Bulten sinir sayisi pdf



Yüklə 182,95 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/93
tarix05.03.2018
ölçüsü182,95 Kb.
#30613
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   93

Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
57
me  kapasitesine  sahip  olmadığı  gibi, 
kapitalist  toplumda  milyarlarca  insan 
temel  maddi-fizyolojik  ihtiyaçlarını 
bile karşılamaktan mahrum durumda-
dır. Bu gerçeklik kapitalist krizle bir-
likte çırılçıplak açığa çıkar. Kapitalist 
krizler hiç de kıtlıktan kaynaklanmaz. 
“Sınırsız ihtiyaçları olan” ve “sınırsız 
tüketim kapasitesi olan” insanların kıt 
tüketim mallarıyla karşılaşmalarından 
doğmuyor bu krizler. Tersine, insanla-
rın  kapitalist  anlamda  tüketebilecek-
lerinden yani satın alabileceklerinden 
çok  daha  fazlasının  üretilmesinden 
(aşırı  üretim)  kaynaklanıyor  kapita-
list  krizler:  “Bu  sistem,  kapitalistle-
rin  doymak  bilmez  kâr  arzusu  ve  bu 
temelde  güdülenmiş  yatırım  coşku-
suyla,  geniş  kitlelerin  sınırlı  tüketim 
gücü arasındaki çelişki temelinde yol 
almaya  mahkûmdur.  Döneme  eşlik 
eden  teknolojik  yeniliklere  rağmen, 
pek çok kapitalist olumlu beklentilerle 
aynı yönde davranacağı için belirli bir 
süre sonra kârlılığın düşmesi, piyasa-
nın yeni ürünlere doyması ve bir aşı-
rı-üretim  bunalımının  patlak  vermesi 
kaçınılmazdır.”[3]
Burjuvazinin  ekonomi  tanımındaki 
“kıt kaynaklar” ifadesi, aslında insan-
ların  sınırsız  ihtiyaçları  olduğu  var-
sayımından türer; “sonsuz ihtiyaçlara 
yetecek mal ve hizmet yoktur” denilir. 
Sonsuz insan ihtiyaçları varsayımının 
ne  denli  çürük  olduğunu  gördük,  bu 
durumda, kaynakların da kıt olduğunu 
söylemek için tutarlı bir argüman ile-
ri sürmek güçtür. Kuşkusuz bir şeyin 
üretilmesi, doğadan bir şeylerin alına-
rak dönüştürülmesi, bu şeyin doğadan 
eksiltilmesi  demektir  ki,  içinde  yaşa-
dığımız dünyanın sınırlı olduğu açık-
tır. Ne var ki, burada birkaç hususun 
altını çizmek gerekir.
Birincisi her tüketim eylemi aynı za-
manda  bir  üretim  eylemidir  ve  tersi. 
Dolayısıyla tüketim denilen şeyi, mut-
lak bir yok oluş olarak düşünmek yan-
lıştır, o bir dönüşüm sürecidir. İkincisi, 
doğa denilen varlık, sürekli eksilttiği-
miz  durgun  bir  varlık  değil,  kendini 
yenileyen, eksilenin yerine belli ölçü-
lerde  yenisini  koyan  bir  varlıktır.  İn-
sanların  en  temel  maddi  ihtiyaçların-
dan olan besin gereksinimini karşıla-
mak üzere giriştikleri tarımsal faaliyet 
bu  gerçekliğe  dayanır.  Madenler  ve 
hammaddeler  açısından  bakıldığında 
da  aslında  durum  budur,  ancak  insan 
ömrünün  bu  yenilenme  süresinin  ya-
nında kısacık bir an olarak kalması, bu 
tür  ihtiyaçlarımızı  karşılayacak  kay-
nakların giderek azaldığını düşünme-
mize yol açar. Fakat unutulmamalı ki, 
gerek  geri  dönüşüm  teknolojileriyle, 
gerek  daha  dayanıklı  tüketim  malla-
rının üretilmesiyle, gerekse de malze-
me  bilimindeki  devasa  atılımlarla  bu 
güçlüğün  üstesinden  gelmek  hiç  de 
imkânsız  değildir.  Üçüncüsü,  doğal 
kaynaklarımızın temeli olarak dünya-
mız sınırlı olsa bile, onun içerisindeki 
mütevazı  varlığımız  açısından  bakıl-
dığında  dünyanın  sahip  olduğu  kay-
naklar  göreli  olarak  sonsuzdur.  Dör-
düncüsü,  insanoğlu  geldiği  gelişim 
aşamasında  dünyayla  sınırlı  varlığını 
da evrenin başka köşelerine uzanarak 
aşma potansiyeline sahiptir.
