19
NİKOLAY KARAMZİN
kendini bulutların ardına saklamıyordu. Sarılışları temiz ve
günahsızdı. “Seviyorum seni, canım benim! Beni kalbine bas-
tığında, o şefkatli gözlerinle bana aktığında, ah, içim nasıl bir
hoş oluyor bir bilsen, kendimi unutuyorum, her şeyi unutu-
yorum, bir sen aklımdasın. Garip? Seni tanımadan önce sakin
ve neşeli bir hayat sürmem garip değil mi? Şimdi o zamanlar
bana anlamsız geliyor, şimdi sensiz bir yaşam, yaşam değil acı
ve ıstırap. Senin sesin yokken bülbülün şakıması bile sıkıcı,
senin soluğun olmayan rüzgâr bana yabancı.” Erast bu duy-
gu yumağına –Liza’ya öyle diyordu– hayran oluyordu, kızın
sevdiğini gördükçe kendi kendini beğeniyordu. O büyük dün-
yanın bütün parıltılı eğlenceleri, bu masum ruhun yüreğini
doldurduğu tutkulu dostlukla kıyaslandığında gözünde bir hiç
gibiydi. Duygularının daha önce beslendiği o keyifli tutkuları
şimdi tiksintiyle anıyordu. “Liza’yla kardeş kardeşe yaşayaca-
ğım,” diye düşünüyordu. “Aşkını kötüye kullanmayacağım ve
her zaman mutlu olacağım!” Ah akılsız genç adam! Sen kalbini
biliyor musun? Her hareketini denetleyebilecek misin? Aklın
her zaman mı üstün gelecek duygularına?
Liza, Erast’tan annesini daha sık ziyaret etmesini istedi.
“Onu seviyorum,” dedi Liza, “ve iyiliğini istiyorum, bana göre
seni görmek herkes için bir mutluluk kaynağı.” Aslında yaş-
lı kadın da onu her gördüğünde seviniyordu. Ona merhum
kocasından bahsetmeyi, gençken sevgili İvan’ıyla nasıl karşı-
laştıklarını, kocasını nasıl büyük bir aşkla sevdiğini, nasıl bir
dostlukla yaşadıklarını ve gençlik günlerini anlatmayı seviyor-
du. “Ah! Kalleş ölüm onun ayaklarını yerden kesene kadar bir-
birimize bakmaya doyamazdık. Benim kucağımda can verdi!”
Erast içten bir memnuniyetle dinliyordu. Liza’nın yaptığı işleri
satın alıyor, her defasında söylenen fiyatın on katını teklif edi-
yor ama yaşlı kadın hiçbir zaman fazlasını almıyordu.
20
RUS ÖYKÜLERI
Birkaç hafta böyle geçti. Bir akşam Erast, Liza’yı epeyce
bekledi. Sonunda geldi ama yüzü o kadar kötüydü ki genç
adam endişelendi. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı. “Liza, Liza!
Ne oldu sana?” “Ah Erast! Ağladım!” “Niye? Ne oldu?” “Sana
her şeyi anlatmalıyım. Komşu köyden zengin bir köylünün
oğlu beni istiyor. Annem de onunla evlenmem taraftarı.” “Sen
de kabul mu ediyorsun?” “Hain! Bunu bana nasıl sorarsın?
Evet, anneme üzülüyorum, sürekli ağlıyor ve onun huzurunu
istemediğimi ve beni kendi elleriyle evlendirmeden ölürse çok
acı çekeceğini söylüyor. Ahhh! Annem bilmiyor ki benim zaten
bir sevdiğim var!” Erast, Liza’yı öptü ve kendisi için onun mut-
luluğunun dünyada her şeyden daha değerli olduğunu, annesi
ölürse Liza’yı yanına alacağını ve hiç ayrılmadan köyde, aşıl-
maz ormanların içinde yaşayacaklarını söyledi. “Ama benim
kocam olamazsın ki!” dedi Liza iç çekerek. “O nereden çıktı?”
“Ben köylüyüm.” “Beni kırıyorsun. Senin dostun için önemli
olan kalptir, duygulu ve masum bir kalp ve Liza her zaman
kalbimde olacaksın.”
Liza genç adamın kollarına atıldı. Ve masumiyet işte o an bir
kenarda kaldı. Erast, Liza’nın hiç bu kadar samimi davranma-
dığını görünce kanının olağanüstü bir şekilde kaynadığını fark
etti. Okşamaları hiç bu kadar titretmemişti kızı, öpücükleri hiç
bu kadar ateşli olmamıştı. Kız hiçbir şey bilmiyor, şüphelen-
miyor, hiçbir şeyden çekinmiyordu. Gecenin karanlığı arzuları
besliyordu. Gökyüzünde bir tane bile yıldız yoktu. Hiçbir ışık
aydınlatamazdı bu hatayı. Erast içindeki titremeyi hissediyor-
du. Liza da neden olduğunu bilmeden ama ne yaptığını bilerek
hissediyordu... Ah Liza, Liza! Nerede senin koruyucu meleğin?
Nerede o masumiyetin?
Yapılan hata geldi geçti. Liza duygularını anlayamıyordu,
şaşırarak Erast’a sordu. Erast cevap vermek için sözcük bul-
21
NİKOLAY KARAMZİN
maya çalıştı, bulamadı. “Ah, korkarım,” dedi Liza, “korktuğum
başıma geldi! Ölüyorum sandım, ruhum... hayır, anlatamı-
yorum bunu!.. Susuyor musun Erast? Soluklanıyor musun?..
Tanrım! Bu neydi?” Bu arada şimşek çaktı ve gök gürledi. Liza
iyice titremeye başladı. “Erast, Erast! Korkuyorum. Günah işle-
diğim için yıldırımın beni öldürmesinden korkuyorum.” Kor-
kunç bir fırtına patladı, yağmur kara bulutlardan bardaktan
boşanırcasına yağmaya başladı, sanki doğa Liza’nın yitirdiği
kızlığına yanıp yakılıyordu. Erast, Liza’yı teskin etmeye çalışı-
yordu, onu kulübesine kadar götürdü. Ayrıldıklarında gözyaş-
ları sicim olup düşmeye başladı. “Ah Erast! Eskisi gibi mutlu
olacağımıza inandır beni!” “Olacağız Liza, olacağız!” “Tanrı’nın
izniyle! Sözlerine nasıl inanmam, çünkü seni seviyorum! Ama
içimde... Yüreğim dolu! Bağışla! Yarın, yarın görüşürüz.”
Buluşmaları devam ediyordu ama her şey değişmişti! Erast,
Liza’nın masum dokunuşlarından, onun aşk dolu bakışların-
dan, bir dokunuşundan, kaçamak öpüşünden ve yalnızca ku-
caklamalarından artık keyif almıyordu. Daha fazlasını, daha
çoğunu istiyordu ve sonunda artık hiçbir şey istememeye baş-
ladı. Yüreğini bilen ve onun nasıl mutlu olacağını düşünen
herkes, sanırım benimle aynı fikirdedir: Aşk için en kötü şey
bütün isteklerin yerine gelmesidir. Liza artık Erast için, öncele-
ri hayallerini süsleyen ve ruhunu canlandıran o masum melek
değildi. Platonik aşk yerini, çok eskiden beri bildiği ve gurur
duymadığı duygulara bırakmıştı. Liza’ya gelince, her şeyini
ona veren Liza yalnızca soluk alıp veriyor, bir koyun gibi onun
iradesine boyun eğiyor, onun keyif almasıyla mutlu oluyordu.
Genç adamdaki değişiklikleri görüyor ve sık sık, “Sen eskiden
daha neşeliydin, biz eskiden daha sakin, daha mutluyduk, es-
kiden senin aşkını kaybetmekten bu kadar korkmuyordum,”
diyordu. Erast bazen ayrılırken, “Yarın Liza, seninle buluşmaya
Dostları ilə paylaş: |