Bezci, E. (2016). Düşsel Ortaçağ’da Aşkın Kanunu: Bir Saray Edebiyatı Okuma Kılavuzu
Olarak André Le Chapelain’in Aşka Dair Adlı Yapıtı. Humanitas, 4(8), 1-14
4
yayıcılarından olan Jean Chrysostome, Antonin, Jean de Damas ve Jérôme gibi
ilk azizler bile kadından söz ederlerken “veba”, “cehennemin kapısı”, “şeytanın
silahı”, “cehenneme çıkan kestirme yol”, “şeytanın dölü”, “şeytanın oku” gibi
nitelemeler kullanıp, ona karşı bu denli acımasızken, o dönemde “demir
kuşanan adam” (fr. fervestu) olarak anılan bir X. yüzyıl şövalyesinin, karşı cinse
değer vermesi, ona şefkat göstermesi olası mıdır? Kadının Kilise tarafından bu
derece hor görülmesinin temelinde, kuşkusuz onun “ilk günah”ın taşıyıcısı
olduğu inancı vardır. Dönemin genel kabul gören anlayışına göre, kadın doğası
gereği günahkâr ve zayıf bir yaratık olarak kabul edilir. Bu koşullarda yapılan
evliliklerin temelinde aşkın olmadığını, soyluların gözünde evliliğin soylarını ve
servetlerini sürdürmek için gerekli bir kurum olmaktan öte bir anlam
taşımadığını söylemeye gerek bile yoktur. Batı Ortaçağı aşkı gerçek anlamda
XII. yüzyılda icat edecektir.
Birinci Haçlı Seferi’nin bitip, şövalyelerin yurtlarına geri dönmesiyle birlikte
toplumsal bir dönüşüm yaşanır. André Malraux’nun kendisiyle aşk ve kadın
üstüne yapılan bir söyleşide ironik bir biçimde dile getirdiği bu radikal değişim
bir gerçeğin anlatımıdır:
Sert şövalyeler [Haçlı seferlerinden] evlerine geri döndüklerinde, her şey olup
bitmişti zaten: [onların yokluğunda ] kadınlar aşkı icat etmişlerdi ve erkekler
hapı yutmuştu. [Öncesinde olduğu gibi] istediklerini kaba güçle almak yerine,
zırhlarını bir kenara bırakıp, nazik bir şekilde istemeyi öğrenmeleri gerekti.
Dahası artık şarkı söylemeyi, şiir yazmayı bilmeleri gerekiyordu. Şiir yazdık,
şarkı söyledik, lavta çaldık ve diz çöktük […] (Malraux, 1996, s. 39).
Gusta ve Cohén’in söylediği gibi, gerçekten de “Ortaçağ’ın büyük buluşudur
aşk, özellikle de XII. yüzyıl Fransa’sının” (1945, s. 77).
Kadının neredeyse yok sayıldığı bir edebiyattan, “Efendi” olduğu bir edebiyata
geçişi hazırlayan toplumsal değişimlerin ardında yine, biraz da kendisine karşın
ve tarihsel sürecin getirdiklerinin etkisiyle, Katolik Kilisesi’nin oynadığı rol
vardır. Yalnızca savaş için yaşayan bu yabani şövalyeleri “ehlileştirmek”, onları
biraz daha insancıl kılmak ve daha iyi birer Hıristiyan yapmak için, Kilise
elinde bulundurduğu aforoz kozunu kullanarak, Noel gibi belirli dini gün ve
bayramlarda onların savaşmasını yasaklar. Silahlarını artık yalnızca Kilisenin
düşmanlarına karşı doğrultacak, diğer zamanlarda, kadınların ve güçsüzlerin
hizmetine sokacaktır. Şövalyeliğe kabul edilen gençler için düzenlenen zırh
kuşanma töreninde (fr. l’adoubement) şövalyeye yeni görevleri şu sözlerle
anımsatılır: “Doğruluk ve sadakat her şövalyede aynı anda bulunması gereken
iki özelliktir; Şövalye varsılların yoksulları ayakları altına almaması için onları
korumalı; güçlülerin güçsüzleri ezmemesi için onlara destek olmalıdır. İhanetin
ve adaletsizliğin olduğu yerlerden uzak durmalıdır; eğer değer bulmak ve övgü
kazanmak istiyorsa, kendisinden yardım isteyen kadın ve genç kızlara var
gücüyle yardım etmelidir; kadınları onurlandırmak ve haklarını savunmak için
gözünü budaktan sakınmamalıdır. Her cuma oruç tutmalı, her gün ayini
dinlemek için kiliseye gitmeli ve gücü yettiğince oraya bağışta bulunmalıdır.
