Hikayeler



Yüklə 485,93 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə5/6
tarix26.03.2022
ölçüsü485,93 Kb.
#84751
1   2   3   4   5   6
Hikayeler - Ömer Seyfettin ( PDFDrive ) (1)

YENİ
 
BİR HEDİYE
 
Yemekten kalkalı belki bir saat olmuştu. Karı koca,
kahvelerini, her zamanki gibi yalının balkonunda içtiler.
İçindeki şeyler silinmiş, süpürülmüş de sonra havaya
mıhlanmış gümüş bir tepsiye benzeyen ay, her tarafı
aydınlatıyor, dargın denize uzun ve yaldızlı yansımasını
bırakıyor; yorgun dağları, ışıksız yalıları, bülbülsüz
koruları mor ve serin sisle örtüyordu. Sadi Bey üçüncü
sigarasını da bitirdi. Bıı, otuz yaşına gelmeden altmışını
tamamlamış sıska bir gençti. Orta yaşa gelmeden
dökülmeye başlayan saçlarından şimdi, tepesinde tek
bir kıl bile yoktu. Kafası ayın ışığıyla bir balkabağı gibi
parlıyordu. Gözlerini uzaklara, pek uzaklara dikmişti...
Karısı Cevriye Hanım -kocasına inat- gürbüz, şişman,
canlı kanlı, genç, dinç bir vücuttu. Yirmi beş yaşında
vardı. Ama, o kadar körpe görünüyordu ki... Tanıyanlar
hep; "Ancak on dördünde..." yargısını verirlerdi. Hem de
şairdi. Kafiye ve milli vezin ona, hayat büyüsü gibi etki
ediyor, yeni şiirler oldukça şişiyor, bu yazın dayanılmaz
sıcağında Tokatlıyan'ın "framboazlı" dondurması yemiş
gibi ferahlıyor, iştahı açılıyor, günde on iki defa karnı
acıkıyordu.
- Oh ne yüce manzara! dedi.
- ...


Sadi Bey sesini çıkarmadı. Sanki işitmemişti. Cevriye
Hanım kıvrandı. Balkonun kenarını sıktı. Bir elini
kalbinin üstüne koydu. Sık sık nefes alıyordu:
- Ah ölüyorum!.. diye derin derin içini çekti.
Sadi Bey uykudan uyanmış gibi, sersem bir hayretle
sordu:
- Niçin karıcığım?
- Kederden?..
- Hangi kederden?
- Halimi görmüyor musun?
- Görüyorum.
- Ne görüyorsun?
- Çok yemek yedin. Biraz hazımsızlık sıkıntısı...
- Ah, işte erkekler!.. diye Cevriye Hanım hüngür
hüngür ağlamaya başladı.
Tepiniyor, hayali bir bisikletin görünmeyen tekerleklerini
çevirir gibi ayaklarını hareket ettiriyor,
- Ah Sadi! Sen hiç beni anlamadın! diyordu.
Sadi Bey, gerçekten karısını iyice anlamamıştı. O
kadar duyarlılığına, kederlenmesine rağmen, her gün


şişmanlıyor, hiç zayıflamıyordu. Sadi Bey, pek maddi,
pek ciddi idi. Her şeyi soğukkanlılıkla düşünürdü. Yine
öyle iken savaşın başından beri her sene donlarının
kemerinden beşer parmak kasılmak zorunluluğu baş
gösteriyordu. Otuz dokuz numara yakalık kullanırken,
şimdi otuz iki numara yakanın içindeki boynu, İsveç
jimnastiğinin en güç hareketlerini bile rahatça
yapabilirdi.
Karısı tekrar sordu:
- Bu halim çok yemek yemekten mi?
- Bilmem.
- Bilmiyorsan, ne iftira ediyorsun?
Sadi Bey cevap vermedi. Yine derinlere daldı, gitti.
Fakat Cevriye Hanım'ın siniri geçmedi. Kocasına ters
ters bakarak,
- Sende saksağan kadar duygu yoktur... dedi. Aklın
fikrin hep yemekte... Balıkpazarı çığırtkanı mısın, nesin?
Pirinç, bulgur, yağ, peynir fiyatı... Düşün babam,
düşün... Sanki senin düşünmenle fiyatlar düşecekmiş
gibi... Halbuki benim etkilenmem ne kadar duygusal, ne
kadar ruhsal... Şu havada parlayan aya bakıyorum, bu
gülümseyen ay şimdi dünyanın yarısına bakıyor...
Kimbilir ne kadar aşk ve ilgiyle seyrediyor...
Sadi Bey omuzlarımı büzerek sinirli bir tavırla.


- Bize ne? dedi. Ne seyrederse etsin...
Cevriye Hanım, kocasına baktı. Sonra ellerini aya
kaldırarak.
- Ey, ilahi çehre! Gülen gözlerinin altında ne kadar
hayvanlar bulunduğunu anlıyor musun? dedi.
Yıldızsız gökyüzünde yalnız başına bakan ay,
"Anlıyorum, anlıyorum..." der gibi sanki daha beter
gülümsüyor, hafif bir rüzgâr denizdeki uzun yansımasını
genişletiyordu. Sadi Bey,
- Benim başkalarının aşklarıyla uğraşacak vaktim
yok... dedi. Cevriye Hanım cevap verdi:
- Balıkpazarı çığırtkanlarının işleriyle uğraşacak vaktin
var ama...
Karı koca birbirlerine baktılar. Sadi Bey sordu:
- Sen benim ne düşündüğümü biliyor musun?
- Biliyorum.
- Ne?
- Et.
- Hayır.
- Pirinç.


- Hayır.
- Yağ.
- Hayır.
- Bulgur.
- Hayır.
- Eh, öyle ise fasulye.
- Hayır.
- Kuru fasulye.
- Hayır diyorum, hanım.
Cevriye Hanım kocasının başka bir şey düşüneceğine
hiç ihtimal vermezdi.
- Şüphesiz bir saattir şairane hayallere dalmamıştın
ya?
Doğru... Şairane değil...
- Ne düşünüyordun, öyleyse sen söyle...
- Ne düşüneceğim? Yeni bir masrafı...
- Ne gibi?


- Bütçemizi altüst edecek bir masraf... Bu ay üçüncü
hediyeyi alacağız. Cevriye Hanım birden anlamadı.
- Ne hediyesi?
- Dayının çocukları sünnet oldular. Yarın akşam
davetliyiz... Ne hediye götüreceğiz? Bu ay düğünleri
olan iki akrabamıza beşer liralık hediye götürdük.
Cevriye Hanım,
- Mutlaka maddi bir hediye götürmek lazım mı? dedi.
Manevi bir hediye götürelim. Bedava, fakat çok kıymetli
bir şey...
- Ne gibi?
- Ben bir şiir yazayım. Onu götürelim.
- Böyle bir maskaralık olmaz.
- Vay, sen şiiri küçük görüyorsun ha...
- Canım... şey...
- Ne?
- Böyle şey olur mu? Niçin?
- Sonra bize...
- Ne diyecekler?


- Deli derler..
Karı koca yarım saat kadar tartıştılar. Her tartışmadan
olduğu gibi, onların tartışmalarından da hiçbir sonuç
çıkmadı. "Fikirlerinin çarpışmasından sanki gerçek
şimşeği söndü." Ay, onları daha iyi görebilmek için
yavaş yavaş, çaktırmadan, daha tepeye, göğün ta
ortasına çıkıyordu. Cevriye Hanım,
- Boş laflarınla şairane hayallerimi dağıtıyorsun! diye
kocasına darıldı.
Kederinden, gerine gerine yatak odasına çıktı.
Balkonda yalnız kalan Sadi Bey, karısının içine fenalık
verecek derecede etkili bu yüce manzara içinde, yarın
alacağı hediyeyi düşündü. "Ne alayım? Ne alayım..."
diyordu.
İki tane sünnet çocuğu... Birer kol saati alsa... Üçer
liradan altı lira... Birer hokka takımı... Beşer liradan on
lira. Pigmalyon'da kemik bir kâğıt bıçağının fiyatını
sormuş ve tenekeden ürken cesur bir spor beygiri gibi
iki adım geriye fırlamıştı... Düşündü, düşündü. Dünyada
ucuz bir şey kalmamıştı. Bu ay hediye için on lira
mümkün değil veremeyecekti. Ayın sonuna daha on
sekiz gün vardı. Gözlerini havadan denize indirdi. Ayın
yansıması, içinden bir karartı geçiriyordu. Dikkat etti. Bir
torpido...
- Havada ay... Denizde ayın yansıması... Ayın
yansımasının içinde de yaldızlı, gümüş köpükler


saçarak yürüyen sessiz, kahraman bir torpido... Bir
ressam olsa şu manzaraya deli olurdu.
Sadi Bey, böyle düşünürken sanki ressammış gibi deli
oldu.
- Buldum! Buldum!... diye haykırdı.
Karısı henüz uyumamıştı. Yatak odasının
penceresinden dağınık saçlı başını çıkardı:
- Ne buldun?
- Alacağımız hediyeyi...
- Ne? Ucuz bir şey mi?
- Hem ucuz, hem pahalı...
- Pahalı... Kaç kuruş? Bin kuruş mu?
- Hayır, bir milyon kuruş...
- Tanesi mi?
- Evet.
- Sen deli olmuşsun? Bu parayı nerde bulacaksın?
- Bir milyon kuruş kıymetinde, ama tanesi bir liraya...
- O ne?


- Bil bakayım...
- Benimle eğleniyorsun...
- Hayır, vallahi doğru söylüyorum.
- Söyle Allah aşkına ne?
- Söyleme, sen de düşün, bul...
- Söyle diyorum, şimdi zihnim dağınık...
- Canım, sende hiç hızlı anlama yeteneği yok mu?
- Sende hızlı anlama yeteneği yok mu?
Sadi Bey balkonda bir kahkaha attı.
- Pekala, bende hızlı anlama yeteneği yoktur. Sende
vardır. Öyle ise işte sana söylüyorum. Bir milyon kuruş
değerinde bir hediye! Fakat alırken bir liraya alacağız.
Nedir? Bul...
- Eğleniyorsun benimle...
- Hayır, eğlenmiyorum.
- Yenir mi? Yenmez mi?
- Yenmez be... Bir milyon liralık şey hiç yenir mi? 140
- Büyük mü, küçük mü?


- El kadar.
Cevriye Hanım, pencereden yarı beline kadar sarkarak
balkona atılacakmış gibi kocasına bakıyor, düşünüyor
düşünüyor, bir türlü bulamıyordu.
- Yumuşak mı, katı mı?
- Yumuşak, ama pamuk gibi değil. Kâğıt gibi.
- Baş harfini söyle.
- D...
Cevriye Hanım "D" harfiyle başlayan birçok şey saydı:
"Dondurma, davul, dama, def, damızlık koyun, duvar
saati, dev aynası, darı, diba, demir, dem çeken
güvercin, dikiş makinesi... vs..." O söyledikçe Sadi Hey
gülüyor; "Bu milyon kuruş kıymetinde mi?" diye karısını
üzüyordu. Cevriye Hanım, bu hediyenin ne olduğunu
bulamadı. Canı öyle sıkıldı ki.. Sonunda cevaben dedi
ki:
- Söyle, nedir, yoksa vallahi kendimi aşağı atarım! diye
haykırdı.
Sadi Bey, gülmekten katılıyor, parlak kafası
sarsılıyordu.
- Kendini atmağa gerek yok, de ki, "Bende hızlı anlama
yeteneği yok!" söyleyeyim.


- Pekala, yok...
Sadi Bey, sandalyesinden kalktı. Meraktan kıvranan
karısının yüzüne bakarak şen ve keyifli bir kahkaha attı.
Ağır bir masraftan birdenbire kurtulan züğürtlere
mahsus samimi bir sevinçle ellerini oğuşturarak içeri
girdi ve o gece pek rahat bir uyku uyudu.
 



Yüklə 485,93 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə