Türkler, bozkıra Büyük göçleri hakkında şiirler, menkabeler düzdüler. O uzak devirlerin
çağdaşlarından bir şeyler hâlâ duruyor. Meselâ, en eski Aktaş menkabesi; onu şimdi farklı
şekillerde anlatıyorlar; fakat esası kalmıştır.
Gerçekten, Başkırlar Han Aktaş’ın Başkır olduğunu ileri sürüyorlar. Tatarlar Tatar, Kumuklar
onun Kumuk olduğunu söylüyorlar... Dağıstan’da Aktaş nehri var; onun yüksek kıyılarında
eski bir şehrin harâbesi bulunuyor; rivâyete göre, onu –kendi başkentini– meşhûr han tesis
etmişti... Kime inanmalı, Tatarlara mı, Kumuklara mı, yoksa Başkırlara mı?
Hepsine birden! İşte sebebi.
Han Aktaş, ülkesini İdil’de tesis etmişti; anlaşılan, burası o sırada Deşt-i Kıpçak diye
isimlendiriliyordu. Bugünkü Kumuklar, Başkırlar, Tatarlar Kıpçak idiler, yâni aynı kavimdiler.
Onları hiçbir şey, bugünkü gibi, parçalamamıştı; o sırada bunların hükümdarları bir,
hanlıkları bir idi... Ne yazık ki, kardeşler, akraba oldukları unuttular. İşte çekişiyorlar.
Han Aktaş zamânında, yâni III. yüzyılda, yeni büyük Türk hanlığı, ayakları üzerine kalktı. O,
Büyük kavimler göçünün ürünü, onun bir netîcesi idi. Toprağın benimsenmesi ve iskânı,
ancak böylece, yeni bir devletle tamamlanabilirdi. Her ülkenin, bilindiği gibi, muhakkak
sınırları, hükümdarı ve ismi vardır.
Deşt-i Kıpçak... Bu, çok derin mânâlı bir isimdir. Onu bugün “Kıpçakların (yâni bozkıra
göçmüş olan Türklerin) bozkırı” diye çeviriyorlar. Ne var ki, böyle bir çeviri, pek fazla
açıklayıcı değil; böylesi, Türk kültürünün geleneklerinde yok. “Deşt” veya “daşt” kelimesi
kuşkulandırıyor; o daha öte bir şey olmalı. Eskiden Türklerde bu kelime “bozkır (step)” değil,
yine “gurbet” mânâsına geliyordu.
Bozkırlılar, kendi vatanlarına “gurbet Kıpçakları” demiş olabilirler mi?... Hiçbir zaman. Sesi
rahatsız edici geliyor.
Çözüm, ismin ortasında kaybolan ehemmiyetsiz i’de. Bu harf, sanki çok çok eskiden “isitep”,
Türkçe “ısıtan” şeklinde söylenen kelimenin bir yankısı gibi. Rus varyantında şöyle:
“Gurbette, Kıpçakları ısıtan”. İşte o zaman her şey yerli yerine oturuyor. (Türk dilinde,
gerçekten, cümlelerin yapısı farklı, fakat mânâ aynı duruyor.)
Deşt-i Kıpçak! Böyle, bozkıra giden Türkler sâdece böyle söyleyebilirlerdi. Onlar, dünkü
dağlılar, yeni bir ev edindiler. O ev, onları “ısıttı”.
Bozkırlılar için şimdi “isitep”ten daha sıcak bir kelime yoktur. Bu, Anavatandır. Dünyâdaki en
sıcak yer. “Bizim beşiğimiz, Altay; Anavatanımız ise Step” dediler, Kıpçaklar.
Bununla birlikte, Deşt-i Kıpçak’ın farklı yorumları da göz-ardı edilemez; diğer yorumların,
kimilerine daha doğru görünmesi mümkündür. Meselâ, eğer Türkçe “taş” (“daş”), yâni kaya,
tepe kelimesi esas alınırsa, “taşta” (“daşta”) –ikâmet yeri– sözü ortaya çıkıyor. Bunun îzâhını
arıyorlar... Belki İranî versiyonlara eğilmek de mümkündür (böylesi de var!)...
Fakat, böyle veya başka türlü; eski Türkçe “isitep” sözü, nasıl olsa bozkırlıların (steplilerin)
kalplerine daha yakındır.
İDİL
Han Aktaş, İdil’de şehirler, köyler, kasabalar ve derbentler kurdu. O, çok faal bir
hükümdardı... Tatarlar, Başkırlar ve Kumuklar, onu kendilerinden sayarak hakkında farklı
şeyler anlatıyorlar; maalesef, unutulan insanlara bir örnektir.
Aktaş... Bir Türk kahramanı, ve hattâ toparlayıcı bir tip. İnanılmaz güçlükleri yenen bir halk
tipi. O, Ural’da ve Kafkas’ta, kendi kahramanlıklarının izlerini, içinde tek bir halkın yaşadığı
yeni bir hanlık bıraktı.
Türkler, beyaz atlarını İdil kıyılarına, kuzeye, güneye, istedikleri her yere sürdüler. Daha III.
yüzyılda, ilk şehirlerini bu büyük ırmak üzerinde kurdular. Onlar –bu şehirler– unutulmadılar,
yaşıyorlar, hayattalar. Meselâ Sümerü (Samara), Üç-Sümer adlı kutsal dağın bir hâtırasıdır.
Tam burada, onu, onun bir dağ mı, bitki mi, yoksa daha başka bir şey mi olduğunu
hatırlatan bir şeyler olması mümkün. Türkler hiçbir zaman rastgele isimler vermemişlerdir.
Bir azizin mezârının yanı başında Simbir –“yalnız mezar” (Simbirsk)–, kumluk dağda Sarıtau
–“sarı dağ” (Saratov)– şehri yükselmişti... Ve tabiî ki, Türklerin ve diğer kavimlerin
yaşadıkları Bulgar şehrini daha o zaman biliyorlardı. Şehrin karma bir nüfûsu vardı; bu, onun
isminden anlaşılıyor.
Yine, İdil’in kolları üzerinde şehirler inşâ edildi: Kama, Oka, Agidel kıyılarında. Ural’da
–Çelâba (Çelabinsk), Tagil, Kurgan ve diğerleri... Hepsi Türkçe isimlerdir; hepsinin bir
mânâsı vardır.
Fakat Kıpçaklar, başkalarının topraklarına ilişmediler. Udmurtlar, Mariler, Mordovlar, Komlar,
Permâkler ve bugünkü Pavoljâ ve Ural’ın diğer kavimleri, sonsuza kadar onların iyi komşuları
olarak kaldılar. Aslında bu –yâni kavimlerin kardeşliği–, onların hepsinin Altayî köklerinde
vardı.
İdil’de Han Aktaş’ın süvârileri, bir zamanlar Altay’dan gelmiş olan İskitlerin yerleşim
yerleriyle karşılaştılar. Bugün, bu insanları Çuvaşlar olarak adlandırıyorlar. Onlar, Türk
kavminin eski inancını, eskisi gibi muhâfaza ediyorlar. Fakat, Tura adıyla, artık Tengri’yi de
tanıyorlar.
Çuvaşlar... Gerçek bir halk-müzesi; kendisinin tanınma saatini sabırla bekleyen, Türk
dünyâsının esrârengiz hazînesi...
Elbette, İdil’in kıyılarında kanlı çatışmalar oldu; burası savaşsız edemiyordu. Atlılar, meselâ,
Alanlar yollarını kestiklerinde kalpaklarını çıkarmak zorunda kaldılar; bu çok güçlü ve savaşçı
kavim, onlardan önce, Roma lejyonerlerini bile topraklarına sokmamışlardı.
Alanlar, Don kıyılarına Türkleri sokmadılar; onlara yıkanmak ve atlarına içirmek için su
vermediler.
Han Aktaş, İdil’e eli boş döndü. Irmağın ağzında Seminder şehrini, Hazar hanlığının
müstakbel başkentini kurdu. Onunla, İdil sonsuza kadar Türk ırmağı hâline geliyordu.
Fakat, bozkırın iskânı o zaman durdu. İyi bir ordu olmadan burada kalmak tehlikeli idi:
Avrupa, düşmanlığını gizlemiyordu. Her ne pahasına olursa olsun, Türklerin Kafkas’ta
yerleşmesi gerekiyordu; çünkü dağlar, her kaleden daha güvenli, tabiî kalelerdi. Yoksa, İdil’i
kaybedeceklerdi.
Han Aktaş, Kafkas’a savaşarak gitti.
Dağ ırmağının kenârında bir şehir kurdu. Aslında bu, Kuzey Kafkas’taki ve bütün Avrupa’daki
ilk Türk şehriydi... Şimdi şehrin yerinde kurganlar bulunuyor. Yer yer kerpiç duvarların ve
toprak setlerin kalıntıları görünüyor. Aktaş ırmağının yanı başında. Irmağın gerisinde ise
Endire adlı bir Kumuk yerleşim yeri var. Kumuklar, eskiliği dolayısıyla saygı gösteriyorlar.
Oradan –bugüne kadar unutulmuş olan bu şehirden– güneye Büyük bir göç yolu uzanıyordu;