Herkese, özellikle de kadınlarına karşı derin bir saygı göstermelidir. Şövalye ve
Bezci, E. (2016). Düşsel Ortaçağ’da Aşkın Kanunu: Bir Saray Edebiyatı Okuma Kılavuzu
Olarak André Le Chapelain’in Aşka Dair Adlı Yapıtı. Humanitas, 4(8), 1-14
5
karısı birbirlerini sevmeli, onurlandırmalı ve her koşulda birbirlerine yardımcı
olmalıdırlar” (Lafitte-Houssat, s. 16). Bugün bile birinin asaletinden ve
nezaketinden bahsederken kullanılan ve artık pek çok dilde deyimleşen
“şövalye ruhlu” tanımlamasında sözü edilen şövalye tam da yukarıda portresi
çizilen bu Geç Ortaçağ şövalyesidir. Ortaçağ’ın ilk döneminde neredeyse hiçbir
değeri ve evinin dışında hiçbir toplumsal rolü olmayan kadın, bu zırh kuşanma
töreninde de etkin olarak rol almaya başlar: Kadınlardan biri zırhını giydirir,
diğeri kılıcını biler, öteki altın mahmuzlarını takar. Bu, soylu kadının evinden
çıkıp toplumsal bir varlık olmaya başlamasındaki en önemli adımlardan biridir.
Barış zamanlarında, hem formda kalmak hem de ortaya konan ödülü almak için
katıldıkları turnuvalarda dövüşen şövalyelerin izleyicileri arasında kadınlar da
yer almaya başlar. Şövalyelerin gözüne girmek, etkilemek istedikleri Efendi
artık kadındır. Henri Martin Histoiredes Français başlıklı yapıtında turnuvaların
gerçek hakemlerinin, bu anlamda, aslında kadınlar olduğunu söyler:
Bu güzel seyircilerin alkışları ve gülümsemeleri olabilecek en değerli ödüldür;
zafer için olduğu kadar, kadınların bayraklarını dalgalandırmak, onların aşklarına
mazhar olmak için de savaşılır.[…] Kazanan şövalye turnuvanın ödülünü
törenleyine bir kadının elinden alır (Akt. Lafitte-Houssat, s. 19).
Chrétien de Troyes’ın romanında Erec sarayın en güzel kızı olan Enéid’in
gönlünü böylesi bir turnuvada birinci olarak kazanır.
Kadını bu denli ön plana çıkaran bir diğer toplumsal olgu da, Kutsal Topraklar’ı
fethetmek için Doğu’ya giden Haçlı şövalyelerinin, Doğu Roma
İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’ten başlayarak, kendilerinden çok
daha zengin ve uygar olan Doğu kültürüyle tanışmalarıdır. Getirdikleri
ganimetlerin yanında, orada keşfettikleri farklı yaşam biçimleride onların
alışkanlıklarını değiştirmeye başlar. Böylece soylu yaşantısı lüksün ön plana
çıktığı daha incelikli bir yaşam biçimine doğru evrilir. Haçlı Seferleri aynı
zamanda Akdeniz’de ticaretin geliştiği döneme rastlar. Ticaret fuarlarının,
Fransa’nın kuzeyine göre çok daha varsıl olan güneydeki Champagne
Bölgesinde ve ilk kez bu dönemde ortaya çıkması elbette anlamlıdır. Jacques
Lafitte-Houssat, halılardan aynalara, baharatlardan, ipek ve kadife gibi değerli
kumaşlara varıncaya dek, her türlü Doğu ürününün bu fuarlarda bulunabildiğini
söyler. Bu değişimin en belirgin örneği şövalyelerin evlerinde gözlemlenebilir:
Daha önce oldukça sıradan olan ve temel barınma gereksinimini karşılayan
ahşap ve topraktan yapılmış evlerde oturan şövalyeler, günümüze pek çok
örneği kalan, taştan yapılmış, gösterişli Ortaçağ şatolarını inşa ettirirler. Zarafet
ve lüks yeni yaşam biçiminin en belirleyici ögeleridir. Şatonun dekorasyonuyla,
düzenlenen ziyafetlerle, bu ziyafetlerin bir parçası olan gösterilerin
organizasyonuyla soylu kadın ilgilenir: Bu, soylu kadın için şövalyesini
onurlandırmanın en önemli yoludur. Kendisi de giyimiyle, ince zevkleriyle
diğer soylu kadınlar arasında ayrıcalıklı olmak ister. Ortaçağ lirik şiirine ve
romanlarına konu olan, şövalyelerin bin bir tehlikeyi göze alarak aşkı uğruna
çetin kavgalara giriştiği kadın, yukarıda portresini çizmeye çalıştığımız soylu
kadındır. Mesenlik de bu koşullarda ortaya çıkar: Soylu kadın, kendisinin
5