Bezci, E. (2016). Düşsel Ortaçağ’da Aşkın Kanunu: Bir Saray Edebiyatı Okuma Kılavuzu
Olarak André Le Chapelain’in Aşka Dair Adlı Yapıtı. Humanitas, 4(8), 1-14
6
güzelliğini, zarafetini, cömertliğini anlatan ozanların (fr. troubadours-trouvères)
koruyucusu olacaktır. Bu bağlamda, bilinen en eski lirik ozan olarak kabul
edilen Aquitaine Dükü IX. Gauillaume’un kızı kraliçe Aliénor ve özellikle de
onun kızı Champagne Kontesi Marie’nin Saray Edebiyatı’nın Güney’de gelişip,
sonrasında tüm Fransa’ya yayılmasında oynadıkları öncü rolü de anımsamak
gerekir. Saray Edebiyatı’nın en önemli ozanı olan Chrétien de Troyes,
Champagne Kontesi’nin koruması altındadır. Kontes’in isteği üstüne yazdığı
ünlü Lancelot romanının ilk otuz dizesinde Efendisine övgüler düzer ve büyük
bir alçak gönüllülükle, “konusu ve hikâyenin seyri Kontes tarafından verilen”
bu kitaba sadece şairlik yetisini koyduğunu belirtir Chrétien. Hikâyenin başında
söyledikleri bile Saraylı aşkın ruhunu özetlemeye yeter: “Mademki Efendim bir
hikâye yazmamı arzu etti, ben de bütün varlığıyla ona ait, her konuda onun
isteklerine boyun eğmeye hazır biri olarak, seve seve girişeceğim bu işe”
(Troyes, 2002, s. 273). Kahramanlık destanlarında Charlemagne’a karşı
gösterilen koşulsuz bağlılık, Saray Edebiyatı’nda bundan böyle kadına
gösterilecektir. Buyruğuna uyulan Efendi soylu kadındır artık. Destanlardaki
ast-üst ilişkisi (fr. vassal-suzerain) Saray Edebiyatı’nda da aynen korunur. Laure
Verdon’un deyimiyle “saraylı aşk kadınla erkek arasındaki vasalik ilişkidir, ne
eksik ne de fazlası” (Verdun, 2003, s. 96). Bağlılığın yanında, cömertlik,
nezaket, zarafet ve ruh asaleti gibi yeni değerler üretilir. Şövalyeler de artık Aşk
Şövalyesi olmuşlardır.
2. André le Chapelain ve Aşka Dair
André le Chapelain Latince kaleme aldığı Aşka Dair başlıklı kitabı boyunca, aşk
şövalyeliğine soyunan ve bunun için de aşkın ne olduğunu, kadınlara nasıl
davranması gerektiğini öğrenmek isteyen genç dostu Gauthier’ye seslenir:
Bana aşka düştüğünü söylüyorsun. Yakın zamanda Venüs’ün attığı oklarla
yaralanmış biri olarak, şimdiatını nasıl dizginleyeceğini bilemiyor, bu haline bir
çare bulamıyorsun. […] Her ne kadar bu gibi konularla ilgilenilmesini doğru
bulmasam da, aklı başında birinin kendisini bu türden meselelere
adamasınıuygun görmesem de, sana beslediğim sevgidileğini geri çevirmekten
alıkoyuyor beni. Sevme sanatını öğrendiğin gün aşkta daha emin adımlarla
ilerleyeceğin gün gibi aşikâr madem, o halde ben deelimden geldiğince senin bu
isteğine cevap vermeye çalışacağım (2002, s. 45).
André le Chapelain’in çekincesinin altında kuşkusuz, soyadından da
anlaşılacağı üzere, onun pek çok Ortaçağ entelektüeli gibi bir din adamı olması
yatar. Her ne kadar farklı dönemlerde kimliğine ilişkin değişik fikirler ortaya
atılmış ise de, kitabının son bölümünde Kraliyet sarayında papaz olduğunu
söylemesi dışında, André le Chapelain’in tam olarak kim olduğuyla ilgili bilgi
oldukça sınırlıdır. Aynı durum Gauthier için de geçerlidir: Bazı el yazmalarında,
onun “Fransa kralının ünlü yeğeni” olduğu yazılsa da, bu konuda yapılan
tartışmalarda bir fikir birliğine varıldığını söylemek güçtür. Kurmaca bir kişilik
olma ihtimali de yadsınmamalıdır. Sonuçta burada bizim için önemli olan
gerçekte onların kim olduğundan çok, André le Chapelain’in yapıtının XII.
Bezci, E. (2016). Düşsel Ortaçağ’da Aşkın Kanunu: Bir Saray Edebiyatı Okuma Kılavuzu
Olarak André Le Chapelain’in Aşka Dair Adlı Yapıtı. Humanitas, 4(8), 1-14
7
yüzyıl sonunda soylular arasında var olan ideal aşk anlayışı
fin’amor’un
4
doğasını ve edebiyatta bulduğu yankıyı anlamamıza olanak sağlıyor olmasıdır.
Aşk’a dair’in yazıldığı dönemde söz konusu edebiyatın, Chrétien de Troyes’nın
romanları gibi örneğin, en önemli ürünlerini vermiş olduğunu özellikle
belirtmek
isteriz.
Dolayısıyla
dönemin
yazınsal
ürünlerinde
gözlemleyebildiğimiz olguların André le Chapelain’in kitabında
kuramsallaştırıldığını söylemek yanlış olmaz.
3. Saraylı aşkve “Aşkın kanunu”
Kitabın ilk cümlesiyle birlikte Gauthier’nin eğitimi de başlar:
Öncelikle aşkın ne olduğunu, adının nereden geldiğini, üstümüzdeki etkilerini,
kimler arasında mümkün olabileceğini, nasıl elde edilip, nasıl elde tutulacağını,
karşılıklı olup olmadığını gösteren işaretlerin neler olduğunu veâşıklardan birinin
ihanet etmesi durumunda diğerinin nasıl davranacağını irdelemek gerekir (s. 45).
Aşkın tanımını yaptıktan sonra, yukarıda sıraladığı konular çerçevesinde Saraylı
aşkın sıradan insanlar (soylular dışındaki herkes) arasında yaşanan aşktan farklı
olduğunu ortaya koyar. Bunu da değişik kesimlerden kişiler (soylu bir hanımla
alt tabakadan bir erkek örneğin) arasında geçen diyaloglar çerçevesinde yapar.
Burada söz konusu olanSaraylı aşk özel bir aşktır ve ileride değineceğimiz
nedenlerden dolayı yalnızca soylular arasında gerçekleşebilir. Bu anlayışa göre
köylülerin (fr. vilains) ve alt tabakadan diğer insanların arasında yaşanan
ilişkiler de aşk olarak adlandırılamaz zaten; zira onlar aşkın yalnızca tensel
boyutunu bilirler. O da doğal bir içgüdünün doyumundan başka bir şey değildir.
Oysa Saraylı aşk daha çok kavuşamamaya, aşkın tensel olarak tüketilmemesine
yazgılıdır. Önemli olan kavuşma umudu içindeki şövalyenin aşmak zorunda
kaldığı engelleri aşarken, gerçek bir aşk şövalyesinin sahip olmak zorunda
olduğu nitelikleri kazanmasıdır. Lazar’a göre “Saraylı aşk doğruluk, cömertlik,
alçak gönüllülük, onur ve benzeri bütün erdemlerin kaynağıdır” (s. 268). İleride
verdiğimiz “aşk kuralları” nın da gösterdiği gibi, Saraylı aşk ölçülülüğün ve
dengenin temel erdemler olduğu bir değerler bütünü, bir aşk etiğidir. Goff da bu
olgunun altını çizer:
Saraylı aşk ruh ve beden, yürek ve beyin, cinsellik ve duygu arasında mucizevi
bir denge kurmayı bilmiştir. Saraylı aşk kendisini çağın en önemli olgusu
durumuna getiren süslü sözcük öbekleri ve törelerin ötesinde, saraylı skolastiğin
yapmacıklığının ve abartmalarının ötesinde – ve elbette modern çağ halk
ozanlarının alaylarının ötesinde – bir uygarlığın yarattığı tüm ölümlü şeyler
içinden insanlığın duyarlılığına sunduğu ölümsüz bir armağan olarak kalmıştır
(Goff: 2015, s. 388).
4
Türkçeye “kusursuz aşk” olarak çevirebileceğimiz fin’amor(fr. l’amourparfait), o dönemde
Güney Fransa’da konuşulan Oksitan dilinde genel olarak, aşk söz konusu olduğunda, soylu bir
kadına karşı takınılması gereken tavrı ifade eder. L’amour courtois (Saraylı aşk) adlandırması ise
ünlü Ortaçağ edebiyatı uzmanı Gaston Paris’in buluşudur ve XIX. yüzyılın sonundan itibaren
fin’amor’un eşanlamlısı olarak kullanılmaktadır. Courtois sıfatı saray anlamına gelen Cour ya da
Ortaçağ’daki yazımıyla court’dan gelir.
7