ettiği açı.

zâviye-i vürûd (geliş açısı) astr. bir yıldızdan gelen ışığın, düşme yüzeyinin (ayna ve merceğin) normaline göre yaptığı *açı, fr. angle d'incidence.

zâviye-dâr (a.f.b.i.) tas. küçük tekke şeyhi.

zâviye-nişîn (a.f.b.i.) zaviyede, küçük tekkede oturan derviş.

zâviyetân (a.i.c.) geo. iki zaviye, iki *açı. (bkz: zâviyeteyn).

zâviyetân-ı mütekabiletân geo. mukabil, zıt zaviyeler (açılar) birbirini kesen iki düz çizgi arasında meydana gelen dört açıdan karşı karşıya bulunan, karşıt açı, fr. angles opposes.

zâviyetân-ı mütekabiletân-ı dâhiletân geo. iki paralel çizgiyi yukarıdan aşağı kesen bir çizgi ile, bu iki paralel çizginin içinde karşılıklı meydana gelen dört açı, içters açılar.

zâviyetân-ı mütekabiletân-ı hâricetân geo. iki paralel çizgiyi yukarıdan aşağı kesen bir çizgi ile, bu iki paralel çizginin dışında karşılıklı meydana gelen dört açı, dışters açılar.

zâviyetân-ı mütevâfikatan geo. yöndeş açılar, fr. angles correspondants.

zâviyevî (a.s.) geo. zaviyeye ait, zaviye ile ilgili, açısal, fr. angulaire.

zâviyevî sür'at açısal hız, fr. vitesse angulaire. (bkz: zâviye-i sürat).

zâviyeteyn (a.i.c.) geo. iki zaviye, iki açı. (bkz: zâviyetân).

zây (f.s.). (bkz. -zâ[y]).

zay'a (a.i.c. zıyâ', zıya') 1. binasız arsa. 2. geliri olan bina. 3. tarla; çiftlik.

zayâ' (a.i.) elden çıkma, yok olma, kaybolma.

zay'at (a.i.) kaybetme; kaybolma.

zayf (a.i.c. zîfân, zuyûf) misafir, konuk.

zâyi' (a.s. ziyâ'dan) elden çıkan, kaybolan, yitik; zarar, ziyan.

zâyiât (a.i.c.) kayıplar, yitikler.

zâyiât raporu ask. savaşta personel kayıplarına ait türlü bilgilerin toplanarak birleştirildiği rapor.

zâyiçe (f.i.) yıldızların belli zamandaki yerlerini ve durumlarını gösteren cetvel.

zayven (a.i.c. zayâvin) 1. erkek kedi. 2. yaban kedisi. 3. vahşî, hırçın adam.

za'zaa (a.i.c. zaâzi') sarsma, ırgalama.

za'zaa-i dimâğ anat. bâzı damarların yırtılmasına sebebolacak kadar dimağın sarsılması.

za'zaa-i esnân dişlerin şiddetle birbirine vurması.

ze (o.ha.) Osmanlı alfabesinin on üçüncü harfi olup "ebced" hesabında yedi sayısının karşılığıdır.

zeâfir (a.i. za'frân'ın c.) safranlar.

zeâmet (a.i.) tar. Osmanlılar devrinde Sipahilere verilen en büyük timar.

zeâzi' (a.i. za'zaa'nın c.) sarsmalar, ırgalamalar.

zeb (a.i.) (bkz: zebb).

zebâb (a.i.) zool. âdî kara sinek.

zebâb-ı lâhmî (et sineği) mavi sinek.

zebâbe (a.i.) yaban faresi.

zebâd (a.i.) 1. kalemis (galle-i misk) yağı. 2. misk kedisi.

zebân (f.i.) 1. dil, lisan. 2. anat. dil.

Ateş-zebân uzdilli. 3. lügat; lehçe.

zebân-âver (f.b.s.) 1. dile getirilen, çok söylenen. 2. düzgün söz ve şiir söyleyen.

zebân-dırâz (f.b.s.) dil uzatan, atıp tutan.

zebân-dırâzî (a.b.i.) dil uzatma, atıp tutma.

zebâne (f.i.) 1. terazi ve benzeri gibi bâzı âletlerin dili. 2. alev, ateş yalını.

zebâne-keş (f.b.s.) alevli, alevlenen, yalınlı.

zebâne-pâş (f.b.s.) alev saçan, alev çıkaran.

zebân-gez (f.b.s.) acı konuşan.

zebânî (f.s.) dile ait, dil ile ilgili.

zebânî (a.i.c. zebâniyân) cehennemlikleri cehenneme atmaya me'mur edilen melek.

zebâniyân (a.i. zebânî'nin c.) zebânîler. (bkz: zebâniye).

zebâniye (a.i. zebânî'nin c.) zebânîler, (bkz: zebâniyân).

zebân-zed (f.b.s.) dil persengi, söylenen, söylenir olan; alışılmış, kullanışlı, yayılmış [söz].

zebâric (a.i. zeberced'in c.) zebercetler.

zebâyih (a.i. zebîha'nın c.) 1. kurbanlık hayvanlar. 2. kurban edilmiş hayvanlar, [aslı zebâih dir].

zebb (a.i.) kovmak.

zebed (a.i.c. ezbâd, zübed) köpük.

zeber (f.i.) 1. üst. (bkz: fevk).

Zîr ü zeber altüst. 2. üst derecede bulunan kimse, âmir; hâkim; mahir.

zeberced (a.i.c. zebâric) zümrütten daha açık yeşil olan ve zümrüt kadar değeri olmayan bir süs taşı.

zebercedî (a.s.) 1. zebercetle ilgili. 2. zebercet renginde, fıstıkî.

zeber-dest (f.b.s.) 1. eli üstün. (bkz. gâlib). 2. mâhir.

zeber-destâne (f.b.zf.) 1. emrederek, âmircesine. 2. becerikli kimseye yaraşır bir yolda.

zeber-destî (f.b.i.) 1. el üstünlüğü, âmirlik, (bkz: galibiyyet). 2. mahâretlilik, maharet.

zeberîn (f.zf.) üstteki.

Leb-i zeberîn üst dudak.

zebh (a.i.) 1. boğazlama, kesme, keserek öldürme. 2. kurban kesme.

zebhiyye (a.i.) kasaplardan kestikleri hayvanlar için alınan vergi.

zebîb (a.i.) 1. kuru üzüm. 2. kuru incir. 3. zool. yılan, akrep gibi hayvanların zehiri.

zebîh (a.s. zebh'den) 1. kesilmiş veya kesilecek kurban. 2. Hz. îsmâil ile Hz. Muhammed'in babası Hz. Abdullah'ın lâkabı.

zebîha (a.i. zebh'den. c. zebâyih') 1.kurbanlık hayvan. 2. kurban edilmiş hayvan. 3. s. ["zebîh"in müen.]. (bkz. zebîh).

Zebîheyn (a.i.c.) iki kurban.

İbn-üz-zebîheyn (= iki kurbanın oğlu) Hz. Muhammed.

zebîl (a.i.) 1. gübre, fışkı. 2. pislik.

zebîr (a.i.) 1. mihnet, sıkıntı. 2. mektup; yazılmış şey.

zebl (a.i.) deniz kaplumbağasının kabuğu.

zebr (a.i.) 1. kitap, cüz. 2. kitap yaprağı. 3. yazı yazma. 4. söz. 5. yazı. 6. zekâ. 7. s.kuvvetli, sağlam [adam].

zebûn (f.s.) zayıf, güçsüz, âciz.

zebûnî (f.s.) zayıflık, acizlik, güçsüzlük.

zebûn-küş (f.b.s.) düşkünezen, kendinden zayıfa gücü yeten ve yüklenen.

zebûn-küşâne (f.b.zf.) zebunküş olana yakışacak yolda.

zebûn-küşî (f.b.i.) zebunküşlük, düşkünezerlik.

zebûr (a.i.) 1. kitap. 2. mektup. 3. (h.i.) Hz. Davud'a nazil olan mukaddes kitap.

zeccâc jr (a.s. zücâc'dan) sırça işleriyle uğraşan, şişeci; camcı.

zecl (a.i.) atma. (bkz: remy).

zecil (a.i.) müz. beste ve şarkı okuyup hanendelik etme.

zecr (a.i.c. zücûr) 1. önleme, yasak etme. 2. zorlama, zorla yaptırma, (bkz. icbâr). 3. kovma. 4. eziyet, sıkma, (bkz. cevr). 5. angarya çalıştırma.

zecren (a.zf.) 1. menederek, önleyerek. 2. zorla, zorlayarak, ceza olarak, (bkz. cebren, kerhen).

zecrî (a.s.) zorlayıcı, yasaklayan, (bkz: cebrî).

zecriyye (a.i.) 1. alkollü içkiler vergisi. 2. s. ["zecrî" nin müen.]. (bkz: zecrî).

zed (f.i.) vurma, dövme.

zed ü hord savaş, (bkz: ceng, harb, perhâş).

-zed (f.s.) "vuran, vurucu" mânâsına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Gûş-zed kulağa çalınan

Zebân-zed dil persengi, yayılmış söz.

-zede (f.s.c. zede-gân) "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş, uğramış, yakalanmış" mânâlarına, gelerek birleşikler yapar.

Âfet-zede felâkete, musibete uğramış.

Harîk-zede yangına uğramış.

Ser-zede başa gelmiş, baş göstermiş.

Sevdâ-zede sevdaya tutulmuş., gibi.

-zedegân (f.b.s. zede'nin c.) "vurulmuş, çarpılmışlar, tutulmuşlar, uğramışlar, yakalanmışlar" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Harîk-zedegân yangın felâketine uğramış olanlar.

Sevdâ-zedegân sevdaya tutulmuş olanlar... gibi.

zefer (a.i.) kötü koku. (bkz: taaffün).

zefer (a.i.) ağaca vurulan destek, dayak, payanda.

zeferât (a.i. zefre'nin c.) soluk almalar.

zefîf (a.s.) çevik, çabuk hareketli.

zefir (a.i.) 1. göğüs geçirme. 2. nefes verme, soluğu dışarı verme.

Şehîk ü zefir nefes alıp verme, (bkz: teneffüs).

zefzefe (a.i.) sarsılma, titreme, (bkz: za'zaa).

zegan (f.i.) zool. çaylak.

zehâb (a.i.) 1. gitme. 2. bir fikre, düşünceye uyma; sapma.

İyâb ü zehâb gidip gelme, (bkz: âmed ü şüd). 3. zihnen bir yola sapma. 4. zannetme, öyle sanma.

zehâb-ı bâtıl bâtıl fikir; boş, çürük sanı.

zehâbı hilâfına düşüncesinin, zannettiğinin aksine.

zehâdet (a.i.) zâhitlik, din emirlerine aşırı olarak bağlılık.

zehâdetlü şeyhlere ve din adamlarına hitaben kullanılan ünvan.

zehâdet-mend (a.f.b.s.) dîne sıkı bağlı, dindar.

zehârif (a.i. zuhrûf’un c.) 1. altınlar, sahte zînetler. 2. yalancı süsler, gösterişler, yaldızlar.

zehârif-i dünyeviyye dünyâ gösterişleri, şatafatları.

zeh-dân (f.b.i.) anat. rahim, döl yatağı.

zeheb (a.i.c. ezhâb, zühbân, zühûb) altın, (bkz. zer).

Ebü-z-zeheb altın babası; çok zengin adam.

zehebî (a.s.) altına ait, altınla ilgili; altından yapılma.

zehebîn (a.s.) altından olma, altından yapılmış, altından meydana gelmiş.

zehebiyyet (a.i.) kim. hâmız-ı zeheb ile tuzlardan birinin birleşmesinden meydana gelen bir mâden.

zehebiyyet-i amonyak kim. hâmız-ı zehebî ile amonyakın birleşmesinden meydana gelen tuz.

zehebiyyet-i potas kim. potas ile hâmız-ı zehebî'nin birleşmesinden meydana gelen tuz.

zehhâr (a.s.) dolu, taşkın, coşkun [deniz], (bkz. mütemevvic, zâhir).

Bahr-i zehhâr dalgalı deniz.

zehîb (a.s. zeheb'den) altın sürülmüş, yaldızlı, (bkz: müzehheb).

zehl (a.i.) 1. dalgınlıkla unutma veya geciktirme. 2. işin çokluğu yüzünden geciktirme, (bkz. zühûl).

zehr (a.i.c. ezhâr) çiçek, (bkz: şükûfe, zehre).

zehr-i akîm bot. kısır çiçek.

zehr-ür-rebî' bot. çuha çiçeği.

zehr-üs-sâlûs bot. hercâi menekşe.

zehr (f.i.) zehir, ağu. (bkz: semm).

zehr-i mâr yılan zehiri.

zehrâ (a.s.) 1. yüzü pek beyaz ve parlak olan. 2.i. kadın adı. ["ezher"in müennesi]. 3. Hz. Fatma'nın lâkabı.

Zehrâ (a.h.i.) Hz. Muhammed'in kızı Hz. Fatma'nın lâkabı Fâtımet-üz-Zehrâ.

zehr-âb (f.b.s.) acı su.

zehr-âbe (f.b.s.) 1. zehirli su. 2. acı, zehir gibi su. 3. meç. acılık, acı, kaygı.

zehr-âlûd (f.b.s.) zehirli, zehir gibi.

zehr-âmîz (f.b.s.) zehirli; acı.

zehrâvân (a.i.c.) Kur'an'daki Sûre-i Bakara ile Sûre-i Al-i İmrân.

zehr-bâr (f.b.s.) zehir yağdıran, pek acı.

zehr-dârû (f.b.i.) panzehir.

zehre (a.i.c. ezhâr) çiçek, (bkz: şükûfe).

Lifâfe-i zehre bot. çiçeklerin etrafında bir zarf meydana getiren yapraklar.

zehre-i ceresiyye bot. çançiçeği, fr. campanule. [yanlış olarak zühre-i ceresiyye şeklinde kullanıldığı da görülmüştür].

zehret-üd-dünyâ dünyanın rengi ve lâtifliği. [Kur'an'da; zehret-ül-hayât-id-dünyâ şeklinde geçer].

zehre (f.i.) 1. öd, safra. 2. yiğitlik, cesaret.

Bî-zehre korkak, yüreksiz, (bkz: cebîn).

zehre-çâk (f.b.s.) ödü patlamış, korkmuş.

zehre-dâr (f.b.s.) cesur, yürekli.

zehre-dârân (f.b.s. zehre-dâr'ın c.) cesur, yürekli, yiğit kimseler.

zehre-efşân (f.b.s.) zehir saçan.

zehre-şikâf (f.b.s.) öd patlatıcı, korkutucu, korkunç.

zehre-terâk (f.b.s.) ödü kopmuş, pek korkmuş.

zehrevî (a.s.) zehreye ait, zehre ile ilgili, örtücü, koruyucu, koruyan, örten.

zehr-hand (f.b.i.) acı acı gülme.

zehrî, zehriyye (a.s.) çiçeğe ait, çiçekle ilgili.

zehr-nâk (f.b.s.) zehirli, (bkz: semm-dâr).

zehrîn (f.s.) zehir gibi, pek acı.

zehuk (a.s. zehk'den) 1. yok olucu, geçici, süreksiz, kısa ömürlü. 2. yararsız, faydasız, boş, beyhude.

zeir, ze'r (a.i.) arslan kükremesi.

zeîr (a.i.c. zeîrât) vücûdun içinden işitilen tabîî veya marazî ince ses.

zeîr-i ihtikakî deri gıcırtısına benzeyen bir ses.

zeîrât (a.i. zeîr'in c.) vücuttan gelen tabîî veya marazî ince sesler.

zeîrât-ı cerşiyye rendeden meydana gelen sese benzeyen sesler.

zeîrât-ı gayr-ı tabîiyye hek. hastalık hâlinde duyulan sesler.

zeîrât-ı ihtikakiyye hek. iki gışanın (zarın) birbirine sürtünmesinden çıkan sesler.

zeîrat-ı kalbiyye hek. kalbin hareketlerinden doğan sesler.

zeîrât-ı mibrediyye eğeden çıkan sese benzeyen sesler.

zeîrât-ı minşâriyye hek. desterenin çıkardığı sese benzeyen sesler.

zeîrât-ı mûsikiyye güvercin ötmesine benzeyen sesler.

zeîrât-ı nefhiyye körükten çıkan sese benzeyen sesler.

zeîrât-ı safîriyye ıslığımsı sesler.

zeîrât-ı şiryâniyye hek. hasta şiryanların içinden geçen kanın meydana getirdiği ses.

zeîrât-ı tabîiyye hek. sağlam kalbden duyulan sesler.

zekâ' (a.i.) saflık, duruluk; hal düzgünlüğü.

zekâ' (a.i.) zeyreklik, çabuk anlama, zihin keskinliği.

zekâb (f.i.) yazı mürekkebi.

zekan (a.i.c. ezkan, zükun) iki çene kemiğinin aşağıda birleştiği nokta; yüzün alt ucu; çene. (bkz: zenahdân).

Çâh-ı zekan çene çukuru, (bkz: çâh-ı zenahdân).

zekanî (a.s.) zekana mensup, zekan, çene ile ilgili.

zekât (a.i.) İslâmın beş şartından biri olan, mal ve paranın, paklığını ve helâlliğini sağlamak üzere, kırkta birinin her yıl sadaka olarak dağıtılması.

zekâvet (a.i.) 1. zeyreklik, çabuk anlama, kavrama, (bkz: zekâ).

zekâvet-i dessâsâne hileler düzecek şekildeki zekâ. 2. kadın adı.

zekâvet (a.i.) 1. zekâ, zekîlik. 2. kadın adı.

zekâvet-mend (a.f.b.s.) zekî, anlayışlı, kavrayışlı [kimse].

zekâvet-mendâne (a.f.b.fz.) zekî kimselere yaraşır yolda.

zeker (a.i.c. zikâr, zikâre, zükrân, zükûr) l. erkek. 2. erkeklik organı.

zekevât (a.i. zekât'ın c.) zekâtlar.

zekî, zekiyye (a.s. zekâ'dan) 1. temiz, hâlis; hâli temiz olan kimse. 2. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

zekî (a.s.c. ezkiyâ) 1. zeyrek, zekâ sahibi, çabuk anlayışlı. 2. i. erkek adı.

zekîr (a.s.) unutmayan, hafızası kuvvetli.

zekiyye (a.s.) 1. "zekî"nin müennesi. 2. i. kadın adı.

zel (o.ha.) Osmanlı alfabesinin on birinci harfi olup "ebced" hesabında yediyüz sayısının karşılığıdır, z sesini verir.

zel (a.i.). (bkz. zell).

zelak (a.i.) sürçme, ayak kayma, (bkz: zelk, zelka).

zelâlet (a.i.) hakirlik, horluk, alçaklık. (bkz: zillet).

zelâzil (a.i. zilzil'in c.) uzun etekler.

zelâzil (a.i. zelzele'nin c.) yer depremleri, yer sarsıntıları.

zelef, zelf (a.i.) derece, sıra, yakınlık.

zelel (a.i.) 1. eksiklik. 2. s. kayağan [yer].

zelem (a.i.c. ezlâm) 1. yeleksiz ok. 2. kumar oynanan ok.

Zelîhâ (a.h.i.) 1. Hz. Yûsufun refikası, (bkz: Züleyhâ). 2. kadın adı.

zelîk (a.s. ve i.) düşük [çocuk], (bkz: sıkt).

zelîl (a.s.) sürçüp düşen; yandan.

zelîl (a.s. zillet'den. c. ezillâ, ezille, zilâl, zullân) hor, hakir, alçak, aşağı tutulan, aşağılanan, [müen. "zelîle"dir].

zelîlâne (a.zf.) aşağılaşarak, alçakça.

zelîlî (a.i.) zelillik, hakirlik, horluk, alçaklık.

zelk, zelka (a.i.) sürçme, ayak kayma.

zelka-i kadem ayak sürçmesi.

zelk-ül-em'â hek. hazmolabilen yiyecek ve içeceklerin hazımsız dışarı çıkması, şiddetli ishal.

zell (a.i.) 1. kayma, ayağı sürçme, (bkz: zelk, zelka). 2. yanılma, yanlış yapma.

zellât (a.i. zelle'nin c.) 1. sürçüp kaymalar. 2. yanılmalar, yanlışlar. 3. suçlar.

zelle, zellet (a.i.c. zellât) 1. sürçüp kayma.

zellet-ül-kadem ayak kayma. 2. yanılma, yanlış. 3. ufak suç.

zelûl (a.s.c. ezille, zülül) 1. yavaş, yumuşak huylu, başı sert olmayan. 2. i. hecin devesi.

zelûlî (a.s.) başı yumuşak, dayanıklı; sabırlı.

zelzâl (a.i.) zelzele, sarsılma, deprem. (bkz: zilzâl, zülzâl).

zelzele (a.i.c. zelâzil) 1. ırgalama, sarsma. 2. yer sarsıntısı, deprem.

zelzelet-üs-sâa kıyamet zelzelesi.

zelzele-endâz (a.f.b.s.) zelzele salıcı, yer sarsıcı.

zelzele-nümâ, zelzele-nüvîs (a.b.i.) sismograf, zelzeleyi kaydeden âlet.

zem (a.i.). (bkz: zemm)

zemâim (a. i. zemîme'nin c.) kötü, beğenilmeyen haller, yerilmeye lâyık fena hal ve hareketler.

zemân (a.i.c. ezmine) 1. zaman, vakit, çağ, devir. 2. mehil, süre. 3. mevsim.

Cem'-i zemân her zaman, dâima.

Hem-zemân bir zamanda, bir devirde, (bkz. muâsır).

Mürûr-i zemân zaman aşımı.

zemân-ı rüşd reşîdolma zamanı.

zemân-ı vüsûl varma zamanı.

zemân ü zemîn münâsebet, vesîle.

zemân zemân vakit vakit. 4. gr. Fiillerde geçmiş (yaptı), şimdiki (yapıyor), gelecek (yapacak) ve geniş (yapar) zamanlardan her biri.

zemâne (a.i.) 1. devir, vakit. 2. şimdiki zaman. 3. baht, talih, felek.

zemânen (a.zf.) 1. zaman bakımından, zamana ait olarak. 2. vaktiyle, vaktinde.

zemânet (a.i.) 1. kötürüm olma [gözsüz, el ve ayaksız olma, dilsizlik, felç gibi]. 2. âfet, belâ.

zemânî (a.s.) zamana ait, zamanla ilgili.

zemâniyân (f.i. zamanî'den) insanlar.

zemen (a.i.) zaman, vakit.

zemherîr (a.i.) gün dönümünden sonraki şiddetli soğuklar, karakış. [22 Aralıktan 31 Ocağa kadar].

zemheri[r] zürefâsı kışın, şıklık olsun diye, ince ve açık renk elbiselerle gezen kimselere denilir.

zemîm, zemîme (a.s. zemm'den) kötü, beğenilmeyen hal, davranış.

zemîme (a.i. zemm'den. c. zemâim) zemmedilmeye, yerilmeye lâyık, fena, kötü hal ve hareket.

zemîn (f.i.) 1. yer, yeryüzü, (bkz: arz).

Rûy-i zemîn yeryüzü, (bkz: ferş4)

Tahte-z-zemîn yeraltı.

Zîr-i zemîn yeraltı, yerin dibi. 2. üzerinde süs, nakış, resim gibi şeyler bulunan bir şeyin asıl rengi. 3. mec. temel, dayanak. 4. tarz, eda. 5. mevzu, tema, ortam.

Nev-zemîn yeni tarzda, yeni üslûpta.

zemîn-i mürde ıssız, tenha, harap, boş yer.

zemîn-i üftâde bir müddet için ekilmeyip boş bırakılan toprak.

zemîn ü zemân yer ve mevzu uygunluğu, münâsebet, hal, vaziyet.

zemîn-bûs (a.b.s.) yeri öpme [saygı kasdıyla-].

zemîn-bûsî (f.b.s.) yer öpmeklik [saygı kasdıyla-].

zemîn-dâr (f.b.s. c. zemîn-dâran) vâlî; hâkim.

zemîn-dârân (f.b.i. zemîn-dâr'ın c.) valiler; hâkimler.

zemîn-gîr (f.b.s.) toprağa yapışan, inmeli, felçli, yatalak.

zemîn-gîrî (f.b.i.) 1. toprağa ait, toprakla, yerle ilgili, maddî.

zemîn-kâr (f.b.s.) bir konuşmada türlü vesilelerle mevzûdan uzaklaşan, esas meseleye girmekten kaçınan.

zemîn-kûb (f.b.s.) 1. ikide bir ayağını yere vuran [çengi, rakkase]. 2. yer tepici [at, katır, deve ve benzeri hayvanlar].

zemîn-lerze (f.b.i. yer sarsıntısı, *deprem.

zemîn-peymâ (f.b.s.) 1. yer ölçen. 2. çok yolculuk etmiş olan. (bkz: seyyâh).

zemîn-peymây (f.b.s.) (bkz: zemîn-peymâ).

Zemistân (f.i.) kış, kış mevsimi. (bkz. şitâ).

Zemistânî (f.s.) kışlık.

zemistâniyye (f.i.) tar. pâdişâh tarafından Yeniçeri ağasından îtibâren ocak ağalarıyla Yeniçeri kâtibine verilen kışlık.

zemm (a.i.c. zümûm) yerme, kınama; ayıplama.

zemm ü kadh yergi ve sövme.

zemmâm (a.s. zemm'den) zemmedici, yerici, yeren, dedikoducu.

Zemzem (a.i.) Kabe civarındaki meşhur kuyu.

Âb-ı zemzem zemzem kuyusunun suyu.

Bi'r-i zemzem, Çâh-ı zemzem, Çeh-i zemzem zemzem kuyusu.

zemzem (a.i.) 1. yavaş ve hafif türkü söyleme. 2. müz. Türk müziğinde en az beş, altı asırlık bir mürekkep makam olup bugüne kalmış bir nümunesi yoktur.

zemzemât (a.i. zemzeme'nin c.) zemzemeler, nağmeli sesler.

zemzeme (a.i.) l ezgili, nağmeli ses; nağme. 2. müz. isminin yanına geldiği makamda bir kürdî dörtlüsü bulunduğunu işaret eden isim arazbar- zemzeme, aşîran-zemzeme, hicaz-zemzeme, ısfahan-zemzeme, kûçek-zemzeme, sabâ-zemzeme.. gibi. Fakat bâzan doğrudan doğruya sona "kürdî" getirilir acem-kürdî, arabân-kürdî, gerdâniye-kürdî, hicazkâr kürdî, hisâr-kürdî, hüseynî-kürdî (hüseynî-zemzeme de denilir), muhayyer-kürdî, nevâ-kürdî, şehnâz-kürdî, tâhir-İcürdî.. gibi. 3. Recâizâde Ekrem'in şiirlerini ihtiva eden, 1883 ve 1885 arasında 3 ayrı kitap olarak basılmış bir eseri.

zemzeme-dâr (a.f.b.s.) ahenkli.

zemzeme-kürdî (a.b.i.) müz. Türk müziğinde eski bir mürekkep makam olup nümunesi kalmamıştır.

zemzeme-pîrâ (a.f.b.s.) terennüm eden, şarkı söyleyen.

zen (f.i.c. zenân) kadın, (bkz: mer'e).

Pîre-zen kocakarı, (bkz: acûze, fertûte).

-zen (f.s.) "vurucu, vuran, atan, çalan" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler meydana getirir.

Dest-zen el vurucu, el atıcı, işe başlayan.

Hande-zen kahkaha atan.

Reh-zen yol kesen.

Şemşîr-zen kılıç vuran, kılıç çeken., gibi.

zenâbîl (a.i. zenbîl'in c.) zenbiller.

zenâbîr (a.i. zünbûr'un c.) eşek arıları.

zenâdîk (a.i. zındîk'in c.) zındıklar, münafıklar, (bkz: zenâdika).

zenâdika (a.i. zındîk'in c.) zındıklar, münafıklar, âhirete inanmayanlar, (bkz: zenâdîk).

zenah, zenahdân (f.i.) çene. (bkz: zekan).

Çâh-i zenahdân çene çukuru, (bkz: çâh-ı zekan).

zenân (f.i. zen'in c.) 1. kadınlar, (bkz: nisâ).

Mekr-i zenân kadınların fendi. 2. f. s. vurucular, dövücüler.

-zenân (f.s.) "vurarak" manâsıyla 'birleşik kelimeler yapar.

Ta'ne-zenân söverek, küfür ederek... gibi.

zenâne (f.s.) 1. kadına mahsus, kadınla ilgili, kadın işi. 2. zf. kadına yaraşır yolda, kadınca.

zenânîr (a.i. zünnâr'ın c.) zünnarlar, papazların bellerine bağladıkları uçları sarkık ip kuşaklar, papaz kuşaklan.

zenân-nâme (f.b.i.) ed. kadına dâir yazılan eser.

zenb (a.i.c. zünûb) günah, suç, kabahat. (bkz: ism, vizr).

zenbak (a.i.) bot. zanbak.

zenbakıyye (a.i.) bot. zanbakgiller. [çiğdem, lâle, soğan, pırasa, zanbak gibi bitkileri içine alan familya].

zenbakıy-yüş-şekl zool. denizlâleleri, fr. crinoi'des.

zenbîl (a.i.c. zenâbîl) zenbil. [aslı "zinbîl" dir].

zenbîl-bâf (a.f.b.i.) zenbil örücü, zenbilci.

zenbûrek (f.i.) 1. zenberek. 2. aşk. hayvan üzerinde taşınan küçük top.

zenc (a.s. ve i.) kara, siyah, zencî.

zencâr (a.i.) bakır pası çeşidinden göztaşı, (bkz: jengâr).

zencebe (a.i.) eskiden kadınların, kalçalarım büyük göstermek için, arkalarına bağladıkları yastık.

zencebîl (a.i.) 1. zencefil. 2. şarap, (bkz: bâde, hamr, sahbâ).

zencebil-i Acem İran çinisinin yapıldığı bir devedikeni.

zencebil-i Şâmî bot. andız otu.

zencebîliyye (a.i.) bot. zencefilgiller.

zencefîl (a.i.) bot. Hindistan ve Malezya'da kalın ve yumuşak köksaplı bir bitki.

zencere (a.i.) parmakla fiske vurma.

zencerf (f.i.) zincifre denilen kırmızı boya, sülüğen boyası, fr. minium.

zencî (a.s. ve i.) Afrikalı kara ırktan olan, kara adam. (bkz: zengî).

zencîr (f.i.) 1. zincir. 2. müz. Türk müziğinde bir mürekkep usuldür; 120 zamanlı ve 63 darblıdır. Yalnız 120/4 mertebesi kullanılmıştır. 120 zamanlı olarak bir de (2 devr-i kebîr + 2 berefşân) ve (2 remel + 2 muhammes) şeklinde iki darbeyn usulü vardır. Türk müziğinde bu 120 zamanlı usullerden büyük zamanlı usul de yoktur. Aslında bunlar bir takım usullerin arka arkaya kullanılmasından ibaret olduklarından hakikatte en büyük mürekkep usul 88 zamanlı darb-ı fetih'dir. Zencir ile kâr, beste, daha az peşrev ve ilâhiler ölçülmüştür. Zencir şu 5 büyük usûlün sıralanmasından ibarettir çifte düyek, fâhte, çenber, devr-i kebîr, berefşân. Bu usuller 16, 20, 24, 28, 32 zamanlı olup aralarındaki fark dâima 4 zamandan ibaret bir intizam göstermektedir.

zencîr-bend (f.b.s.) 1. zincirle bağlı, zincire vurulmuş. 2. ed. halk şiirinde birinci mısraın son kelimesini ikinci mısraın başında tekrarlayarak yazılan koşma.

zencirek (f.i.) 1. küçük zincir. 2. g. s. yazma kitapların sahife kenarlarına ve levha yazılarının etrafına süs olarak yapılan zincirleme halkalar şeklindeki su tezyinatı.

zencîrî (f.s.c. zencîriyân) zincirlik deli.

zencîriyân (f.s. zencîrî'nin c.) zincirlik deliler.

zenciyye (a.s. ve i.) Afrikalı, kara ırktan olan, kara kadın.

zençe (f.i.) sokak orospusu, (bkz: fâhişe)

zend (a.i.c. eznâd, zinâd) çakmak demiri, (bkz: zende).

zend (f.i.) 1. Zerdüşt'ün kendisine indiğini iddia ettiği kitap. 2. eski Farsça'nın bir lehçesi. [Firdevsî, Şâhnâme'sinde zend lehçesinde bulduğu kelimeleri toplayarak şiirlerinde kullanmıştır].

zend (a.i.c. zinâd) hek. sâiddeki iki kemikten iç tarafta bulunanı, dirsekkemiği, fr. cubitus. [dış taraftaki kemiğe "kû'bere" denir].

zendân (a.i.c.) anat. sâidde bulunan iki kemik (önkolkemiği) fr. radius, (dirsekkemiği) cubitus.

Zendâvesta (f.i.). (bkz. zend).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   181   182   183   184   185   186   187   188   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə