Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə183/189
tarix06.05.2018
ölçüsü17,16 Mb.
#42783
1   ...   179   180   181   182   183   184   185   186   ...   189

Nâ-yâb bulunmaz, bulunmayan, (bkz: ender, nâdir).

Şifâ-yâb şifâ bulan, iyileşen., gibi.

yâbân (f.i.) 1. çöl, sahra, (bkz: beyâbân). 2. yabancı. 3. s. yabanî.

yabânî (f.s.) yabana mensup, ıssız yerde yaşayan; vahşî, (bkz: yebânî).

yâbende (f.s.) 1. bulucu, bulan. 2. keşfeden, fr. exploiteur. (bkz: kâşif).

yâbis (a.s. yubûset'den) kuru.

Ratb ü yâbis yaş, kuru, yaştan, kurudan bir şeyin her türlüsü.

yâbise (a.s.) ["yâbis" in müen.]. (bkz: yâbis).

yâbnâk (f.s.) bulan, bulucu.

yâd (f.i.) 1. hatırlama, anma. 2. hatır, gönül.

yâd-ı hazîn hüzünlü hâtıra.

yâd-ı şebâbet gençlik hâtırası.

yâd-ı zişt çirkin, kötü anma [birinin aleyhinde-].

yâd ü tezkâr anma, hatırlama.

yâd-bûd (f.b.i.) yadigâr, armağan.

yâd-büd (f.b.i.) hafıza kuvveti.

yâd-dâr (f.b.s.) hatırda tutan.

yâd-dâşt (f.b.i.) 1. hatırda tutulan şey. 2. tas. Nakışbendî tarîkatinin on bir esâsından biri.

yâd-dest (f.b.i.). (bkz. yâd-est).

yâde (f.i.) hâtıra.

yâd-est (f.i.) lâdes oyunu.

yâd-gâr (f.b.i.) 1. yadigâr, bir kimseyi veya nesneyi hatırlatacak şey, andaç. 2. mec. sevilmeyen şey.

Yâdigâr-ı Harb Abdülhak Hâmid'in 1917 de basılmış bir tiyatrosu.

Yâdigâr-ı İbni Şerif (İbni Şerif’in Yadigârı) Hekim Ali Çelebi bin Şerifin Timurtaş Paşaoğlu Umur Bey adına yazdığı hekimliğe dâir eseri.

Yâdigâr-ı Nâcî Muallim Naci'nin 1896'da basılmış bir şiir kitabı.

Yâdigâr-ı Şebâb Recâizâde Ekrem'in bir kısım şiirlerini ihtiva eden, 1873'te basılmış bir eseri.

yâd-kerd (f.b.i.) 1. hazırlama. 2. tas. Nakışbendî tarikatının on bir esasından biri.

yâfe (f.i.) mânâsız, saçma söz. (bkz: yâve).

yâfe-dâr (f.b.s.) boş, mânâsız konuşan.

yâfer (f.i.) çengi, [kelime "yâfir" şeklinde de kullanılır].

Yâfes (a.h.i.) Hz. Nuh'un üçüncü oğlu. [Tûfan'dan sonra Hazer denizi kuzeyinde yerleşmiştir].

Yâfiiyye (a.h.i.) tas. Kadiri tarikatı şubelerinden biri. [kurucusu Abdullah-ül-Yâ-fiî bin Alî-yül-Kadirî'dir].

yâfir (f.i.). (bkz. yâfer).

yâfte (f.i.) yafta, bir malın cinsini, fiatını ve sâiresini belirten kâğıt.

-yafte (f.s.) "bulmuş, bulunmuş, bulunan" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Husûl-yâfte hâsıl olmuş, meydana gelmiş.

Şeref-yâfte şeref bulmuş., gibi.

yâfûh (a.i.) anat. bıngıldak.

ya'fur (a.i.c. yaâfîr) 1. tüyü toprak rengi olan ahu. 2. ahu yavrusu. 3. gecenin beşte, altıda bir gibi bölümü. 4. Hz. Muhammed'in Hayber Vak'ası'nda ganimet olarak aldığı bir eşeğin adı.

yağfir-ullahü (a.cü.) Allah mağfiret etsin, Allah yarlıgasın!

yağma (f.i.) 1. çapul, zorla mal kapma. 2. bir Türk boyu.

