343
SONUÇ
1980’li yılların ortalarında itibaren sosyalist sistemin sorunlarını çözmek ve
yeni bir sosyalist sistemin kurulmasını gerçekleştirilmek amacıyla Sovyetler
Birliğinde başlatılan reformlar başarısızlığa uğramış ve böylece Avrasya kıtasının
büyük bir bölümünde demokratikleşme veya siyasi rejim değişmeleri dalgası
başlamıştır. Aynı bir sistem içinde gelişen bu olaylar ülkelerin içinde bulundukları
siyasi koşullara bağlı olarak değişik şekilde gelişmiştir. Totaliter sistemin
dağılmasından sonra yeni siyasi sisteme geçilmesi genel olarak “siyasi rejim
değişmeleri”, “siyasi dönüşümler”, “demokratikleşme”, “demokrasiye geçiş” vs.
kavramlar üzerine geniş araştırmalar yapılmıştır. Demokratikleşme dalgası siyasi
sistemin liberalleşmesi ve kısmen demokratikleşmesini öngörmektedir. Siyaset
Bilimcisi Hantigton’un “Üçüncü Dalga” demokrasi kapsamında ele alınan post-
komünist dönüşüm aslında karakteri ve doğurduğu sonuçlar itibariyle farklı bir
demokrasi dalgası olarak ele alınabilir. Günümüzde demokratikleşme süreci gittikçe
küresel önem kazanıyor. Demokratiksiye geçişlerin biçimi, hızı, karakteri ayrı ayrı
ülkelerin ulusal, tarihi, ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklerine, ayrıca uluslararası
koşullara bağlıdır. Buna göre de bir ülkede siyasi rejim değişikliğinin incelenmesi
söz konusu ülkenin tarihsel gelişimini ve sahip olduğu siyasi kültürü de ele almak
gerekir. Sosyalist ülkelerin bir çoğunda (örneğin, son dönemlerde Ukrayna,
Gürcistan ve Kırgızistan) gibi ülkelerde rejim değişmelerinde ABD’nin ve
uluslararası sermayenin etkisi gözden kaçırılmaması gereken unsurlardandır. Fakat
şu da unutulmamalıdır ki, ülkelerin iş koşulları yetersiz ise “ithal” demokrasilerin
ömrü uzun olamaz. Ona göre de, yaşayabilen bir demokrasinin varlığı büyük ölçüde
ülkenin iç koşullarına bağlıdır. Bu yaklaşım aynı zamanda tüm ülkelere
uygulanabilecek genel bir demokrasi modelinin olup olmadığı tartışmasını da
beraberinde getirmektedir. Her bir ülkede demokrasi özgün bir biçimde şekillenir ve
gelişir. Demokratikleşme sürecinde genel ilkeler ve değişik demokrasi türleri söz
konusu olabilir. Doğu Avrupa ülkeleriyle ilgili araştırmalardaki genel kriterler bu
ülkelerin bir zamanlar aynı siyasi ve ekonomik sistemde olmalarından
kaynaklanmaktadır. Fakat geçit süreçlerinin araştırılmasına dair klasik şemalar bu
ülkelere uygulanamaz. Eski SSCB ülkelerde yaşanan demokrasiye geçiş süreci o
kadar değişiktir ki, onları her hangi tek bir model üzerine oturtmak imkansızdır.
344
Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin komünizm öncesi tarihsel süreç içindeki
siyasi gelişmeler bu ülkelerin siyasi kültürlerinin oluşumunu önemli ölçüde
etkilemiştir. Hıristiyanlığın meydana gelmesi ve ileri tarihlerde Kilisenin Doğu ve
Batı kollarına ayrılması bu süreçte etkili olmuştur.
Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışından sonra Roma Barışını yeniden
kurmaya yönelik güçler arasındaki mücadelelere yansımıştır. Batı Roma mirasına
sahip çıkmaya yönelik bu mücadeledeki taraflar Germen krallıkları, Doğu Roma
(Bizans) İmparatorluğu ve Kilise olmuştur. Post sosyalist ülkelerin etnik yapısının
büyük ölçüde Slav ve Germen kökenli olması bu halkların siyasi kültür tarihini
araştırırken önemli ipuçları sunmaktadır. Batı ve Doğu Merkezi Avrupa Batı
Hıristiyanlığının etkisi altındayken, Balkanlar ve Rusya Doğu Hıristiyanlığının etkisi
altında olmuştur.
Avrupa’da burjuvazinin ortaya çıkmasıyla feodal beylerin ve kilisenin nüfuzu
azalırken ekonomik ve toplumsal yapıdaki bu değişme, Avrupa’da güçlü merkezi
iktidarların kurulmasını, "ulus"u oluşturan öğeleri ortaya çıkmasını, Papalık ve
kilisenin etkinliğinin iyice azalmasını sağladı. 18-19. yüzyıllarda Avrupa’da
meydana gelen gelişmeler ve özellikle Fransız Devrimi yeni ulusların ortaya
çıkmasına, en azından ulus bilincinin gelişmesine büyük katkıda bulundu. Bu
gelişmelerden Doğu ve Merkezi Avrupa toplumları da nasibini aldılar. Fakat bu
bölgede yeni devletlerin meydana gelmesi, bazı istisnalar dışında, Birinci Dünya
Savaşından mümkün oldu. Savaş sonrası izlene politikaya göre geleceğin
Avrupa’sında barış ve istikrar en iyi biçimde demokrasinin yayılması ile
korunacaktır. Fakat bu yaklaşım kendini doğrultamadı. Nitekim iki dünya savaşı
arasındaki dönemde Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin hiçbirinde (Çekoslovakya
dışında) demokratik rejimler oturtulamadı. Yeni anayasaların doğru dürüst
işlememesinin başlıca gerekçelerinden biri söz konusu devletlerin kendi kendini
yönetme deneyimlerinden yoksun olmaları idi. Bu dönemde en önemli gelişme
Rusya’da sosyalist rejimin kurulması olmuştur. İkinci Dünya savaşı sonrası
Sovyetlerin savaştan zaferle çıkması Doğu ve Merkezi Avrupa’da komünist
rejimlerin kurulmasına olanak sağlamıştır. Bu bölgede “halk demokrasisi” adlanan
rejimler kuruldu. Polonya, Romanya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan,
345
Almanya Demokratik Cumhuriyetleri Sovyetler Birliğinin uydu devletleri haline
geldi ve yaklaşık 50 sene varlığını sürdürdü.
Bu ülkelerin Sovyet Rusya taraftan kolay bir şekilde komünizmin kontrolü
altına sokulmasının bir nedeni de söz konusu ülkelerin köklü ve sağlam bir demo-
krasi geleneklerine sahip olmadığıdır.
1980 yıllara gelindiğinde sosyalist rejimin ekonomik ve sosyal sorunlarının
çözümü için başlatılan reform hareketleri başarısızlığa uğrayınca sistem kısa bir süre
içinde çöktü. Çöküş süreci birçok ülkelerde sessiz şekilde gerçekleşirken, azılarında
büyük sallantılara, iç kargaşalara ve etnik çatışmalara neden oldu.
Bir önemli husus da bu ülkelerin bir kısmı totaliterizim veya otoriterizmden
demokrasiye geçerken, bir kısmı da sosyalist totalitarizminden kapitalist
otoriterizmine geçiş yaptılar. Bu yüzden söz konusu süreci “demokratikleşme” veya
“demokrasiye geçiş” sözcüyü ile ifade etmek imkansızdır. Siyasi rejim değişmeleri
sürecinin en önemli aşamalarından biri de anayasa yapımı süreci olmuştur. Anayasa
yapımı da aynı şekilde bir çok ülkelerde başarıyla gerçekleşirken, özellikle eski
Sovyet cumhuriyetlerinde liderlerin kişisel tutumlarını ve görüşlerini yansıtan “lider
anayasalarının” ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle de, rejim yetkilileri
tarafından ya da diğer siyasal gruplarca dayatılmış Orta Asya anayasalarında durum
böyledir. Bu durum gerek meşruiyet açısından, gerekse de yaşanabilirlik açısından
anayasal sorunlar doğururken, siyasi istikrarın ise göreceli bir istikrar olduğunu, belli
iç ve dış koşullar meydana geldiği zaman her zaman ayaklanma ve devrimlerin
meydana gelebileceğini söylememize gerekçe oluşturur. Nitekim son dönemlerde
eski Sovyet cumhuriyetlerinde baş göstermiş istikrarsızlıklar, ayaklanmalar ve
“kadife devrimler” siyasi rejim değişmesini gerçekleştiren dalganın devam etmekte
olduğunu ispatlamaktadır.
Dostları ilə paylaş: |