İnsanlığın geçmişinde, üretici güçlerin 
geri düzeyi nedeniyle, insan ihtiyaçla-
rının  karşılanması  hususunda  büyük 
bir yetersizliğin olduğu ve bu anlamda 
sınırlı  kaynaklar  olduğu  söylenebilir 
kuşkusuz.  İnsanoğlu  doğanın  kendi-
sine  kendiliğinden  sunduğu  olanak-
larla büyük ölçüde yetinmek zorunda 
kalan, bu arada doğanın felâketlerine 
de  tevekkülle  katlanmak  durumunda 
bulunan bir varlık, doğanın kölesi du-
rumundaki bir varlık idi. Ama bugün 
durum  hiç  de  öyle  değildir.  Doğanın 
kölesi  olmaktan  çıkıp  onun  efendisi 
haline  gelmemizin  koşulları  gide-
rek  olgunlaşmıştır.  Emeği  ve  doğayı 
inanılmaz  boyutlarda  sömürmesi  ve 
tahrip etmesine rağmen, kapitalist sis-
tem  üretici  güçlere  yaptırdığı  devasa 
atılımla, ister istemez, insanlığın kur-
tuluşuna giden yolun da maddi teme-
lini döşemiş bulunmaktadır. Bu maddi 
temellerin ne denli olgunlaşmış oldu-
ğu  ve  bu  arada  tüm  insanlığın  refahı 
için  gerekli  kaynakların  mevcut  olup 
olmadığı  hakkında  anlamlı  bir  fikre 
sahip olmak için bugünkü kimi üretim 
rakamlarına  bakmak  bize  küçük  bir 
ipucu verecektir.
En temel ihtiyaçlarımızdan olan besin 
ihtiyacımızı giderecek tarımsal üretim 
rakamları bu açıdan bize çok şey anla-
tıyor.  1961  yılıyla  karşılaştırıldığında 
dünya nüfusu iki katına çıkmıştır. Bir-
leşmiş Milletler’e bağlı Tarım ve Gıda 
Örgütü (FAO) verilerine göre, bu elli 
yıllık dönemde, yaklaşık olarak, buğ-
day  ve  pirinç  dahil  tahıl  üretimi  2,7 
katına,  taze  sebze  ve  meyve  üretimi 
Anadolu Aydınlanma Vakfı 
Düşünüyorum Bülteni


58
Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
4,1  katına,  süt  üretimi  2  katına  ve  et 
üretimi de 3,7 katına çıkmıştır. Yalnız-
ca bu veriler bile, insanların geometrik 
olarak çoğaldığını, gıda üretiminin ise 
aritmetik olarak arttığını iddia ederek, 
insanlar arasındaki toplumsal eşitsizli-
ği, açlığı, yağma savaşlarını ve kapi-
talizmi  aklamaya  çalışan  Malthus’un 
sözde teorisini çökertmeye yeterlidir.
Besin tüketimi açısından baktığımızda 
da, benzer bir gelişim tablosuna şahit 
oluruz. Yine FAO verilerine göre, kişi 
başına günlük ortalama kalori tüketi-
mi,  1961’deki  2253  kcal  değerinden, 
2003 yılında 2808 kcal’e çıkmış yani 
yüzde  24  artmıştır.  Bu  tüketim  artışı 
içerisinde  hayvansal  gıdaların  artışı 
yüzde 41 iken, bitkisel gıdaların artışı 
yüzde  21’dir.  İnsanın  vücut  ölçüleri-
ne, yaşına ve yaptığı işe bağlı olarak 
günlük kalori ihtiyacı değişse bile, or-
talama ölçülerde orta yaşta bir insanın 
günlük kalori ihtiyacı 2500 kcal civa-
rındadır. Dolayısıyla dünya üzerinde-
ki bütün insanların bu ortalama kalori 
miktarını  tüketmeleri  görüldüğü  gibi 
mümkündür. Bir başka deyişle, bugün 
artık dünya üzerinde yaşayan 6,6 mil-
yar insanın gıda gereksinimlerini kar-
şılayabilecek bir tarımsal üretim mev-
cuttur  ve  bu  açıdan  bakıldığında  “kıt 
kaynaklar” diye bir şey sözkonusu de-
ğildir. Üstelik bu üretim düzeyi, ekile-
bilir durumda olan toprakların önemli 
bir  bölümünün  neo-liberal  kapitalist 
tarım  politikaları  nedeniyle  ekilme-
mesine rağmen tutturulabilmiştir.
Kişi  başına  ortalama  günlük  tarımsal 
üretim miktarı ve yine kişi başına or-
talama  günlük  kalori  tüketim  miktarı 
verileri,  dünyada  açlık  diye  bir  so-
run  olmaması  gerektiğini  haykırıyor. 
Ama bunlar sadece ortalamalardır ve 
bu üretim düzeyine rağmen, dünyaya 
baktığımızda  korkunç  bir  eşitsizlik, 
dengesizlik ve adaletsizlik tablosuyla 
karşı  karşıya  kalırız.  Bir  tarafta,  ileri 
kapitalist ülkelerde tarımsal verimlilik 
öylesine  yüksek  düzeylere  çıkmış-
tır  ki,  fiyatlar  düşmesin  diye  çiftçiler 
üretim  yapmamaya  teşvik  ediliyor, 
üretim  yapanlara  değil  yapmayanlara 
devlet  ödemede  bulunuyor;  tahıllar 
denizlere  dökülüyor,  yakılıyor  ya  da 
boyanarak  kullanılmaz  hale  getirili-
yor; stoklarda et, süt, tereyağı ve pey-
nir  dağları  yükseliyor;  meyve  ağaç-
ları kökünden sökülüp atılıyor. Diğer 
tarafta,  6,6  milyar  insanın  yaklaşık 
yarısı  anlamına  gelen  3  milyar  insan 
yoksulluk  sınırının  altında  yaşıyor, 
bunların  1,4  milyarı  günde  2  doların 
altında  bir  gelirle  yaşam  savaşı  veri-
yor. Açlık ordusu, tarımsal üretime pa-
ralel bir şekilde artıyor! Bugün sürekli 
açlık çeken insanların sayısı 1 milyar 
20 milyon kişiye ulaşmıştır. Dahası ne 
ironiktir ki, yoksulluk ve açlık sorunu-
nu  en  fazla  tarım  sektöründe  çalışan 
işçiler yaşıyorlar. FAO’nun verilerine 
göre 500 milyon ücretli tarım işçisinin 
büyük bir çoğunluğu yoksulluk ve sü-
rekli açlık içerisinde yaşıyor. Bu tab-
lo  da  gösteriyor  ki,  insanlığın  bugün 
geldiği  gelişmişlik  aşamasında  sorun 
kaynakların  “kıt”  olmasında  değil, 
bunların emeği ve doğayı sömüren bir 
avuç  kapitalistin  tekeli  altına  alınmış 
olmasındadır.
Bir kez daha vurgulayalım ki, doğayı 
tahrip  eden,  onun  kaynaklarını  “geri 
dönülmez”  bir  şekilde  tüketen  şey, 
üretim eyleminin kendisi değil, üretim 
biçimidir.  Açlık,  yoksulluk,  su  kay-
naklarının  tahribi,  çevre  kirliliği  ve 
küresel ısınma, doğal kaynakların tah-
ribi gibi sorunların yegâne sorumlusu 
kapitalist  üretim  biçimidir.  Kapitalist 
toplumda  burjuvaların  davranışını 
benden  sonra  tufan  anlayışının  be-
lirlediği  açıktır.  Dünyanın  sonsuz  bir 
zenginlik  kaynağı  olarak  görüldüğü 
kapitalizmin  doğuş  çağında,  kapita-
listler  bu  sonsuz  kaynağı  dizginsiz-
ce  sömürmek  ve  yağmalamak  üzere 
dünya  seferlerine  çıktılar.  Fethettik-
leri  kaynakları  bu  sefahatin  hiç  sonu 
gelmeyecekmişçesine  dibine  kadar 
ve  her  seferinde  daha  derinlemesi-
ne  sömürmeye  devam  ettiler.  Bugün 
gelinen  noktada  bir  tarafta  yaratılan 
sonsuz  olanaklara  rağmen,  kapitalist 
üretimin bir sonucu olarak doğanın ve 
insan emeğinin muazzam bir tahriba-
tıyla karşı karşıyayız. Ama tarih henüz 
son sözünü söylemiş değil!
İnsanlık bir yol ayrımındadır. Bir yan-
dan kapitalist barbarlık tüm gezegeni 
ve  onun  üzerindeki  yaşamı  yok  et-
mekle tehdit ederken, diğer yandan bu 
dünyada  bir  cennet  inşa  etmenin  her 
türlü  potansiyeli  mevcuttur;  sınıfsız, 
sömürüsüz,  barış,  özgürlük  ve  refah 
dolu  bir  toplumun  inşası  son  derece 
mümkündür.  Bunun  önündeki  en-
gel ve temel sorun, gelişimin önünde 
nesnel bir sınırın olması, dışımızdaki 
nesnel dünyanın dayattığı sınırlamala-
rın bulunması sorunu değildir. Sorun, 
insan  hayatını,  emeği  ve  doğal  kay-
nakları  müsrif  bir  şekilde  harcayan, 
çevreyi  tahrip  eden  ve  bilim  ve  tek-
nolojinin  potansiyelinin  tam  olarak 
gelişmesini engelleyen kapitalist özel 
mülkiyet  ve  kapitalist  üretim  biçimi 
sorunudur.  Kapitalist  özel  mülkiyeti 
ortadan kaldırdığımızda tüm insanlığa 
yetecek bir bolluk ve refahı üreteme-
memiz için hiçbir sebep de kalmaya-
caktır.  Kapitalist  sapkınlık  ortadan 
kaldırıldığında,  faaliyetinin  kendisine 
ve  onun  sonuçlarına  sahip  çıkarak 
insan,  emeğine,  kendisine  ve  doğaya 
yabancılaşmaya son verebilecek, doğa 
üzerinde  tahripkâr  olmayan  bir  ege-
menlik  kurabilecek  ve  böylece  kendi 
kurtuluşunu 
gerçekleştirebilecektir. 
İşte  o  zaman  sınırsız  bir  gelişim  po-
tansiyeli taşıyan insan, gerçek tarihini 
yaşamaya başlayacaktır.
[1] Marx, Feuerbach Üzerine Tezler, 6.Tez
[2] Türkiye’de reklam sektörünün hacmi-
nin  2008  yılında  4  milyar  TL’yi  geçtiği 
söyleniyor.  Almanya’da  yapılan  reklam 
harcamalarından kişi başına düşen miktar 
yıllık  360  dolar  civarında;  yani  günlük  1 
dolar civarında. Bir başka deyişle, Alman-
ya’da reklama harcanan parayla, “ihtiyaç-
ları sınırsız” olmasına rağmen (!) günde 1 
doların altında bir gelirle geçinmek zorun-
da  olan  1  milyar  insanın  85  milyonunun 
yaşam  standardını  iki  katına  çıkartmak 
mümkündür.
[3]  Elif  Çağlı,  Kapitalizmin  Krizleri  ve 
Devrimci Durum, Tarih Bilinci Yay.
Anadolu Aydınlanma Vakfı 
Düşünüyorum Bülteni


Yüklə 182,95 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   93




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə