45
belirginleşen kendini aşma çabaları, bazen tutucu bir eleştirmen olabilen Fethi
Naci’yi bile etkiler. Fethi Naci’ye göre, Yaza Yolculuk’taki bütün öyküler,
“toplumsal çalkantıları, bir hikayenin verebileceği ölçülerle verirler; altını kalın kalın
çizmeden, bağırmadan, abartmadan. Ve insanlarla, insanların özlemleriyle,
yalnızlıklarıyla, acılarıyla, umutlarıyla, umutsuzluklarıyla...Soyut kavramlarla değil”
(26).
Yaz mevsiminin fonu oluşturduğu bu öykülerde, kurgusal deneyleriyle
birlikte, Füsun Akatlı’nın “Tomris Uyar’la Yaza Yolculuk” başlıklı yazısında dediği
gibi, yazarın öykülerinde kendini her zaman hissettiren o “bungunluk” yerini korur.
Anlatım olanaklarını zorlayan kimi metinleriyle ve daha önceki öykülerine
göndermeleriyle postmodern bir arayışın izlerini taşıyan Yaza Yolculuk, Akatlı’ya
göre “edebiyata gerçeğin önünde ikincilik yakıştırmayan” (46) bir yazarın yapıtı
olarak ön plana çıkar.
Yazarın bu kitabında bildik ve farklı Tomris Uyar öyküleri bir aradadır.
Burada okuyucuyu çok da yadırgatmadan yeniliğe alıştırmaya çalışan bir yazarın
çabasına tanık oluruz. Küçük burjuvazinin bozuk hâllerinin sahnelendiği “Küçük
Kötülükler” ile “Bol Buzlu Bir Aşk Lütfen!”adlı öyküler, “Ölen Otelin
Müşterileri”nde izlediğimiz son kuşak büyük burjuvazinin öyküsü, Akatlı’nın
saptadığı gibi, yazarın ikinci kitabı olan Ödeşmeler’le birlikte okunabilir. Uyar, daha
önceki yapıtlarıyla “akrabalık kuran öyküler” (45) yazmakla öykü dünyasını
genişletmekle birlikte o günkü dünya görüşünü koruduğunu okuruna hatırlatır.
Yazarın öykücülüğündeki değişimle birlikte ondaki devamlılığı da sığdırabilen Yaza
Yolculuk, 1987 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı yazarına getirerek, bu çabanın boşa
gitmediğini kanıtlar.
46
“Günümüz Türk Edebiyatında Kısa Anlatı” başlıklı yazısında Timour
Muhidine, 1980-1990 arasındaki on yıllık sürede Türk edebiyatında kısa öykünün,
“kendi ürettiklerinden dolayı yüzünü kızartacak hiçbir mazereti”nin (83) olmadığını
söylüyor. Bu dönemde Türkçe çevirileri yayımlanan Amerikalı, Güney Amerikalı,
Avusturyalı (özellikle Peter Handke ve Thomas Bernhard) yazarların kimi
yapıtlarının ve özellikle Jorge Luis Borges, Italo Calvino, Marguerita Duras gibi
çağdaş edebiyatçıların eserlerinin Türkçe’ye kazandırılması, Muhidine’e göre, Türk
öykücülüğündeki metin-içi gerçeklik tartışmalarına yeni boyutlar kazandırmıştır
(84). Borges ve Duras çevirilerinde Tomris Uyar adının olması bu bağlamda önem
kazanmaktadır. Yazarın, Yaza Yolculuk adlı kitabında yer alan “Kalenin Bedenleri”
adlı öykü, “anlatma arzuları içinde” “hacimli bir metin” oluşuyla, Muhidine’nin bu
dönem öykücülüğümüzdeki gelişimi örneklemek amacıyla seçtiği birkaç metinden
biri olur. Orhan Duru, Nazlı Eray, Nedim Gürsel ve Murathan Mungan bu çerçevede
değerlendirilen diğer öykücülerdir.
“Kalenin Bedenleri”nde, Muhidine’in saptadığı gibi, “sesler üzerinde çalışma
yeteri kadar ileri götürülmüştür” (88). Metinde, zaman ve mekânda birbiriyle
uzlaşmaz görünen bir anlatıcı sesinin, öyküyü 1930’ların Mardin’inde tutsak kalmış
şehirli bir kadının varlığından, “hangi yıl olduğunun ne önemi var? Mevsim yazdı
yine” diye açıklanan bir tren yolculuğundaki tanışmaya, oradan Şikago’nun
“yeraltının bekçisi” zenci bir kadın temizlikçiye taşıyışına tanık oluruz. “Onu
sevdin. Anladı. Şikagolu sendi o bir bakıma” diyen anlatıcı, “Dev Temizlikçi”nin
öyküsüne göz atarken “yazılamayacak şöyle bir öykü sözgelimi” ile başka bir kapı
daha aralar metnin sonunda: “Eminönü Meydanı’nda, takım elbise giymiş, köstekli
saat takmış, fötr şapkalı bir memur emeklisi birdenbire yere yığılsa, özel eşyaları—
geçmişi—kimlerin elinde kalır?” diye sorar. Akbabaların üşüşmesiyle bütün bir
47
yaşamın özeti olan “serkisof saatiyle enfiye kutusu; önce Kapalıçarşı’daki bir
antikacıda, sonra Beyazıt Meydanı’ndaki sergiden aldığı bir “Paşa ve Karısı”
fotoğrafını salonun başköşesine asıp kendine bir geçmiş edinmeye çalışan bir yeni
zenginde” süreceğini söyler (“Kalenin Bedenleri” 37). Adamın hayatında aranacak
daha başka “ayrıntılar”ın var olup olmadığı sorgulanıyor daha sonra: “Şu dağılan
kent gibi: işporta tezgahlarında, el arabalarında sergilenen bir kartpostal yağmuru,
gözde şarkıcıların, oyuncuların fotoğrafları, ithal malı aspirin, kontrol kalemi, bıçak,
jilet ve prezervatifler arasında” (38). Öykü, bu arayışın “boşuna” olduğunda karar
kılıyor Şikago’lu “Dev Temizlikçi”den yola çıkarak:
Islak zemine, kullanılmamış, kullanılmayacak beyaz kağıtlar
sereceğim. Hepiniz gittikten sonra ben yine varolacağım burada.
Sakın bu gereksiz ayrıntılardan bir bütün yaratmaya çalışma. Ben
haklıyım.
Yıllar sonra bakıldığında, irkilinecek. (38)
Tomris Uyar, öyküsüne koyduğu bu son noktayla, modern ya da postmodern çağın
gündelik bir manzarası eşliğinde geleceğe bakıyor. Şimdilik adını koyamadığımız
evrensel nitelikte bir tehdidin izini sürüyor.
“Kalenin Bedenleri”, Muhidine’in dediği gibi, “zamanların ve yerlerin
çokluğu, daha da uzağını izlemek isteyeceğimiz anlatıcı ben’in keşif zenginliği” ile
günümüzde öyküleme tekniğinin ulaştığı yer hakkında fikir verebilecek bir öykü
olarak karşımıza çıkıyor. Muhidine’e göre, “bu yer seslerin, zamanların
kullanımının, betimleme tekniklerinin ve diyalog sanatının laboratuvarı” (89) olarak
belirleniyor. Tomris Uyar, bu biçimsel deneyi kendi öyküsünde gerçekleştirirken,
günümüze damgasını vuran bir zaman ve mekân anlayışını yakalayabiliyor. Yazar,
ilk dönem öykülerinin bazılarında rastladığımız nostaljik şehir atmosferinden gittikçe
Dostları ilə paylaş: |