Microsoft Word kip\307aklar



Yüklə 0,83 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə31/34
tarix19.07.2018
ölçüsü0,83 Mb.
#57002
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   34

Karpatlar ve Balkanlar isimlerini Türkler verdiler. Türkçe “balkan” sözü, kelimesi kelimesine, 

“ormanla örtülü dağ” demek. Hem de, iğne yapraklı değil, geniş yapraklı ormanla. Güney 

Avrupa’nın bu bölümü, tam bu tür ormanlarla kaplıdır. Eskiden, Gemimont (Eski Hemus)’tan 

gelme Gem veya Em adını taşıyordu.   

Karpatlar kelimesindeki Türkçe kök, çıplak gözle bile görülebiliyor – “yatağından taşmak”, 

“yerinden taşmak”. Gerçekten de burası, korkunç taşkınlarıyla ünlüdür. Onu, tam 

adlandırmak zor. Avrupalılar, Kıpçaklar gelinceye kadar, ona Sarmat dağları adını 

vermişlerdi.   

ATTİLA – TÜRK BAŞBUĞU

 

Heyhât, hîle... bu da bir sanat. Rezîlâne, fakat sanat. Romalılar, bunu kullanmasını iyi 



biliyorlardı. Onlar, Türk milleti hakkındaki hakîkati gizlemek, onunla ilgili hâfızayı yok etmek 

ve böylece bizzat kendi zaaflarını ve mağlûbiyetlerini haklı göstermek için, peş-peşe 

saçma-sapan şeyler uydurdular. Meselâ, Mars’ın kılıcı efsânesi böyle doğdu. 

Bu kılıç, Avrupa’da ilâhî seçilmişlik sembolü idi. Onu, Attila’ya, sürüsünde topallayan bir 

düveyi fark eden bir çoban bulmuştu. Endişeli çoban kan izini tâkip ederek, topraktan 

fırlamış şekilde duran kılıcı bulmuş; onu çıkarmış ve Attila’ya hediye etmişti. 

Mâsumâne bir masala benziyor, değil mi? 

Hiç de değil. O, Attila’nın 443 yılındaki parlak zaferinden sonra ortaya çıktı. Romalılar, onunla 

kendi mağlûbiyetlerini haklı gösteriyorlardı. Oysa, onların yenilgilerinde, kutsal kılıcın hiçbir 

rolü olmadığı açıktı. Türklerin zaferlerinin gerçek sebepleri, artık unutuldular. Ordunun gücü, 

askerlerin korkusuzluğu, demir silâhlar, ağır yaylar unutuldular. O sırada dünyânın en iyi 

silâhlarını yapan zanaatkârların, metalürji ustalarının şehirleri unutuldular... Her şey 

unutuldu. Her şeyin üzerine çizgi çekildi veya tahrif edildi. Kıpçakların zaferleri tesâdüfe, bir 

sihirli kılıca indirgendi. 

Ne yazık ki, bu tür kurnazca uydurulmuş efsâneler az değildir. Türk milletinin târihine olan 

düşmanlıklarını, onların üzerine inşâ ettiler... Burada îmâ, orada kinâye, hepsi birlikte... açık 

bir aldatmaca. Sâdece gerçeklerin kırıntılarını sakladılar. 

Attila, 434 yılında, Deşt-i Kıpçak’ın –bu devâsâ ülkenin– tahtına oturdu. Düzenine Çinlilerin 

hayran oldukları (bu konuda kitaplar yazıldı) işte bu devletti. Demek ki Attila, hiç de 

“kabîleler birliği”nin başına değil, dünyâda çok iyi bilinen bir ülkenin başına geçmişti. 

Attila, tahta pek genç olarak oturdu. Önceleri kardeşiyle birlikte hüküm sürdüler. Fakat, 

onların barış ve uyumu, kardeşlerin aralarını açmayı hayâl eden Bizans’ın ve Roma’nın işine 

gelmiyordu. Ne pahasına olursa olsun, onların aralarını açmak, ve böylece Türk devletini 

tahrip etmek, onda dağınıklık çıkarmak lâzımdı. 

Komplolar örülmeye başlandı; düşmanlar açık bir savaştan korkuyorlardı; onlar pek çâresiz 

ve güçsüz idiler. Zehirlemek, rüşvet vermek, birbirine düşürmek, baştan çıkarmak, suikast... 

İşte korkakların en sevdikleri usûller. Attilâ, saltanat sürmeye başladığında, bunlarla karşı 

karşıya kalmıştı. Kardeşiyle birkaç suikasta da uğradılar. 

Tengri’ye şükür ki, zehirli oklar isâbet etmediler; zehir ise, panzehir içinde çözüldü... Hattâ, 

bundan daha da güçlü çıktılar. 

Attila için Allâh’ın Kırbacı lakabı pekişti. Düşmanlar, tahminlerinde şaşırdılar; öfkeden 

dişlerini gıcırdatıyorlardı; fakat onu öldürmeyi başaramadılar. Zehrin bile alamadığı genç 

yöneticilerin bilgeliklerine şaşırdılar. 



Attila, saltanat sürmeye savaşla değil, barışla başlamıştı. O, güçlü olan herkes gibi, kendisine 

güvenen insanlar gibi, rûhen barış-sever bir insandı. Batı (Roma) imparatorluğu 

imparatoruna Margus şehrinde kendi barış şartlarını bildirdi ve Roma’yı üç yüz kilogram altın 

haraca bağladı. Bizans da bu kadar ödüyordu. 

Roma kabûl etti. O, ödemeye hazırdı. Yeter ki savaş olmasındı. 

Antlaşmayı akdeden Attila, 435 yılında Kuzey Avrupa’daki Deşt-i Kıpçak topraklarını 

genişletmeye başladı. Kardeşiyle birlikte Baltık sâhillerine vardılar; onların bugünkü Çek, 

Polonya, Litvanya ve Letonya topraklarındaki ziyâretleri, geride çok sayıda yeni şehirler 

bıraktı. 

Kuzey Avrupa’da Türkî köprübaşının temelleri atılmış oldu. 

Kardeşler İdil, Don, Yayık, Altay, Kafkas’daki ... topraklarını ziyârete gittiler. Deşt-i Kıpçak’ın 

–bu büyük ülkenin– yöneticilerinin gâileleri çoktu. (Bu ziyâretin akisleri, halk hikâyelerinde 

hâlâ yaşıyor; Attila, Türkî kökleri olan bütün Avrupa haklarının sevgili kahramanıdır.) 

Komşu devletin güçlenmesi, Roma’yı ve Bizans’ı çok korkuttu. Onlar, bunu istemiyorlardı. 

Fakat, kardeşlere nasıl engel olacaklarını da bilmiyorlardı. Sonunda yolunu buldular: Bu yol 

Hristiyanlardan geçiyordu! Türklere, onların din-adamlarına sâdece onlar –eski müttefikleri– 

yaklaşabilirlerdi. 

Anlaşmazlık mikrobu, Deşt-i Kıpçak’a sızdı... Hristiyanlar, kurnazca entrikaların kendilerinin 

elleriyle örüldüğünden kuşkulanmadılar. Politikacılar, böylece dîni, sessizce, kendi silâhları 

hâline dönüştürdüler. 

İllet bir kere Kıpçaklara girmişti. Sezdirmeden yayıldı, gizlice ilerledi. Kıskançlık, dedi-kodu, 

iftirâ sanki hiçbir yerden çıkmıyordu. Fakat onlar, demir üzerindeki pas gibi, durmaksızın 

faaliyette idiler. Her şey çok mahâretle tezgahlanmıştı. Kardeş-yöneticilerin kavgalarının 

hızlandığını gören Bizans, onlara haraç ödemeyi reddetti. 

Attila, düşmanın hîlesini çabuk anladı. Kardeşiyle barıştı ve 441 yılında kendi kızgın mîzâcını 

gösterdi. Onun atlıları, Grekleri, Kıpçaklarla antlaşma şartlarını tamâmiyle yerine getirmeleri 

gerektiğine iknâ ettiler. Tam zamânında. 

O sırada, Bizans’ın kuzey toprakları üzerinde sanki ateşten bir hortum fırtınası esiyordu. Pek 

hızlı ve önüne geçilmez. Şehirler, karanlığa gömüldüler: Eskiden hayat kaynayan yerler, 

harâbe hâline gelmişti. Bizans imparatoru, ümitsizlik içinde çırpınıyordu; mütâreke istedi. 

Barış için her fiyâtı ödedi. 

Attila ona inandı ve ordusunu Balkan’dan çekti. 

Bir yıl geçti. Fakat o, Greklere hiçbir şey öğretmemişti. Her şey yeni baştan başlıyordu. Grek 

ve Romalı ajan-hristiyanlar, tekrar ziyâretlerini sıklaştırdılar; dedi-kodular, geçimsizlikler geri 

geldi. Ve ders tekrarlandı. Bu kere Attila, kararlı idi. O, Bizans ordusunu tam bir bozguna 

uğrattı; ona hiçbir kurtuluş şansı vermedi. 

Tabiî o, kardeşi kardeşe kırdıran bir savaştı... Bizans’a hizmet eden ve hristiyan olan 

Kıpçak-federatlar, kendi kardeşlerine, Tengri’nin taraftarlarına el kaldırdılar. Ve, cezâsını 

ödediler. 

Attila, İstanbul önlerine geldi. 

Bizans’ın başkenti, gâliplerin merhametine teslim oldu. 



Yüklə 0,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə