*dipnotlar yazıda nerede kullanılmışsa oraya parantez içinde yapıştırılmıştır


EMPERYALİZMİN METROPOLLERİNDE AŞILAMAYAN BÜYÜK BUNALIM



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə16/24
tarix08.04.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#36691
növüYazı
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   24

EMPERYALİZMİN METROPOLLERİNDE AŞILAMAYAN BÜYÜK BUNALIM

(Bay Phillippe Herzog'a Açık Mektup)

Orhan İYİLER

Halkı yüreklendirmek için ona kendi



gücünden de korkması gerektiği öğretilmelidir"

(Critiçue du droit politiçue hégélien, Paris, 1975, s.201.)
K.Marks
Bay Philippe Herzog, sizi halkımıza, devrimci kadrolarımıza tanıtmalıyım. Değersiniz buna... Onların tartıştığı bir çok şeyi çok daha özgün bir biçimde vurguluyorsunuz. Eh tabi, alışık olduğunuz o yüksek Batı standartlarında... Doğu Blokunun çöküşü, komünizmin ilkeleri, leninist parti modeli, pazar ekonomisi ve sosyalizm gibi nice konularda. Hemen şunu söylemeliyim bay Herzog, aslında bizim solumuzun bir kesimi bu konuları sîzlerden daha da özgün bir biçimde geliştiriyor. Ne ki sizin konumunuz başka. Siz orada, Paris'te hapşırsanız, burada İstanbul'da örneğin 95 aydın gripal enfeksiyona yakalanıp ateşli sayrılıklar içinde düşlerle, hallüsinasyonlarla bildiriler yayınlıyorlar gazetelerde...
Bay Herzog, siz Fransız Komünist Partisi'nin en etkin konumundasınız. 25 yıldan bu yana, benim özenle izlediğim bu partinin ekonomik seksiyonu başında bulunuyorsunuz. Teorik çalışmalarınız Ekonomi ve Politika dergisinde sürekli yayınlanıyor, iki yoldaşınız Paul Boccara ve Bernard Marks'ın da katkılarıyla. Avrupa Parlamentosu üyesisiniz. Etkin kişiliğiniz başında bulunduğunuz Komünist Partinin listesini Avrupa Parlamentosu seçimlerinde tümden kazandırdı. Bu sizin yurttaşlarınızda ve yoldaşlarınızda nasıl etkin bir güven uyandırdığınızı kanıtlar. Onlar besbelli ki, sizin çok sağlam, çok güçlü eğitiminize de dehşetli güveniyorlar. Çünkü Fransa'nın çok ünlüyü yetiştirmiş, son derece seçkin eğitim veren ünlü Politeknik okulundan mezunsunuz. Ayrıca bir önemli diplomanız daha var. Firmalar Yönetimi Ulusal Okulu'ndan... Ve de Paris Üniversitesi – X Nanterre'de ekonomi profesörüsünüz. Nasıl imrenilmez size bay Herzog... hem komünistsiniz, hem de üniversitede öğretim görevlisisiniz. Benim ülkemde daha bu yıl komünist parti kurmayı kesinlikle yasaklayan ceza maddeleri yeni kaldırıldı. Kaldırıldı kaldırılmasına da devletin güvenlik güçleri uygulamalarını yine de bu madde varmış gibi sürdürüyorlar. Sözüm ona kendine komünist adı verdiği için(183)-aslında komünistlikle falan hiç ilgileri kalmamış- bir takım zavallıların particiklerini kapayıp, kendileri hakkında koğuşturmalar açıyorlar. Bizim üniversitelerimize bir komünistin atanmasına, böyle saçma yanlışlıkların yapılmasına hiç olanak yoktur. Ünlü adıyla YÖK diye bilinen -12 Eylül darbesinin faşist generallerince oluşturulmuş- Yüksek Öğrenim Kurumu bir yardımcı görevlinin ilk atamasını yapmadan önce ünlü Milli İslihbarat Teşkilatımıza (ünlü kısaltmasıyla MİT'e) taş çıkartacak bir güvenlik tahkikatında bulunmaktadır. Onun için biz de sizdeki gibi hem komünist hem üniversitede öğretim görevlisi gibi saçmalıklar olmaz. Hiç kuşkusuz bay Herzog bunları kendimizden şikayet için dile getirmiyorum. Az sonra değineceğim, sizinle tartışacağım çok önemle vurguladığınız sizin “tarihsel hukuk devletinin” kazanımlarının nasıl sorumluca kullanılması gerektiğine bir bakıma parmak basabilmek için değiniyorum.

