Çetin VEYSAL
Burada, ideal nesne ile düşünce nesnesinin hep birbirine
karıştırıldığını vurgulayan Nutku, bu karışıklığın da ‘izm’lere yol açtığını
belirtir. Nutku, ideal nesne alanının bilincin iç nesnelerinden
oluşmadığını, bilinçten bağımsız bir varlık alanı olduğunu vurgular.
Matematik, bilincin içte ürettiği değil, keşfettiği bir idealite alanıdır.
Oysa zihin nesnesinin, algılama ve düşünme arasındaki ilişkide ortaya
çıktığını, bu bağlamda bilincin, dünya algısına hiç dayanmayan bir
düşünce ediniyorsa, bunun köklerinin evren dışında değil, gene real
varlıkta aranması gerekir. Felsefede büyük hata, varlık ile gerçekliği
özdeşleştirmektir. Gerçeklik, varlığın bir yanıdır; idealite diğer yanıdır;
evrende iç içe vardırlar. Yeni Ontoloji bunu çoktan gösterdi; ama
şimdilerde revaçta olan “kurucu özne” safsatası, hatayı sürdürüyor,
varlığı sanki insan kuruyormuş gibi.
Yaratıcı tanrı düşüncesinin kökünün burada yattığını düşünen
Nutku, salt düşüncede nedensel bağ kurmanın, gerçeklikteki bağları
aşmaya ve kuşatmaya çabaladığını, bunun insani ama yanlış olduğunu
sık sık belirtir. ‘İlk olan’ın öncesini ve ‘son olan’ın sonrasını sormayı
durdurmayı amaçlayan ama gerçekte durduramadığı için çareyi insani
paradoksu yok saymada bulan felsefe dışı bir tutumdur bu.
56
Olgu şudur:
Ereksel düşünce, gerçeklikteki nedensellikleri kuşatma, içine alma ve
kendi ereklerine göre yorumlama eğilimindedir. Bilim bu tutumu dışlar
ama ereksel düşünmenin çözümlemesini yapamadığından, bu kez bilim
de kendisini mutlaklaştırma eğilimine kapılır.
“Sanki-Var”ın bilgisi, dil bütünlüğü içinde çift - varoluş gösteren,
bir defasında “vardır” başka defasında “olmalıdır” diyen insanın içinde
taşınmaktadır. “Dır” diyerek, saptanmış olanı sıkıca tutmak, “olmalı”
diyerek, kuşkulu olanı değiştirmek ister. Bu ikilik, insanın kararlılığı ile
tereddüdü olmaktadır. “Vardır” sınırlılık ve huzur isterken, “olmalıdır”
insanın özgürlüğü ve huzursuzluğunu ilerletiyor.
57
Bilincin, daima bir şeyin bilinci olduğu düşüncesinin felsefenin
kesin bilgisi olduğunu tartışan Nutku, burada sonuç olarak şu üç
düşünceye vurgu yapar: Algı dayanağı olmayan hiçbir şeyin
düşünülemeyeceğini ileri süren Locke ile, değişmez yasalılıkların içine
yalnız akılla girilir diyen Leibniz’in realite - idealite bağı bakımından
aynı zeminde durduklarını, fakat her ikisinin de tek yanlı kaldığını
56
a.g.e., s. 56, 57.
57
a.g.e., s. 124, 125. ayrıca bkz. 2005: 42.
97
Uluğ Nutku’nun Felsefesi
belirtir. Nihayet, düşünce-içi olan ama gerçeklikte bulunmayan kurgu
nesneleri, ancak ve ancak algı bağıntıları dayanağında (mantık bağıntıları
değil) oluşabilirler (zihin nesneleri, mental varlık ve diğer terimler)
demektedir. Bu düşünce, uçan at (Pegasus) örneğinde anlaşılır kılınabilir:
Örnek, uçma yetili kuş ve koşma yetili atın özelliklerinin
birleştirilmesiyle oluşturulur. Buradan hareket edilerek denebilir ki, ona
göre adalet gibi soyut kavramların da somut ve algılanabilir
tarihsellikleri vardır. Demek ki genel kavramlar da, düşünülebilir
olabilmeleri için algılanabilirliği gerektirmektedir. Nutku; Leibniz,
Locke ve Hume’un gözden kaçırdıkları noktanın, duyumlama yetisinin
nesnesine yöneldiği anda algıya dönüşerek bireşim kurması (ne zaman
nerede bağıntılı ne var? sorusunun karşılığı) ve etkinlik kazanması ve
kavrama ulaşmasıdır: Evrimdeki en büyük olgu. Aynı zamanda düşünce,
gerçek nesnelerin bağıntılarından yola çıkarak gerçek olmayan bağıntılar
kurabilmektedir. Ama gerçek olmayan bazı nesneleri ve bağıntıları neden
kutsadığı ve kendi üstünde varlıklar saydığına yanıt da kökünü, insanın,
ölümün ölüm olduğunu kabul etmemesinde bulunur. Bilmeyle inanma
arasındaki gelgitlerin, var olma ile var olmama arasındaki gerilimden
kaynaklandığını düşünen Nutku, insanın gerilimde duran ‘olanaklar
varlığı’ olmasının da bu paradoksa işaret ettiğini dile getirir.
58
Bilme,
insana daha fazla sorumluluk yüklemektedir. Bilgi bakımından
ilerlemek, yalnızca sonuçlarla hareket etmeyi değil, bilgiden doğabilecek
sorumlulukları da göz önünde bulundurmayı zorunlu kılmaktadır.
59
Geleceği felsefeyle eşelemek, Nutku’ya göre
60
şunları söyletebilir:
İnsanın kendini yetkinleştirmesini tarihin amacı olarak görmek tanrı
düşüncesindeki transendens’in yerine geçmek üzeredir. Çağımız mutlak,
değişmez tanrısal kutsallıktan çıkarak ilerleyen, gelişen tarihsel
kutsallığa geçiş çağı görünümündedir. Bunun ulusal yapıları aşarak
dünya birliğinde gerçekleşmesi uzun zaman alacak ama artık geriye
dönüş olmayacaktır. Nutku, sürekli ilerlemenin tarihselliğe ilişkin genel
ve mutlak bir kavrayış olamayacağını ileri sürdüğü halde, söz konusu
alandaki ilerlemenin bir sonuç olduğu kanaatindedir.
58
a.g.e., s. 58, 59, 60, 61.
59
a.g.e., s. 145.
60
a.g.e., s. 96.
98