Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə12/51
tarix25.06.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#51703
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   51

Fısk:

“Fısk” ve “fusûk”, birinci, ikinci ve beşinci bablardan çekilen “feseka” kök fiilinin masdarıdır. Her ikisi de sözlükte mutlak olarak “hurûc” karşılığı olarak çıkmak manasına gelir. Nitekim “fesekati'r-ratbetu an kışrihâ” denir ki “taze hurma kapçığından börtleyip çıktı” demektir.


es-Suyüti'nin el-Muzhir isimli kitabında da naklettiği gibi araplar fısk lafzını sadece çıkmak manasına kullanırlardı. Daha sonraları Allah'a itaatten çıkmak manasına naklederek bu manasıyla ilahî taatten çıkana fâsık dediler. 283Demek oluyor ki fısk kelimesi önceleri Araplar arasında umumî olarak çıkmak manasında kullanılmışken sonraları Allah'ın emirlerini terketmek, Ona - Allah korusun - isyan ederek hak yoldan ayrılmak, doğru yoldan sapmak gibi hususî bir mana kazanmış ve bu manada dinî bir terim haline gelmiştir. Daha çok sözlük manasıyle değil, ıstılah manasiyle meşhurdur. Kur'ân-ı Kerim'de de küfür, ma'siyet, yalan, günah ve kötülük manalarında varid olmuştur. 284
Terim olarak fısk, ya itikatta ya da amelde olur. İtikadî fısk ya küfürdür yahut da bid'attir. Gerek amelinde, gerekse küfre varmamak şartiyle itikadında fıska düşene fâsık denilmiştir.
Hadis iminde fısk, fısku'r-râvi yani hadis rivayet eden ravinin fiil ve sözlerinde küfür derecesinde olmamak şartiyle İslam'a aykırı itikat taşıdığının görülmesidir. Ravilerin tenkidinde göz önünde bulundurulan on tenkit esasından (metâ'in-i aşere) biridir ve ravinin doğrudan doğruya adaletiyle ilgilidir.
İtikad açısından fıska bid'at de denir. Böyle itikadî meselelerden doğan fıska ayrıca fısk bi'1-bid'a da denilmiştir.
Ravinin fışkı şayet büyük günahlardan birini İşlemek veya küçük günah işlemeyi terketmeyip onda israr etmek sebebinden kaynaklanmışsa buna da fısk bi'l-ma'siye tabir edilmiştir.
Amel açısından fıska gelince, çeşitlidir. Hadis İlmi açısından en başta ravinin yalancılığı gelir. Özel tabiriyle kizb ale'r-Resûl yani Hz. Peygamber (s.a.s) 'e isnad ederek yalan söylemesi, öteki ifadesiyle hadis uydurması en şiddetli ta'n sebebidir. Yalan söylediği, hele hadis uydurduğu sabit olan ravi şiddetli bir şekilde cerhedilir. Sözüyle islamî esaslara aykın hareket ettiğinden fasık sayılarak terk edilir. Hadisleri hiçbir şekilde kabul edilmez.
Ravinin gerek itikadî gerekse amelî fışkından tevbe etmesi halinde rivayetlerinin kabul edilip edilmemesi konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden birine ve daha çok makbul addedilenine göre fışkından tevbe ettiği açığa çıkan ravinin rivayeti makbuldür. Ancak hadiste yalan söylediği açığa çıkmış bulunan ravinin rivayeti, tariki hasen bile olsa hiçbir şekilde makbul sayılmaz. 285Ahmed b. Hanbel, Buhârî Şeyhi el-Humeydi, Şafiî âlimlerden Ebu Bekri s-Sayrafî'nin görüşü budur. es-Sayrafî bu konuda “Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan söyleyen bir kimsenin rivayetini, sonradan (tevbe edip) güzel ahlaklı biri olduğu açığa çıkmış bile olsa, hiçbir zaman kabul edemeyiz” demiştir. Onun şu sözleri de aynı konudadır: “Nakil ehlinden birinin bir haberini, tuttuğumuz bir yalanından dolayı bir kere terk ettik mi artık onu tevbe etmiştir diye bir daha kabul edemeyiz. Bunun gibi zayıf saydığımız bir raviye de bir daha kuvvetli diyemeyiz.” Ebu'l- Muzaffer İbnu's-Sem'ânî de “tek bir haberde bile olsa yalan söyleyen ravinin önceki hadislerini de reddetmek gerekir” diyerek Hz. Peygamber'in ağzından bir tek rivayette bile olsa yalan söyleyen ravinin hadislerinin yalanının açığa çıkmasından öncekilerle birlikte terkedilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Böyle birisi sonradan tevbe etmiş bile olsa hakkındaki bu hüküm değişmez.
Öte yandan en-Nevevî, rivayette yalan söylemenin, yalancı şahitlikten hiçbir farkı olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre yalancı şahitlikten tevbe eden birinin şahitliği nasıl kabul edilirse rivayeti de kabul edilir. 286Ancak kaydetmek gerekir ki rivayet ile şehadet ayn ayrı şeylerdir. Nitekim es-Suyûtî ikisi arasında 21 noktadan fark olduğunu kaydetmiştir. (Bk. Şehadet). Ayrıca yalan şahitlik yapan birinin zararı şahsa dokunur. Oysa Hz. Peygamber'in ağzından yalan söyleyen biri dine zarar vermiş demektir.
Şu hale göre hadiste yalan söylemek ve hadis uydurmak hariç fısktan tevbe eden ve durumunu düzelttiği sabit olan ravinin rivayeti kabul edilir. Hz. Peygamber üzerine yalan söylemek ya da hadis uydurmak suçunu bir kere de olsa işlemiş bulunan ravinin hadisleri ise hiçbir şekilde kabul edilmez.

Fısk Bi'l-Bid'a:

Bk. Fısk.



Fısk Bi'l-Ma'siye:

Bk. Fısk.



Fısku’r-Râvî:

Bk. Fısk.

Fî Hadîsihî Da'fun:

“Hadisi zayıftır” manasınadır. Fîhi da'fun (onda zayıflık vardır) lafzıyla birlikte cerh lafızlarındandır ve cerhin en hafifine delalet eden birinci mertebe lafızlarına ek olarak Aliyyu'l-Kari'nin saydıkları arasında yer alır. 287


Hakkında fî hadîsihî da'fun veya fîhi da'fun denilmiş olan ravi zayıf sayılır. Bununla birlikte büsbütün terk edilmez. Hadisleri itibar için yazılır.

Fî Hadîsihî Şey'un:

“Hadisinde bir şeyler var” demektir. Bazı alimlere göre -ki, es-Sehâvî bunlardandır- cerh lafızlarındandır. Cerhin altıncı mertebesine delâlet eden lafızlardan olup hükmü o mertebede yer alan diğer lafızların hükmüne tabidir.


Bazı alimler, yerine fîhi şey'un lafzını kullanmışlardır.

Fi's-Sahîh:

Sahih hadisler arasında yer alır demek olup kimi muhaddislerce hadisin Buhârî ile Müslim'in Sahihlerinde ikisinde birden, veya sadece birinde bulunduğunu ifade eden tabir olarak kullanılmıştır. Hadisin sıhhat dereceleri arasında yeri olduğunu belirtir.



Fîhi Cehâle:

Cehalet taşıyor anlamını veren bu tabir, ez-Zehebî'nin de içlerinde bulunduğu kimi alimlere göre cerh lafızlarındandır.



Fîhi Da'fun:

Bk. Fî Hadîsihî Da'fun.



Fîhi Ednâ Mekal:

“Hakkında pek hafif bir ta'n vardır” manasına bir tabir olup İbn Haceri'l-Askalânî'nin en ehven mertebesinde kullanıldığını söylediği cerh lafızlarındandır.


Bu ve benzeri cerhin en hafifine delalet eden lafızlarla cerhedilmiş bulunan ravinin hadisleri terkedilmez. İtibar için yazılabilir.

Fîhi Halfun:

Hakklnda ihtilaf vardır manasına gelen bu tabir de cerh lafızlarındandır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde yoktur. el-Irakî'nin cerhin en hafifine delâlet etmek üzere sıraladığı lafızlar arasında yer alır.


Fîhi halfun denilerek cerhedilmiş ravinin hadisleri itibar için yazılır. Ancak rivayetinde güvenilir biri olduğu ihtilaflıdır. Dolayısiyle hafif şekilde de olsa cerhedil-miştir ve sika raviler derecesinde değildir.
Aynı mertebede ve aynı manaya delâlet etmek üzere uhtulife fîhi lafzı da kullanılmıştır.

Fîhi Lînun:

“Onda gevşeklik var” manasına cerhin birinci mertebedeki en hafifine delalet etmek üzere el-Irâkî'nin zikrettiği lafızlardandır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde haliyle yoktur.


Hakkında fîhi lînun denilen ravinin hadisleri itibar için yazılır. Ancak rivayette gevşek, dini konulara riayette kusuru var demektir.

Fîhi Mekalun:

“Hakkında söz var” anlamında cerh lafızlarındandır. Cerh'in en hafifine delalet etmek üzere el-Irâkî'nin zikrettiği lafızlar arasında yer alır. Dolayısiyle İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde yoktur.


Hakkında fîhi mekâlun denilerek cerh hükmü verilen ravi büsbütün terkedilmez. Hadisleri itibar için yazılır. Ancak böyle bir ravinin rivayetinde gevşeklik dini emirlere riayetinde kusur var demektir.

Fîhi Nazarun:

“Hakkında görüş var” demek olan bu tabir de cerh lafızlarındandır. Cerhin beşinci mertebesinde yer alır.


Kaide olarak bu ve diğer beşinci mertebede yer alan cerh lafızları ile cerhedilen ravinin hadisleri ne yazılır, ne de itibar için dikkat nazarına alınır.
Buhârî bu lafzı metrûku'l-hadîs cerh lafzının yerinde kullanmıştır. Böylece diğer cerh ve ta'dil imamlarından ayrılmıştır. Buhâri'nin hakkında fîhi nazarun dediği ravinin hadislerine hiçbir şekilde itibar edilmez.

Fîhi Şeyun:

Bk. Fî Hadîsihî, Şey'un.



Fihris:

Bk. Fihrist.



Fihrist:

Dört harfli basit fiilden alınma bir kelime olan fihrist aslında farscadır. Fihris şeklinde de kullanılır.


Hadis Usulü İlminde fihrist, icazet yoluyla hadis rivayetinde şeyhin muayyen birine muayyen bir kitabın rivayeti için izin vermesinde geçer, şeyh belirlediği talibe hadislerinin yazılı olduğu fihrist denilen defteri rivayet etmesi için icazet verir. İcazet esnasında eceztuke me'ştemelet aleyhi fihristi der. Şeyh bu sözüyle hadislerinin yazılı olduğu kitap veya defterleri kasdetmiş olur. es-Suyûtî de bu kelimeyi birkaç kitap veya defterden meydana gelen hadis mecmuası olarak açıklamıştır. 288

Fiilî Sünnet:

Bk. Sünnet.



Fiten:

Asıl itibariyle “deneme, bela, fitne, anarşi” gibi manalara gelen fitne kelimesinin çoğulu olan fıten, cami türü hadis kitaplarında Hz. Peygamber devrinden sonra meydana gelmesi muhtemel hadiselere dair hadisleri bir araya getiren ana bölüm başlığının adıdır. Bazı kaynaklarda el-Fiten ve Eşrâtu's-Sâ'a ve el-Fiten ve'1-Melâhim olarak da geçer.



El-fiten Ve Eşrâtu's-Sâ'a:

Bk. Fiten.



El-Fiten Ve'l-Melâhim:

Bk. Fiten.



Fuhşu'l-Ğafle:

Aşırı gaflet karşılığıdır. Bazı Hadis Usulü alimlerince fartu'l-gafleyi ifade edecek şekilde kullanılmıştır. (Bk. Gaflet).



Fuhşu'l-Ğalat:

Bazı alimlerce kesretu'l-galat karşılığı olarak kullanılmıştır. Onunla aynı manaya gelir. (Bk. Kesretul-Galat).



Fukahâ-Yı Seb'a:

Yedi fakih” manasınadır. Tabi'înin büyükleri arasında fıkıh bilgisiyle temayüz etmiş yedi zata denir.


Hem hadis rivayetinde hem de fıkıh ilminde akranlarını geride bırakan ve haklı bir şöhret sahibi olan bu yedi tâbi'î âlim, Sa'îd İbnu'l-Museyyeb, Kasım b. Muhammed b. Ebî Beri's-Sıddîk, Urve İbnu'z-Zubeyr, Hârice b. Zeyd b. Sabit, Ebu Seleme b. Abdirrahman b. Avf, Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ûd, Süleyman b. Yesârdır. 289
Hicaz âlimlerinin çoğu fukahâ-yı seb'a olarak bu yedi şahsı saymışlardır. Ancak İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine göre Abdullah İbnu'l-Mubârek, medinelilerin dinî meselelerde görüşüne müracaat ettikleri yedi kişinin, Ebu Seleme yerine Salim b. Abdillah b. Ömer olmak kaydiyle yedi tâbi'î'den ibaret olduğunu söylemiştir. 290Bu demektir ki Abdullah İbnu'l-Mubârek'e göre fukahâ-yı seb'a Sa'îd, Kasım, Urve, hârice, Salim, Ubeydullah ve Suleymandan oluşur. Bunun gibi Ebu'z-Zinâd, Ebu Seleme ve Sâlim'in yerine Ebu Bekr b. Abdirrahmân'ı fukahâ-yı seb'adan saymıştır. Ali İbnu'l-Medînî'ye göre ise medineli fakihler Sa'îd, Kasım, Ebu Seleme, Hârice, Kardeşi İsmail b. Zeyd, Abdullah b. Ömer'in oğulları Salim, Hamza, Zeyd, Ubeydullah, Bilal; Ebân b. Osman, Kabîsa b. Zueyb olmak üzere on iki kişidir. 291Anlaşılıyor ki Ali İbnuİ-Medînî ayrıca Fukahâyı Seb'adan bahsetmemiştir.
Sahabeden sonraki tâbî'iler neslinin ilimde haklı bir şöhrete sahip olan âlimleri şüphesiz bu kadar değildir. Yüce Allah hepsinden razı olsun, aralarında daha nice âlimler yetişmiştir. Bunların ilim uğruna yılmak bilmeyen gayretleri sayesinde sahabenin Hz. Peygamber (s.a.s)'den öğrendikleri ilim korunabilmiş ve sonraki nesillere aktarılabilmiştir. Fukahâ-yı Seb'a ise daha çok Fıkıh ilminde meşhur olduklarından bu ilmin yayılmasında üstün hizmetleri olmuştur.

Fulân Lâ Yus'elu Anhu:

Bk. Fulânun Yus'elu Anhu.



Fulân Yus'elu Anhu:

“Falan da nasıl diye sorulur mu?” anlamına gelir. Ta'dil lafızlarından biri olup ravilerin adalet ve zabt yönlerinde güvenilir ve yüksek derecelerde olduğunu ifade eder. Ta'dilin birinci mertebesinde yer alır.


Bir ravi hakkında fulân yus'elu anhu denilerek adalet hükmü verilmişse o ravi her bakımdan güvenilir demektir. Hadisleri makbuldür.
Bu ta'dil lafzıyla aynı manaya gelmek ve aynı mertebede olmak üzere fulânun lâ yus'elu anhu (falanca sorulmayacak biridir) ta'dil lafzı da kullanılır.

G

Gaflet:

Sözlükte “gafil olmak, dikkatsizlik, ne yaptığını bilmemek” mânalarına gelir. Hadis Usûlü ilminde fartu'l-gafle olarak da geçer. Ravinin zaptıyla ilgili cerh sebeplerinden biridir.
Ravinin gafleti, dikkatsizliği, hadis rivayetinin gerektirdiği dikkat ve özenden uzak oluşu, rivayetlerinde hıfz ve itkanla bağdaştırılması mümkün olmayan hallerinin sıkça görülmesidir. Bir ravide bu hallerin sıkça görülmesine kesret-i gaflet, sık sık gaflet hali görülen raviye ise kesîru'l-gafle tabir edilir.
Ravinin hadislerinin yazılı olduğu kitabındaki hatayı başkalarının uyarması üzerine düzelteyim derken daha-büyük bir hata yaparak o hatalı şekliyle rivayet etmesi de gaflet sayılmışür. Başkalarının hatalı düzeltmelerine kapılıp kendi kitabındaki şekli terk ederek hatalı olanı rivayet etmesi de gafletin değişik bir şeklidir. 292
Ravide gaflet hallerinin sıkça görülmesi, özellikle başkalarının hatalarını doğru zannederek kitabındaki şekli terkedip yanlış olanı rivayete kalkışması ve bunu fark ederek düzeltmemesi zabtına dokunur. Böyle bir ravi gafletle cerhedilir. Hadisleri reddolunur.

Galat:

Hata karşılığıdır ve hadis rivayetinde hata yapmayı ifade eder. Ravinin hatası aşırı şekilde olur ve yanlış rivayetleri doğru olarak rivayet ettiklerini geçerse zabt özelliğini kaybetmesine sebep olur. (Bk. Kesretu'l-galat).



Galatâtu'l-Muhaddisîn:

Hadis ravilerinin rivayette yaptıkları bazı hataları ve eleştirilerini ifade eden bir tabirdir. Tashîf ve tahrifle ilgilidir, el-Hasen b. Abdillah el-Askerî'nin konuya dair aynı isimde bir kitabı vardır.



Gâmız:

Sözlükte yüksek yerler arasındaki alçak ve çukur yer, bitkin insan, anlaşılması güç kapalı ve mübhem söz manasınadır. 293


Hadis ilminde son manasıyla ilgili ve daha çok illetin sıfatı olarak geçer. İlle gâmıda denir ki dışardan farkedilmeyen, ancak ehlinin anlayabileceği hadisin gizli kusuru demektir.

Garâbet:

Sözlükte birinci babtan çekilen “ğarabe” fiilinin uzaklaşmak, yalnız kalmak, vatandan uzak düşmek manasına mastarıdır. Sözün garabeti, alışılmamış üslupta olması veya üstü kapalı söylenmesidir.


Hadis Usulünde garabet, teferrüd ve daha az kullanılan infiradla eş manâlı olarak ravinin rivayetinde tek kalması haline denir. Bir başka deyişle ravinin bir şeyhden rivayette teferrüdü yani ondan başka rivayet eden olmamasıdır. Böyle bir ravinin tek başına rivayet ettiği hadise genel olarak ferd adı verilir. Garabet senedin başında olursa hadis ferd-i mutlak, ortasında bulunursa ferd-i nisbî adını alır. Ferd-i nisbî'nin bir adı da garabetle ilgili olarak garîbdir.

Garâ'ib:

Bk. Garib.



Garîb:

Kelime olara “yabancı, garîb, kimsesiz, vatanından uzakta tek başına kalmış kimse” demektir. Genelde hangi tabakadan olursa olsun bir ravinin tek başına rivayet ettiği hadis olarak tarif edilmiştir. Bu manada ferd-i nisbînin öteki adıdır. Sadece bir ravi tarafından rivayet edilen hadis, bir benzeri başka raviler tarafından rivayet edilmediği, yahutta diğer rivayetler ona aykırı olduğu için tak kalan manasında garîb ismini almıştır. Çoğulu garâ'ib gelir.


et-Tîbî'ye göre garib, metin ve isnad yönünden garîb olmak üzere iki kısma ayrılır. Bunlardan birincisine garîbu'l-metn, ikincisine garîbu'l-isnâd adı verilir. Garibu'1-metn, ravinin metnini rivayette tek kaldığı, bir diğer ifadeyle kendisinden başkası tarafından rivayet edilmemiş metinle gelen; garîbu'l- isnad ise metni sahabeden bir grubun rivayeti olarak bilindiği halde bir başka ravinin bir diğer sahabîden tek başına rivayet ettiği hadistir.294 Hadiscilerin, isnadında teferrüd ederek rivayet ettikleri sahih hadisler de garîbu'l-İsnad sayılır. Tirmizî'nin, Sünen'inde yer yer garîb un min hâze'1-vech diye nitelediği hadisler böyle bir isnadla rivayet edilerek garîb olanlardır.
İbn Haceri'l-Askalânî'ye göre garib, ravinin rivayetinde teferrüd ettiği haberdir. Senedin, teferrüdün meydana geldiği yerine göre garîb-i mutlak ve garîb-i nisbi kısımlarına ayrılır. 295 Şu hale göre garib, ferdin öteki adıdır.
Metin yönünden tek olarak rivayet edilmiş yahut da isnadı tek olan hadislere de garib denilmiştir. Buna göre garîb, benzeri başka raviler tarafından rivayet edilmemiş veya isnad yönünden tek kalmış olan hadistir. Ravisinin metindeki herhangi bir ziyade lafzın rivayetinde tek kalmış olması da buna dahildir. İmam Malik'in şu hadisi metindeki ziyade yönünden garibe misaldir.
“Hz. Peygamber (s.a.s) büyük-küçük, köle-hür bütün müslümanların Ramazanda fıtır sadakasını bir sa' ölçüsü hurma (veya) aynı ölçüde arpa olarak vermelerini emretti.”296 Bu hadisin metnindeki “mine'l-muslimîn” ziyadesinde İmam Mâlik teferrüd etmiştir. Bu demektir ki, hadisin İmam Mâlikten başka bütün ravilerinin rivayetlerinde bu ziyade yoktur. Dolayısıyle onun teferrüd ettiği bu fazladan lafızları taşıyan metin garîbtir.
Bir garîb hadis, diğer tanklardan rivayet edildiği anlaşılırsa garîb olmaktan kurtulur. Rivayet tanklarının sayısına göre azîz ya da meşhur mertebesine yükselir.
Garib hadislerin çoğu hüküm yönünden sahih olmamakla birlikte garabet sıhhate mani olmaz; çünkü hadisin sıhhati, ravisinin rivayette tek kalmasından çok sika oluşuna bağlıdır. Buna göre bir garîb hadis, ravilerinin adalet ve zabt durumlarına göre sahih olduğu gibi hasen veya zayıf da olabilir. Nitekim Buhârî ve Müslim sahihlerinde pek çok garîb hadis vardır. El-Bezzâr’ın Müsned'inde, et-Taberânî'nin el-Mu'cemu'1-Evsatı ile el-Mu'cemu's-Sağîr'inde de hayli garib hadis bulunmaktadır. Şu hale göre garîb hadisler içinde makbul olanları bulunmakla beraber ekseriyeti zayıftır. Bu sebepten Tâbi'fler, Etbâ'ut-Tâbi'în ve daha sonraki nesillerin hadiscileri garîb hadislere pek rağbet etmemişlerdir.

Garîbi'l-Meşhûr:

İsnadın baş tarafında bir veya birkaç tabakada bir ravinin tek başına rivayet ettiği garîb bir hadis olmakla birlikte sonradan her tabakada birkaç ravi tarafından rivayet edilmekle meşhur grubuna giren hadise denir.



Garîbi'l- Mutlak:

Bk. Ferd-i Mutlak ve Garîb.



Garîb-i Nisbî:

Bk. Ferd-i Nisbî ve Garib.



Garibeyn:

“İki garîb” manasına gelen bu tabir için bk. Kitabu'l-Garibeyn.



Garîbu'l-Hadîs:

Garib hadisle bir ilgisi olmayan, bu yüzden onunla karıştırılmaması gereken garîbu'l-hadîs tabiri, hadislerin herkes tarafından kolayca anlaşılamayan, ancak Arap dilinde derinleşmiş alimlerin anlayabilecekleri lafızları manasınadır. Konusunu hadislerin anlaşılması güç lafızlarının açıklanmasının teşkil ettiği ilme de garîbu'l-hadîs ilmi denir.


Misal vermek gerekirse,
“Allah Kitabı Kur'an-ı Kerim gökten yere uzanan bir nurdur” hadisindeki “habl” lafzı garib bir lafızdır. Aslında “ip” manasına gelen bu kelimeyle Hz. Peygamber (s.a.s) Kur'ân-ı Kerim'i mü’min gönülleri aydınlatan bir nur olarak nitelemişlerdir; zira araplar güneşin huzmeler şeklinde yeryüzünü aydınlatan ışığını ip veya ipliğe benzetirler. Nitekim, ayetinde de 297öyledir ve fecir aydınlığı beyaz ipliğe, gece karanlığı siyah ipliğe teşbih buyurulmuştur. 298
Hadislerin doğru ve etraflı bir şekilde anlaşılabilmesi her şeyden önce garîb lafızlarının iyice anlaşılmasına bağlıdır; Çünkü hadisten doğru hüküm çıkarılabilmesi için bütün lafızlarının iyce anlaşılması gerekir.
Hz. Peygamber (s.a.s) herkesin anlayabileceği şekilde fasih ve açık konuştuğu için hadislerde kapalılık yoktur. Anlaşılması güç lafızlar da pek fazla değildir. Bu itibarla sahabiler için hadisleri anlama güçlüğü söz konusu olmamıştır. Bununla birlikte sahabîler, anlayamadıkları Kur'ân-ı Kerim ayetlerini olduğu gibi Hz. Peygamber'in sözlerindeki anlayamadıkları lafızları da sorup öğrenmişlerdir. O'nun ebedi aleme göç etmesinden sonra kısa zamanda fetihler ilerlemiş ve Arap asıllı olmayanlardan müslüman olanların sayısı hayli artmıştır. Bu yeni dini kabul edip onun Kur'an-ı Kerim ve hadislerden ibaret iki ana kaynağını iyice öğrenmek isteyenler bunların bazı lafızlarını etraflıca anlayamamak gibi bir durumla karşılaşmışlardır. Aslında diğer müslümanların gerek Kur'ân-ı Kerimi, gerekse hadisleri arap aslından olanlar derecesinde anlamaları zordur. Kaldı ki bu iki kaynağın iyice anlaşılabilmesi belli bir islamî kültür seviyesine ulaşmayı gerektirir. Yeni müslüman olmuş, değil, Arapçayı, dinini bile henüz layıkiyle öğrenememiş müslümanın böyle bir kültüre sahip olamıyacağı açıktır.
Öte yandan Hadis İlminde en düşük seviye olan rivayet derecesinde olanlardan başlamak üzere her derecedeki muhaddisler arasında hadislerin garib lafızlarını bilmek şart görülmüştür, durum böyle olunca hadislerin garîb lafızlarını açıklayan kitaplara şiddetle ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaç Kur'an-ı Kerim'in garib lafızlarını açıklayan kitapların yanında garîbu'l-hadis kitaplannın tasnifine yol açmıştır. Tasnif edilen kitaplann bir kısmı garibu'l-Kur'anla birlikte garîbu'l-hadisi de ihtiva eder ki Kitâbu'l-garibeyn adlı eserler bu tür kitaplardır.
İlk garibu'l-hadis kitabını tasnif eden alim olarak, Ebu'l-Hasen en-Nadr b. Şumeyl bilinir. Bununla birlikte bazıları ilk garibu'l-hadis kitabını Ebu Ubeyde Ma’mer İbni'l-Musenna’nın tertiplediği görüşündedirler. Her ikisi de üçüncü hicrî asrın başlarında ölmüşlerdir. Buna göre denilebilir ki, garibu'l-hadis kitapları ikinci asrın sonlarına doğru yazılmaya başlanmıştır. Zamanla ilk yazılan kitaplar esas olmak üzere garîbu'l-hadis kitapları çoğalmıştır. Bunlardan en önemli birkaçı şunlardır:
1. Garîbu'l-Hadîs: Ebu Ubeyde el-Kasım b. Selâm el-Herevî 299
2. Garîbu'l-Hadîs: Abdullah b. Müslim b. Kuteybe
3. el-Fâ'ik fî Garîbi'l-Hadîs: Mahmud b. Umer ez-Zemahşeri
4. en-Nihâye fî Garîbi'l-Hadîs: İbnu'l-Esîri'l-Cezerî.300

Garîbu'l-İsnâd:

Bk. Garîb.



Garîbul-Metn:

Bk. Garîb.



Garîbun Metnen Ve İsnâden:

Senedi tek olduğundan metni de tek olan ve böylece her iki yönden garîb olan hadisi ifâde etmekte kullanılmış bir tabirdir.



Garîbun Min Haze'l-Vechi:

Bak. Garîb.



Gayr-ı Meşhur Âhad:

Bk. Âhad.



Gayru Dâbıt:

Bk. Zabt


Gayru Me'huz Bih:

Sözlük İtibariyle “alınmayan” demek olup bazı hadis alimlerine göre sahih ve hasen gibi makbul hadislerin kısımlarından biridir.


Muhtelifu'l-hadîs konusuyla ilgili olarak bir makbul hadis, ona zıt diğer bir hadisle aralarında mu'araza denilen çelişki bulunmasından ya salim olur; ya olmaz. Eğer mu'arazadan salim ise muhkemdir. Böyle bir muhkem hadisin hükmü, me'huzun bih olarak kabul edilerek gereğince hareket edilmesidir. Şayet ona zıt bir mu'anz hadis olduğu takdirde o mu'arız olan hadis de ya makbul bir hadistir; ya da değildir. Mu'arız, makbul bir hadisse araları külfetsiz ve altla uygun bir şekilde birleştirilmeye çalışılır. Değilse yine muhkem olan ilk hadis muhkem ve me'huzun bih, diğeri ise gayru me'hûzun bih addedilir. 301
Buna göre me'hûz bih, makbul bir hadise aykırı olan, ancak makbul olmadığından nazarı dikkate alınmayan hadis manasında bir terim olmaktadır.

Gayru Me’mûn:

“Güvenilir değil” anlamına gelen ve başta es-Sehâvî olmak üzere kimi alimlere göre üçüncü mertebeye delâlet eden cerh lafzıdır.



Gayru Mensûb:

“Nisbet edilmeyen” demektir. Umumiyetle baba veya dedesine ya da herhangi bir beldeye nisbet edilmeksizin sadece ismiyle söylenerek mübhem bırakılmış olan raviye denir.



Gayru Sâbit:

Sabit olmayan nesne manasına bir tabir olup kimi mevzuat kitaplarıyla zayıf ravilere ayrılmış kaynaklarda, hadisin Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözü olarak sabit olmadığını; dolayısiyle mevzu olduğunu dile getiren tabir olarak kullanılmıştır.




Gayru Sika:

Gayra Sikatin ve la Me’mûnin lafzının kısa şekli olup “sika değil” manasına gelir. Beşinci mertebeden cerh lafizlarındandır. Cerh lafızlarının hepsi altı mertebe olduğu dikkate alınırsa bu ve benzeri beşinci derece lafızlarının diğer mertebelerdekilere nisbetle daha ağır cerhe delalet ettiği anlaşılır.


Hakkında gayru sikatin denilerek cerhine hükmedilmiş ravinin kendisi de hadisleri de terkedilir.

Gayru Sika Ve La Me’mûn:

“Ne sikadır ne de güvenilir biridir” anlamını veren bu terim için bk. Gayru sika.


Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə