26
“Yazı Tura” Filminin Sanat Tarihsel Analizi
Sanat Tarihi ve Sinema Etkileşimine Genel Bir Bakış:
Bu çalışma, “Yazı Tura” filminin sanat tarihsel analizini konu alacaktır. “Yazı Tura”
filmine ait sahnelerin, mekânların ve film karakterlerinin, sanat tarihindeki resim
ve heykellerle kurduğu imgesel, simgesel ve ikonografik benzerlikler araştırılacak,
etkileşim ve çağrışımlar analiz edilecektir. Filmin analizine geçmeden önce, sinema ve
plastik sanatlar arasındaki ilişkiye genel olarak bakmak ve her iki disiplin arasındaki
etkileşimi konu alan çalışmaları hatırlamak, “Yazı Tura” filmi hakkında yapacağımız
analize, tarihsel bir bellek hazırlaması açısından faydalı olacaktır.
Öncelikle “Sinema ve resmi benzer yapan nedir?” sorusuyla başlayıp, bir cevap
aradığımızda, vereceğimiz ilk yanıt, pek çok realist ya
da figüratif resimde olduğu
gibi, sinemanın da çoğunlukla bir “aldatmaca” üzerine yapılandığını söylemek olabilir.
Tuval ve sinema perdesi gibi, iki boyutlu bir yüzey üzerine, gerçeğin imgesini aktararak
üç boyutlu bir dünya yanılsaması yaratmak, her iki disiplinin de temel benzerliğidir.
Bilindiği gibi, resim tarihi, sinema tarihinden çok daha uzun ve köklü bir geçmişe
dayanır. Bu nedenle,
sanat tarihinin, sinemaya büyük avantajlar sağladığını ve filmlere
farklı boyutlar kazandıran imge zenginliği ile, bir metafor kaynağı olma gücünü
her zaman koruduğunu söylemek gerekir. Ancak, sinema sanatıyla plastik sanatlar
arasındaki etkileşim, zaman içinde daha boyutlu bir hale bürünmüş, başta resim sanatı
olmak üzere, plastik sanatlar sinemaya ne kadar ilham vermiş ve bir beslenme kaynağı
olmuşsa, sanatta da sinemadan aynı oranda beslenmeye başlamıştır.
Sinemanın sanat tarihiyle etkileşimine bakmadan önce,
sanat eserlerinin sinemayla
olan ilişkisini kısaca hatırlamak gerekirse; resmin, sinemanın hareketli doğasından
beslenmesinin en belirgin yansımalarını Fütüristlerin yapıtlarında görebilmekteyiz.
Fütürizm, geçmişi reddeden, geleceği kutsayan, teknolojiyi en kutsal değer
olarak
tanımlayan, hareket, hız ve makineleşmeyi yenidünyanın sihirli kavramları olarak
benimseyen bir akımdır. Fütüristler için duran hiçbir şey yoktur. Her şey saydam bir
katman oluşturarak, bir önceki görüntünün üstüne eklenir.
Böylelikle, görüntüler iç içe
geçerek sürekli bir hareket etkisi yaratır. Fütüristlerin, sanat yapıtlarında yarattıkları
bu hareket hissinin, resimlerdeki en etkili örneklerini Giacomo Balla ve Umberto
Boccioni’nın yapıtlarında görmek mümkündür.
Tuval yüzeyinde sinematik hareket hissini oluşturan bir diğer akım da Kübizm’dir.
Özellikle Analitik Kübizm döneminde, nesneler ve figürler tüm yüzeyleri görülecek
şekilde resmedilmiştir. Karşıdan bakılarak çizilen bir portrenin,
bir nesnenin, bu bakış
açısıyla görünmeyen bölgeleri de görünür şekilde tuval yüzeyine aktarılmıştır. Örneğin,
Analitik Kübizmin ilk temsili olarak etiketlenen Picasso’nun “Ambroise Vollard”
portresi, bir el kamerası modelin etrafında dönüyormuş ve yakaladığı her ayrıntıyı tuval
27
SANAT YAZILARI
22
yüzeyine kaydediyormuş gibidir. Bu hareket hissinin yarattığı “zaman boyutu”, resme,
sinema ruhunu ekleyen etkili buluşlardan biridir.
1924’lerden sonra, Sürrealist sanatçılar, gerçeğin reddi ve bilinçaltı dünyasının şaşırtıcı
imgeleri üzerine kurdukları anlayışlarını, sinemaya doğrudan aktarmışlardır. René Clair
ve Francis Picabia tarafından yazılan ve Clair tarafından yönetilen
Entr’acte, Robert
Desnos’un yazdığı ve Man Ray’ın yönettiği,
Emak Bakia (Beni Yalnız Bırak) ve
Etoile de
Mer, (Deniz Yıldızı), Salvador Dalí ve Luis Buñuel’in birlikte gerçekleştirdikleri Un Chien
Andalou (Bir Endülüs Köpeği) ve
L’Age d’or (Altın Çağ) filmleri, deneysel sinemanın
ilk yapıtları olarak da örnek gösterilmektedirler. Passeron (1990: 66), özellikle Dali ve
Buñuel’de sadizm ve saldırganlığı konu alan düşlerle dolu sürrelist sinema için şunları
söyler; “Sinemada herşey mümkündür, ama
fazladan hareketli hayaller, bir filmde, düş
olayının evrimine diğer herhangi bir sanattan daha çok yaklaşmaktadır.”
1960’lı yıllardan sonra, giderek çeşitlenen yeni yaratma pratikleri, disiplinlerarası
sanat yaklaşımını daha fazla içine almıştır. Tiyatro, müzik, edebiyat, fotoğraf, gibi
farklı disiplinlerin olanaklarından yararlanan sanatçılar, sinemadan da aynı oranda
yararlanmışlardır. Örneğin, Beden Sanatı ya da Performans gibi eylem sanatlarını
gerçekleştiren sanatçıların bir kısmının, bu gösterileri aynı zamanda bir video
olarak kaydetmeleri, onları
bir yönetmene, bir senariste, bir sinema oyuncusuna,
bir kameramana ya da görüntü yönetmenine de dönüştürür. Sanatçının bedeni,
planlardan oluşan bir yapı olarak, hem filmin nesnesi, hem de filmin yönetmeni olarak
görünürlük kazanır. Ancak, sanatçıların gerçekleştirdikleri ve kayıt altına aldıkları bu
eylemsel etkinlikler, sinemada olduğu gibi bir metne bağlı kalarak ya da kurgulanmış bir
senaryonun sınırları içinde gelişmez. Eylem sanatçıları için sinema teçhizatı, “sinemaya
benzeyen” işler üretmek için başvurulması gereken bir amaç değil, sadece kendi
eylemlerine boyut kazandıracak birer araçtır.
Sinemanın her tür teknik olanağını kullanan bir diğer ifade biçimi de Video Sanatı’dır.
Örneğin, hem sanatçı, hem de Amerikan Avangard Sineması’nın temsilcileri olarak
tanımlanan Andy Warhol
1
, Michael Snow, Hollis Frampton ve Paul Sharits’in video
yapıtlarında, hem 1960 yılların Minimalist Sanat yaklaşımını, hem de sinemanın teknik
olanaklarını harmanlayarak video eserler yarattıklarını görürüz. Bu yapıtlardan Hollis
Frampton’un “Limon” adlı videosu, karanlıkta duran bir limonun üstüne yavaş yavaş
yansıyan ve sonra tekrar giderek kararan görüntüsüyle, hem sinemanın, hem de plastik
sanatların temel problemlerinden olan ışık-gölgeyi, minimal bir yaklaşımla
özetleyen bir
metafor yapıt olarak okunabilir.
1
Andy Warhol, Amerikan Avangard Sineması’nın temsilcisi olmasının yanı sıra, Paul Morrissey’le
birlikte çektikleri, “Chelsea Kızları” (The Chelsea Girls) adlı uzun metrajlı film, Yeraltı
(Underground) ve Kuir (Queer) Sinema’nın ilk örneği olarak kabul edilir (http://yrihs.yale.edu/
past-events/quconf) (erişim tarihi 20 Ağustos 2011).