Hân-ı yağma 1) fakirler için hazırlanan sofra; 2) Tevfik Fikret'in, ikinci Meşrûtiyet devrinin sû-i istimallerini yeren ünlü hicviyesi.

yağma-ger (f.b.s.c. yağma-gerân) yağmacı, çapulcu, zorba.

yağma-gerân (f.b.s. yağma-ger'in c.) yağmacılar, çapulcular, zorbalar.

yağma-gerâne (f.zf.) yağmacılıkla, zorbalıkla.

yağma-gerî (f.b.i.) yağmacılık, çapulculuk.

yağmâî (a.s.) 1. yağmaya ait, yağma ile ilgili. 2. yağma adlı Türk boyuna mensup.

yagus ("gu" uzun okunur, a.i.) arslan şeklinde olan eski bir putun adı.

yah (f.i.) buz. (bkz: cemed).

yahâmîm (a.i. yahmûm'un c.) kara dumanlar.

yah-âver (f.b.i.) buzlu su, buzlu şerbet.

yah-beste (f.b.s.) buz bağlamış, buz tutmuş, (bkz: müncemid).

yah-çe (f.b.i.) donmuş yağmur, yağan dolu.

yâ hey (a.n.) ey!, hey!, be hey!.

yahmûm (a.i.c. yahâmîm) kara duman.

yahmûr (a.i.) yaban eşeği.

yahnî (f.i.) l.zahîre, azık. 2. pişmiş şey. 3. yahni, et yemeği.

yah-pâre (f.b.i.) buz parçası.

yâhte (f.i.) 1. oda. 2. eş, benzer, (bkz: misl, nazîr). 3. küçük küp. 4. kılıç kını.

yahtemil (a.zf.) ihtimal, olabilir.

yâhû (a.n.) lügat anlamı "ey Tanrı!" olup, dervişlerin "Allahaısmarladık" yerinde birbirlerine verdikleri selâm. [Bu sözün karşılığı "yâ men-hû" dur].

yâ-hû (a.n.) 1. ey o zat! (Ey Allah!). 2. hey, bana bak, baksan a!, a canım; adam!, adamlar!, ey sen!, işitmiyor musun?

yâhûd (f.e.) 1. veya; isterseniz. 2. iyisi, daha doğrusu.

Yahûd (a.h.i.). (bkz. Yehûd).

Yahûdâ (a.h.i.). (bkz. Yehûda).

yahûd-hâne (a.f.b.i.) Yahudilerin bir arada oturdukları bir çok evlerden ibaret yer.

Yahûdî (a.h.i.). (bkz. Yehûdî, Musevî).

yâis (a.s. ye's'ten) kederli, ümitsiz. (bkz. meftûr, me'yûs, nâ-ümîd, nevmîd).

yakaza (a.i.) uyanıklık, (bkz: yakazet).

Beyn-en nevimi ve-l-yakaza uyku ile uyanıklık arasında.

yakazan (a.s.) uyanık, dikkatli, gözü açık. (bkz. bî-dâr).

yakazânî (a.i.) uyanıklık, (bkz: yakaza, yakazet).

yakazet ("ka" uzun okunur, a.i.) uyanıklık, (bkz: bîdârî).

yakazî ("ka" uzun okunur, a.s. yakzân'ın c.) uyanıklar.

yakin (a.i. yakn'dan) sağlam bilgi, iyi, kat'î olarak bilme.

Ayn-el-yakin bir şeyi kendi gözüyle görüp mâhiyetini bilme.

Hakk-el-yakin gerçekliğine hiç şüphe olmayan.

İlm-el-yakin kat'î olarak edinilmiş bilgi. [bizdeki yakın kelimesi yerine kullanılması yanlıştır],

yakinen (a.zf.) kat'î olarak, hiç şüphe edilecek bir tarafı bulunmaksızın.

yakinî (a.s.) kat'î, şüphe edilmeyecek bilgiye ait, onunla ilgili.

yakiniyyât (a.i.) yakîn ile, kat'î olarak bilinen şeyler.

yakiniyye (a.s.) ["yakinî" nin müen.]. (bkz. yakinî).

yaktîn (f.i.) l. kabak ağacı. 2. kavun, karpuz, hıyar gibi toprakta uzanıp yetişen bitki.

Ya'kub (a.h.i.) 1. Hz. Yusuf'un babası, Hz. Ishak'ın oğlu olan Ya'kub Peygamber, [oğlu Yusuf'un başına gelenler dolayısıyla meşhur olup, edebiyatta gam ve kaygı sembolüdür]. 2. [küçük y ile] erkek keklik (c. yeâkıb). 3. erkek adı.

Ya'kubî ("ku" uzun okunur, a.i.) Allah'ın birliğine ve Hz. isa'nın insan olduğuna kail bulunan Ya'kub adında bir piskoposun çıkardığı mezhebden veya bu mezheple ilgili olan.

yâkut ("ku" uzun okunur, a.i.c. yevâkit) yakut, değerli süs taşı. [kırmızı, sarı, beyaz, mavi renklerde olur].

yâkut-i âdî zımpara taşı.

yâkut-i ahmer kırmızı yakut; mec. şarap.

yâkut-i asfer san yakut [az değerlidir].

yâkut-i ciğeri kırmızılığı siyaha çalan bir çeşit yakut.

yâkut-i gürgânî Esterâbâd vilâyetinin merkezi olan "Gürgân" şehrinde mâdeni bulunan değerli bir taş.

yâkut-i hâm (işlenmemiş yakut) mec. güzelin dudağı.

yâkut-ı kebûd, -ı lâcverdi mavi yakut, gök yakut.

yâkut-i revân (akan yakut) 1) gaz yaşı; 2) kırmızı şarap.

yâkut-ı müzâb (erimiş yakut) l) göz yaşı; 2) kırmızı şarap; 3) kan.

yâkut-i rümmânî (nar tanesi gibi yakut) en değerli yakut.

yâkut-i ser-beste güzelin ağzı, kapalı dudağı.

yâkut-i zerd (sarı yakut) Güneş.

yâkute-i sahrâ (a.it.) tas. nefs-i külliyye.

yakzân (a.s.c. yakazî) uyanık, (bkz: bîdâr).

yâl (f.i.) 1. boyun, gerdan, (bkz: unk).

yâl-ı kûpâl şan ve büyüklük.

yâl ü bâl boy bos, boy bos düzgünlüğü. 2. kuvvet, zor, güç.

yâle (f.i.) sığır boynuzu.

yâ-leyte (a.e.) ne olurdu, keşke.

yâ-leytenî küntü türâben keşke ben toprak yaratılsaydım.

yâlmend (f.i.) aile sahibi, aile reisi.

ya'lûl (a.i. yeâlîl) 1. suyu saf ve berrak akan göl. 2. su üzerinde peyda olan kabarcık. 3. beyaz bulut. 4. iki hörgüçlü deve.

yâlvâne (f.i.) kırlangıç kuşu.

yâm (f.i.) posta (menzil) beygiri.

yâ men-hû (a.n.). (bkz. yâ-hû).

ya'mûr (a.i.) oğlak, (bkz: cedî).

yân (f.i.) hastanın sayıklaması, (bkz: hezeyân).

yâne (f.i.) havan, dibek.

ya'nî (a.e. anâ'dan) 1. demek, şu demek. 2. sözün kısası, doğrusu, senin anlayacağın.

yâni' (a.s.) kıvama gelmiş, olmuş; pişkin, (bkz: nâzıc).

yâr (f.i.c. yârân) 1. dost. (bkz: mahbûb, muhibb). 2. sevgili. 3. tanıdık, ahbap. Cihâr-yâr (dört dost) Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali. 4. yardımcı.

yâr-ı bî-vefâ vefasız dost.

yâr-ı cân candan dost.

yâr-ı cefâ-kâr cefâ eden, zâlim dost ve sevgili.

yâr-ı dil-sitân gönül alan sevgili.

yâr-ı gar (mağara dostu) Hicret esnasında Hz. Muhammed'e mağarada arkadaşlık etmiş olan Hz. Ebûbekir, mec. çok vefalı arkadaş.

yâr-ı kadîm eski dost.

yâr-ı kadîm-i gamm eski dost olan gam.

yâr-ı perî-rû peri yüzlü sevgili.

yâr ü ağyâr dost ve düşman.

yârâ (f.i.) kuvvet, kudret, takat, güç.

yârâ-yi suhan söz söyleme kudreti.

yârâ-yi tabîat tabiat kuvveti.

yâ-Rabb, yâ Rabbî (a.n.) 1. ey Rab! 2. ey Rabbim!, ey Allahım!

yârân (f.i. yâr'ın c.) dostlar.

Bezm-i yârân dostlar meclisi.

yârân-ı aşk aşk dostları, âşıklar.

yârân-ı bâ-safâ safalı, keyifli, neşeli dostlar.

yârân-ı safâ safa dostları; zevk ve eğlence ile beraber vakit geçiren dostlar.

yâr-âne (f.zf.) dostça.

yâre (t.i.) yara. [kelime Türkçe olduğu halde bu kelime ile terkipler yapılmıştır].

yâre-i dil gönül yarası.

yâre-i hicrân ayrılık yarası.

yâre (f.i.) bilezik, (bkz: berencen, berencîn, ebrencen, sivâr).

yârek (f.i.) dölyatağı. (bkz: meşîme).

yârî (f.i.) 1. dostluk. 2. yardım.

yâr-mend (f.b.i.) dost; yardımcı; arkadaş, (bkz. muîn, nasîr, müzâhir).

yâr-nâme (f.b.i.) güzel iş; iyi adlılık.

yâr-res (f.b.s.) imdada yetişen.

yâsem (f.i.) yasemin.

yâsemen, yâsemîn (f.i.) bot. yasemin, beyaz veya sarı renkli bâzan pembe çiçek açan bir ağaç ve bu ağaççığın güzel kokulu çiçeği.

yâsemûn (f.i.). (bkz. yâsemen, yâsemîn).

Yâsin (a.i.) Kur'ân'ın 36. sûresi. 83 âyettir, Mekke'de nazil olmuştur.

ya'sûb (a.i.c. yeâsîb) 1. arıbeyi. 2. baş, reis.

ya'sûb-ül-mü'minîn (Müslümanların arıbeyi) Hz. Ali.

yaûk (a.i.) Nuh kavminin putlarından, at şeklinde olan birinin adı.

yâve (f.i.) 1. saçma, mânâsız, saçmasapan söz. (bkz: jai, türrehât). 2. sahipsiz hayvan.

yave resmi bulunmuş sahipsiz hayvandan alınan vergi.

yâve-derâyî (f.b.i.) saçmasapan konuşma.

yâve-gû (f.b.s.c. yâve-gûyân) saçmalayan, saçmasapan konuşan, (bkz: jâj-hâ).

yâve-gûyân (f.b.s. yâve-gû'nun c.) saçmalayanlar, saçmasapan konuşanlar. (bkz. jâj-hâyân).

yâve-gûyâne (f.zf.) saçmasapan konuşarak.

yâve-gûyî (f.b.i.) saçmasapan konuşma.

yâver (f.i.c. yâverân) yardımcı, imdatçı.

Ser-yâver yaverlerin başı, başyaver.

yâver-i ekrem müşir yâverler [Sultan Hamîd'in sarayındaki-].

yâver-i fahrî maaş ve tahsisatı olmadığı halde pâdişâh yaverliği yapan kimse.

yâver-i harb büyük bir kumandanın yaveri.

yâverân (f.i. yâver'in c.) yâverler.

yaverî (f.i.) yâverlik; yardımcılık, imdatçılık.

yâve-senc (f.b.s.c. yâve-sencân) yâveden hoşlanan.

yâve-sencân (f.b.s. yâve-senc'in c.) yaveden hoşlananlar.

yâyî (a. s.) ya'ya, ye harfine mensup, bununla ilgili, [aslı "yâî" olmakla beraber bizde "yâyî" şekli kullanılmıştır].

yâz-deh (f.b.s.) on bir. (bkz: ihdâ-aşer).

yâz-dehüm (f.b.s.) onbirinci.

yeâfîr (a.i. ya'fûr'un c.), (bkz: vaâfîr).

yeâkib (a.i. ya'kub'un c.) erkek keklikler.

yeâlîl (a.i. ya'lûl'ün c.) 1. suyu saf ve berrak akan göller. 2. su üzerinde peyda olan kabarcıklar. 3. beyaz bulutlar. 4. iki hörgüçlü develer.

yeâsîb (a.i. ya'sûb'un c.) 1. arıbeyleri. 2. başlar, reisler.

yebâb (f.s.) harap, yıkık, virane, bozuk.

Harâb ü yebâb yıkık dökük.

yebân (f.i.) 1. ıssız, tenha yer. 2. çöl, sahra, (bkz: yâbân).

yebânî (f.s.) 1. yabani, kırlarda biten. 2. ürkek, sıkılgan. 3. görgüsüz, kaba. (bkz. yabânî).

yebrûh-üs-sanem (a. b. i.) bot. insan kökü denilen bitki, kankurutan, adamotu.

yebs (a.i.) yaş şeyin kuruması.

ye'cûc (a.i.) "me'cûc" ile birlikte kullanılır; kısa boylu kavim; Çinliler.

