Mart-nisan2011 doc


GERÇEK HAYAL İLE KARIŞIYOR



Yüklə 0,51 Mb.
səhifə8/8
tarix22.07.2018
ölçüsü0,51 Mb.
#58118
1   2   3   4   5   6   7   8

GERÇEK HAYAL İLE KARIŞIYOR

Kalabalıktan sıyrılarak girdiğimiz dar sokaklar bir labirenti andırıyor ve meydandan uzaklaştıkça sakinleşiyorlar. Kanallar boyunca yürürken kapı önlerinde ve pencerelerinde kırmızı sardunya saksıları olan evleri görüyoruz. Bazıları rutubetten çürüyor ama çoğu bakımlı. Ulaşım tamamen su yolları ile sağlandığından yanımızdaki kanallardan sık sık arkalarında iz bırakan ince yapılı gondollar geçiyor. Asırlar boyu birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuş egzotik ve romantik Venedik’te turist olmanın en güzel tarafı sürpriz dolu sokakları belki de. Gerçeğin hayal ile karıştığı bu sokaklarda gezerken birkaç adım sonra ne ile karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. Bazen dantel gibi işlenmiş mermer bir köprü, belki nem kokan bir çıkmaz sokak sonundaki Rönesans’dan kalma bir saray ya da süslü küçük bir meydan sizi bekliyor olabilir. Biz de yolumuza bu şekilde aniden çıkan bir cam atölyesine dalıyoruz. Venedik’teki ince cam tekniği yüzyıllar boyunca kıskançlıkla saklanan bir sır ve üretilen cam eşyalar da ana ticaret kalemlerinden birisi oldu. İçeri girdiğimizde önce satış kısmını geziyoruz. Ürünler o kadar göz alıcı ki en az bir tanesinin büyüsüne kapılıp kalmamak imkansız. Ancak el işçiliği ve kalite, fiyatları da yükseltiyor. Ben anı olması için camdan yapılmış küçük bir kedi heykelciği alıyorum. Atölye kısmında ise genç bir cam ustası turistlere gösteri yapıyor. Yumruk büyüklüğünde şekilsiz bir cam bloğu alarak önündeki fırına yerleştiriyor ve arada bir çıkarıp elindeki maşa ile şekil veriyor. Dakikalar içinde ortaya çıkan çok hoş şahlanmış at figürü tezgahın üzerindeki yerini aldığında, turistlerden önce beğeni dolu hayret nidaları ve daha sonra ise bir takdir alkışı kopuyor.

Atölyeden çıktıktan sonra yön levhalarını izleyerek ünlü Rialto Köprüsü’ne doğru yürüyoruz. Köprüye doğru giden anayola çıktığımızda ise kendimizi San Marko Meydanı’nda bıraktığımızı sandığımız turist kalabalığının içinde buluyoruz. Bu yolun her iki tarafı maske, mücevher, cam, deri ve hediyelik eşya satan dükkanlarla dolu. Kalabalık bir sel gibi akıyor ve kendimizi bıraktığımızda zaten bizi köprüye doğru sürüklüyor. Nihayet köprüye geliyoruz; gerçekten de kendisine verilen “Aşıklar Köprüsü” ismine yakışır şekilde çok zarif görünüyor. Üzerine çıktığınızda, ters bir S yaparak kıvrılan Venedik’in en büyük su yolu olan Büyük Kanal’ın üzerindeki gondollar ve etrafındaki tarihi yapılardan oluşan güzel manzarasını izleyebiliyorsunuz. Köprü o kadar kalabalık ki kanal boyunca uzanan manzara önünde fotoğraf çektirecek bir yer kapmak için sıra bekliyoruz.

ŞEHRİN AZİZİ: AZİZ MARKUS

Avrupa’da her şehrin bir azizi olması geleneği var ve Venedik gibi bir şehir de bundan mahrum olamazdı. Bunun çaresi de Aziz Markus’un kemiklerinin, içinde tuzlanmış domuz eti olan bir sandığa konularak o sırada Memluklar’ın elinde olan İskenderiye’den gizlice kaçırılması ile bulundu. San Marko Bazilikası’nın çok süslü dış yüzeyini bu olayı tasvir eden mozaik resimler kaplıyor. Girişin üzerindeki dört bronz atın ise önce Roma’dan Konstantinapolis’deki (İstanbul) hipodroma taşındığı daha sonra da Haçlı ordusunun İstanbul’u istilasına önderlik eden Venedik Dükü Dandolo tarafından 1204 yılında ganimet olarak Venedik’e getirildiği biliniyor. Quadriga atları olarak da bilinen bu atların orijinalleri bazilika içindeki müzede saklanıyor. Ayrıca bazilikanın hazine kısmında Venediklilerin Doğu dünyasından yağmaladıkları mücevherler ve diğer eserler de sergileniyor.

Bazilikadan çıkışımızda yan tarafta bulunan Dükler Sarayı’nın önündeki giriş kuyruğunun bittiğini görerek hemen buraya geçiyoruz. 900 yıl boyunca Venedik’in yönetildiği sarayda, halk meclisi ve mahkeme salonu ile hapishane ve düklerin ikamet ettikleri kısımlar gezilebiliyor. Bunlardan en muhteşem görünüşlü olanı altın yaldızlı işlemeli merdivenler ile çıkılan Meclis Salonu. İçeri girdiğinizde büyüklüğünden, tavan süslemelerinden ve duvardaki devasa tablolardan etkilenmemek mümkün değil. İdare biçimi zamanına göre cumhuriyet olarak tanımlanan Venedik’te dükler, bu salonda toplanan 2 bin 500 kişilik halk meclisi tarafından, önce seçmenlerin kura ile seçildiği karmaşık bir seçim sistemine göre seçiliyordu. İşbaşındaki dükün icraatları da senato tarafından denetleniyordu. Saray içinde birçok kalıcı sergi de yer alıyor ve bu sergilerden birinde 1571 yılında İnebahtı Deniz Savaşı’nda Haçlı donanmasının baskınına uğrayarak yakılan Osmanlı donanmasının 2x1 metre ebadındaki kırmızı dev sancağı ve Piri Reis tarafından hazırlanmış bir Venedik haritası ile karşılaşıyoruz. Buradan içinde hücreler ve işkence odalarının olduğu hapishane bölümüne geçiyoruz. Aslında daha gezilecek birçok bölümü olan saraydan zamanımızın az kaldığını görerek istemeden ayrılıyoruz. Çıkışta dış duvarların üstündeki beyaz sütunların arasındaki meydana bakan iki sütunun kırmızıya dönmüş rengi dikkatimizi çekiyor. Bunun nedenini sorduğumuzda ise halka açık idamlarda bu iki sütunun arasında idam mahkumlarının başlarının kesildiğini öğreniyoruz.

GONDOLA BİNMEDEN OLMAZ…

Geri dönmemize 1.5 saat var ve güneş batmak üzere. Artık gondola binme zamanıdır. İskelede müşteri bekleyen gondolcular ile grubumuzdan 6 kişi için pazarlık ediyoruz ve 1 saatlik bir tur için kişi başı 6 Euro’ya anlaşıyoruz. Bindiğimiz gondol da diğerleri gibi önce şehrin açığında bir tur attıktan sonra ara sokaklara dalıyor ve bazılarının üzerinde ilginç aile armaları bulunan rengarenk tuğla duvarlı evlerin yanından ve alçak köprülerin altından geçiyoruz. Gondolcumuz daracık kanallardaki köşeleri, teknenin kavisli yapısı ve elindeki 3-4 m uzunluğundaki küreğini büyük bir ustalıkla kullanarak dönüyor. Önünden geçtiğimiz otellerin, evlerin ve mağazaların bazılarının girişleri su seviyesinden sadece bir karış yukarıda ama içeride günlük hayat devam ediyor. Su yolları labirenti andırdığından yön duygumuzun artık kaybolduğu bir zamanda nasıl olduğunu anlamadan iskeleye geri dönüyoruz. Bitti mi diye yüzüne baktığımız gondolcu gülerek rıhtımdaki saati gösteriyor, evet gerçekten bir saat geçmiş.

Rehberimizin bizi beklediği iskeleye doğru yürürken, batmakta olan güneş, tarihi binaların camlarından yansıyarak şehrin kanallarında ışık oyunları yaratıyor. Bu sırlar şehrinin insanın yüreğine aynı anda hem korku hem de hayranlık salan şöhreti yüzünden, birçok film, oyun ve romana dekor teşkil etmesi artık bana doğal geliyor. Venedik, kocaman bir coğrafya ve uzun bir tarihin küçülüp sizinle kucaklaştığı bir tiyatro sahnesi gibi... Sokaklarında, kanallarında ve tarihi yapılarında onun şaşırtıcı ve gizemli hikayelerini dinledikten sonra nasıl bir oyun sergileyeceğiniz ise sizin rejisörlüğünüze kalmış.

BUZ ALTINDA REKOR KIRAN TÜRK KIZI

Avusturya’da buz tutmuş Weissensee Gölü’nde serbest dalış ile 108 metrelik dünya erkekler rekorunu egale eden Şahika Ercümen, 2001 yılından beri milli takımda görev yapıyor. Şahika Ercümen ile rekorlarla, başarılarla dolu bir sohbet yaptık.

Su altı dünyasını nasıl keşfettin? Bu dünyanın sende uyandırdığı duygulardan bahseder misin?

Hayat tesadüflerle dolu. Sokağa bile çıkamayan, astım hastası bir çocukken su sporları klübüne yaptığımız bir okul gezisi ve sonrasında gizli gizli antrenmanlara katılmam ve takıma seçilmem ile başladı her şey. Su altı ayrı bir dünya. Hem huzuru hem heyecanı mavide yakalıyorum.



Seni serbest dalış branşını seçmeye yönlendiren süreç nasıl gelişti?

Su Altı Hokeyi Milli Takımı sporcusuydum. 2006 yılında serbest dalış milli takımına seçildim ve katıldığım ilk dünya şampiyonasında Türkiye rekoru kırdım. Bunun ardından serbest dalışa yönelmeye karar verdim.



Bu başarı seni daha da heveslendirmiş olmalı. Bekliyor muydun rekor kırmayı?

Hayır hiç beklemiyordum. Amacım ilk turnuvamda kendimi geliştirmek ve diğer ülkeleri gözlemlemekti. Ancak altyapım çok sağlam. Yıllarca birçok spor branşı ile uğraştım. Elimden geleni yaptım ilk turnuvamda ve rekor geldi.



Birçok derecen ve başarın var. Alıştın mı rekor kırmaya? Beklediğin başarıya ulaşamadığında hayal kırıklığına uğruyor musun?

Rekor kırmak alışılacak bir şey değil aslında. Çevrenizdekiler alışıyor ve rekor kırınca çok şaşırmıyorlar bir süre sonra. Ancak her rekor gerisinde ciddi bir çalışmayı gerektiriyor ve benim için hepsi çok özel. Bazen istediğim sonuçları elde edemediğim oluyor tabii ki ama bu bende hep kamçılayıcı bir etki yaratmıştır ve bir dahaki sefere daha iyi motive olmamı sağlamıştır.



Şampiyonalara nasıl hazırlanıyorsun? Antrenman programından bahseder misin? Yarış dönemi dışında formunu nasıl koruyorsun?

Tüm hayatım rekor denemeleri ve yarışlara endeksli şu anda. Her yarışma için özel ve farklı antrenman programlarım oluyor. Sadece dalış değil, koşu, yüzme bisiklet gibi farklı antrenmanlar da yapıyorum.

Yarış dönemleri dışında takım arkadaşlarım ile su altı hokeyi oynuyoruz ya da çeşitli takım sporları yapıyoruz. Sezon başlarında ise yarış dönemlerinde yapamadığım ama çok keyif aldığım windsurf, kayak, paten, su kayağı gibi aktiviteler yapıyorum.

Ciddi anlamda nefes performansı gerektiren bir spor yapıyorsun ama astımın varmış. Bu seni zorlamadı mı?

Alerjik astımım vardı ancak ergenlik döneminde atlattım. Ben su altı sporlarına o kadar aşıktım ki hiç zorlandığımı hatırlamıyorum. Zorlanmış olsam da aktivite sırasında mutluluk hormonlarımın fazla salgılanması sebebi ile hissetmemiş olabilirim. Bu tarz rahatsızlıklarda doktorlar da çeşitli nefes egzersizleri öneriyor. Spor birçok durumda pozitif etki yaratıyor. Düzenli spor ve nefes egzersizleri yaparak akciğerimi kullanma kapasitem gelişti.



11 Şubat’ta Avusturya’da buz altında erkeklerin rekorunu kırdın. Senden önce bu branşta böyle bir rekor denemesi oldu mu?

11 Şubat’taki rekor çok önemliydi benim için. Hedefim bu branşta dünyanın en iyisi olmak. Benden önce tabii ki birçok deneme oldu. Hatta ben aylardır 100 metreyi geçmeye çalışırken Alman bir erkek sporcu iki hafta önce bu rekoru kırdı. Ben şimdi bu rekoru da geçtim.

Geçtiğimiz günlerde Almanya Düsseldorf Boat Show’da rekor ile ilgili bir basın toplantısı düzenledik. Moderatör bile bir Türk kızının sıcak iklimden buz altına dalacağına inanamadı, hele ki hedef erkekler rekorunu da geçmek olunca çok ilgi uyandırdı rekor denemem. Ülkemizin ismini de sporda iyi bir şekilde temsil etmek istiyorum.

Seni bu iddialı hedefe yönlendiren ne oldu?

Çevremdeki herkes o kadar çok güvendi ki sanırım bu destek ile kırılamayacak rekor yok. Astım hastalığı geçmişi olan ve Türkiye’de yaşayan bir bayanın buzun altında erkekler rekorunu kırması gerçekten ütopik bir durum. Bu rekoru kırınca isteyip de yapamayacağınız hiçbir şey yok.



Bunu başardın. Bir sonraki hedefin ne olacak?

Hedefler, planlar projeler o kadar çokki. Rekor denemelerim devam edecek; derin dalış kategorilerinde bazı rekor hedeflerim var. Ancak bu rekor sonrası sosyal projelere ağırlık vermek istiyorum. Yunusların havuzlara hapsedilmesi veya aşırı avlanma gibi konulara dikkat çekmek istiyorum.



Spor dışındaki hayatından bahseder misin?

Hayatım spor şu dönemlerde. Çanakkale Milli Piyango Anadolu Lisesi mezunuyum ve Üniversite eğitimimi de Başkent Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik bölümünde aldım. Sporcu beslenmesi ile ilgileniyorum. Rekor denemelerim nedeni ile şu anda çalışmıyorum. Seneye yüksek lisans ile antrenmanlarımı beraber yürütmeyi düşünüyorum. Serbest dalış antrenörüyüm aynı zamanda ve serbest dalış, suda rahatlama teknikleri, nefes egzersizleri gibi konularda eğitimler veriyorum. Bunun dışında başarı, motivasyon, odaklanma gibi konularda da çeşitli sektörlerde seminer ve konuşmalarım oluyor. Ayrıca bazı belgesel, video, fotoğraf çekimlerinde modellik yapıyorum.

Bu rekoru kırınca isteyip de yapamayacağınız hiçbir şey yok.

MADALYALARA DOYMUYOR

Şahika Ercümen’in 1998 yılından bu yana su altı ve yüzmede Çanakkale ve Türkiye Şampiyonaları’nda kazanılmış 100’ün üzerinde madalyası var.Ayrıca su altı sporlarında en fazla milli olan bayan sporcu konumunda.

2002 Çanakkale Yılın Sporcusu

2002 Çanakkale Boğaz geçme yarışı üçüncülüğü (uluslararası)

2002 Su Altı Rugbysi Takımı Türkiye Üçüncülüğü

2003 Paletli Yüzme 800 m Türkiye Şampiyonluğu (B grubu)

2003 Paletli Yüzme 400 m Türkiye Şampiyonluğu (B grubu)

2003 Su Altı Rugbysi Takım Türkiye Üçüncülüğü

2003 Su Altı Navigasyonu Takımı Türkiye Şampiyonluğu

2003 Serbest Dalış Takım Türkiye Şampiyonluğu

2004 Su Altı Hokeyi ve Rugbysi Takım Türkiye İkinciliği

2004 Serbest Dalış Takım Türkiye Şampiyonluğu

2005 Serbest Dalış Takım Türkiye Şampiyonluğu

2006 Su Altı Hokeyi Takım Türkiye Şampiyonluğu

2006 Su Altı Rugbysi Takım Türkiye İkinciliği

2006 Serbest Dalış Küp Apnea Türkiye Rekoru (İspanya/Tenerife)

2007 Serbest Dalış Dinamik Apnea Türkiye Rekoru (Türkiye/ Ankara)

2007 Serbest Dalış Türkiye Şampiyonluğu

2007 Su Altı Hokeyi Takım Türkiye Şampiyonluğu

2008 Su Altı Hokeyi Takım Türkiye İkinciliği

2008 Serbest Dalış Küp Apnea Takım Türkiye Şampiyonluğu

2009 Serbest Dalış Dinamik Apnea Türkiye Şampiyonluğu

NÖROPATİK AĞRIYA AĞRI KESİCİLER FAYDA ETMİYOR

Amerikan Hastanesi Ağrı Kliniği Şefi Doç. Dr. Ömür Erçelen, gündelik hayatı önemli ölçüde etkileyen ve iş kaybına neden olan nöropatik ağrı konusundaki sorularımızı yanıtladı.

Genel anlamda ağrı nedir?

Ağrının tıbbi tanımı Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı (IASP) tarafından “vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan veya olmayan, insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan, hoş olmayan özel bir duyu” şeklinde yapılmıştır. Burada önemli olan unsurlar, ağrının subjektif olması, vücudun herhangi bir kısmından kaynaklanması ve kişinin duygu durumuyla ilişkili bir bileşeninin de olmasıdır. Yine IASP’a tarafından kronik ağrı ise “Belirgin bir biyolojik değeri olmaksızın ağrının normal doku iyileşme süresinden ki 3 ay olarak kabul edilir, daha uzun süreli devam etmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Kronik ağrı doku hasarıyla orantılı değildir. Yapılan araştırmalar toplumlardaki kronik ağrı sıklığını yüzde 20 ile 60 arasında gösterir. Tedavi maliyeti, kaybedilen işgünü ve işgücü dikkate alındığında ülke ekonomisi üzerine olan etkilerini düşününce ağrının sadece birey için değil, tüm toplum için önemi daha kuvvetli bir şekilde karşımıza çıkar.



Ağrı çeşitleri nelerdir?

Bu konuda çok fazla sınıflandırma olsa da Basit olarak akut (ani gelişen) ve kronik (süregelen) olarak ikiye ayrılabilir. Akut ağrılar sıklıkla vücut travması sonrası (cerrahi operasyon, trafik kazası, düşmeler, çarpmalar vs) görülürken kronik ağrı, travma sonrası olabildiği gibi başka bir hastalığın sonucunda da (diabet, kanser vs) görülebilir. Kabaca kronik ağrıları kansere bağlı olan ve olmayan ağrılar şeklinde ikiye ayırabiliriz.



En sık görülen ağrılar nelerdir?

En sık görülen ağrı çeşitleri sırasıyla sırt ağrısı (bel ve/veya boyun), baş ağrısı, eklemlere bağlı ağrılar (kemik-eklem ağrıları, spor veya düşme-çarpmaya bağlı), takiben de göğüs ağrısı, kansere bağlı ağrılardır. Ağrı şikayeti olan hasta sayısını kesin bilme şansımız olmamakla birlikte acil servis başvurularının yüzde50’sinde ana şikayetin ağrı olduğunu, tüm kanser hastalarında kanserin yerleşiminden ve safhasından bağımsız olarak yüzde30 oranında ağrı görüldüğünü ve hemen hemen tüm spor yaralanmalarında ağrı olduğunu göz önünde bulundurursak ağrının insan hayatında ne kadar önemli bir yer tuttuğunu daha iyi anlarız.



Oldukça iş kaybına neden olan bir ağrı çeşidi de nöropatik ağrı. Nasıl belirtiler gösterir? Hayatı nasıl etkiler?

Nöropatik ağrı, sinir hasarına bağlı olarak orta çıkan bir ağrı türüdür. Nöropatik ağrının nedenleri çok geniş bir yelpazeyi oluşturur: Uygulanan bir tedavi (cerrahi, kemoterapi, radyoterapi), sistemik bir hastalık(diabet, tiroid hastalıkları, anemi), enfeksiyon (herpes zoster, HIV), direkt sinir basısı (büyümekte olan bir tümör, bel fıtığı), nörolojik hastalıklar. Ağrı sürekli olup zaman zaman şiddetinde azalmalar ve artışlar görülür. Hastalar tarafından karakter olarak da “elektrik çarpması”, “iğne batması”, “uyuşukluk”, “yanar tarzda”, “hissizlik”, “kaşıntı şeklinde” gibi farklı tanımlamalar yapılır.



Nöropatik ağrı kimlerde görülüyor? Görülme sıklığı nedir?

Nöropatik ağrının en sık karşılaşılan çeşitleri mononöropati ve karpal tünel sendromudur. Bunları diabete ve herpes zoster enfeksiyonuna bağlı gelişen nöropatik ağrılar takip eder. Kaba bir hesaplamayla genel populasyonun yüzde1’inin nöropatik ağrıya maruz kaldığı tahmin edilir. Bu oran nöroloji kliniklerinde yaklaşık yüzde 4, sağlık ocaklarında yüzde3, major hastanelerde yüzde 6 olarak öngörülür.



Nöropatik ağrı çeşidinde normal ağrı kesiciler neden işe yaramıyor?

Nöropatik ağrı sıklıkla evde bulunan, reçeteli veya reçetesiz satılan ağrı kesicilere yanıt vermez. Gelişmesi ve devamı uzun sürelidir. Bu sebepten dolayı da, ağrının şiddetiyle orantılı olarak, genellikle hastaların normal günlük aktivitelerini yapmalarına, çalışma düzenlerinin normal seyrine engel teşkil edebilmektedir. Bu durum devam ettikçe hastalarda genel depresyon belirtileri, isteksizlik, mutsuzluk, hayata küsme görülür.



Doğru teşhis önemli öyleyse. Normal ilaçlar işe yaramıyorsa nöropatik ağrının tedavisi nasıl oluyor peki?

Nöropatik ağrının tedavisi oldukça zor ve birden fazla yolun denenmesini gerektiren bir yaklaşımdır. Hastaların sadece yüzde40-60’ında başarılı bir tedavi elde edilebilir. Tedavide başarı olarak alınacak kriterse hastanın tüm ağrısının tamamen sona ermesi değil, hastanın günlük normal aktivitelerini olabildiğince normal ve ağrısız şekilde yaparak hayat kalitesini normal seviyelerine tekrar çekmektir. Nöropatik ağrı tedavisinde denenecek ilk yol medikal tedavidir. Günlük ağrı kesicilere ve morfin türevlerine olumlu yanıt vermediği için sıklıkla antiepileptikler ve antidepresanlar kullanılır ve daha başarılı sonuçlar elde edilir. Girişimsel ağrı tedavilerinden ise lokal anestezik enjeksiyonları, steroid enjeksiyonları, omuriliğin uyarılarak belli bölgelere ağrı iletimi modifikasyonunu sağlayan spinal kord stimülatörleri, sinir yolaklarının ilaçla veya elektrik akımla yakılması, ağrıya sebep olan sinirin tamamen kesilmesi, eğer bir sinir basısı mevcutsa o basının cerrahi operasyonla ortadan kaldırılması ağrının lokalizasyonuna ve şiddetine göre uygulanan yaklaşımlardır. Nöropatik ağrıya sebep olan sistemik hastalık veya enfeksiyon varlığında ise altta yatan sebebin tedavisi genellikle ağrıyı da ortadan kaldırır.



KÜLTÜR SANAT

OSMANLI SARAYI’NDAN PORTRELER

Türkiye’nin ilk özel müzesi olan Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, “Hanedan ve Kamera-Osmanlı Sarayı’ndan Portreler” adlı fotoğraf sergisiyle daha önce görülmemiş fotoğraflarla Hanedan’ı anlatıyor.

Türk tarihine ışık tutacak birbirinden değerli eserleri tarih meraklıları ile buluşturan Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi’nin ev sahipliğinde, Ömer M. Koç’un kişisel koleksiyonundan seçilen fotoğraflardan oluşan sergide, Osmanlı sultan ve hanedan üyelerinin saray fotoğrafçıları tarafından çekilmiş, bir kısmı imzalı ve ithaflı porte fotoğrafları yer alıyor. Küratörlüğünü Bahattin Öztuncay’ın yaptığı sergi, 24 Nisan’a kadar Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi’nde görülebilir.

Sergi; 1861 yılında tahta çıkan Sultan Abdülaziz döneminde, Abdullah Biraderler ile birlikte teknik ve sanatsal açıdan en üst düzeye çıkan ve Sultan II. Abdülhamid döneminde Vasilaki Kargopulo ile seviyesini koruyan portre fotoğrafçılığına gerek Osmanlı Sultanları ve hanedan üyelerinin gerekse devlet ileri gelenlerinin büyük önem verdiklerini ortaya koyuyor. Halife Abdülmecid Efendi, Veliaht Yusuf İzzeddin Efendi, Şehzadeler Ömer Faruk, Mehmed Selaheddin ve Osman Fuad Efendi ve diğer Osmanlı hanedanı üyeleri yaşamları boyunca çeşitli vesilelerle portre fotoğraflarını çektirdiler ve bu merakın yaygınlaşmasına öncülük ettiler. Sergide, Halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu Şehzade Ömer Faruk, Sultan Abdülaziz’in kızı Nazime Sultan, Sultan V. Murad’ın kızı Fehime Sultan, Sultan Abdülaziz’in oğlu Şehzade Yusuf İzzeddin, Sultan V. Murad, Sultan II. Abdülhamid’in oğlu Şehzade Mehmed Selim, Sultan Abdülaziz’in çocukları şehzade Mehmed Seyfeddin (1874-1877) ve Esma Sultan’ın fotoğrafları yer alıyor.

19. YÜZYIL RUS KLASİKLERİ PERA’DA

Çarlık Rusya’sından Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu’ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri” sergisinin kapıları 20 Mart’a kadar ziyaretçilere açık.

İlk kez İstanbul’da sergilenen bir dizi dünyaca ünlü başyapıt, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde 20 Mart’a kadar sanatseverlerle buluşmaya devam ediyor. Dönemin büyük ustalarına ait 65 eserin yer aldığı ve küratörlüğünü Rus Devlet Müzesi Müdür Vekili Evgenia N. Petrova ile Tayfun Belgin’in yaptığı sergide yer alan tablolar, St. Petersburg’taki Rus Devlet Müzesi’nin geniş koleksiyonundan seçildi. Yaşamı olduğu gibi resmeden dönem sanatçılarının, Çarlık Rusyasının burjuva yaşamının yanı sıra; fakirlik, köy hayatı, çocuklar ve değişen toplumsal değerleri de tuvallerine konu ettiği sergi, 1917 devrimi öncesi dönemin yaşamına ışık tutuyor.

NAZIM’IN KENDİ SESİNDEN ŞİİRLERİ

Nazım Hikmet’in, 50 yıl önce Paris’te Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun evinde kaydettiği şiirler, Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler adlı CD ve kitapta okurlarla buluştu.

1961 yılında Nazım Hikmet’in, arkadaşı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Paris’teki evinde, 57 şiirini seslendirdiği kayıtlar, Bedri Rahmi’nin arşivinde 50 yıl saklandıktan sonra Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler adlı CD ve kitapla gün yüzüne çıktı. İki büyük yayınevi, Yapı Kredi Yayınları ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, ilk kez bu projede bir araya geldi. Bu önemli projede ünlü şairin bugüne kadar hiç yayımlanmamış iki şiiri de okurlarla buluştu. Rûken Kızıler ve M. Melih Güneş’in editörlüğünde yayınlanan eserin kapak içinde ise Nazım’ın annesi Celile Hanım’ın yaptığı ve daha önce bilinmeyen bir portresi de yer alıyor.100 sayfalık eser, Nazım’ı yeni nesle tanıtmak için sadece 14 TL gibi özel bir fiyata satılıyor.



TÜRKİYE’NİN İLK MÜBADELE MÜZESİ

Yunanistan’daki Müslüman Türk ve Anadolu’da yaşayan Rum Ortodoks nüfus arasında yapılan “Mübadele”yi konu alan ilk müze Çatalca’da açıldı.

Son iki yüz yılda Osmanlı İmparatorlu-ğu’nun elinden çıkmış olan topraklardan sürekli göç alan Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 50’si göç kökenli olmasına rağmen bugüne kadar bir göç müzesinin kurulmamış olması nedeniyle Mübadele Müzesi bu anlamda da bir ilk. Lozan Mübadilleri Vakfı ve Çatalca Belediyesi öncülüğünde, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkent Ajansı Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü’nün katkılarıyla gerçekleştirilen Avrupa Kültür Başkenti Mübadele Müzesi, Yunanistan’dan Türkiye’ye göç eden Türkler’in, göçten önceki ve sonraki yaşam biçimlerini şimdiki kuşaklara tanıtmayı amaçlıyor.

Mübadele Müzesi için mübadil aileler, aile büyüklerinin fotoğraflarını, giysilerini, mutfak gereçlerini, mektuplarını, yazılı belgelerini, ev eşyalarını ve her türlü anıyı müze koleksiyonuna bağışladı. Çatalca’da, Rumlar’dan kalan bir binanın restore edilmesiyle oluşturulan müze, aynı zamanda Mübadele tarihiyle ilgili belge ve bilginin toplandığı bir arşiv ve dokümantasyon merkezi de olacak.

KiTAPLAR

YERLİ

LÜSYEN


Can Dündar

Türk edebiyatının önemli ismi Abdülhak Hâmid Tarhan ile kendisinden 40 yaş genç olan eşi Belçikalı Lüsyen arasındaki ilişkiyi anlatan kitap, Tanzimat ve sonrası edebi ve siyasi devirlere de ışık tutuyor.

KİBRİT ÇÖPLERİ

Murathan Mungan

Yazarın, 1-1.5 sayfalık kısa öykülerinden oluşan kitabı, şu cümleleri çok iyi anlatıyor: “Yıllar sonra en çok hatırladıklarımız anlardır. Gerisi bulanıktır. Geçmişi anlar berraklaştırır.”

YABANCI

HİTLER’E SUİKAST

Philipp Freiherr Von Boeselager

Hitler’e düzenlenen sayısız suikast girişiminden biri olan Valkür Operasyonunun gerçek hikâyesi, komployu düzenleyenler arasında hayatta kalan tek şahit tarafından anlatılıyor.

ENTROPİ – DÜNYAYA YENİ BİR BAKIŞ

Jeremy Rifkin – Ted Howard

Yeni dünya görüşünün kapsamlı bir ifadesi olan entropi, diğer bir deyişle, düzensizlik her yerde artıyor. Ekonomistler, siyasetçiler ve dünyanın vaktinin tükendiğine henüz ikna olmamış herkes için hayati bir anlam taşıyor.

DVD’LER

YERLİ

PRENSESİN UYKUSU

Çağan Irmak’tan yeni bir film. Gizem’in daldığı uykunun tetiklediği olaylar, sıradan görünen ama aslında rengarenk karakterlere sahip insanlar birlik olup, kaderi değiştirmeye çalışırlar.

AV MEVSİMİ

Üç polis memurunun çözmeye çalıştıkları bir cinayet araştırması sırasında alt üst olan hayatlarını konu alan film, hem oyuncu kadrosu hem de konusuyla büyük ilgi çekiyor.

YABANCI

YE DUA ET SEV

Hayatın bir eş, ev ve kariyerden ibaret olmadığını keşfeden Liz Gilbert hayata karşı kabaran iştahıyla New York’tan ayrılarak kendisini bir sene sürecek bir maceranın içinde bulur. Filmde Julia Roberts’a Javier Bardem eşlik ediyor.

TELDEKİ ADAM

New York-Dünya Ticaret Merkezi gökdelenlerinin tepesine gizlice gerdiği çelik halat üzerinde yaklaşık yarım kilometre yükseklikte yürüdükten sonra tutuklanıp akıl sağlığı kontrolüne gönderilen Fransız ip cambazı Philippe Petit’nin gerçek öyküsü...

ALBÜMLER

YERLİ

AJDA PEKKAN COLLECTION

Ajda Pekkan

Ajda Pekkan’ın kariyerini özetleyen 10 CD’den oluşan bu özel set sanatçının hayranları için eşşiz bir kaynak niteliğinde.

12 DÜET

Nilüfer


Nilüfer, alıştığımız tarzınınj dışına çıkarak, yıllar içinde aklımıza nakşetmiş bilinen parçalarını bu kez ünlü rocksanatçılarıyla düet olarak sunuyor.

YABANCI

THE RUB AND SPARE CHANGE

Michael Formanek

New York şehir hayatının etkili bir figürü olan caz basçısı ve bestecisinin uzun zaman sonra gelen albümü tekrar tekrar dinlenerek keşfedilecek bir çalışma.

CAGE: PIANO WORKS AND CELLO WORKS

Giancarlo Simonacci



Piyanist Giancarlo Simonacci’den minimalist ekolün öncülerinden 20. yüzyıl bestecisi Cage’in müziği. 3 CD’lik bir set Sacile’de Fazioli Hall’de kaydedildi.
Yüklə 0,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə