Çetin VEYSAL
güçlerin doğal ayıklanmaları değil (bilim zaten bunu kendiliğinden
yapar), sayıca pek az olan ama insan yaşamında olanca ağırlığını
duyuran çatışkılı kavramların temeline inmektir: Sonlu - sonsuz, değişen
- değişmeyen, gerçeklik - gerçekdışılık gibi.
52
Vurgusu, fantezi ya da
tasarımları sınırlamak değil, bunların gerçeklikle bağının koparılmaması,
bu bağ aracılığıyla gerçekliğin gerçekdışına taşmamasıdır. Russell gibi
düşünenlerin şunu anlamasına olanak yoktur: Zerdüşt’ün iyi tanrısı
Ahura-mazda ve kötü tanrısı Ehriman arasındaki karşıtlık, iyi varlık E.T.
ile kötü varlık Terminatör arasındaki karşıtlıkla özde aynıdır; bu karşıtlık
insan varlığında temellidir, tarihsel - geçici değildir.
İnanç konusunda antinomik bir düşünüşü dile getirerek akıl
tutulmasını aydınlatmayı dener: “Eğer tanrının gücü her şeyi var edebilir
ve yok edebilirse, tanrı kendisini de yok etmeye muktedir midir?”
sorusunun inanç içi olduğunu düşünür. Muktedirse, mükemmel olanın
eksilmesi çelişkisi; muktedir değilse, mükemmel de değildir çelişkisi
ortaya çıkacaktır.
53
İnsanın, “inancın ‘sanki var’ bilgisi”nin, var olanları ‘öyle
olmadıkları gibi’ bilmeye yönelmesinin inanç sistemlerine yol açtığını
düşünen Nutku, bu düşüncenin kendi içinde tutarsız olduğunu belirtir.
Burada, nasıl ki yanlış doğrunun olumsuz koşuluysa, inanç da bilginin
olumsuz koşulu olmaktadır. Var olanları ‘öyle olmadıkları gibi bilmek’:
Bu tutumla, hem var olmayanın bilgisi edinilemez hem de var olan, öyle
olmasının dışında tanımlanamaz. Bu düşünüşte evrenin yaratılmışlığı
mutlak bir sav olduğundan, sürecin nasıllığını zaten dışlar, bilinen -
bilinmeyen sınırını çizmez. “Evreni nasıl yarattığını ancak tanrı bilir”
demek, mutlak bir iddiadır. Ama yalnız mantıksal bağlamda mutlaktır,
gerçek anlamda değil. Bu da dilin, bilinmeyeni, bir çevrimle biliniyor
gösterme oyunudur. Ama bu oyun, basit bir açıklama değil, insan olma
paradoksunun evrende açtığı yeni bir boyuttur. Bu anlamda, yaratanın
işlerinin insanlarca bilinemeyeceği savı, insanın mutlak bilgelik
iddiasıdır
54
; paradoksun bir yönü de budur.
Bilme - inanma ayrımının ne olduğu üzerinde durduktan sonra
Nutku, “bilmiyorum ama inanıyorum” deyişinin de nasıllık bilgisinin
ötesine taştığını, bu nedenle de farklı bir düşünüşle çözümlenmesi
52
a.g.e., s. 38.
53
a.g.e., s. 47.
54
a.g.e., s. 52, 53.
95
Uluğ Nutku’nun Felsefesi
gerektiğini ileri sürer. Felsefeyi tüm doğa ve toplum bilimlerinden
ayıran, bu çözümü tek başına yapmasının gerekmesidir. Aşkınlıklar
çözümlemesinde sosyolojinin, psikolojinin, politik ekonominin hatta
biyolojinin söyleyeceği tek kelime yoktur; zaten bu alana girmezler de.
Eskilerin ‘çift hakikat’ dediği ve pek yanıltıcı olan ‘bilim hakikati - inanç
hakikati’ sözde ayrımıyla, (inancın da bilgi olduğu savıyla), inancı ve
bilgiyi aynı söylem düzlemine koyarak insani paradoks eritilmek
istenmiştir. Dogmatizmin kapısını ardına kadar açan, bu tutumdur.
Böylelikle, inanmanın, var olmayanı var olana dönüştürme çabasındaki
paradoksu göz ardı edilir. “Öyle olduğunu bilmiyorum ama öyle
olduğuna inanıyorum” diyenler, nasıllığın tüm koşullarını bilmediklerini
söylemekte ama koşulların tüm bilgisinin bir varlıkta bulunduğuna
kesince inanmakta, güven duymaktadırlar. Bu türden düşüncelere sahip
olanlar, inanç sisteminin sözde bilgisine sığınırlar ve onu töre ve
törenlerle sarmalayarak cemaat oluştururlar. Bu sistemlere Nutku,
derinliksiz cemaat ahlakı demektedir.
55
‘Sanki Var’ın çözümlenmesinde Nutku, kapsamlı bir ‘inanma
felsefesi’ üzerinde durmanın gerektiğini, felsefi antropolojinin önündeki
önemli görevlerden birinin, dünya kültürlerinin birbirlerini anlayacakları
ve birbirleriyle buluşacakları zeminin yaratılması olduğunu
düşünmektedir. İnanma felsefesi bu noktada önemli bir zemindir. Nutku,
‘sanki var felsefesi’ni etraflı olarak ilk kuran Vaihinger’i, onu derinlikli
işleyen Feuerbach’ı ve ereksel düşünmenin tam bir çözümlemesini yapan
Nicolai Hartmann’ı kendisinin öncüleri olarak görür. Nutku’ya göre, bu
yöndeki çalışmaların bağlayıcı öncülü, tüm aşmacılığın (transendens)
insan bilincinin nesnelerinden ibaret olduğudur. Dünyanın bilince
yansıyan çıplak gerçekliği, bilinç tarafından giydirilerek dünyaya geri
yansıtılmaktadır. Ona göre, bilincin nesnelerinden (1- gerçek nesne; 2-
ideal nesne; ve 3- düşünce nesnesi) üçüncüsüyle, yani düşünce
nesnesiyle ilgilenilmelidir. Nutku’ya göre, burada çekirdek soru,
düşüncenin kendiliğinden, hiçbir algı dayanağı olmadan bir kavram
oluşturup oluşturamayacağıdır. Bu soru idealizm - materyalizm
karşıtlığına sığmaz, onu çok aşar (ona göre idealizm - materyalizm
karşıtlığı, bilinç - madde ilişkisinde öncelik - sonralık karşıtlığıdır ve çok
sığdır).
55
a.g.e., s. 54, 55.
96