Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə10/51
tarix25.06.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#51703
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   51

Ehlu'l-Eser:

Bk. Ashâbu'l-Hadîs.



Ehlu'l-Hadîs:

Bk. Ashâbu'l-Hadîs.



Ehlu'l-Hevâ:

Hevâ, sözlükte bir nesneye meftunluk ve aşk manasınadır. Hayırda da serde de kullanılır. Nefsin istek ve arzusuna hevâ denir ki murat, şehvet arzusudur. İnsan nefsinin irade ve arzu ettiği nesneye de heva denir. Aynı kelime bir nesneyi sevmek, ona muhabbet duyguları beslemek manasına da gelir. Çoğulu ehvâdır. 189Buna göre ehlu'l-hevâ, bir şeye meftun olanlar, nefisleri için bir şeyler arzu edenler, bir nesneye karşı içlerinde arzu ve istek duyanlar, ona düşkün olanlar manasına bir tabirdir.


Hadis İlminde ehlu'1-hevâ, ehlu'l-bid'a tabiriyle aynı manada kullanılmış ve özellikle kelamcılar kasdedilmiştir. Bilindiği gibi kelamcılar eski Yunan felsefesinin meselelerini adeta İslâm Dini'ne uygulama gibi bir tutum izlemişlerdir. Allah'ın sıfatlan üzerinde münakaşalar açan, Kur'ân-i Kerim yaratılmış mıdır, değil midir; tartışmalarına zemin hazırlayanlar onlardır. Başta Mu'tezile olmak üzere Mürci'e, Kaderiye, Cebriye gibi itikadi fırkaların Allah'ın sıfatlan, kaza-kader, büyük günahlar, insanın fiilleri gibi imanla ilgili pek çok konuda yaptıklan münakaşalarda kelamcılann büyük payı vardır. Kelamcılar birçok konuda Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in sahih hadisleriyle açıklananların ötesinde çetin meselelere dalmışlardır. Sahabîlerin ve Tâbi'u'nun Kur'ân-ı Kerim ışığında şekillenmiş itikatlarına zıt görüşlerin ortaya çıkışında bunların önemli rolleri olmuştur. Denilebilir ki ehl-i bid'atın yaptıklarını bir başka açıdan kelamcılar yapmışlardır.
İbn Abdilberr'e göre bütün İslâm ülkelerindeki kelamcılar ehl-i bid'atdandır, yolunu şaşırmış kimselerdir. Nereye giderlerse gitsinler alim olarak itibar edilmezler. Gerçek manada İslâm âlimleri Hadîs ve Fıkıh alimleridir. İmam Mâlik de bid'at ve heva ehlinden olanların şahitliğinin caiz olmadığı görüşündedir. O'na göre Eş'arî de olsa bütün kelamcılar heva ehlidirler. Bid'atlan sebebiyle sürgün edilir; tedibe maruz bırakılırlar. Eğer bid'atlerinde devam ederlerse tevbeye çağrılırlar, el-Hasenu'l-Basri de “heva ehli ile birlikte aynı mecliste oturmayın, onlarla münakaşaya girmeyin. Onlan dinlemeyin” tavsiyesinde bulunmuştur. 190
Görüldüğü gibi ehlu'1-hevâ, hadis ilminde ehlu'l-bid'a karşılığı olarak kullanılmıştır, ancak kaydetmek gerekir ki,
ehlu'l-bid'a tabiri daha umumîdir.

Ehlu's-Suffe:

Bk. Ashâb-ı Suffe.



E'imme Hamse:

“Beş imam” demek olup el-kutubu's-Sitte sahiplerinden Buhari ve Müslim ile Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nese'i olmak üzere beşine denir.



E'imme Sitte:

“Altı imam” anlamına sıfat tamlamasıdır, el-Kutubu's-Sitte sahiplerini ifade eden ayn bir tabirdir.



Ekâbir Ve Esâğir:

Hadis Usulünde rivayetu'l-ekâbir ani'l-esâğir (büyüklerin küçüklerden rivayeti) şeklinde geçer. Normalde küçüklerin büyüklerden rivayeti en çok görülen rivayet şeklidir. Ancak, kendisinden rivayette bulunulan ravi (el-merviyy anh) az da olsa rivayet eden raviden gerek yaş, gerekse fazilet itibariyle üstün olabilir. Bu durumda hataya veya isnadda takdim-tehir olduğu vehmine düşmek ihtimali söz konusudur. Öyle olunca da ekâbir ve esâğir konusu önemli bir konu olmaktadır. 191


İbnu's-Salâha göre ekâbirin esâğirden rivayeti birkaç çeşittir. Bunlardan birincisi ravinin, kendisinden rivayette bulunulan şeyhten yaşça büyük, tabaka itibariyle önde olmasıdır. ez-Zuhrî ile Yahya b. Sa'id el-Ensârî'nin Mâlik b. Enes'ten; müteahhirinden Ebu'l-Kasım Ubeydullah b. Ahmed'in bazı eserlerinde talebesi el-Hatîbu'l-Bağdâdî'den rivayetleri buna misaldir.
İkincisi, ravinin, rivayette bulunduğu şeyhinden hadis bilgisi ve hıfz yönünden daha üstün ancak yaşça küçük olması halidir. Mâlik b. Enes'ln Abdullah b. Dinardan; Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye'nin Ubeydullah b. Musa el-Absi'den rivayetleri de bu konuda misaldir.
Üçüncüsü, ravinin rivayette bulunduğu kimseden hem yaşça büyük, hem Hadis İlminde üstün olmasıdır. Abdulğanî b. Sa'îd'in Muhammed b. Ali es-Sûri'den, Ebu Bekri'l-Berkânî'nin el Hatîbu'l-Bağdâdî'den, el-Hatîb'in Ebu Nasr b. Mâkûlâ'dan rivayetleri bu cümledendir.
Sahabenin tabi'inden rivayetleri de ekabirin esagirden rivayetlerine dahildir. AbâdiJe ve diğer bazı sahabîlerin Ka'bu'l-Ahbâr'dan rivayetleri buna misal teşkil eder. Tabi'ilerin Tebe'u't-Tabi'în nesline mensup birinden rivayetleri de aynı şekilde büyüklerin küçüklerden rivayetlerinin misalini oluşturur. Nitekim kendisi tâbi'î olmayan Amr b. Şu'ayb'dan bir rivayete göre yirmiden fazla, bir rivayete göre yetmiş. Hafız Ebu'l-Fadl el-Trâkî'nin tesbitine göre ise elli küsur tâbi'î hadis rivayet etmiştir. 192

Ekseru's-Sahâbe Fetven:

“Sahabenin çok fetva verenleri” karşılığı bir tabirdir. Sahabîler içinde en fazla fetva veren Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Abbâs, Ömer İbnul-Hattâb, Abdullah b. Mes'ud, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer ve Hz. A'işe'yi ifade eden bir deyiş olarak kullanılmıştır. 193



Ekseru's-Sahâbe Hadisen:

Bk. Muksirün.



Ekzebu'n-Nâs:

“İnsanların en yalancısı” manasına gelen bir tabir olup cerh lafızlarmdandır. İbn ebî Hâtim'in dört mertebe olarak tesbit ettiği cerh lafızlarına İbn Haceri'l-Askalânî'nin eklediği en ağır cerhe delâlet eden lafızlar arasında yer alır. Hakkında ekzebu'n-nâs denilen bir ravinin hadisleri yalan sayılır.



Elfâz-ı Câzime:

Bk. Cezm Lafızları.



Elfâzu'ı-Cerh:

Bk. Cerh Lafızları.



Elfâz-ı Cerh Ve Ta'dîl:

Bk. Cerh Ve Ta'dîl Lafızları.



Elfâzu'l-Edâ:

Bk. Edâ Lafızları.



Elfâzu't-Ta'dil:

Bk. Tadil Lafızları.



Elfiyye:

“Binlik” anlamına gelen bir tabirdir. Hadis Usûlü konularını bin beyitle anlatan manzum eserlere denir.


Abdurrahim İbnu'l-Huseyn el-Irâkî'nin Elfiyyesi ile Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Suyûtî'nin Elfiyyetu'l-Hadîsi konunun örnekleridir. İbnu's-Salâh'ın Ulümu'l-Hadîsini nazım yoluyla ifade eden ilki es-Sehâvî tarafından şerhedilmiş; şerhe Fethu'l-Muğîs Şerhu Elfiyyeti'l-Hadîs li’l-Irâkî adı verilmiştir. Bu eser, aslı olan Elfiyye gibi birkaç kere basılmıştır. Suyûtî'nin Elfiyye'sinin de birkaç baskısı vardır.

Elkâb:

Lakab'ın çoğuludur. Lakab, bilinen manâsıyla bir kimsenin asıl isminden ayn olarak takındığı isimdir. aynı kökten telkib, bir kimseye lakab vermek, telakkub ise lakablanmak demektir,


Lakab, teşrif lakabı, ta'rif lakabı ve tahkir lakabı olmak üzere üç şekilde olur. Teşrif lakabı bir kimseye iltifat etmek, onun meziyetlerini dile getirmek için söylenen îakabdır. Sultan Birinci Selim’e dirayeti yüzünden takılan Yavuz lakabı gibi. Ta'rif lakabı, kişiyi tanımada yardımcı olan lakabdır. Şairlerin mahlasları bu kabildendir. Bir kimseyi küçük düşürücü veya ona hakaret kasdıyle söylenen tahkir lakabları İslâm'da caiz değildir. Bir şahsın hoşuna gitmeyecek lakaplarla çağrılması da öyledir. Bu konuda, “.... birbirinizi kötü lakablarla çağırmayın” buyurulmuştur. 194
Bir kimsenin herhangi bir vasfı, hali veya başından geçen ilginç bir olay veyahutta herhangi bir sebeple verilen ve bazen isminden çok meşhur olan lakabıyle anılması geleneği çok eskidir. İslâmiyette ilk lakabın Hz. Ebubekr'in Atik lakabı olduğu söylenir. Ne var ki bu lakabın ona ne sebeple verildiği ihtilaflıdır. Kimi alimler Hz. Ebubekrin atâkati yani yüzünün güzelliği ve nurlu oluşu yüzünden bu lakabla anıldığı görüşündedirler. Kimi de bu lakabı Atîkullâhi mine'n-nâr (Allah'ın Cehennemden uzak tuttuğu kimse) manasıyle açıklamışlardır. 195
Hadis ilminde elkâb, veya öteki adiyle elkâbu'l-muhaddisîn, rical ilmiyle ilgili bir konudur. Mevzu itibariyle meşhur ravilerin lakabları, lakablanyla tanınanların isim ve künyeleriyle ilgilidir. Konunun önemi şuradan gelir: Hadis ravilerinden bahseden kitaplarda bir ravi metot icabı veya hakkında elde edilebilen malumatın müsaade ettiği ölçüde, çok kere ismiyle zikredilir. Arada bir laka-biyle kaydedilenler de olur. Ravilerin lak-ablarının bilinmemesi, bazı mahzurların doğmasına yol açabilir. Söz gelişi, bir yerde İsmiyle, bir başka yerde lakabiyle zikredilen bir ravinin ayrı ayn şahıslar zannedilme ihtimali her zaman için vardır. Mesela, Süheyl b. Ebî Salih'in kardeşi Abdullah b. Ebî Salih, bazı yerlerde Abbâd b. Ebî Salih lakabiyle geçer. Bunları birbirine karıştırıp aynı şahsı ayrı kişiler sananlar olmuştur. 196O halde ravilerin lakablarınin bilinmesi her şeyden önce hatanın önüne geçer. Kaldı ki, lakabın bilinmesi ravinin de bilinmesi demektir. İsmi ve lakabı bilinen ravi hakkında verilen hükümler ise daha isabetli olur. Ayrıca ravinin lakabının bilinmesi onun yanlış değerlendirilmesine manidir. Nitekim İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine bakılırsa meşhur muhaddis Ebu Hatim b. Hibbân, Abdullah b. Muhammed ed-Da'ıf lakabının ona sıska ve zayıf olduğundan verildiğini bilmediği için zayıf ravi zannetmiştir. Oysa Ebu Hatim er-Râzî belki de telkib sebebini bildiğinden ondan hadis rivayet etmekte bir an bile tereddüt etmemiştir.197 Abdulğanî b. Sa'id'in Abdullah'ı da katarak söylediği şu sözler lakabların bilinmeyişi yüzünden yanlış değerlendirmelerin yapılabileceğinin ifadesidir: “İki yüce kişi vardır ki lakabları kötüdür. Bunlardan biri Mu'aviye b. Abdilkerim ed-Dâl diğeri Abdullah b. Muhammed ed-Da'îfdir.” Hatırlanacağı üzere ed-Dâl, yolunu şaşırmış, dalâlette kalan, kısaca sapık insan demektir. Mu'aviye'ye Mekke yolunda yittiği için verilmiştir. Abdullah'ın ed-Da'îf lakabı ise elinde olmayan bir sebebin sonucudur.
İbnu's-Salâh, kötü lakablı olduğu halde aslında üstün hasletlere sahip bir üçüncü şahıs olarak Arîm denilen Ebu'n-Nu’ınân Muhammed b. Ebi'l-Fadli's-Sedûsî'yi misal verir. Muhammed, her ne kadar Arim yani fesatçı lakabiyle anılmışsa da lakabının adamı olmaktan tamamen uzaktır.
Şu hale göre ravilerin lakablannın bilinmesi, onların tanınmalarına önemli ölçüde yardımcı olur. İsim benzerliği olan diğer ravilerle karıştırılmamalarının önüne geçer. Haklarında doğru değerlendirme yapılmasını sağlar.
Lakabların bir kısmının telkîb sebepleri bilindiği gibi bir kısmınınki bilinmez. Elkâb konusunda tasnif edilmiş kitaplarda lakablarıyla meşhur ravilerin isimleri açıklanırken bilinen telkîb sebepleri de açıklanmıştır. Bunlardan İbnu's-Salâh'ın kaydettiklerini naklediyoruz.
Gunder: Ebubekr Muhammed b. Ca'feri'l-Basri'nin lakabıdır. Rivayete göre İbn Cureyc Basra'ya gelerek el-Hasenu'l-Basrî'den hadis rivayet eder. İtiraz edilir. İş nizaya kadar varır. En şiddetli tartışanlardan biri de Muhammed b. Ca’ferdir. Bunun üzerine İbn Cureyc, Hicazlıların münakaşa sevenlere söyledikleri şekilde “Gunder, sen sus!” der. Bundan sonra Muhammed'in lakabı Gunder olur. Zamanla bu tabir cedelciler arasında yaygın hale gelir.
Rical kitaplarında Gunder lakabıyle zikredilmiş hayli ravi vardır, söz gelişi Ebu'l-Huseyn Muhammed b. Ca'feri'r-Râzî, Ebubekr Muhammed b. Ca'feri'l-Bağdâdî, Ebu't-Tayyib Muhammed b. Cafer el-Bağdâdi hep Gunder lakabiyle anılanlardandır. Tabiatiyle adı Muhammed b. Ca'fer olmadığı halde Gunder lakabı alanlar da vardır.
Guncâr: Ebu Ahmed İsa b. Musa'nın lakabıdır. Yanakları kırmızı olduğundan bu lakabı almıştır. Aynı lakabla meşhur alimlerden biri de Târîh Buhârâ kitabının musannifi Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Buhâridir.
Sa'ika: Ebu Yahya Muhammed b. Abdirrahimin yıldırım manasına gelen bu lakabı hadisleri çabuk ezberlemesi, süratli müzakere etmesi yüzünden verilmiştir.
Şebâb: Halîfetu'bnu Hayyat'ın lakabıdır.
Zuneyc: Ebu Gassân Muhammed b. Amri'l-İsbehâni'nin lakabıdır.
Ruste: Ebu'l-Hasen Abdurrahmân b. Umer'e verilen lakabdır.
Suneyd: el-Huseyn b. Dâvud el-Missîsî'ye verilmiştir.
Bundâr: Bu lakab Buhâri ve Müslim'in şeyhi olan Muhammed b. Beşşâr'a hadisdeki hıfz ve itkanının sağlamlığı veya hadisle fazlaca meşguliyeti sebebiyle verilmiştir. 198
Kaysar: Ebu'n-Nadr Hâşim İbnu'l-Kasım'ın lakabıdır.
el-Ahfeş: Ğarîbu'l-Muvatta kitabının musannifi Ahmed b. İmrân el-Basrî'nin lakabıdır. Ayrıca el-Ahfeş lakabiyle meşhur üç filolog vardır.
Murabbâ’: Muhammed b. İbrahim el-Bağdâdî'nin lakabıdır.
Abîduni'1-İclu: Ebu Ali el-Huseyn b. Muhammed el-Bağdâdi'nin lakabıdır. 199
Mâ Ğamme: Allân lakabiyle de tanınan ve Allân Mâ Gamme şeklinde iki lakablı olduğu da söylenen Ali İbnu'l-Hasen b. Abdissamed el-Bağdâdî'ye verilen Îakabdır. Rivayete göre Yahya b. Ma'în, ashabından beş kişiye bu lakabı vermiştir.
Seccâde: el-Hasen b. Hammâd'ın lakabıdır. Aynı lakabla meşhur olan ikinci bir ravi, el-Huseyn b. Aîımeddir. el-Haseni bundan ayırmak için ona Seccade el-Meşhûr denilmiştir.
Müşkdâne: “Mis Kabı” manasına gelen bu lakabla Abdullah b. Umer b. Muhammed telkîb edilmiştir.
Mutayyen: “Balçıkla sıvanmış” veya “çamura bulanmış” manasına gelen bu lakabı Ebu Ca'feri'l-Hadramî almıştır. 200
Abdân: Bu lakabı alan epey ravi vardır. En büyükleri Abdullah İbnu'l-Mubârek ashabından Abdullah b. Osman el-Mervezîdir. 201
Hadis ilminde büyük önemi bulunan elkâb konusunda çeşitli kitaplar tasnif edilmiştir. Bu kitaplar içinde en önemlileri şunlardır:
1. Kitâbu'l-Elkâb ve'1-Kunâ: Ebubekr Ahmed b. Abdirrahmân eş-Şîrâzi
2. Muntehâ'l-Kemâl fi Ma'rifeti Elkâbi'r-Ricâl: Ebu'1-Fadl Ali İbnu'l-Huseyn b. Ahmed el-Felekî.
3. Keşfu'n-Nikâb an Esmâ'il-Elkâb: Ebu'l-Ferec Abdurrahmân İbnu'l-Cevzî.
4. Nuzhetu'l-Elbâb: İbn Haceri'l-Askalânî.
5. Keşfu'n-Nikâb ani'1-EIkâb: Celaluddin Abdurrahmân b. Ebibekr es-Suyûtî.202

Elkâbu'l-Muhaddısîn:

Bk. Elkâb.



Emâlî:

İmla etmek, yazmak manasına imlânın çoğuludur. Meclis veya çoğuluyla mecâlis denilen ve hadis yazmak için yapılan toplantılarda talebenin yazdığı hadislerden meydana gelen kitaplara denir. Şafiî'ler emâlî yerine ta'lik


sözünü kullanırlar. 203
Emâlî Kitaplarının en meşhurları arasında el-Bezzâr, Muhammed b. İshâk b. Mende, el-Hâkimu'n-Nîsâbûri, el-Hasen b. Ali el-Cevherî, el-Hatîbu'l-Bağdâdî, İbn Asâkir'in emâlileri ile Abdulkerim b. Muhammed er-Râfi'înin Fatiha Suresinin kelimeleri sayısınca 30 mecliste imla ettiği hadislerden oluşan Emâlisi kayda değer. Ebu Zur'a Ahmed b. Abdirrahmân el-Irakî ile İbn Haceri'l-Askalânî'nin emâlileri de aynı alanda meşhur eserlerdir.

Emânet:

Sözlükte güvenilir olmak manasına mastardır. Hadis usulünde ravinin sika yani güvenilir biri olduğunu ifade eden tabir olarak kullanılmıştır.



Emera:

Emretmek, buyurmak anlamını veren kök fiildir. Hadis rivayetinde kullanılan cezm sigalarından biridir. “Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu” denildiğinde bahsedilen hususun açıkça merfu olduğu anlaşılır.



Emîru'l-Mu’ınınîn:

“Mü’minlerin emiri”, demektir. Emir, iş gören, emreden, başkan, lider manalarına geldiğine göre Mü’minlerin emiri tabiri aynı zamanda müslümanları yöneten, onları idare eden manasını da verir.


Tarihi belgelere bakılırsa emiru'l-Mü’minîn tabiri hicretin ikinci yılından itibaren kullanılmaya başlamıştır. Rivayetlere göre Hz. Peygamber o yıl, (s.a.s) bir grup sahabîyi techizatlı olarak bir yere göndermiş, başlarına Abdullah b. Cahş'ı kumandan tayin etmiştir. Birlik yola çıkarken Abdullah'a emîru'l-Mü’minîn diyerek hitabetmiştir. 204Bundan sonra Abdullah b. Cahş, emîru'l-mu’ıninîn lakabiyle anılmaya başlamıştır. Aynı tabir daha sonraları halife ve valilere hitapta kullanılan özel bir tabir haline gelmiştir.
Hadiste emîru'l-mu’ıninîn, muhaddislerin lakaplarındandır. Hadis ilimlerinin tümünde en yüksek dereceye yükselmiş olan alimler için kullanılır. Hıfz ve dirayet itibariyle devrinin parmakla gösterilen hadis otoritelerine bu lakab verilmiştir. Ebu'z-Zinâd Abdurrahmân b. Abdillah b. Zekvâni'l-Medenî, Şu'be, Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, Buhâri, ed-Dârekutnî, Sufyânu's-Sevrî gibi ömürlerini Sünnet ilmine adamış, bu ilimde en yüksek mertebeye yükselerek haklı bir şöhret kazanmış âlimler hadis ilminde Mü’minlerin emiri addedilmişlerdir.205

Emsâlu'l-Hadîs:

Emsâl, bir nesnenin benzeri manâsına gelen mesel veya mesîlin çoğuludur. Mesel, delil, hüccet, kıssa, söz, destan manalarına da kullanılır. 206Buna göre emsâlu'l-hadis, hadiste mesel kullanma, hadis meselleri demek olur.


Her dilde olduğu gibi Arapçada da mesel bir fikri basit ölçüler içinde vermek mak-sadiyle getirilir. Karmaşık konulan basitleştirmeye, objektif şekle sokarak anlaşılmasını sağlamaya yarar. Dinleyicilerin ilgisini çeker. En azından söze güzellik katar, tesirini artırır. Zihinlerde yerleşmesini kolaylaştırır.
Kur'ân-ı kerim'de meselin güzel ve çarpıcı örnekleri vardır. Hz. Peygamber de sözleri arasında mesel getirmiştir. Rivayete göre o Tarafe'nin “Günler sana bilmediğin şeyleri gösterir. Yol azığı vermediğin yolcular da haberler getirir” mısraını mesel olarak irad ederdi. 207Şu hadislerinde de tebliği karşısında insanların durumu bir meselle çok güzel anlatmıştır:

“Allah'ın beni hidayet ve ilimle göndermesi tıpkı toprağa düşen bol yağmura benzer. Toprağın bir kısmı kabadır. Hemen suyu çeker. Gür otlar, çayırlar yetiştirir. Kurak olanı da vardır. Suyu tutar. Allah insanları onunla faydalandırır. Tuttuğu sudan içerler. Hayvanlarını sular, ekin ekerler.

O bol yağmur bir başka toprağa düşer. Ancak bu toprak kaygandır. Suyu tutmaz. Ot bitirmez. Allah'ın dinini iyce anlayan, Allah'ın benim aracılığımla gönderdiği (tıidayet ve ilim) den faydalanan, bunu bilip başkasına bildiren kimse ile (işittiğinde gururundan) başım bile kaldırmayan; Allah'ın benimle gönderdiği hidayetini kabul etmeyen kimse işte böyledir.” 208

Hz. Peygamberin mesel haline gelen sözleri hadis kitaplarında dağınık bir şekildedir. Yalnız Tirmizî, Süneninde Kitâbu'l-Emsâl ani'n-Nebî (s.a.s) adlı müstakil bölüm ayırarak burada mesel getirmek yoluyla değişik fikirleri işleyen 16 hadis nakletmiştir. 209


Emsâlu'l-Hadis konusunda te'lif edilmiş ayrı bir kitap olarak er-Râmehurmuzî'nin Kitâbu'l'Emsâlil-Mervîyye an Resûlillâh (s.a) isimli eseri vardır. Kısaca Emsâlu'l-Hadîs adıyla da meşhur olan bu kitaptan başka el-Askerî'nin Mecma'u'1-Emsâlinin sonunda mesel olarak kullanılan 58 hadise yer verilmiştir.

Enâ:

Hadis rivayetinde sık sık kullanılan eda lafızlarından ahberanânın kısaltılmış şeklidir.


Muhaddisler, hadisleri yazarken bilhassa isnadlarda çokça geçen bazı lafızları her geçtiği yerde uzun şekliyle yazmak yerine bazı remizler kullanmışlardır. İbnu's-Salâh, hadis yazanların bir karışıklığa meydan vermemek üzere remizler kullanmalarının hadis yazmanın önemli kaidelerinden biri olduğunu söylemişti. Ona göre hadisler yazılırken ahberanâ yerine remzi olan enâ yazılır. 210
Bununla birlikte el-Beyhakî ve diğer bazı muhaddisler haddesenanın remzi olan senanın başına bir elif getirerek şekline koymuşlar ve ahberanânm remzi olarak bunu kullanmışlardır. Ancak İbnu's-Salâh bunu doğru bulmamıştır.
Mağrib muhaddisleri enâ remzini eliften sonra bir “ra” eklemek suretiyle eranâ; veya elif ile zamir arasına “hı” harfi getirerek ehanâ şeklinde kullanmışlarsa da tutulmamıştır. 211Şu hale göre ahberanânın en çok kullanılan remzi enâ olmuştur.
Ahberanâ eda lafzının ahberanî şeklinde müfred zamiriyle kullanılması halinde remzi yoktur.

Enbe'enâ:

“Bize haber verdi” manasına hadis rivayet metotlarından bir kısmıyla rivayette kullanılan eda lafızlarındandır.


el-Hatîbu'l-Bağdadî'nin naklettiği bir habere göre Ahmed b. Salih'e haddesenâ, ahberanâ ve enbe'enâ lafızları sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Haddesenâ en iyisidir. Ahberanâ, haddesenânin altındadır. Enbe'enâ ise ahberanâ gibidir.” 212Bu haber, bazı muhaddislerin enbe'enâ eda lafzını semâ veya arz yoluyla rivayette kullanılan ahberanâ lafzına denk tuttuklarını gösterir. Kadî İyad da şeyhinden işititerck hadis rivayet eden ravinin rivayetinde haddesenâ, ahberenâ, enbeenâ semi'tu fulânen yekûlu, kale lenâ fulânun eda lafızlarından birini kullanmasının caiz olduğunda ihtilaf bulunmadığını söylemiştir. 213İbnu's-Salâh, Kadı İyad'a itiraz etmiş ve bu lafızların bir kısmının özellikle semâ'dan başka yollarla alınan hadislerin edasında kullanılması yaygın hale geldiğinden karışıklığa yol açmamak için sadece sema'a ıtlak edilmemeleri gerektiğini söylemiştir. 214
en-Nevevî’nin de belirttiği gibi enbe'enâ, bazı muahhar muhaddisler nazarında sadece icazet yoluyla alınmış hadislerin edasında ıstılah olmuştur. el-Vicâze kitabının mü'ellifi de bunu tercih etmiştir.215 es-Suyûtî zamanındaki uygulama da o yoldadır; zira ilk devirlerde yaşamış âlimlere göre enbe'enâ, yukarıda da söylendiği gibi, ahberanâ menzilesindedir. Kadı İyad'ın naklettiği ne göre Şube icazetle rivayette bazen enbe'enâ bazen de ahberanâ lafızlarını kullanmıştır. 216
el-Irâkî ise, enbe'enâ lafzının icazet yoluyla alınan hadislerin edasında kullanılması meşhur olduktan sonra artık bu lafızla rivayet edilen hadisin hangi rivayet metoduyla alınırsa alınsın, icazetle alındığı zannını uyandıracağını ve onu ihticac edilemiyecek hadisler derekesine düşüreceğini söylemiştir. 217
Buna göre denilebilir ki enbe'enâ lafzı önceleri az da olsa ahberanâya denk bir eda lafzı olarak kullanılmış, sonraları daha çok icazet yoluyla alman hadislerin rivayetinde arada bir kullanılan rivayet sigası olmuştur.
Enbe'enâ, tekil zamiriyle enbe'enî şeklinde de kullanılır. Bu takdirde kullanan ravinin hadisi şeyhinden yalnızca kendisinin almış olduğu ifade edilmiş olur.

Enbe'enâ Fulân Bi-Kırâ'atî Aleyhi:

Bk. Arz.


Enbe'enâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi Ve Ene Esme'u:

Bkz. Arz.



Enbe'enâ İcâzeten:

Daha çok muahhar hadiscilerin icazet yoluyla almış oldukları hadisleri eda ederken kullandıkları enbe'enâ lafzına icazetle alındığını belirten deyişi ekleyerek kullandıkları eda lafzıdır. (Bk. İcazet).



Enbe'enâ Muzâkereten:

“Bize müzakere yoluyla rivayet etti” demektir. Müzakere sırasında öğrenilen hadislerin rivayetini caiz görenlerin eda sırasında kullanılmasını öngördükleri lafızdır. (Bk. Müzâkere.)



Enbe'enî:

Bk. Enbe'enâ.



Enkeru Mâ Ravâhu Fulân Keza:

“Falancanın en münker rivayet ettiği hadis şudur” manasına muhaddislerin ibareleri arasında arada bir rastlanan tabirlerdendir.


Hadisciler bazen zayıf olmayan bir hadis hakkında bu tabiri kullanırlar. Bununla o hadisin genelde münker rivayetlerde bulunmakla tanınmış bir ravinin hadisi olduğuna işaret etmiş olurlar. Meselâ İbn Adî şöyle demiştir: Bureyd b. Abdillah b. Ebî Burde'nin en münker hadisi, “Yüce Allah bir ümmete hayır dilediğinde peygamberinin ruhunu kendilerinden önce alır” hadisidir. Bu hadisin tarîki hasen, ravileri sikadır. Bir kısım hadis alimleri onu sahih saydıkları hadisler arasına katmışlardır.
ez-Zehebî de bir yerde aynı ibareyi kullanarak “Velid b. Müslim hadislerinin en münkeri Kur'ân-ı Kerim'in ezberlenmesine dair hadisdir” demiştir. Oysa Velid'in bu hadisini Tirmizi rivayet etmiş hasen olduğunu belirtmiştir. el-Hâkim ise aynı hadisin eş-Şeyhân’ın şartına göre sahih olduğunu söylemiştir. 218
Kullanıldığı yere ve kullanma şekline bakılırsa denilebilir ki, hadis alimleri genelde münker rivayetlerde bulunmakla tanınan ravinin hadisine işaret etmek istediklerinde enkeru mâ ravâhu fulânun keza demişlerdir. Bununla bahse konu hadisin daha çok münker rivayetlerle bilinen ravinin hadisi olduğunun gözden uzak tutulmaması gerektiğine dikkat çekmişlerdir. Aslında münker rivayetle tanınan bir ravinin bütün hadislerinin münker olması gerekmez. Kaldı ki, enkeru mâ revâhu fulânun keza diyen hadis alimi o hadis gerçekte zayıf değilse ravisini tezkiye ediyor demektir. Türkçede de bir kimse hakkında “falanın en iyi yaptığı iş yalan söylemektir” demek aslında onu kötülemek; buna karşılık “en kötü işi şudur” demek aslında onu bir anlamda öğmektir. Şu hale göre bir ravi hakkında enkeru mâ ravâhu fulânun keza denilerek bir hadis nakledilmişse o hadis mutlaka münker değildir. Aksine hakkında verilmiş olan sıhhat hükmüne göre değerlendirilecek niteliktedir.

Enne:

“Ki” karşılığı denilebilecek bir edattır. Mastariyet bildirir.


Hadis İlminde mu'en'en veya mu'ennen hadislerin isnadında kullanılır. İsnadında bu lafız kullanılarak rivayet edilen hadisin muttasıl sayılıp sayılmayacağı ihtilaflıdır. (Bk. Mu'ennen).

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə