da Hegel’in verdiği anlamda nesnel tine benzettiği5 ve hem
öznelliklerin karşılıklı kavranışları hem de ortamlarının
ortaklığı üzerinde kurulan bir “kişiler topluluğu” da düşü-
nülebilir. Bu kişiler topluluğu
kendi dünyasının kurucusu
dur (Ortaçağ dünyası, Yunan dünyası vb.); ama bu köken
sel bir kuruculuk mudur? Bunu olumlamak, aşkınsal ve tek
benci öznenin
radikal olmadığı ilkesini koymaktır, çünkü
[o zaman] köklerini bir tin dünyasına, kendisi de kurucu
olan bir kültürün içine daldırmış olacaktır.
Başka deyişle, radikal öznenin felsefesi olarak aşkınsal
felsefe, bir kültürel sosyolojiyi özümlemeyi başaramamakta,
aralarında bir “gerginlik” (Ricoeur), hatta fenomenolojik
düşünceye dıştan yapışık değil içkin olan bir çelişki kalmak
tadır; zira,
Karteziyen Meditasyonlar’la Ideen’deki düşünce ko
şutluğunun da gösterdiği gibi, “öznellikler-arası” ya da kişiler
topluluğu problemine götüren bizzat aşkınsal felsefedir.
Daha
Ideen Il’de gündeme gelen ve son yazılarına (
Krisis,
Levy-Bruhl’e
Mektup) geniş ölçüde hakim olan kültürel sos
yoloji bakış açısı, bizzat Husserl’in de itiraf ettiği gibi, işin
içine
tarihsel görecilik gibi bir
şey sokar ki, bu tam da aşkınsal
felsefenin mücadele etmek durumunda olduğu şeydir; an
cak bu felsefenin yolu “öteki” sorunsalına çıkmamazlık, ve
bu problemi radikal öznelciliğin kazanımlarım gözden geçi
recek şekilde genişletmemezlik edemez; öteki’nin yönelişsel
analiziyle, radikallik artık ben’in tarafında değil, “öznel-
likler-arası”mn tarafındadır, ve bu da sadece benim için
bir öznellikler-arası, ben’in biricik temel anlamını tekrar
5)
Analyses et problemes dans
Ideen 11, Revue de metaphysique et de
morale,
1951.
bilir” (
Krisis, 15); ve filozof da tarihten geçmemezlik ede
mez, çünkü radikalliğe önem veren filozof dolaysız tarihsel
verileri anlamak ve aşmak zorundadır, ki bunlar gerçekte
tarihin çökeltileri, önyargılardır
ve kültürel anlamda onun
“dünyasını” kurarlar. İmdi, karşılaştığımız bunalım nedir?
Nesnelcilikten (
objectivisme) çıkan bunalım. Tam olarak
fiziksel kuramın bir bunalımı değil, bilimlerin bizzat yaşam
açısından anlam ve önemlerini etkileyen bir bunalım söz
konusu. Modem zihniyetin ana karakteri, mantıksal-ma-
tematiksel formalizasyon (
Mantıksal Araştırmalar'm bek
lentisini oluşturan şey) ve doğal bilginin matematikleştiril-
mesidir, yani Leibniz’in ve Galileo’nun yeni yönteminin
mathesis universalis’i.
Nesnelcilik bu temel üzerinde gelişir:
Galileo, dünyanın üstünü uygulamalı matematik olarak
açarken, bilincin eseri olarak örtmüştür
(Krisis, II, § 9). Bu
bakımdan nesnelci biçimcilik
(formalisme) yabancılaştı-
ncıdır; gün gelip nesnel bilim özneli yakalamağa kalkışır
kalkışmaz, bu yabancılaşma hastalık olarak ortaya çıkacak
tı; o zaman iki şıkkı seçime sunuyordu: ya psişiği fizikselin
modeline göre kurmak, ya da psişiği aynı kesinlik ve da
kiklikle incelemekten vazgeçmek. Descartes,
aşkınsal motifi
devreye sokarak, çözümü haber veriyordu:
cogito sayesinde,
fenomen olarak,
cogitatum [“düşünülen şey”] olarak, dün
yanın hakikati kendisine geri veriliyor, ruh ve Tanrı ko
nulu metafizik çıkmazlar o zaman sona eriyordu ya da ere
cekti, eğer Descartes’ın kendisi Galileo nesnelciliğine al
danıp aşkınsal
cogito’yu psikolojik ben ile karıştırmasaydı:
ego res cogitans
[“ben = düşünen şey”] savı her türlü aş-
kınsallık çabasını gündemden düşürür. Buradan bir çifte
karteziyen miras gelir: ego’yu dışlayan metafizik rasyona