Ye'cûc ve Me'cûc (a.h.i.) Kur'ân'da adı geçen iki kavim adı. [İslâmî inançlara göre kıyametin kopacağını gösteren belirtiler arasında bu iki kavmin ortaya çıkışı da vardır], (bkz. Ye'cûc).

yed (a.i.c. eyâdî, eydî, yüdî) 1. el. (bkz: dest). 2. kuvvet, kudret, güç. 3. yardım. 4.vâsıta. 5 . mülk.

yed be yed, yeden biyedin elden ele, doğrudan doğruya, vasıtasız.

yed-i adil huk. münâzaalı şeyin saklanması ve idaresi kendisine verilen kimse, fr. sequestre, consignataire. (bkz. yed-i emîn, yed-i mürtekin).

yed-i beyzâ (en beyaz el) Hz. Musa'nın Fir'avuna karşı; mucize olarak ışıklı görünen parlak eli.

yed-i emîn kanunen güvenilir kimse olarak seçilen kişi.

yed-i husûmet huk. bir malı, mülkü olarak elinde bulunduran kimsenin yedi. [meselâ bir kimse diğer kimsenin elinde bulunan bir malın kendisine ait olduğunu iddia eder ve müddeâaleyh de o malın kendi mülkü olduğunu dermeyân eylerse bu müddeâaleyhin yedi, yed-i husûmet olmuş olur]

yed-i mürtehin huk. (bkz: yed-i adil, yed-i emîn).

yed-i niyâbet huk. başkasının malını ona niyâbeten elinde bulunduran kimse, [meselâ bir kimseye sahibi tarafından veda olarak bırakılan mal üzerinde o kimsenin yedi gibi].

yed-i tâir kanad.

yed-i tasarruf sahiplik, sâhibolma.

yed-i tûlâ (en uzun el) tam, çok geniş bilgi [bir sahada].

yed-i vâhid inhisar usûlü, tekel.

yed-ullah Allah'ın kudreti.

yed-üd-dehr zamanın uzaması.

yed-ür-rîh rüzgârın kuvveti.

yed-üt-tâir kuşun kanadı.

yedân (a.i.c.) eller [iki el], (bkz: yedeyn).

yedeyn (a.i.c.) iki el.

Zü-l-yedeyn iki eli de bir el gibi kullanabilme, iki elli.

yefâ' (a.i.) yüksek yer.

yefen (a.s.) bunak [adam].

yeg (f.s.). (bkz. yek).

yegâh (f.i.) müz. Türk müziğinin en eski makamlanndan olan bir terkiptir. Yegahneva ile nevâ'da rast makamlarından mürekkeptir. ikinci dizi ile yegâh (re) perdesinde kalır ki, bu ses aynı zamanda makamın terkibindeki ilk dizinin de güçlüsüdür. Güçlüsü nevanın durağı olan dügâh (la) perdesidir ("neva, perdesi tiz durağı olduğu için güçlü sayılamaz). Donanımına neva gibi "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Yegâh'da rast için ise "si" bekar ve "do" bakıyye diyezi nota içerisinde kullanılır ("fa" bakıyye diyezi bu dizide de müşterektir). Umumiyetle inici olarak seyreder.

yegâh-ı acemî müz. Türk müziğinde tahmînen üç asırlık veya daha eski bir mürekkep makam olup buna "acemli yegâh" da denilir ("acemli rast, kürdi'li çargâh, kürdi'li hicâzkâr" da olduğu gibi). Kantemiroğlunun tahmîn edilen bir berefşan peşrev ile H. Saadettin Arel'in durak'ı makama misaldir. Beyâtî'ye sultanî yegâh'ın pest beşlisinin ilâvesinden hâsıl olmuştur (bu beşli, yegâh (re) perdesindeki pû-selik beşlisidir). Dizisi umumiyetle inicidir. Beyâtî kısma "si" koma bemolü konulur. Beş-li'nin hiçbir arızası olmadığından nota içerisinde geçtiği yerlerde ilâve edecek işaret yoktur ("si" sesi beşlide yoktur; yalnız yeden sesi olarak bakıyye diyezli "do" kullanılabilir). Bu pûselik beşlisi ile yegâh (re) perdesinde kalan makamın birinci derecede güçlüsü beyâtî'nin güçlüsü olan neva (re) olmak icâbederse de, bu perde, tiz duraktan ibarettir; asıl güçlü dügâh (la) perdesidir ki, beyâtî'nin durağı olduğu gibi sultanî yegâh'da da güçlüdür (beşli'nin son sesi). Adı geçen yegâh perdesine nakledilmiş pûselik beşlisi, esasen beyâtî makamının peşte doğru devamını teşkil etmektedir. Beyâtî inici bir dizi olduğundan, bu suretle peşte doğru uzanış tabu bulunmakta ve geniş ölçüde ortak seslerden istifâde edilmektedir (beyâtî makamında, yerinde bir pûselik beşlisi olduğu da malûmdur).

yegân (f.s. yeg'in c.) birler, tekler.

yegâne (f.s.) 1. biricik, tek. 2. i. kadın adı.

yegâne-i a'sâr Hz. Muhammed.

yegâne-gî (f.i.) teklik, biriciklik.

yegâne-gû[y] (f.b.s.c. yegâne-gûyân) Allah'ın birliğine inanan.

yegâne-gûyân (f.b.s.c.) Allah'ın birliğine inananlar.

yegâne-gûyî (f.b.i.) Allah'ın birliğine inanma.

yegân yegân (f.zf.) birer birer, ayrı ayrı, tek tek.

yeg-den (f.t.zf.) birden, birdenbire, (bkz: def'aten, bağteten).

Yehûd (a.h.i.) Yahudi, Hz. Yâkub'un oğlu Yahuda soyundan gelenler, israil oğulları.

Yehûdâ (a.h.i.) Hz. Yâkub'un on iki oğlunun en büyüğü.

Yehûdî (a.h.i.) Yehuda'ya mensûbolan, Yahudi.

yek (f.s.) 1. bir, tek. (bkz: münferid). 2. i. birlik, bir oluş.

yek-âheng (f.b.s. ve zf.) 1. aynı ahenkle, hiç değişmeden. 2. i. ed. beyitleri arasında mânâca münâsebet bulunan manzumeler, daha çok gazeller.

yek-âvâz (f.b.s.) 1. tek sesli, bir sesli; meç. bir şekil üzerine. 2. i. ed. başından sonuna kadar aynı kuvvette güzel bulunan manzume.

yek-âvîz (f.b.i.) varsak denilen kısa kılınç.

yek-â-yek (f.b.s.) 1. tek tek, birer birer. 2. ansızın, (bkz: nâgehân).

yek-bâr, yek-bâre (f.zf.) bir kere, bir defa, bir defada.

yek-bâregî (f.b.s.) bir kerelik, bir defalık.

yek-berg (f.b.s.) 1. tek yaprak, tek yapraklı. 2. i.g.s. tezhipte kullanılan tek küçük yapraktan ibaret bir motif.

yek-be-yek (f.zf.) tek tek, birer birer.

yek-câ (f.s.) bir yerde, aynı yerde, birlikle.

yek-cân (f.b.i.) can yoldaşı, arkadaş.

yek-cihet (f.a.b.i.) fikirleri bir olan. (bkz: mültehid, müttefik).

yek-cihetî (f.a.b.i.) fikirleri bir olma.

yek-cins (f.a.b.s.) aynı cinsten.

yek-çend (f.b.s.) birkaç.

yek-çeşm (f.b.s.) 1. tek gözlü, sokur, (bkz: ayn-i vâhid). 2. i. Güneş.

yek-çeşmî (f.b.i.) tek gözlülük, sokurluk.

yek-dâne (f.b.s.) 1. eşi, benzeri olmayan, tek. 2. i. bir çeşit gerdanlık.

yek-dem (f.b.i.) bir dem, bir nefes, çok kısa.

yek-deme (f.b.s.) bir anda geçici, süreksiz.

yek-dest (f.b.s.) 1. bir elli. 2. bir cins, bir çeşitte olan. 3. i. [eskiden] bir çeşit rende.

yek-dîger (f.b.s.) birbirini, bir taraf öbür tarafı.

yek-dil (f.b.s.) gönüllü, gönülleri birbirine uygun, bir gönülde olan.

yek-dilân (f.b.i.) gönüldaşlık, yek-dillik.

yek-dilâne (f.zf.) gönüldaşlıkla, gönülleri birbirine uygun olarak, bir gönüllülükle.

yek-dile (f.b.i.) gönül birliği, (bkz: yek-dilî).

yek-dilî (f.b.i.) gönül birliği, (bkz: yek-dile).

yek-dü (f.b.s.) bir iki, iki bir [zar oyununda-].

yek-dü-se (f.b.s.) bir iki üç.

yeke (f.s.) tek; bir; yalnız.

yek-endâz (f.b.s.) 1. ince temrenli küçük veya çatal temrenli bir çeşit ok. 2. i. dere ve ırmak kenarlarındaki uçurumlar. 3. düz.

yek-engüşt (f.b.i.) tek parmaklı.

yek-esbe (f.b.s.) bir atlı, bir atı olan; tek başına.

yeke-tâz (f.b.s.) [düşmana] yalnız başına saldıran yiğit, (bkz: yekke-tâz).

yek-kalem (f.a.zf.) bir kalemde, birden, bir çırpıda.

yekke-tâz (f.b.s.) [düşmana] yalnız başına saldıran yiğit, (bkz: yeke-tâz).

yek-nesak (f.b.s.) tek düzen, biteviye, değişmez, f r. monotone.

yek-neverd (f.zf.) bir çırpıda; yeknesak.

yek-pâ (f.b.s.) tek ayaklı, topal, (bkz: a'rec, leng).

yek-pâre (f.b.s.) tekparça, bir parçadan ibaret, bütün, som.

yek-rân (f.b.s.) 1. soyu temiz cins at. 2. san ve kırmızı arasında bir nevî at, al at.

yek-reh (f.b.s.) 1. riyasız, doğru. 2. zf. bir yol, bir kerre.

yek-reng (f.b.s.c. yek-rengân) 1. bir renkte olan. 2. sözünün eri olan. 3. i. meşhur bir çeşit lâle.

yek-rengân (f.b.s. yek-reng'in c.) l. bir renkte olanlar. 2. sözünün eri olanlar.

yek-rengî (f.b.i.) bir renkte olma; riyâsızlık, doğruluk, sözünün eri olma.

yek-rikâbî (f.b.i.) 1. yedek çekilen at. 2. bir işte hazırlanma, hazır bulunma.

yek-rişte (f.b.s.) 1. uygun, yakışık, yaraşık, (bkz: muvâfık). 2. şefkatli.

yek-rû[y] (f.b.s.) 1. bir yüzlü, iki yüzlü olmayan. 2. güvenilir dost.

yel-rûye (f.b.s.). (bkz. yek-rû).

yek-rûyî (f.b.i.) bir yüzlülük, riyâsızlık.

yek-rûz, yek-rûze (f.b.s.) bir günlük, geçici.

yek-sâl, yek-sâle (f.b.s.) bir yıllık, bir yaşında.

yek-sân (f.b.s.) 1. düz. (bkz: müstevî). 2. bir, beraber, (bkz: müsâvî). 3. her zaman, bir düziye.

Hâk ile yeksân toprakla bir, yıkık.

yek-ser, yek-sere (f.zf.) 1. yalnız başına. 2. bir baştan bir başa. 3. ansızın, (bkz: nâ-gâh).

yek-sûn, yek-sûne (f.b.s.), (bkz. yek-sân).

yek-süvâr (f.b.s.) 1. binicilikte emsalsiz; yiğit atlı. 2. tar. bir ok adı ["zer-gerdân, karabatak, hâki" ve daha bâzı adlarla anılanlar gibi bu da sonradan kullanılmaz olmuştur].

yek-süvârân (f.b.s. yek-süvâr'ın c.) arkadaşı olmayan atlılar.

yek-süvâre (f.b.s.c. yek-süvârân) 1. tek başına ata binen. 2. mec. arkadaşı olma yan kimse.

yek-şâh (f.b.i.) kapların altın kısmının üzerindeki nokta, [mücellit terimlerindendir].

yek-şebe (f.b.s.) bir gece, bir gecelik.

yek-şenbih (f.b.i.) "birinci gün" pazar günü. (bkz: yevm-i ahad).

yek-tâ (f.b.s.) 1. tek, eşsiz, benzersiz. 2. i. erkek adı.

yek-tây (f.b.i.) [eskiden] müz. telli sazlardan biri. [Câmi-ül-elhân'daki tarifi dört köşe kaseli ve deri gerili bir saz. Üzerine at kılı bağlanır ve çalınır].

yek-tâz (f.s.). (bkz. yeke-tâz).

yek-ten (f.b.s.) 1. ansızın, anîden, birdenbire. 2. zf. durup dururken, hiç yoktan.

yek-tene (f.zf.) yalnız başına, tenha.

yek-terbiye (f.a.b.s.) aynı terbiyeye sahip olan.

yekûn (a.i.) "toplam, fr. total; top.

Cem'an yekûn bir kalem, toptan olarak.

yekûn-i umûmî toplamlar toplamı, genel toplam.

yek-vücûd (f.a.b.s.) hep birden, tek bir insan gibi.

yek-zebân (f.b.s.) 1. bir dilli. 2. ağız birliği eden. 3. aynı dille konuşan.

yek-zebânî (f.b.i.) 1. bir dillilik. 2. ağız birliği etme. 3. aynı dille konuşma.

yel (f.i.c. yelân) pehlivan, şampiyon.

yelân (f.i. yel'in c.) pehlivanlar, şampiyonlar.

yeldâ (f.s.) 1. uzun.

Şeb-i yeldâ yılın en uzun gecesi [23-24 Aralık]. 2. i. kadın adı.

yele (f.i.) 1. otlağa salınmış hayvan sürüsü. 2. kuvvetli, saldırıcı.

Şîr-i yele kuvvetli, saldırıcı arslan. 3. koşucu, koşan.

Esb-i yele koşucu at.

yem (a.i.). (bkz. yemm).

yemâme (a.i.) ehlî güvercin.

Yemânî, Yemâniyye (a.s.) Yemen ülkesine ait, onunla ilgili.

Akîk-i Yemânî değerli bir taş.

Dûd-ı yemânî hek. vücutta meydana gelen Yemen'e mahsus çok ince bir kurt.

Hacer-i yemânî bir çeşit değerli akîk.

Hıtta-ı Yemânî Yemen ülkesi.

Şı'râ-yi Yemânî güney kutbunda görünen bir küme yıldız.

Yemen (a.h.i.) Arap Yarımadasının batı-güney tarafını teşkil eden bölge.

yemenî (a.s.) 1. Yemen'e mensup, Yemen ile ilgili. 2. i. yemeni, Yemen işi başörtüsü.

yemîn (a.s.c. eymân) 1. sağ, sağ taraf; sağ el.

Kedd-i yemîn el emeği; el emeği ile kazanılan.

yemîn ü yesâr sağ ve sol. 2. and. (bkz: kasem).

Adem-i ilme yemîn huk. bir konu hakkında bilgisi bulunmadığı yolunda edilen yemin.

Hâsıla yemîn huk. iddia edilen miktarın doğru olmadığına edilen yemîn.

Sebebe yemîn iddia edilen sebebin doğru olmadığı konusunda edilen yemin.

yemîn-bi-llâh Allah'ın kutsal adına olan yemin, (bkz: kasem-bi-llâh).

yemîn-fi-l-isbât huk. bir şey yapmak için vuku' bulan yemin.

yemîn-fi-n-nefy huk. bir şeyi yapmamak için vâki olan yemin.

yemîn-i fâcire huk. yalan yere edilen yemîn.

yemîn-i fevr huk. bir kelâma cevap olmak gibi bir sebebe bina olunan yemin, [meselâ sokağa çıkmak üzere bulunan bir kimseye hitaben "eğer sokağa çıkarsan..." diye yapılan yemin gibi ki yalnız o defâki sokağa çıkmaya münhasır olur].

yemîn-i gamız ("ga" uzun okunur) yalan yere edilen yemin.

yemîn-i gamûs huk. yalan yere âmden edilen yemin.

yemîn-i gayr-i muvakkat huk. zaman ve müddetle sınırlı olmayarak edilen yemin.

yemîn-i istihzâr fık. terekeden bir hak dâva ve ispat eden kimseye hâkim (*yargıç) tarafından ettirilen yemin.

yemîn-i lağv huk. zanna mebnî, vâki olana muhalif yapılan yemin.

yemîn-i mutlak huk. (bkz: yemîn-i gayr-i muvakkat).

yemîn-i muvakkat huk. bir vakit ile mukayyet veya tevkit ifâde eden bir lâfza mukarin olan yemin.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   179   180   181   182   183   184   185   186   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə