34
faşizminden etkilenmiştir (Hobsbawm, 1996: 159). 1970’lerdeki son dönem
diktatörlükleri dünya konjonktürüne uygun olarak neo-liberalizmin yerleşmesine
olanak sağlarken, aynı zamanda dünya tarihinin en kanlı diktatörlükleri arasında yer
almaktadırlar. 1930 ve 1970 dönemi diktatörlüklerinin ortak özelliği ekonomik
sistemi değiştirmeleridir. Bu nedenle de bu diktatörlükler uzun sürmüştür. 1930 ve
1970 diktatörlükleri arasında olan diğer askeri darbeler ise farklı amaçlara hizmet
etmektedir. Askeri rekabetler, uluslararası ilişkiler, ekonomik durum, seçim sonuçları
vb. birçok şey Latin Amerika’da askeri darbelere ve daha sonra diktatörlüklere yol
açabilmektedir.
lk dönem iktidarları arasında Brezilya’da Getulio Vargas ve Arjantin’de Juan
Domingo Peron’un yönetimleri önemlidir. Her ikisi de asker kökenli olan
liderlerden, Getulio Vargas Brezilya’da 1939’da başkan olmuş, 1945’e kadar olan
iktidarının ilk döneminde devleti yeniden tanımlamaya çalışmıştır. ‘Estada Novo’
(Yeni Devlet) adını verdiği reformlar çerçevesinde devleti ve vatandaşla olan
ilişkilerini yeniden biçimlendirmeye uğraşmıştır. 1945’te iktidardan uzaklaştıktan
sonra 1951’de yeniden iktidara gelmiş ve 1954’te intihar edene kadar başkan
kalmıştır. Vargas en iyi şekilde ulusalcı-popülist olarak tanımlanabilir (Hobsbawm,
1996: 161). Diğer yandan Juan Domingo Peron, Arjantin’de bir askeri darbe
sonrasında iktidara gelmiş ve iktidarı kesintilere uğrayarak 1976’ya kadar devam
etmiştir. Peron’un fikirlerinden yola çıkan Peronist partiler, halen Arjantin
politikasının en önemli figürleridir. Juan Domingo Peron, Vargas’dan farklı olarak
siyasal çerçevedeki herkesi kuşatan bir politika gütmüş ve en sağdan en sola kadar
herkes için umut olurken aynı çevreler için siyasi düşman da olabilmiştir. Bu iki
35
iktidarın ortak noktası ulus kavramına yaptıkları vurgulardır. Her iki iktidar da bir
ulus oluşturmaya çalışmıştır. Ulus oluşturma fikri, 20. yüzyıl boyunca Peron ve
Vargas’tan etkilenen birçok yönetimde görülecektir.
Latin Amerika’nın Meksika’yla birlikte en büyük ve en önemli üç ülkesinin
ikisinde yaşanan bu iktidar dönemleri diğer devletleri de etkilemiştir. Bu
yönetimlerin temel prensipleri, ekonomide ithal ikamecilik ile korparatizm ve
politikada popülizmdir. Amaçları arasında ise ulusalcılık yer almaktadır.
thal ikamecilik en basit tanımıyla toplam arz içindeki ithalatta meydana gelen
değişmedir (Alpar, 1985: 42). thalat oranı azalıyorsa ithal ikamesi yapılıyor
demektir. Yani, toplumda tüketilen ürünler arasında ithal ürünlerin oranının
azalmasıdır. Bu azalmaya karşılık, daha önce ithal edilen ürünlerin yerine, yerli
ürünler üretilir ve tüketilir. thal ikamesinin yararları ve tabii ki zararları da vardır.
thal ikameci bir ekonomi doğal olarak, yabancı ürünlere olan talebi azaltmak
zorundadır. Daha sonra ise yabancı ürünleri ikame edecek yerli ürünler üretmek
zorunluluğu vardır. thal ikameci ekonominin uzantıları, doğal olarak politika ve
kültürel ürünlerde de görülür. thal ikamesi, politik olarak ulusallaşmayı getirir.
Kültürel ürünlerde ise, hem ithal ikamesinin sonucu olarak üretimini artırmak
zorundadır, hem de politik olarak, ulusallığın sonucunda, kültürel ürünlerin içeriği
değişmek zorundadır. Korparatizm, klasik kapitalist ilişkilerin içine devletin de
müdahil olmasıyla beraber, işçiler, işverenler ve devletin oluşturduğu üçlü bir yapısı
olan ekonomik sistemdir. Kuzey Avrupa ülkelerinde uygulanan ve temelde devletin
işçi sınıfının çıkarlarına yaklaştığı uygulamalarından, faşist yönetimlerin uyguladığı
36
ve devletin işveren tarafında bulunarak iççi sınıfının üzerindeki baskıları artırdığı
uygulamalara kadar değişik biçimleri vardır.
Vargas, Peron ve onların yolundan giden diğer iktidarlar döneminde, ithal
ikamecilik ve ulusal kültür yaratma çabaları popülizmle beraber varolmuş ve
popülizm iktidarlarını meşrulaştırma aracı olarak kullanılmıştır. Arjantin’de, Juan
Peron’un eşi Evita Peron’un kişiliğinde somutlaşan popülizm, halkın geçici
ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir politikadır. Halkın kısa vadeli istekleri yerine
getirilirken, uzun vadede bir değişim düşünülmez. Önemli olan halkın kısa vadede
oyalanmasıdır.
Latin Amerika’nın 20. yüzyıl tarihindeki en önemli olaylarından biri de Küba
devrimidir. 1959’da Küba’da gerilla mücadelesi başarıya ulaşmış ve bugüne kadar
devam eden yeni bir iktidar kurulmuştur. Küba’nın varlığı, Latin Amerika’da her
zaman bir alternatifin olduğu anlamına gelmektedir. Küba devrimin sonrasında, bu
devrimin bütün kıtaya yayılması fikrinde olanlar bir yandan, bu devrimden etkilenen
diğer gruplar diğer yandan kendi ülkelerinde gerilla mücadelelerine başlamıştır.
1960’lardan sonraki Latin Amerika tarihi içinde gerilla mücadeleleri önemli bir yer
tutar. Bu mücadeleler, özellikle yerli halk üzerinde etkili olurken diğer yandan
devletin baskısını artırmasına ve yeni askeri iktidarların oluşmasına da neden
olmuştur. Gerilla hareketleri, Latin Amerika’da geleneksel olarak sıkça görülen
eşkıyalığın daha örgütlü ve ideolojik hale gelmesi olarak ele alınabilir. Küba
devriminden başka Nikaragua’da Sandinistalar da gerilla mücadeleleri sonunda
başarıya ulaşmışlar, fakat iktidarı ele geçirmelerine rağmen bu başarı uzun süreli
Dostları ilə paylaş: |