***
Doğu Avrupa halk cumhuriyetleri ile Sovyet rejiminin 21.yüzyıla girerken bozguna uğratılarak Batı kapitalist devletlerince teslim alınmalarından, özellikle de 19 Ağustos Moskova provakasyonunun yenilgiye uğratılmasından sonra, partinizde, Fransız Komünist Partisinde, yoğunluğunu sosyal demokratların saldırılarıyla da arttıran karşıtçı gelişimlerin kendini son zamanlarda hissettiren en önde gelen en önemli bir adı olarak belirginleştiriyorsunuz. Gerçi siz öteden beri, partiyi Stalinci despotik bir merkeziyetçilikle yönettikleri için MK'yı şiddetle eleştiren, Mitterand kabinesinde bakanlık yapmış Charles Fiterman, Anicet Le Pors, Jack Ralite gibi adlardan bazı eleştirel yaklaşımınızla ayrılıyorsunuz ama örneğin yine de aranızda, onların “partinin işleyişindeki merkeziyetçilik konusundaki eleştirileriyle bir birlik ve benzerlik olduğunu” Le Monde gazetesinde 24 Eylül'de yayınlanan söyleşinizde yadsımıyorsunuz. Asıl gerçekse şu bay Herzog: Gerek Fransız, gerek bazı öteki Batılı komünist parti üyelerinin bir bölümünde yoğunlaşan tartışma, sorunu artık “Stalinci Merkeziyetçi” anlayışların çok ötesine taşıyarak komünizmin temel ilkelerini, temel bakış açısını çatlatmaya yöneliyor. Bunu söyleşinizde bütünüyle görüyorum. Ve de önemli bulduğum için üzerinde duruyorum. Yanılgılarınızın önüne geçilmez bir virüs gibi tüm dünyamızın düşünen beyinlerine nasıl hızla bulaştığını bildiğim için... Kızacaksınız belki ama tıpkı AİDS virüsü gibi... Böylesine sayrılıklı oluşumlarla ilişki bütünüyle koparılıp atılamazsa, insanları erite erite çekip alıyor...
I- Halk ve Sovyet rejimlerinin yenilgisinden mutlu bir komünist
Le Monde'un sizinle söyleşiyi gerçekleştiren yazarı Alain Rollat'ın, tüm bunalımlara ve büyük yenilgiyi amaçlayarak sorduğu: “Herşeye karşın bir komünist olarak mutlu musunuz?” sorusunu şöyle yanıtlıyorsunuz:(184)

Ben bir komünistim. Hem de her zamankinden daha da çok. (...) Zorluklar çok büyük ama bunları aşabilmek beni yönlendiriyor. Doğu'da olup bitenleri bir felaket olarak değil, bir şans olarak almalıyız. Mutluluk sorununa gelince... evet mutluyum. Kendimi bir ipotekten kurtulmuş gibi duyarlıyorum. Ve de çok daha gerçek bir komünizmi belirleme şansını ele geçirdiğimize inanıyorum. Ben ve dostlarım otuz yıldan beri hep girişimlerinde bulunduğumuz, kimsenin aracı olmamak, yaratıcılığımızı zincirleyen yöntemlerden kendimizi çekip çıkarmak gibi bir olanağın önümüzde açılması karşısında belirgin bir özgürlük duyuyoruz. (...) Kendimizde daha büyük cesaretler gösteren komünist devinimin rönesansına katılmada daha da özgürüz."


“Komünist devinimin rönesansını yaratmak’da, yalnızca ve yalnızca pek sakız edilmiş “partiyi demokratikleştirme” vurgulamasını yapmasaydınız ve de bu demokratikleşmedeki amacınızı yalnızca ve yalnızca işletmelerde “işçilerin yönetimi ele almalarını”, “kendi kendini yönetimi” yani “Autogestion”na şans vermekle sınırlamasaydınız bay Herzog sizinle birlikte ben de halk demokrasilerinin ve de Sovyet rejimlerinin yıkılmasından belli ölçülerde belki mutluluk duyabilirdim. Yani derdim ki, “Evet, yanlış uygulamaların sürgitmesine izin vermemeliyiz. Bu bizim savaşımcı geleneğimizle hiç ilgili değil... Komünizmin yeniden doğuşunu hazırlamalıyız...”
Evet komünizmin yeniden doğuşunu hazırlamakla sorumluyuz, hiç kuşkusuz. Ama sizin gerekçelerinizle değil. Tam da karşıtı, hem de alabildiğine, noktasına virgülüne karşıtı gerekçelerle bay Herzog...
Ama önce isterseniz “Doğu'da olup bitenleri bir felaket olarak” görmeyen yaklaşımınızın altını biraz kurcalayalım. Yaşadıklarımız olayın böyle olup olmadığını kanıtlamalıdırlar bize...
İşte size içinde yaşadığımız olaylardan yalnızca iki kanıt: Birincisi: 31 Ekim'de Madrit'te gerçekleştirilen Barış Konferansı. İsrail devletiyle Filistinlileri ve öteki Arap ülkelerini bölgede, yani Orladoğu'da, yani 74 yıldır petrol kavgalarının çıkar tapınaklarına Arap halklarının kanlarının kutsanarak oluk oluk akıtıldığı bölgede yaşanan küçük bir ayrıntı. Ayrıntılara takılıp kaldığımı söylemeyin bana bay Herzog... Diyalektik oluşum bu ayrıntılarda yoğunlaşarak yarını belirler çünkü. Ortadoğu'ya barış getireceği umuduyla pek gösterişli biçimde Madrit'in kraliyet salonlarında, terazili adalet tanrıçasının hemen karşısındaki yuvarlakça masada başlatılan konferansta karşılıklı söylevler verilirken Batı Şeria'da, İsrail'in işgali altında bulunan topraklarda, hem de en katı İntifada yanlılarının ağırlıklı olduğu Ramallah'da önemli bir olay yaşanıyordu. 2 yılı aşkın bir süredir süren taşlı başkaldırıda 2000 çocuğun ergenlik yaşına gelmeden öldürüldüğü o kanlı sürecin perşembe sabahında, Madrid'te konferans başlayınca, Arap çocukları, gençler, yaşlı ve genç Arap kadınları o sabah, her zamanki gibi taşlarıyla çıkmadılar sokağa Ramallah'da... Hepsinin ellerinde zeytin dalları vardı. Umut dolu şarkılarını söylemeye başladılar. Ve tepeden tırnağa silahlı İsrail askerlerine o sabah taş yerine umut dolu şarkılarıyla zeylin dallarını uzattılar... Çocukları, kocaları öldürülmüş Arap kadınları pencerelerden, evlerinin damlarından zeytin(185)dalları fırlattılar tepeden tırnağa silah donanımlı İsrail askerleri üzerine... Ve Ramallah sokaklarında güneşin batımına dek “kardeşlik”, “eşitlik”, “özgürlük”, “barış” şarkıları söyleyerek dansettiler...(Le Monde, 2 Kasım 1991)
Ama aynı gün Almanya'nın Hamburg limanında bir başka gerçek yaşanıyordu. Limandaki bir gemide, İsrail'e gönderilmek üzere “zirai malzeme” olarak deklare edilmiş yüklerin Sovyet tanklarıyla Doğu Almanya kökenli savaş araç gereçleri olduğu salt bir rastlantı sonucu ortaya çıkıyordu.(Le Monde, 1 Kasım 1991)Bay Herzog burada vurgulamak istediğim Barış Konferansı adı altında halklara ikiyüzlüce oynanan oyun değil. Hayır bu değil. Bu alışık olduğumuz bir şey... Vurgulamak istediğim şey, üzerinde şimdi yeni boyutlarıyla durmamız gereken olgu şu; ve bu olguyu alabildiğine önemsemenin “komünistlerin çöküşünden sonra” bunu bir felaket olarak nitelendirmeyen Batılı komünist yoldaşların gözardı etmeleri gerçeğinin, bunun sahiden bir felaket olduğu konusundaki üstelememdir.
Ele geçirilen tanklar 12 tane. Ve de hepsi Sovyet yapımı. Henüz dökümü çıkarılmamış bir gemi dolusu öteki silah, araç ve gereçlerin hepsi de Doğu Alman kökenli. Tüm bu silahlar Doğu Almanya teslim alınınca (evet bay Herzog, bu bir teslim alınıştır olayın diyalektik gerçeğinde) işte tüm bu araç, silah ve tanklar Batı Alman İstihbarat Teşkilatı, ünlü kısaltmasıyla (BND)'ye teslim edilmiş. Bir istihbarat teşkilatının tanklarla, toplarla, uzun menzilli Doğu Alman füzeleriyle ne ilgisi var...? Alman hükümet sözcüsü gazetecilere yaptığı açıklamada, içinde bulunduğu paniği gizlemeyerek bu silahların Alman İstihbarat Örgütünün İsraillilere gönderilmek üzere olduğundan teşkilatın kendisinin de haberi olmadığını söylemeye çalışıyor kemküm. Savunma Bakanı neden bu silahların teşkilata, BND'ye verildiğinden haberi olmadığını, gerekçesini bilmediğini kaçamak yapa yapa açıklamaya çalışıyor.
Bir kez yenildiniz mi öteki yenilgileri de hazırladığınızın bilincinde ve sorumluluğunda olmak zorundasınızdır. Amerika'nın dayatmasıyla Ortadoğu bölgesinde gerçekleştirilmeye çalışılan “Pax Americana” başarıya ulaşamazsa, Ramallah'da İsrailli askerlere zeytin dalları uzatan Filistinlilerin bir zamanlar kendi dostları olan Doğu Alman silahları ve Sovyet tankları ile ezileceğini bu olay kadar hiçbir şey belki de kanıtlayamaz. O nedenle bay Herzog yarın bir Filistinli genç Sovyet tankı altında ezilirken sizin “Doğu Bloklarının yenilgiye uğratılmasından” bir komünist olarak kıvanç duymanızı, bunu bir şans olarak görmenizi anlaması ne denli olanaksızdır. Ve sizin onu kavrayamamanız, bu sorumluluğu duymamanız bir komünist olarak nerelerden, hangi oluşumlardan hızla uzaklaştığınızın üzerinde durulması gereken önemli bir büyük gerçeğidir. Çünkü bu gerçek sizin ve öteki komünistlerin artık bizim bölgemiz Ortadoğu'da 74 yıldır, yani sizin Fransız burjuvazisi ile İngiliz burjuvazisinin çıkar dengesini temellendiren Sykes Piko antlaşmasından bu yana halkların gerçek mücadelesine gözlerinizi ve kulaklarınızı tıkadığınızı göstermekte, komünist sorumluluğunuzdan nasıl bir eldiveni elinizden çıkarır gibi çıkarıp attığınızı kanıtlamaktadır. İşte o nedenle siz Bekaa vadisindeki Filistinlilerin en yaşlılarından olan Şeyh Ata Wehedi'nin şu sözlerini artık duymamaktasınız: “Biz alabildiğine politize olmuş bir halkız.(186)(Madrid'te) sözkonusu olan bizim geleceğimiz. En küçük bir ışık umutlarımızı peşinden sürüklüyor. Ama Madrid'in beklentilerimize yanıt verebileceğini sanmıyorum. Çünkü bu barış süreci tümüyle Amerikalıların kendi boyunduruğu altına aldığı bir süreç. Amerikalılar Arapları ve Yahudileri böylesi bir masaya sürüklediler ve de önlerine yemeleri için gereken şeyi koydular. Amerika yansız bir arabuluculuk gerçekleştiremez, tüm ahlaksal değerlere sırtını döndüğü gibi sözkonusu olan da yalnızca kendi çıkarı.” (Le Monde, 8 Kasım 1991)

Bay Herzog, Madrid Barış Konferansında, dut yemiş bülbül gibi susan bir Birleşmiş Uluslar temsilcisi ile ikinci, üçüncü dereceye düşürülmüş bir Sovyet liderinin göstermelik olarak oralarda dolaştırılmasından, “Doğu'nun yıkılmasından memnun olan bir komünist” olarak mutluluk duyup duymadığınızı da açıklamak zorundasınız. Çünkü bu yıkıntının getirdikleri budur. Yani artık şunları da söylemekle sorumlusunuz: “Ben Amerika'nın egemenliğinden mutluyum. Ben Birleşmiş Ulusların geriye itilip, silinip gitmesinden hiç şikayetçi değilim. Ben Sovyet yöneticilerinin Amerikan yöneticileri tarafından kendi doğrultularında orada burada dolaştırılmalarının, kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmalarının gezegenimizin geleceği için daha doğru olduğundan da kuşku duymuyorum...” gibi...


Yenilgiden duyduğunuz mutluluğu gölgelemek istiyor değilim sayın komünist parti ideologu, ama siz hem de bir Avrupa Parlamentosu üyesi olduğunuz için şu örneği ikinci bir kanıt olarak, yaşadığımız güncel gerçeklerden çekip çıkararak önünüze sergiliyorum.
Size Afgan halkının gözlerden kaçan destanlaşmış savaşımından sözetmek istiyorum. Herkes şuna inanıyordu: Sovyet orduları çekilir çekilmez Necibullah'ın kukla hükümeti Afgan direnişçileri ve milliyetçileri karşısında diz çökecek. Üç yıla yakın dayanıyor Afgan halkı, ABD ve Pakistan desteğindeki gerici mücahitlere karşı. Afgan ordusunda dün peçe altındaki genç kızlar çarpışıyor. En öndeki delikanlılar mücahitlerin topraklarında ana-babalarıyla köle gibi çalıştırılan topraksız köylüler, küçük topraklılar, boğaz tokluğuna fabrikalardaki işçiler... Ama artık Kabil Amerikan füzeleriyle bombalanmıyor bay Herzog, Sovyetlerin Stinger füzeleriyle bombalanıyor. Ve öteki ağır donanımlı, uzun menzilli bombalar ve makineleriyle... Irak yenilgisinden sonra Irak ordusunun elinde bulunan tüm bu silahlar özenle bir bir toplanarak bir CIA yetkilisi tarafından mücahitlere teslim edildi.(Le Monde, 26 Temmuz 1991)Hem de üç-dört ay gibi kısa bir sürede. Ama bu kez ABD işi sıkı tuttu. Silahları özel bir CIA yetkilisini Peter Tomsen'i özel görevlerle yükümlü geçici büyükelçi olarak Pakistan'a atayarak. CIA yetkilileri biliyorlar çünkü: gönderilen silahların bir bölümünü Pakistan kendisi iç ediyor. Bu kez özel görevli Peter Tomsen, Pakisanlıları hiç hesaba katmadan mücahitleri oluşturan İslam Camiası, Hizb-i İslami ve İttihat fraksiyonlarıyla doğrudan karşılıklı ilişkiye geçerek Sovyet ve öteki Doğu Avrupa kökenli silah donanımlarını teslim etti. Özel elçinin işinin yine de kolay olduğu söylenemezdi. Çünkü Körfez savaşında bu örgütler Irak'ın yanında olduklarını açıklamışlardı. İçiçe yaşanan çelişkileri görüyor musunuz bay Herzog...? Ama “düşmanımın düşmanı benim dostumdur”(187)ilkesi aralarındaki tartışmaları son derece başarılı bir biçimde sonuçlandırarak Sovyet menşeli silahlar, Stinger füzeleri Taciklerle, öteki mücahit liderlerine özellikle de büyük bir güvenle Gulbettin Hikmetyar ile Ahmet Şah Messud'a teslim edildiler. Necubullah sizin kapitalist metropollerinizden duyulabilmesi için tüm gücüyle sesleniyor: "Silahları susturun. Seçim yapalım. Seçimin sonuçlarına herkes katlansın". Demokrasiyi seçimle eş tutan Batılılar Necubullah'ın bu sesini hiç mi hiç duymuyorlar. Çünkü emperyalist Kuzeyliler orada, Afgan halkını topla tüfekle yenemeyenler seçimle de yenemeyeceklerini biliyorlar. Herkes de yaşanan son olayları doğru dürüst gözlediğinde şu gerçeği zaten beş aşağı beş yukarı sezinliyor: seçimle yeniden yönetime gelmiş olan komünistleri Kuzeyliler tanımıyorlar. Onların demokrasi diktatoryasının böylesi bir özgürlüğü halkların kullanmasına da hiç tahammülü yok aslında.

Şimdi bay Herzog, Afgan halkının geleceğini,aydınlığını, ortaçağ karanlığından sıyrılıp çıkma mücadelesini utkuya götürmek için mücahitlere karşı en ön cephelerde çarpışan bir Afgan gencine, sizin, yani Fransız Komünist Partisi sorumlusu ve Avrupa Parlamentosu etkin komünist üyesi olarak “Doğu'daki rejimlerin yıkılmasını bir şans” olarak gördüğünüzü yanına sokulup söyleyebilsem, biliyorum ki, başını kaldırıp Kabil'i bombalamak için tepesinin üstünde uçuşan Sovyet Stinger füzelerine bakacak ve şöyle diyecektir: “Tüm yasal güvencelerin konforu içinde ve Avrupa Parlamentosunun sıcak lüks salonlarında yaşayan o Parisli ideologa git söyle: Gelip dünyaya bir de buradan baksın".


Bir kez yenildiniz mi, onun boşluğunu karşınızdaki güç bütün yoğunluğu ve şiddetiyle doldurur. Tüm yaşanan bunun tanığı. 1871 Komünü yenilince onun yerini Thiers'in gerici cumhuriyeti doldurdu. 1905'in yenilgisinden Çar güçlenerek çıktı. Spartaküslerin yenilgisini sağlayan sosyal demokratlar Hitler rejiminin temellerini atması için ilk hafif işlerini yaptılar. Ve Franko rejiminin 40 yıllık faşist saltanatı Cumhuriyetçilerin yenilgisiyle sağlandı. Allende'nin Şili'deki yenilgisini kanlı Pinochet iktidarı doldurdu. Ekim devriminin yenilgisini ulussuzlaşma aşamasındaki emperyalizmin parçalayıp bölen ve pazar doğmalarının tüm gezegenimizde oluk oluk kan akıtan diktatoryası doldurma aşamasında... Şimdi bu süreç yaşanıyor bay Herzog... Yenilgiyi bir şans olarak görmeyin, yooo, yenilgiyi alkışlamayın, yenilgiden mutlu olmayın bay Herzog... Bir komünist olarak bundan mutluluk duyarsanız İsrail askerlerine zeytin dalları uzatan Filistinli çocukların, Kabil'in Stinger füzeleriyle yıkılan binalarında ölen insanların ve tüm Sovyetlerde akıtılan kanların büyük ve temizlenemez kanı yakanıza yapışır...
Ekim teslim alınmasaydı bay Herzog Irak'ta bunca kolay 300 bin kişi öldürülemezdi. Bunca kolay ve bunca acımısızca Kürtler ve Şiiler ayaklandırılıp, sonra 100 bin kişinin ölümüne neden olan iç savaş gerçekleştirilemezdi. Ve bunca kolay Mirage'a karşı savaşarak Irak halkları ve tüm direnen halklar Amerikan Pax'ın önüne parçalayıcı bir hayvanın önüne atılır bir yem gibi atılmazlardı. 21. yüzyıla bay Herzog koskoca bir halkın, Irak halklarının emperyalizmle köleleştirilmiş, geleceklerine ipotek konmuş, çocukları bu ipoteğin açlığında yüzbinlere(188)yakın ölümleriyle giriyoruz...

Yooo, yenilgiyi kutsamayın. Örneğin,Sovyet Komünist Partisi'nin komünistlikle hiçbir ilgisi kalmamıştı. Jean-Marie Chauvier'nin Le Monde Diplomatique"in Eylül 1991 sayısında değindiği bir gerçeklik var. Bu parti ne leninist, ne bolşevik, ne stalinci, ne kruşçevci, giderek düz anlamda bir parti bile olma niteliğini yitirmişti. Yalnızca yönetsel bir aygıt durumuna gelmişti. İçinde stalinciler, milliyetçiler, anti-komünistler, en uç liberaller, mesleğinde ilerlemek isteyen uzmanlar, Mihail Gorbaçov ve Aleksandr Yakovlev gibi reformcular birlikte yan yana yaşıyorlardı. 1985'ten sonra işte bu yan yana yaşama dönemi bitmiştir. Yenilgiyi bütün boyutlarıyla düşünelim. Yenilgiden ders çıkarın bay Herzog. Öğretileri ilkeleştirin ama hayır yenilgiye alkış tutmayın. O yenilgi tüm güzelliklerin, gördüğümüz düşlerin üzerine toprak dökmektir. Bunu yapmanız gerekiyorsa bay Philippe Herzog komünist partiden istifa edin. O zaman sizin elinize tutuşturulacak küreğe bizim diyecek bir şeyimiz yok. Ama kendinize “ben komünistim, hem de her zamankinden de çok” demeyin. Yenilgimize yanılgıları katmayın... İstifa edin bay Herzog... istifa... Ve, Milterand'ın yakını, Parlamento İle İlişkiler Bakanı Jean Poperen'in çağrısına yönelin. Sol demokratlarla sosyalistlerin birlikte oluşturmayı düşündükleri yeni sol partide yerinizi alın. Ama komünist adını bize bırakarak.


II

Siz tüm geride sağ kalacak, olanlar,



ölüme giden biz yirmi-yedililer'e layık olunuz"

Guy Moquet

(Vichy hükümetince kurşuna dizilen "Genç Komünistler”

örgütünden 17 yaşındaki direnişçinin mektubundan)

Doğu Avrupa ülkelerinde ve Sovyetlerde rejimin yıkılmasıyla artık başlatılması gereken komünist rönesansın şu temellerde gerçekleşeceğini tam bir öğretim üyesi açıklığında belirtiyorsunuz. Yani yeni komünist projenizin içeriğini sunuyorsunuz:


"Sosyalizm ile demokrasi...? Ne demek bu? Hukuk devletinin tarihi kazananlarına sırtımızı dayayarak daha ilerisini ve daha değişiğini gerçekleştirmek zorundayız. Kendi kendini yönetme (Autogestion'a) kendi şansı verilmelidir. Merkeziyetçilikten arındırılmış özerk kuruluşlarda ve her kademede sistemli bir biçimde işçilerin ve yurttaşların katılımını yetkin bir biçimde örgütlemek; tanımı iyi yapılmış bir çoğulculuk ve herkesin katkısını gözetmek. Ekonominin devlet tarafından buyurgan yönelimi dönemi artık bitmiştir. Peki pazarla sosyalizm, bu ne demek? Kapitalist pazarın kusurları olarak bugüne değin getirdiklerini aşabilmek için biz, yeni tecimsel ölçütler ile oluşturulmuş özerk ve sosyal etkinliği olan işletmelerde işçilerin işletmelerin yönetimine girerek katılmalarını öneriyoruz. Böylece özerk (işçi) işletmeleri kapitalist verimlilik ölçütlerine karşı(189)çıkarken hem onlara karşı savaşacak, hem de birlikte yaşayacaklardır. (...) İşverenleri şeytanlaştırmamak gerek. Ama hırslı bir savaşımla, değişik bir karma ekonomide sosyal ve kamu üstünlüğünü gerçekleştirmek gerek.

Peki nasıl bir dünya kavramı? Karşılıklı kamplar dönemi bitti artık. Sorunun canalıcı noktası halklar adına ve onlar için egemenlik kurmadan işbirliğini gerçekleştirmektir. Bu da, Avrupa'da ve dünyada egemen halkların sıkı sıkıya ortaklaştığı yeni kurumları gerektiriyor.”
Böyle bir yaklaşımın Marksizm ile ne gibi bir bağlantısı olabileceğinden hayli kuşkuya düşen Alain Rollat'ın sorusunu da şöyle yanıtlıyorsunuz:
"Marks'tan destek alınabilir, alınmalıdır da. Marks fizik bilimindeki Newton gibidir aşağı yukarı... Newton'dan destek alınarak kendisini aşma olanağı vardır. Marks için de aynı şey... Marks bir ekonomik teori yarattı ama bu yapıt Marks'ın pazar ve yerinden yönetim sorunlarını son derece ileri bir biçimde ele alıp geliştiremediği için, Marks'ın yapıtı tamamlanmamıştır. (...) Öte yandan Lenin'i yeniden gözden geçirmek gerektiğini düşünüyorum. Lenin aslında politik bir projenin insanı oldu. Rusya'nın tarihsel ve alabildiğine geri koşullarında son derece yaratıcıydı da. Ama bizim koşullarımız kesinlikle çok farklı ve ben yalnızca proletarya diktatörlüğünün değil ama, leninist parti kurgusunun da bütünüyle geçerliliğini yitirdiğini düşünüyorum. (...) Doğu'da olup bitenlerin kökleri Stalinizmden daha da ötedir. Proletarya diktatoryası, leninist parti görüşü, özellikle buyurucu bir merkeziyetçiliği kendi tohumunda ileride gelişecek biçimde kendisinde taşıyordu. Bizim her komüniste, yenilenme eylemliliğine ve kararlara katılmaya olanak verecek bir başka işleyiş biçimini tartışıp düşünmemiz gerekiyor. (Politik oluşum, yatay ilişkiler ve yukardan aşağıya kumanda aygıtını parçalamak gibi...)"
Ne denli erdemli düşünceler bunlar bay Herzog... ne denli kanatlı düşler... Bizde size benzeyen bir politikacı var. Bay Ecevit... adını duymuşsunuzdur belki de. O da “Kapitalist olmayan liberalizm, devletçi olmayan bir sosyalizm” projesiyle yola çıkmıştı da sonunda zavallıcık, Türkiye'nin gerçeklerine ters düşe düşe son yapılan 20 Ekim 1991 seçimlerinde yalnızca 7 arkadaşıyla Meclis'e girebildi. Bir zamanların başbakanlığından 7 milletvekilliğine... İnsan, bir politikacı, kendi gerçeklerine gözlerini yumar da düşlerine kapılıp giderse daha başka bir sonuca da varamaz.
Ama ben sizin projenizi, o çok önem verdiğiniz komünizmin rönesansını yaratacak olan projenizin bel kemiğini oluşturan “yerinden yönetim” projenizi, üretim güçlerinin siyasal erkteki konumlarını hiç değiştirmeden olduğu gibi kabul edeceğim aşağıdaki üç küçük gerçeğin aydınlatılması koşuluyla:
1) İşçiler kendi kuruluşları olan işletmelerde kendi yanlarında kaçak işçi çalıştırabilecekler midir?

Şimdi bu da nereden çıktı demeyin. Ülkenizin yalnızca sizin değil, tüm kapitalist ülkelerin işin altından nasıl kalkacaklarını bir türlü bilemedikleri bir kaçak işçi sorunu olduğunu biliyoruz. Çalışma bakanınız bayan Martine Aubry kaçak işçilerle ilgili bir yasa önerisini hazırladı Eylül ayı ortalarında. Yakında(190)meclise sunulacağını açıklarken de şu önemli açıklamayı yaptı anımsarsanız: “Öylesine bir yasa önerisi getiriyoruz ki kaçak işçi çalıştıran firmaları şiddetle cezalandıracak olan bu yasaya muhaliflerimizin oy verip vermeyeceklerini doğrusu çok merak ediyorum." Bu açıkçası şu demektir: Batılı firmalar sigortasız, asgari ücretten de düşük ücretlerle, boğaz tokluğuna, tüm sendikal haklardan mahrum yüzbinlerce kaçak işçi çalıştırmaktadırlar ve onların bu tutumunu sağ partiler gizliden gizliye desteklemektedirler.


Yanlarında boğaz tokluğuna ve de tüm sosyal haklardan mahrum kaçak işçi çalıştıramayan işçi özerk kuruluşları nasıl öteki melekleşmiş patronların firmalarıyla o pek ünlü pazar ekonomisinin özgür koşulları içinde yarışabileceklerdir?
2) İşçi kuruluşları da tıpkı patronlarınızın firmaları gibi vergi kaçırabilecekler midir? Ülkenizde son derece ince mekanizmalarla vergi kaçakçılığının gerçekleştirildiğini biliyoruz. Bu vergi kaçakçılığı firmaların özelikle sübvansiyonlarında tüm örtülülüğünü yitirerek zaman zaman ortaya çıkmaktadır.
Vergi kaçırmayan, yanında kaçak işçi çalıştırmayan işçi firmalarının, bunları sisteminizde kitabına uydurarak yapanlarla yarışabilmesini sağlayacak bir üçüncü olanaksızlığın olanaklaştırılarak devletçe sağlanıp sağlanmayacağını da öğrenmek istiyorum. Yani:
3) Sosyalist cumhurbaşkanınız. Mitterand bayan Edith Cresson'u başbakan olarak atarken, ona iki büyük hedef gösterilmişti: a) 1993'te yapılacak seçimlere sosyalist partiyi hazırlamak, b) Yine 1993'te gerçekleşecek tüm sınırları kaldıran, tek para birimine geçecek olan Avrupa Birliği'nce Fransız sanayiini hazırlamak. Bu şu demektir: Sübvansiyon ötesinde de bir kaynak aktarımı bu firmaların, yani büyük sanayii kuruluşlarının kendilerini yeniden örgütlemelerine, teknoloji transferine ve öteki tüm mali olanakların kendilerince kullanılmasını sağlamaktır. Bayan Cresson'un bu yönde aldığı önlemlerin nasıl ortalığı karıştırdığını yakından izliyoruz. Bu yakınmalar ve dehşetli başkaldırılar Marks'ın sınıfları çözümlerken onları kendi içlerinde de diyalektik bir biçimde konumlandırmasının doğruluğunun en eşsiz, en belirgin, en gelişkin örneklerini vermektedir. Bay Herzog Marks'tan hala saygıyla söz açtığınıza göre söyler misiniz bana, aynı sınıf içinde bile zaman zaman siyasal erkin el değiştirmesini belirleyen dehşetli pay kavgaları güncel yaşamınızda böylesine yoğunlaşmış giderken, bu sınıflar kendi düzenlerine karşı çıkacak işçi kuruluşlarının reorganizasyonuna neden ceplerinden para ayırarak yardımcı olsunlar? Hangi gerekçeyle...? Neden, hangi gerekçeyle onlar, hem de ulussuzlaşma aşamasına gelmiş bir burjuvazi “bir karma ekonomide sosyal ve kamu üstünlüğünün gerçekleşmesine” izin versinler, neden bunun yolunu açıp bindikleri dalı kessinler?

Doğu Blokunun bozguna uğratılmasından, sözcüğün tam anlamıyla teslim alınmasından sonra pek görkemli bir görünüm vermesine karşın kapitalist sisteminizin hala karma ekonomiye dayanan bölümünün nasıl derin bunalımlar içinde olduğunu görmezlikten mi geliyorsunuz, yoksa sahiden mi görmüyorsunuz? Başkanlık seçimlerinde bile devletten alınan paraların seçime değil de nasıl kişisel çıkarlara harcandığını bilmiyor musunuz? Bayındırlık Bakanlığının(191)piyasadan her yıl 400 milyar franklık satın almasının, halk işletmelerinden kamu işletmelerinden değil de kendilerine rüşvet veren öteki firmalar kayırılarak gerçekleştirildiğini benim mi anımsatmam gerek size? (Le Monde, 11 Ekim 1991)"En küçük bir şikayette bile bulunmaktan yönetimin tüm şimşeklerini üzerine çekeceği için bir türlü cesaret edemeyen bu işletmeleri" siz, devletin el değiştirmesini sağlamadıkça hangi gerçekçi ve geçerli önemlerle yarışmacı pazar ekonomisine hazırlayabilirsiniz?


Bunun olanaksızlığını, Avrupa Topluluğu Komisyonu başkanı Jacques Delors'a Avrupa Topluluğu kamu işletmeleri yöneticilerinin dosyalarla getirdikleri şikayetler de göstermiyor mu? Bay Herzog, Avrupa topluluğu bünyesinde kamu işletmesi olarak çalışan firmaların, zirai üretim dışında sanayi üretimi olarak ürettikleri, tüm topluluğun ürettiğinin ve yatırımlarının % 17 'sini oluşturmaktadır. Ve bu işletmeler topluluk bünyesinde çalışan işçilerin 7 milyon 400 bini gibi önemli bir ücretliyi de bağrında toplamışlardır. Topluluğun bu 8 milyona yakın işçisi taşımacılık, enerji, telekomünikasyon ve halk ve devlet bankalarında çalışmaktadırlar.(Le Monde, 21 Kasım 1991) Ve Avrupa Komisyonu Başkanı ve de belki de sosyalistlerinizin önümüzdeki seçimlerde bay Milterand'ın yerine cumhurbaşkanı adayı olarak ileri çıkaracakları Jacques Delors'un önüne koydukları dosyada kamu kesimi yöneticisi özel girişimcilerle özgür koşullarda yarışabilmenin hiç olanağı kalmadığını kanıtlıyorlardı. Avrupa topluluğuna bağlı 8 milyona yakın kamu işçisi yarınlarının ne olacağını bilemez, tüm sübvansiyonlar ve kaynaklar pazar ekonomisinin burjuva yöneticilerine kaydırılırken, siz bir komünist olarak, partinin önde gelen bir ideologu ve ekonomi sorumlusu olarak onlara “işçi işletmeleri kapitalist verimlilik ölçülerine karşı çıkarken, hem onlara karşı savaşacak hem de birlikte yaşayacaklardır...’’projesini sunuyorsunuz. İlerisini bırakın bay ideolog, 8 milyon işçiye bugünden kapitalist işletmelerle yanyana yaşama olanağını yaratın. Avrupa Topluluğu komünist milletvekilisiniz. Bay Jacques Delors'dan dosyayı isteyin ve inceleyin. Bakın bakalım hiç olanak var mı bugünkü yeni aşamasında kapitalist sistemlerinizin kamu ve işçi kuruluşlarını yaşatması? Yoksa tam karşıtı bir politikayla kamu işletmelerini özelleştirme yöntemi mi izleniyor? Hemen belirtmeliyim: Ulussuzlaşma aşamasındaki metropollerinizin burjuvalarının geçerli tek bir ekonomik politikaları vardır: Kamu işletmelerini rekabet politikası içinde eritmek ve tasfiye etmek. Tarihsel gelişimin, burjuvazinin dünyayı yönetme politikasının yeni süreci de bundan başka olamazdı.
Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə