Işık Ergüden
1960
lstanbul doğumlu. Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi lngiliz
Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Yayımlanmış cok sayıda çeviri kitabı
vardır. Ayrıca, ağırlıklı olarak deneme türünde metinler de yazmaktadır.
Kaos'un Kutsal Kitabı
Albert Caraco
Çeviri
Işık Ergüden
�
�
Versus Kitap (40)
Kaos'un Kutsal Kitabı
Albert Caraco
Öz9ün Künye
Breviaire du chaos,
Collection Amers dirigee par le College du Revizor
Editions l'Age d'Homme, Lausanne, Suisse,
1999
Yayına Hazırlayan
Işık Ergüden
Çeviri
Işık Ergüden
Kapak Tasarımı
Bülent Arslan
Sayfa Düzeni
Bülent Arslan
Baskı
Can Matbaacılık
0212 613 10 77
ISBN: 978-9944-989-41-1
VER SUS KIT AP Eylül 2007
©
Her hakkı mahfuzdur.
Albay Faik Sözdener Sk.
Bensen iş Merkezi No:21/2
Kadıköy
/
lstanbul 34710
Tel:
O
216 418 27 02 (pbx) Faks:
O
216 414 34 42
www.versuskltap.com
versuskltap@versuskltap.com
Kaos'un
Kutsal Kitabı
Bir Ahir Zaman Peygamberi,
Sınıflandırılamaz Düşünür
Al bert Caraco
"Ahir zaman"; hem "yeni", "son" anlamında, hem
de "dünyanın son günleri, kıyametin kopmak üzere
bulunduğu günler veya yıllar" anlamında bir ibare.
Caraco bu iki anlama da denk düşen bir yazar, düşü
nür. Keza, "sınıflandırılamaz"; tıpkı öncelleri gibi,
bütün nihilist fikir ve düşünürler, Schopenhauer,
Nietzsche, hatta Malthus, Cioran . . . nev-i şahsına
münhasır şahsiyetler, düşünürler . . . İnsanlığın artık
rastlamadığımız bir soyu . . .
Yaklaşık dört yüzyıldır Türkiye'de yaşayan Sefa
rad bir ailenin oğlu olarak 10 Temmuz 1919'da -sür
günler ve göçler zamanında- İstanbul'da doğmuş Al
bert Caraco. Önce Orta Avrupa'ya (Viyana, Prag, Pa
ris) göç etmiş Caraco ailesi, sonra İkinci Dünya Sava
şı arifesinde, Nazi tehdidi karşısında Güney Ameri
ka'ya.
Albert Caraco'nun mutlak anlamda yazıya adan
mış, münzevi yaşamında biyografinin ne kadar
önem taşıdığı yine ancak eserlerine bakarak anlaşıla
bilir. Ama savaş sonrası Paris'ine geri dönüşünün
iV
onda yarattığı yıkım ve felaket duygusunu, insanlığa
dair umutsuzluğunu şahsi kararıyla ölçebiliriz: İnti
har kesin ve tek sondur. Ancak ailesini üzmemek
için, bunca yıkımın üzerine bir de bunu eklememek
için erteler. Önce annesi ölür; "Bayan Anne"nin ölü
münün hemen ardından yazdığı
Post Mortem,
doğ
muş olmanın nafile ve telafisiz duygusunun -Türk
çe ifadeyle "Batsın Bu Dünya!"nın- en yeğin ve yo
ğun anlatılarından biridir: Anneden nefretin ve anne
sevgisinin incelikli, ender anlatılarından biri. Sonra
baba ölür; daha fazla bekleyecek hiçbir şey kalma
mıştır: Albert Caraco, babasının ölümünden birkaç
saat sonra intihar eder (Eylül 1971).
Bu kadar rasyonel ve tartışmasız, kesin bir hayatın
tartışmasızlığından geriye çok sayıda yayımlanmış
(ve okuyucu bulamamış) ya da hiç yayımlanmamış
sayısız eser kalmıştır; çünkü Caraco, yıllar önceden
kararlaştırdığı intihar -ve ölüm- anını beklerken, tek
iş olarak, düzenli ve sistematik olarak yazar, başka
bir şey yapmaz, sadece yazar, her gün aynı saatlerde,
altı saat yazar, tek bir düzeltme yapmadan yazar, in
zivayı -ve dünyayı- yaşar.
Hayatından anlayabiliriz; çok kültürlü, çok dilli
biridir Caraco. Ama bir eseri sınıflandırılamaz yap
maya bu kadarı yetmez elbette. Yirminci yüzyılın
son peygamberi Caraco'nun eserinden rahatsız edici
v
hakikatler birer havai fişek gibi fırlar ve patlar. Bu fi
şeklerin soğukluğu, doğrudanlığı, berrak karamsarlı
ğı az rast
�
anır türdendir; ne Nietzsche'de ne de Cio
ran'da rastlarız böylesine. Caraco "acı gerçekler"i
çarpar yüzümüze; hem de Klasik yazarlara özgü bir
sadelik ve akıl gücüyle. O bir "nesnellik fanatiği"dir.
Guy Debord'u andıran -doğru çıkan- bir kehanet gü
cü vardır. Bedduası ve laneti "nesnel"dir: Ürememi
ze, üretmemize ve tüketmemize itiraz eder; dünya
nın sonunu hazırlayan şehirlerimize, üst üste koydu
ğunuz beton yığınlarına, budala politikacılara ve yok
olmaya mahkum kitlelere, sürüleredir onun laneti,
böcekleşmiş yığınlara, gökten firar etmiş tanrılara
-bu yüzden de "doğru"dur. Kendini anarşistlere ve
nihilistlere yakın hissetse de, geleceğe dair mutlak
umutsuzluğu, felaket beklentisi onu geçmişe, "reak
siyoner" -ikili anlamda: Tepkici ve gerici- tavra da
yöneltir; kimi ibarelerini monarşi yanlısı, hatta ırkçı
olarak görebiliriz, ama şimdiki zamana dair yaşadığı
mız "acı gerçeği" burada ayırt etmemek imkansızdır.
Dünyada en çok sevdiği şeyin, uygarlığın ihanetine
uğramış birinin öfkesidir onunki. Sınıflandırılamaz
lık, bu genelleşmiş nefretin ve nerede duracağı belli
olmayan sorgulamanın insanda yarattığı tedirginli
ğin de karşılığıdır.
Cinsellikten Yahudi sorununa, sembolizmden fel
sefi meselelere ve edebiyata dek her alanda yazmış,
VI
şu ana dek yirmi iki ciltlik eseri yayımlanmış bir ya
zar olan, ancak pek az tanınan, pek az okunan, tanın
mayı ve bilinmeyi ise hem içerik hem de biçim bakı -
mından hak eden Albert Caraco'nun eserinin en öz
lü kısmı olan "Kaos'un Kutsal Kitabı" ideal bir saldı
rı malzemesi, bir dinamit, bir tahrip kalıbıdır: Yo
ğun, kısa, esinli, terörist, sert, kehanet dolu, provo
katif, karanlık, gizli -ve yeterli . . .
İnsan katmanlarında gezinen aşırı ahlakçı Caraco
bir kıyamet habercisidir; yıkım ve felaket kehanetin
de bulunur. Nietzsche gibi o da "ebedi tekerrür"den
söz eder; kaynağa geri dönüş, ona göre
dişi
ilke'nin
egemen olmasıdır . .
_.
Ama onu yeryüzüne bağlayan
tek şey edebiyattır. Kelimenin tam anlamıyla bir Ay
dınlanma düşünürü, bir Ansiklopedist, bir erüdit
olan Caraco'nun "karanlık nihilizmi"nin ürünü olan
kesinlikle karanlık, karamsar, insandan kaçan kitap
ları, hiçbir umuda, hiçbir pozitifliğe yer vermez. Her
türden ırkçılığın ve fanatizmin yükselişine tanık ol
duğundan, her türden hümanizmanın imkansızlığını
açıkça belirttiğinden dayanması
·
güç, okunması güç
-ama mükemmel bir dilde yazılmış- bu kitaplar,
özellikle de "Kaos'un Kutsal Kitabı", felsefeden ziya
de bir ahlak ve tarih kitabıdır; çağdaş dünyanın ka
ranlık ve umutsuz, aynı zamanda peygamberce bir
teşhisi, mutlak sonun kesin çağrısı olarak okunabilir.
VII
En sonuncu ve en radikal ahlakçının, öfkeli bed
dualarla dolu, kısa fragmanlardan oluşan bu kitabı,
bir tür kutsal kitap, kıyamet deyişi olarak okunabilir;
ama daha ürkütücü, çünkü gerçekçidir -çünkü za
mandışı bir yerden konuşur Caraco. Kendini herke
sin, her şeyin, politikanın, çıkarın, zamanın dışına
yerleştiren, başka bir yerden konuşan biri . . .
Bu sesin karşılık bulmadığını söylemek için he
nüz erken. Aykırı, irkiltici seslerin reddedildiğini,
yok sayıldığını biliyoruz; Caraco'nun sesi de bize in
san denen canlının doğa karşısındaki fuzuli varlığı
nı, yokluğun un doğayı hiç "ilgilendirmeyeceğini",
belki de "rahatlatacağını" hatırlatan, haddimizi bil
meye, boyumuzun ölçüsüyle davranmaya davet
eden ender metinlerden . . . İnsan, (büyük ya da küçük
harfli) tanrı olmasa da edebini takınabilir, takınma
lı . . . Az sayıda kişinin okuduğu metinlerde edep
duygusu, insanlık kadar eski ve ezoterik bir bilgi hep
saklıdır; "Kaos'un Kutsal Kitabı" da bunlardan biri. . .
"İyi okumalar" . . .
Işık Ergüden
Ölüme doğru gidiyoruz, tıpkı okun hedefe doğru
gitmesi gibi, asla ıskalamayacağımız da kesin, ölüm
bizim tek kesinliğimiz, tek gerçeğimiz, öleceğimizi
daima biliyoruz, herhangi bir zamanda, herhangi bir
yerde, biçiminin bir önemi yok. Çünkü ebedi yaşam
bir anlam·sızlıktır, ebediyet hayat değildir, ölüm öz
lem duyduğumuz istirahattır, hayat ve ölüm birbiri
ne bağlıdır, başka şey talep edenler imkansızı ister
ler ve tek elde edecekleri, ödülleri ise duman olup
gitmek olacaktır. Bizler, sözcüklerle yetinemeyenler,
yok olmaya razıyız ve rıza göstermekte de haklıyız,
doğmayı biz seçmedik ve bize verilmekten çok daya
tılmış olan bu yaşama, kaygı ve acı dolu, neşesi so
runsallı ya da kötü bu yaşama hiçbir yerde katlana
madığımız için kendimizi mutlu addediyoruz. Bir
insanın mutlu olması neyi kanıtlar? Mutluluk türe
özgü bir durumdur, bizse cinsin yasalarına bakıyo
ruz yalnızca, bu yasalardan yola çıkarak düşünüyo
ruz, bu yasalar üzerine kafa yoruyor ve bu yasaları
derinleştiriyoruz, mucize arayanları küçümsüyoruz,
sonsuz mutluluğuna düşkün değiliz, bizim gerçekli
ğimiz bize yeter, türümüzün üstünlüğü başka yeri
kapsamaz.
2
Her birimiz tek başımıza ölüyoruz ve bütünüyle
ölüyoruz; bu iki hakikati çoğu kişi reddeder, çünkü
çoğu insan yaşadığı süre boyunca uyuklar ve yok
olacağı anda uyanmaktan çekinir. Yalnızlık, ölümün
okullarından biridir, çoğunluk asla bu okula gire
mez, bütünlük başka bir yerde elde edilemez, aynı
zamanda yalnızlığın da odülüdür bütünlük. İnsanla
rı birbirinden ayırt etmek gerekirse, insanlar üç takı
ma ayrılır: Uyurgezerler, ki bunlar sürüyledir; aklı
başında ve duyarlı olanlar iki düzlemde yaşarlar ve
kendilerinde neyin eksik olduğunu bilerek, hiç bula
madıkları şeyi aramaya çalışırlar; tinsel insanlar iki
kez doğmuşlardır, tek başlarına ölmek ve bütünüyle
ölmek için düzenli adımlarla ölüme doğru yürürler,
ölüm anını, yerini ve tarzını tesadüfen de olsa seçe
medikleri durumda, gündelik işleri küçümsedikleri
ni belirtmenin tek yoludur bu onlar için. Uyurgezer
ler putperesttir; aklı başında ve duyarlı olanlar mü
mindir; iki kez doğmuş tinseller, uyurgezerlerin ha
yal edemedikleri, ötekilerin ise tahayyül bile edeme
diği şeye taparlar tinde, çünkü onlar kamil insanlar
dır, dolayısıyla zaten elde etmiş oldukları şeyi ne
aramaya kalkışırlar ne de ona taparlar, çünkü kendi
leri odur zaten.
3
İçinde yaşadığımız şehirler ölümün okullarıdır,
çünkü gayri insanidirler. Bu şehirlerin her biri uğul
tunun ve leş kokunun kesiştiği kavşal.dar halini al
mıştır, her biri binalardan oluşan bir kaos olmuştur,
bu şehirlerin içine milyonlarcamız yığılarak, yaşama
nedenimizi yitirmekteyiz. Biz çaresiz bahtsızlar,
kendimizi saçmalık labirentine iyi kötü girmiş hisse
diyoruz ve buradan ancak ölümüz çıkacak, çünkü bi
zim yazgımız daima çoğalmakta, tek amacımız da sa
yısızca ölmekte. İçinde yaşadığımız şehirler, çarkın
her dönüşünde birbiri ardına hissettirmeden ilerli
yor, birbirleriyle kaynaşma özlemiyle yanıp tutuşa
rak; bu yürüyüş mutlak kaosa doğru, uğultu ve leş
kokusu içinde. Çarkın her dönüşünde arazi fiyatları
artıyor, boş alanı yutan labirentin içinde plasman ge
liri şehir duvarlarını günden güne yükseltiyor. Para
nın para getirmesi ve içinde yaşadığımız şehirlerin
ilerlemesi şart olduğundan, her kuşağın evlerinin iki
misli yükselmesi ve iki günde bir suların kesilmesi
de meşrudur. Mimarların tek özlemi, bize hazırla
dıkları kaderden kaçıp kırda yaşamaya gitmektir.
4
Dünya, Büyük Keşifler öncesi gibi, yine kapandı,
1914 yılı ikinci Ortaçağ'ın gelişine işaret ediyor, ken
dimizi yeniden Gnostiklerin tür hapishanesi dedik
leri şeyin içinde, asla içinden çıkamayacağımız son
lu evrende buluyoruz. Dört yüzyıl boyunca sayısız
Avrupalıya nasip olmuş iyimserliğin sonucu bu; Ka
der Tarih'e geri dönüyor ve birden bire nereye doğru
yol aldığımızı, başımıza gelenin nedenini soruyoruz
kendimize, giderek daha insani bir yaşama eşlik ede
cek sınırsız bir ilerlemeye babalarımızın duyduğu
boş güven demek ki uçup gitti: Çemberin içinde dö
nüp duruyoruz, kendi eserlerimizi bile tahayyül ede
miyoruz. Demek ki eserlerimiz bizi aştı geçti, insa
nın dönüştürdüğü dünya bir kez daha insan zekasın
dan kaçıyor, hiç olmadığı kadar ölümün gölgesinde
inşa ediyoruz binalarımızı, ölüme bizim şatafatımız
miras kalacak, çıplak olma vakti yaklaşıyor, gelenek
lerimiz giysiler gibi birbiri ardına üzerimizden düşe
rek bizi çıplak bırakacaklar, ancak o zaman yargıla
nacağız, dışımız çıplak içimiz boş, ayaklarımızın al
tında uçurum, başlarımızın üzerinde kaos.
5
İnsanlar hem özgürdür hem bağlı, arzu ettiklerin
den daha özgür, fark ettiklerinden daha bağlıdırlar,
çünkü fani�er kitlesi uyurgezerlerden ibarettir ve on
ların uykudan uyanması asla düzenin çıkarına değil
dir, yönetilemez olurlar çünkü o zaman. Düzen in
sanların dostu değildir, onları keyfince yönetmekle
yetinir, ender olarak uygarlaştırmaya, daha da ender
olarak insanileştirmeye çalışır. Düzen şaşmaz olma
dığından, onun hatalarını günün birinde telafi ede
cek olan şey savaştır, ve düzen bu hataları iyice ar
tırdığı için savaşa gidiyoruz; savaş ile istikbal birbi
rinden ayrılmaz gibiler. Tek kesinlik şudur: Ölüm,
lek kelimeyle, her şeyin anlamıdır, insan ölüm karşı
sında sıradan bir şeydir yalnızca, halklar da aynı;
Tarih bir tutkudur, azaptır, kurbanları sürüyledir,
1
.inde yaşadığımız dünya cehennemdir, hiçliğin
ı
l
ımlılaştırdığı bir cehennem. Bu cehennell?-de, ken
dini
tanımayı reddeden insan kendini feda etmeyi
torcih eder, o çok kalabalık hayvan türleri gibi, çekir
ı•o
sürüleri, fare orduları gibi feda etmeyi tercih eder,
içinde yaşadığı dünyayı yeniden düşünmektense
yok
olmanın daha yüce olduğunu, sayılamayacak ka
dm
çoklukla yok olmanın yüceliğini hayal eder.
6
Gençliğimiz kendini mahkum edilmiş hissediyor,
bu nedenle üniversiteler kaynıyor, gençlik haklı, biz
haksızız, ona yeni bir savaş hazırlıyoruz. Düzen ve
savaş birbirine bağlı, ahlakımız bunun gayet iyi far
kında, büyük ahlakçıların öğretisine bakmak yeter:
Tek kesinlik bu, müebbet barış durumunu hayal bile
edemiyoruz, düzen buna katlanamaz. Gençliğimiz
düzen ile savaşın uyuştuğu bu ilişkiyi kavradı, bizim
değerlerimiz ile kendi bahtsızlıkları arasındaki bağ
lantıyı anladı, bu artık karşı konulmaz bir keşif. Ama
asıl paradoks, gençliğimizin haklıyken haksız olma
sı, çünkü tekbiçimliliğin tehdidi altındaki bu evren
de halklar birbirlerinin çağdaşı değil; gençliğin ken
dini feda etmeye hazır olduğu yeterince ulus var ha.
la. Gençlerimiz bu dünyada barış ilan etmenin dün
yanın sizi dinlemesine yeteceğini mi sanıyorlar? Biz
Cehennemdeyiz ve lanetli olmaktan, sürekli acı çek
mekten başka tercihimiz yok, bir de bu azaptan so
rumlu şeytanlar var.
7
Yüzyıl ölümün yüzyılı, ölüm bizzat bize dönük,
.
her bir insanın kırk kez öldürülmesine yetecek kadar
imkana sapibiz, silahlarımızla ne yapacağımızı şim
diden bilemiyoruz, binalar artık bize yetmiyor, dağ
ları oymaya başladık bile, ölüm araçlarımız toprağın
derinliklerine yığılıyor. Bizim ökümenimiz sanki as
keri cephanelik, on milyonlarca insan savaş için ça
lışıyor, ahlak ile çıkarın ittifak yaptığı bu çözüm yo
lunu bozmayı artık hayal bile etmiyoruz, gençliğimiz
paradoksun bedelini yarın ödeyecek, o bunu hisse
dip isyan ediyor, bizse ona mucize vaat edemiyoruz,
yavan söylevler çekmeye bile cesaret edemiyoruz,
çoktan mahkum edildiğini ve devrimlerle nasibinin
değişmeyeceğinin farkındayız. Çok geç artık, Tarih
durmuyor, bizi sürüklüyor, eğik düzlemlerinden [ya
da tasarılarının eğiliminden] herhangi bir yavaşlama
bekleyemeyiz, gezegen çapında felakete doğru gidi
yoruz ve evren, düzenden kaçmak için bu felaketi ar
zulayan, giderek de daha çok arzulayacak insanlarla
dolu; giderek saçmalaşan bir düzen çünkü bu ve an
cak tutarlılığın, dolayısıyla insanın insanlığının za
rarına varlığını sürdürebiliyor.
8
Ölüm için yaşıyor, Ölüm için seviyoruz, ölüm için
doğurup çalışıyoruz, işlerimiz ve günlerimiz artık
ölümün gölgesinde birbirini izliyor, uyduğumuz di
siplin, koruduğumuz değerler ve yaptığımız projeler,
hepsi tek bir sona karşılık veriyor: Ölüm. Ölüm bizi
olgunlaşınca toplayacak, biz ölüm için olgunlaşıyo
ruz ve küle dönmüş bu ökümen üzerinde olsa olsa
bir avuç olacak torunlarımız bizim taptığımız her şe
yi yakarak bize lanet okumaya devam edecekler. Biz
yapmacık figürler kisvesi altındaki ölüme tapıyoruz
ama onun ölüm olduğunu bilmiyoruz, bizim savaşla
rımız övdüğümüz şeye kurban verme savaşı, ölümün
şerefine kendimizi feda ediyoruz, bizim ahlakımız
bir ölüm okulu, değer verdiğimiz erdemler ise ölü
mün erdemleri yalnızca. Bunun dışına çıkamayız,
dünyanın düzenini değiştiremeyiz, bizi parçalayıp
dağıtan şeye dayanmaya, bizi ezen şeyi sırtımızda ta
şımaya mahkumuz, bize kalan tek şey, -kendimiz de
ölmeden önce ve sonuncu ölüler biz olmadan- ya
yok olup gitmek ya da öldürmek; yüksek sesle söylü
yorum, üçüncü bir yol imkansızdır.
9
İçimizde taşıdığımız cehennem, şehirlerimizin ce
hennemine karşılık geliyor, şehirlerimiz zihniyetle
rimizin ölçüsü, ölüm istenci yaşama coşkusuna ön
cülük ediyor ve hangisinin bize esin kaynağı olduğu
nu ayırt edemiyoruz, tekrarlanıp duran işlere koştu
ruyor ve doruklara yükselmekle övünüyoruz, ölçü
süzlüğün elinde esiriz ve düşünüp taşınmadan sü
rekli binalar inşa ediyoruz. Dünya bir süre sonra yal
nızca bir şantiye olacak. Burada, beyazkarıncalar gi
bi, milyarlarca kör, uğultunun ve leş kokusunun
içinde otomatlar gibi didinip duracaktır soluksuz ka
lana dek. Günün birinde, deli gibi uyanıp, bıkıp
usanmadan birbirlerini boğazlamaya koyulacaklar.
İçine gömüldüğümüz bu evrende delilik, yabancılaş
mış insanın, cinli insanın, imkanlarının gerisinde
kalmış ve eserlerinin kölesi olmuş insanın kendili
ğindenliğinin alacağı biçimdir. Delilik artık elli katlı
konutlarımızın altında kuluçkaya yatıyor. Deliliğin
kökünü kazıma yönündeki aciliyetimize rağmen, ye
ni tanrı odur, ona bir tür ibadette bulunsak bile ya
tıştıramayız onu: Ölümümüzdür o; hiç durmadan
her şeyi talep eder.
1 0
Asıl tanrılarımızın kimler olduğu öğrenilmek iste
niyorsa, bizi asla ilkelerimize göre değil eserlerimize
göre değerlendirmek gerekir. O zaman cevap vermek
zor olmaz ve söylemekten ve hatta düşünmekten ka
çındığımız şey söylenebilir: -Onlar deliliğe ve ölü
me tapıyorlardı-. Aslında, başka hiçbir şeye taptığı
mız yok, ama buna her zaman ikna olamayız, çünkü
delilik ve ölüm, vahyedilmiş dinlerin nihai tamam
lanışıdır ve çünkü bu dinler en başta da Hıristiyan
imanı delilik ile ölümü fiilen kapsamaktadır. Biz de
liliği ve ölümü sunakların üzerine yerleştirdik, hem
çılgınlığı hem de Yüce Tanrı'nın can çekiştiğini söy
lüyorsak artık ne kalır geriye sorarım size? Paradok
sun bedelini ödemek kalır ve bunun ödeneceğini ön
görüyorum, vaktiyle oynadığımız fikirler şimdi in
sanlarla oynamaya başlıyor ve insanlar ölçüsüzce tü
ketecekler kendilerini. Hiçbir şeyden kaçamayacağız
ve hiçbir şey bize artık lütufta bulunmayacak, sür
dürdüğümüz düzen asla iyileşmeyecek, delilik ve
ölüm bu düzenin temelleri olarak kalıyor, düzen on
lara bağlı ve sağlıklı bir şekilde değişemeyeceğinden,
biz istemesek de destekleyen şey öldürecek düzeni.
1 1
Fikirler insanlardan daha canlı olduğundan, fikir
lerle yaşar insanlar ve onlar için ölürler gıklarını çı
karmadan: Oysa, tüm fikirlerimiz katildir, hiçbir fi
kir nesnelliğin, ölçünün ve tutarlılığın yasasına uy
maz, ve bizler, bu fikirleri sürdüren bizler, otomatlar
gibi yürürüz ölüme. Önce gençlerimiz ölecek, onlar
kendilerinin ritüel kurban olduklarını biliyorlar, on
lar evreni anlamdan yoksun diye yargılıyorlar, onla
rı onaylamazlık edemeyiz, giderek daha fazla kötü
niyetli oluyoruz ve cevap verirken tökezliyoruz. Ar
lık ne diyebiliriz ki onlara? Diyalog imkansız, çünkü
onlar haklılar ve onlar da delilerle, sersemlerle ve
yalancılarla aynı yazgının içine kapatılmışlar. Yeni
Vahiy bize ne kadar gerekli 13elirse gelsin, öncelikle
skandalın patlak vermesi gerek, canice fikirlerimizin
kötücüllüklerini ortaya sererek çılgınlıklarını tüket
ıneleri gerek biz felaketi es geçecek değiliz, felaket
düzenin içinde ve biz de onun suç ortaklarıyız, fela
keti reforma tercih ediyoruz, dünyayı yeniden dü
şünmektense kendimizi feda etmeyi tercih ediyoruz;
bu dünyayı ancak harabelerin ortasında yeniden dü
şüneceğiz.
12
Yok olup gidecek olan için bir ölüm ezgisidir be
nim söylediğim ve beş para etmez naiplerimiz karşı
sında, kafalarına ayin başlığı geçirmiş düzenbazları
mız karşısında ve çoğu olgunluğa bile erişmemiş bil
ginlerimiz karşısında, ben, bir münzevi, meçhul biri,
kendi kuşağımın kahini, yakılmak yerine sessizliğe
canlı canlı kapanmış ben, yarın insanların koro ha
linde terennüm edecekleri bu silinmez sözleri ben
söylüyorum. Tek tesellim, bir dahaki sefere bu naip
lerin, düzenbaz ve bilginlerin de bizimle birlikte öle
cekleri, bu melunların felaketten kaçıp sığınabile
cekleri bir yeraltı olmayacak, okyanusta onları kabul
edebilecek ada kalmayacak, onları yutacak çöl de
kalmayacak; onları, hazinelerini ve ailelerini. Karan
lıkların içine hep birlikte geri dönüşsüzce yuvarla
nacağız ve gölgeler kuyusu kabul edecek bizi; bizi ve
saçma tanrılarımızı, bizi ve cani değerlerimizi, bizi
ve gülünç türlerimizi. Ancak o zaman, yalnızca o za
man adalet yerini bulacak ve bizi hiçbir gerekçeyle
taklit edilmemesi gereken bir model olarak anımsa
yacaklar, biz yükselen kuşaklar için uyarı olacağız ve
gelip metropollerimizin çirkin kalıntılarını -düze
nin yarattığı bu kaos evlatlarını!- seyredecekler.
13
Ustalarımız bizim daima düşmanlarımız oldular
ve şimdi ustalarımız her zamankinden çok yanılgı
içindeler! çünkü bizim bu kadar kalabalık olmamız
onların hatası; yüzyıllardır ve hatta binlerce yıldır
işe koşabilecekleri ve ölüme sürükleyebilecekleri
astlarının çoğalmasını istiyorlar. Dünyanın parça-
.
landığı ve insanların toprak sıkıntısı çektiği günü
müzde, doğan bu milyarların ihtiyaçlarını karşıla
mak bahanesiyle, onların düşü elli katlı evler inşa et
mek ve ökümen'i sanayileştirmek, çünkü onlara
-kendi iddialarına rağmen- her zaman ve her zaman
daha fazla canlı gerekiyor. İçinde tükendiğimiz Ce
hennemi sistemli biçimde örgütlüyorlar, düşünme
mizi engellemek için bize aptalca gösteriler öneri
yorlar, duyarlılığımızı barbarlaştıran ve idrak gücü
müzün sonunda yok olup gideceği gösteriler; hiçbir
şatafattan kaçınmadan ve kendi manyaklıklarına yön
vererek bu oyunları kutsayacaklar. Bizans sirkine ge
ri
dönüyor ve gerçek sorunlarımızı unutuyoruz, ama
o
sorunlar bizi unutmuyor, yarın tekrar karşımıza çı
kacaklar ve biz şimdiden biliyoruz, bu sorunlar çö
zümsüz kaldığı sürece savaşa gideceğiz .
.
14
Biz ne zaman korksak, bütün bu uyuşuk halimize
rağmen gazeteciler kalkıp kaygılarımızı dağıtmaya
çalışırlar; onların vaatlerinden bir Düzenbazlık An
tolojisi yapabiliriz. Günün birinde kutupların suyu
nu içeceğiz, buzullar ihtiyaçlarımızı karşılayacak;
günün birinde elimizi attığımız her şey leziz yiye
ceklere dönüşecek; günün birinde atıklar, okyanus
ların dibindeki kırık çizgiler
_
ine yığıldıktan sonra
toprağın derinlerine gömülecekler; günün birinde
yaşamak için çalışmak zorunda kalmayacağız ve
vaktimizi eğlenerek geçireceğiz; günün birinde geze
genleri birbiri ardına kolonileştireceğiz. Ayakta uyu
tan bu masalları, insan türünün dörtte üçü köpekle
rimizden ve kedilerimizden bile daha berbat koşul
larda yaşarken yayımlıyorlar; hem de sınırsız bolluk
vaat edilen en kötü durumdaki dörtte birlik nüfusun
kendi aşağılık durumlarından çıkma umudu yokken
ve bu mucizelerin geçerliliğinden kuşku duyacak ge
rekçesi varken yapıyorlar bunu. Çünkü, sonun, yer
kürenin yüzeyine dalga dalga ve şimşek hızında ya
yılması için, mutlak dehşetten hayatta kalanların ka
dim yoksulluğun sultası altında acılar ve sıkıntılar
çekerek sürünmesi için tek bir savaş yeterlidir.
ıs
Bir Tanrı varsa eğer kaos ve ölüm de O'nun sanla
rı
arasında yer alacaktır, eğer Tanrı yoksa, bu da ay
nı
anlama gelir, o zaman kaos ve ölüm kuşaklar tü
kenene dek birbirlerine yeter. İstediğimiz kadar gün
lük yakalım, belirsizliğe ve çürümeye mahkumuz,
neye taparsak tapalım, kurtuluş yok, iyilerle kötüle
rin yazgısı aynı, azizleri de canavarları da aynı uçu
rum
kucaklıyor, adil olma ve adaletsizlik fikri, görgü
kuralları gereği bağlı kaldığımız bir sayıklamadan
başka bir şey olmadı hiç. Aslında, dinsel ve ahl
kirlerin kaynağı insandadır, bunu insanın dışında
aramak anlamsızlıktır, insan metafizik bir hayvandır
vo evrenin yalnızca kendi için varolmasını ister, ama
ovren insanı bilmez, farkında değildir ve insan bu ta
nımazdan gelmeye teselli bulmak için uzamı tanrı
larla, kendi imgesinden yarattığı tanrılarla doldurur.
Böylece, içi boş gerekçelere tutunarak yaşamayı ba
şarırız, ama bu gayet hoş ve teselli edici gerekçeler,
lıizler gözlerimizi -kuşatması ve tehdidi altında ya
şadığımız- ölüme ve kaosa açtığımızda hiçliğe dü
şorler. İman, boş şeylerden biridir ve bu dünyanın
doğası üzerine insanı aldatma sanatıdır.
16
Çünkü bu dünyanın doğasında mutlak ilgisizlik
vardır ve bu dünyanın doğasına benzemek filozofun
görevidir -ama elbette vazgeçemeyeceği insan olma
yı sürdürerek: Tutarlılığın, ölçülülüğün ve nesnelli
ğin bedeli budur. Bütün sorunlar nesnellik, ölçü ve
tutarlılıkla çözümlenir, ama çoğu insan bunu yapa
madığından bütün sorunlar çözümsüz kalıyor; salak
lıkları ve delilikleri nedeniyle hak ettikleri felaket al
çakların eğitileceği tek okuldur. Uyurgezerleri kahin
yapamayacağımız gibi bu doğuştan körlere de ışığı
sevdiremeyiz, düzenin yasası yitik kitlenin kurtarı
lamayacağı yönündedir ve bu kitle, sürüyle çoğala
rak ve bıkıp usanmadan sayısız kurban vererek so
luksuz kalana dek üremeyi kendi yitiminin tesellisi
kabul ediyor. Bizi bekleyen şeyi hayal meyal seçiyo
ruz ve davranışımızı gözlerimizle gördüğümüz ve
öğrendiğimiz şeye göre düzenliyoruz, ama ölümlüle
rin çoğunun hiçbir şeyi fark etmediğini ve kendi
düşlerinden ancak umutsuzluğa düşmek için çıktık
larını hissediyoruz; onların tek yasası ancak işitme
dikleri şeye tabi olmaktır.
1 7
Duaların ve büyülerin vakti geçti; başımıza n e ge
lirse gelsin ibadet vakti geçti. Dinlerimiz artık hiç
işimize yaramıyor, müminlerin de varlık nedeni kal
madı, çünkü dinler bize gerçekliğimizi yitirtiyor,
rnüminlerse dünyayı tekrar düşünmeyecekler: Oysa,
içinde yaşadığımız dünyayı yeniden düşünmezsek
lınrada üç kuşak daha varlığını sürdüremeyecek, üç
kuşak daha gerekliğini yitirmemeli. Artık kendimizi
argılama imkanlarımız var, vahyedilmiş sistemleri
miz
bunlara baskın çıkamaz, düşünce zamanı müj
doleniyor, meditasyon vakti başlıyor. Aslında, yitik
kitleyi müminler oluşturuyor, müminler geleceğimiz
llo kendimiz arasındaki fazlalıktır, bu yüzden ölüm
onlara ödül olacak, bundan daha adili olamaz. Kör
lurin bizi yönetmesi, hem de kör diye onurlandırıl
ırwları doğru değil: Devlet başkanlarının kendi batıl
1
nançlarını bir unvan haline getirmeleri ve bir ibade-
11
n törenlerini bundan böyle kendi varlıklarıyla
onurlandırmaları meşru değildir. Yaşadığımız yüz
yılda insan adına layık biri hiçbir şeye inanmaz ve
lıunu da övünç kaynağı yapar.
18
Yeni bir Vahye ihtiyacımız var, bu arada, önceki
ler hükümsüz kaldı, hatta daha kötüsü, kargaşanın
kaynağı bunlar. Bütün ahlaki otoritelerin desteğiyle
ölüme gidiyoruz. Tüm dinsel otoritelerin onayı ve
cezalandırmasıyla evrensel ölüme doğru gidiyoruz,
hiçbir şey bunu engelleyemez, geleneklerimiz bizim
ölüme yönelmemizi son derece onaylıyorlar, çıkarla
rımızla denk olan değerlerimiz de bizi aynı yöne iti
yor, bundan daha uyumlu bir onay asla görülmedi.
Yeryüzü, kurban edilen insanların sunağı oldu; başı
dönen, serseme dönmüş insanlık kendini feda etmek
için bu sunağa çıkarken, düzenbazlığı duyuran bir
avuç insanı ayakları altında çiğniyorlar. Çok geç ol
duğunun farkındayız artık, ve bu dünyadaki her fe
dakarlığın bir düzenbazlık olduğunu biliyoruz, hem
de en dikkate değer düzenbazlık, ama bunu tam yok
olacakken öğrendik. Yarın hayatta kalan insanları
Yeni Vahiy kendini feda etmenin saçmalığı üzerine
aydınlatacak, şimdiki kuşak çoktan mahkum edildi,
geri dönüşü yok, insan kıyımlarının sunağından du
manlar tütüyor ve türümüz bu dumanları besleye
cek, hem de aşk çığlıklarıyla besleyecek, içinde bu
lunduğu durumdan, gayri insani bu halinden kaçma
umuduyla besleyecek.
1 9
İman artık insanları kurtaramaz, ne kurtarması!
Onları ölüme sürükler, iman oburluktan ve zinadan
başka bir şey değildir, ama oburluk ve zina bize dü
�ünmeyi öğretemez. Çünkü artık kendini adamanın
bir
önemi yok, işin kolayı olur bu; artık haç taşıma
nın bir önemi yok, bu çok basit olur; böyle birini tak
lit
etmenin, hatta takip etmenin de hiç önemi yok,
bu ancak bir kaçış olabilir: Artık dünyayı yeniden
düşünme zamanı, gerçekliğimizi arşınlamamız, öl
ı,:üp biçmemiz ve yeni temeller atmamız gerek, bu
görevler diğerlerinin önüne geçiyor. Oysa, bu görev
lor çoğu insanın uzağında kalır, dolayısıyla insanla
rın çoğunluğu, bunları yerine getiremediğinden suç
in
olacaktır, suçlu ve cezalı; başlarına geleni anlama
yacaklar bile. Yitik kitle kaosun eseridir, o kaostur
v
kaosa
geri döner, bu kitlenin ölümüne ağlayacak
değiliz, çünkü o gölgeler ordusudur ve kavruk kal
ını
ş,
gelişememiş gölgelerin ancak ikircilliğin bağ
n
nda
sahte bir yaşamı olabilir, hepsi bu: Dinler bu
.
giilgeler için yapılmıştır, onların iğrençliklerine, aşa-
ı
la
nmışlıklarına tesellidir dinler, ama onlar bu iğ
l'Onçliği sürdürmeye devam ediyorlar.
20
Gelecek kuşakların hangi tanrılara tapacağım bil
miyoruz; bizim aramızda kaosun ve ölümün Babası
olmuş Gökteki Peder'e ayırdığımız yeri dişil ilkenin
alacağı bir düzenin kurulacağına inanıyoruz. Mer
yem'in yükselişini onaylıyoruz: Dört İncil'de de bir
hiç olan Meryem, sonunda Göğe çıkarak, iki bin yı
lın sonunda hakimiyeti eline alır; o, dirilen Magna
Mater'dir ve İsa yalnızca onun bir eklentisidir, ama
Meryem'de de kendisinin bir yarısı daima eksiktir.
Gelecek yüzyıllarda Tanrıça bütünlüğüne yeniden
kavuşacaktır, çünkü onun Bakire ve Anne olması
yetmez, aynı zamanda Fahişe de olması ve bütünsel
liğin tamamlayıcısı olan Magdalena figürünü kapsa
ması gerekir. O zaman ve yalnızca o zaman, Gökyü
züyle Yeryüzünün evliliğini kutlayabiliriz, o zaman
ve yalnızca o zaman kurban etme fikrinden vazgeçe
riz, o zaman ve yalnızca o zaman barış kalıcı olur ve
dişil ilke dünyanın mutlak hakimi olur -tıpkı Ta
rih'ten önce olduğu gibi, o zaman ve yalnızca o za
man hareketsizliğin hüküm sürmesi için hareket du
rur, o zaman ve yalnızca o zaman merkez yeniden
ele geçirilmiş ve uzam da bu merkezden yola çıkarak
örgütlenmiş olur.
2 1
J\ma daha önce hiçbir şey çözülemez, çünkü ölçü-
Uılük egemen olmadan ve skandal patlamadan ilke
doğiştiremeyiz, iyi niyet geleceğin reddettiği ve bi
·1.I
rn
gerçekliğimizi tüketerek varlığını sürdüren bir
diiıeni korumaya yetmez; bu, ölüm düzenidir ve mi
ı·ıısı
kaosa kalacaktır. Felaketten kaçamayız, keza bu
l'ıılrıketin kusursuz mantığından da kaçamayız, onun
i
ınileri öngörülebilir kimileri öngörülemez evreleri-
11i11 tek tek akışına katlanmaya mahkumuz, bizi sil
di
kleyen
hareketi durdurmayacağız: Erkekler dölle
ıı
ı
oye devam edecek, kadınlar doğurmaya; ve yitik
kil I
eyi beslemek için her şey kullanılacak, gelecek
1
potek
altına alınacak. Şu anki insanlığın yalnızca
küçücük bir parçası olacak soydaşlarımız, güzelliği
lıi
r
anıdan başka bir şey olmayan talan edilmiş bir
dünyayı miras alacaklar, bunu onarmak yüzyılları
bulacak, doğumu sınırlandıracaklar ki toprak din
lıınsin, sular temizlensin, bu ökümen'i zorla kirlet
ınoye ya da ökümen'in yasalarından tanrılar arama-
n niyetlenmeyeceklerdir, bu gerçekliği aşkınlığın
ynnılsamasına kurban etmeyeceklerdir, Y eryüzü'ne
ıındık kalacaklar ve Gökyüzü'nü onu onaylamaya
mecbur edeceklerdir.
22
İşte bu nedenle ölüme yürüyoruz, sığınacak bir
yer bulma umudumuz yok, deliyiz ve meczubuz, Ta
rih bizi bağışlamıyor, bizi Kader'in ellerine teslim
ediyor
.
-bizim yüzümüzden gücü giderek artan Ka
der'in. Artık çok geç, tek kesinlik bu, paramparçayız
ve bir sentez tasarlamak bile elimizden gelmiyor,
kendimizi tahayyül edemiyoruz, kendi sorumlulu
ğumuzu üstlenemiyoruz, kendimizden kaçarak ken
dimizi arıyoruz ve bu kaçışın içinde kendi tutarlılı
ğımızdan kaçış sanatını buluyoruz. Artık hiç durma
yan hareket bizi parçalara ayırıyor, dağıtıyor ve biz
zevkle bu duruma rıza gösteriyoruz, üzülmüş gibi
yaptığımız şeyi alttan alta onaylıyoruz, en despotik
düzenin içine sızmış bu kaos bize zevk veriyor,
amaçlarımızın hilafına, özgürlüklerimizi ölümden
alıyoruz. İnsanlık, maruz kalacağı şeyi bütünüyle is
ter, sahip olduğu şeydense feragat eder; biz onu ken
dini yalanlamaya mecbur etmeyeceğiz, fark ettiği bi
razcık şeyi de anlamayı reddediyor, kendisini uya
ranlardan tiksiniyor, sivil ve dini iktidarın fikir bir
liğiyle sessizliğe mahkum ediliyor bu uyaranlar, on
lar sağırları harekete geçirerek körleri aldatan bir
avuç insandır.
23
Tutarsızlık özgürlüğü diğer özgürlüklerin yerini
ııldı,
bundan da vazgeçmeyeceğiz, sanat bunu açıklı
yor,
edebiyat buna gönderme yapıyor, sadece bunlar
nıı,
bilim tutarsızlığı itiraf ediyor, en büyük bilginler
lıllo
sentez fikrinden vazgeçiyorlar. Oysa, sentez fik-
ı
I
bir
yana bırakıldığında tutarlılık imkansız olur ve
1
lilmanizma da boş bir laftan başka bir şey olmaz; öl
ı,:il
lülük
artık uzun süredir moda değil, kimse ölçülü
li
�ii
korumayı düşünmüyor, ama onunla birlikte
l lilmanizma ikinci öğesinden de mahrum kalmış
ııl
llyor; üçüncü kavram olan nesnellik karşısında ge
ıt
kon
mesafeye sahip değiliz ve hiç olmadığı kadar
.
ııc
snel olan bilimlerden çıkan derse rağmen bugü
ıılin
insanları arasında öznelliğin zaferi de bir başka
p
ıradokstur. İşte bu yüzden bizim gerçekliğimizin
imgesi labirenttir, çünkü bize zamanın özetini ve
n
n
şey
labirent imgesidir, labirent sürüdür, artık
kı
ndimizle
buluşamayız, ortak paydamız yoktur ar-
1
ık,
biz gerçekdışıyız ve gerçekdışı olmayı onaylıyo
ruz.
Ortaklık sorun olmasaydı iletişim sözcüğü hiç
ıııoda olur muydu? Aslında, biz bir yığın yalnızız,
yine
de
karmakarışık bir halde yuvarlanıyoruz, bizi
lıirbirimize katarak tek başımıza bırakmaya devam
od
n
şeyin kurbanıyız.
24
Ancak öfkemiz yardım ederse yanlıştan çıkarız,
ama geri döndüğümüzde yeniden yanlışın içine dü
şeriz; umutsuzluğa ve büyük öfkeye kapılmadan
doğruya gidemediğimizden sahicilikten söz ediyo
ruz, hala yalan söylediğimizi itiraf etmemek için. İki
düzlemde yalan söylemeyi başardık ve nesnelliğin
kendi haklarım koruduğuna kendimizi ikna etmek
için bunları karşı karşıya getiriyoruz; hatta düzlem
değiştirme anı geldiğinde diyalektikten bile söz edi
yoruz, çabamızın püf noktası bizi harekete geçirmek
yerine ajite etmesidir ve karşılaştırma yapmak yeri
ne bizi bundan kurtarmasıdır. Böylece kapalı bir kü
re içinde kaynayıp coşuyoruz, kendimizi gösteriye
veriyoruz, boş laflar zafer kazanıyor her seferinde,
ama bu küreyi taşıyan mukadderat halini almış ve
bizim giderek daha az belirleyebildiğimiz bir Ta
rih'tir; yaptığımız işlerin, biz istemesek de kesin bir
itilim kazandırdığı ama fikirlerimizin hakim olama
dığı bir kasırga. Artık kendimizi tahayyül edemiyo
ruz, kendi sorumluluğumuzu üstlenemiyoruz ve ho
şumuza giden bir durumun içine gömülüyoruz, bizi
ancak bir felaket çıkarabilir bunun içinden, kendi
gerçekliğimiz karşısında erkekliğimizi yitiriyoruz,
yazgı karşısında kadınız.
25
Entelektüellerimizin tek bildiği oyun oynamak,
t
inselcilerimizin tek
·
bildiği de yalan söylemek, hiç
biri dünyayı yeniden düşünmek üzerine kafa yormu
yor, hiçbiri bize gerçekliği ölçüp biçme imkanı ver
miyor, hepsi de kariyer peşinde; görgü kurallarını as
in
incitmeden birbirlerinin gözlerini oyma sanatın
daki ustalıkları hayranlık verici! Giderek daha tutu
cu oluyoruz, en yıpranmış ve en utanç verici köhne-
1
ikteki düşünceleri sürdürmeyi başarıyoruz, bizim
devrimlerimiz yalnızca laftadır, şeyleri yeniden şe
killendirdiğimiz yanılsamasını edinmemiz için söz
c:
ükleri değiştirmemiz yeter, her şeyden ve kendi
mizden korkuyoruz, cesaretin ötesine geçerek cesa
r tin içini boşaltmanın ve deliliği ifrata vardırarak
delilikle uğraşmanın yolunu buluruz, hiçbir şeye
karşı çıkmıyoruz ve her şeyin düşük yapmasına, ba
�arısız kalmasına yol açıyoruz, güçsüzlüğe bağlı öl
çüsüzlüğün zaferi bu. Bunlarla birlikte ölüme yürü
yoruz; tekrar ediyorum, birkaç istisna hariç, herkesi
kapsayacak ölüm, onu, Tarihi, sona erdirmekle gö
revli. Geleneklerimiz bize bu durumu vahyettiğinde
tutarlıdırlar, bizse onları gülünç hale getirdiğimizde
kötü niyetliyizdir, geleneklerin haber verdiği şeye
hiçbir güvence baskın çıkamaz ve hiçbir olasılık bu
lacakları önleyemez.
26
Geleneklerimiz yalan söylememişti, çünkü onlar
insaniydi ve bu dünya hakkındaki cehaletlerine rağ
men insanı biliyorlardı; bizler, bu dünyayı iyi bilen
bizler, hatta giderek daha fazla kötüye kullanacak ka
dar iyi bilen bizler ise insanı bilmemeye başlıyoruz
-imkanımız olmadığından değil, bizi kendimize da
ir kör eden bir hüner gösterisi nedeniyle. İnsan aşıl
mış olduğundan, acınacak bir halde ve sefil olmama
sına imkan yoktur; ve biz bunu kabul etmek istemi
yoruz, bu sefalet bizi rahatsız ediyor, niyetimizi aşı
yor, onu kendimizden uzak tutuyoruz, ondan kaçı
yoruz, geri püskürtüyoruz, çünkü bizim eserimizin
iflasının habercisi bu. Bizim putumuz aşmak; artık
tutarlılığı ona feda ediyoruz, ona olan sevgimizden
dolayı sentez fikrinden vazgeçiyoruz, değerlerimizi
ve yaşama nedenlerimizi birbiri ardına yakacağız,
ama put doymak bilmez, sonunda bir insan kıyımına
kalkışıp kendimizi sunmak zorunda kalacağız.
Umutsuz gençliğimizin yapmayı öğrendiği şeyi ya
rın milyonlarcamız yapacağız; en büyük
,
eylem so
mutlaştırma olacak, burada delilik ile bilgelik, yüce
bir aşma içerisinde, kendi sentezlerini gerekleştire
cekler, böylelikle tek yaşayan ölüm olacak ve düzen
simgelerini tek başına kaos üzerine geçirecek.
27
Kaynağa geri dönüş temel görevdir, insanın işi bu
dm.
Bu yüzden, düşünür adına layık ender kimseler,
lıir
metafizik oluşturmak amacıyla ontoloji ve etimo
lojiyle ilgilenirlerken, modadan kopmamayı dert
ı
dinmiş kıt zekalılar, aşağı bir ayrıntı olan toplumsa
lı seyrede seyrede yok olup gidiyorlar. Çünkü top
lıım
bir hiçtir, bir biçimdir, içeriği yitik kitleden iba-
11
t
tir,
sperma tik uyurgezerlerin dalaşıdır toplum,
ı
1111
derece aşağılık bir şeydir, filozofu hiç ilgilendir-
1111 z.
Tarih büyük adamların eseridir, seçkinlerin
lıny
ölçüştüğü kapalı alandır, yığınlar gösteriye ka
l ıııl
edilir ve yıkıma sürüklendiklerinde ise ölülerine
ılı
ı
o
klerden daha fazla değer verilmez. Çağımızın
ı
ıpına
l
a
rından biri Meçhul Asker Mezarı'nı doldur-
ııııış
olmasıdır: Bunu yaparak, kaosun doğurdukları-
1111
kalkan
olan adsız sansızları bozguncuların en kö
t
ı lı rine
rehin verdik; kaosun bizim aramızda sunak
lııı
ı
var
ve
bizler de şimdiden orada tapınıyoruz. Su-
1111
l
nrı
n
kapıları adsız putlardandır ve kaos bu kapı
l
ıı
ı
·
dıın
geçerek girer meydana; kapılar açık kalacak ki
I·
ıını;
her
şeyi istila edebilsin.
28
Felaket şart, felaket arzu edilir, felaket meşru, fela
ket tanrının lütfu, dünya daha ucuza yenilenmez ve
eğer dünya yenilenmezse, kendisine mikrop bulaştı
ran insanlarla birlikte yok olmak zorunda kalacak.
İnsanlar evrene cüzam gibi yayıldılar ve çoğaldıkça
evrenin doğasını bozuyorlar, çoğalarak tanrılarına
hizmet ettiklerini sanıyorlar, tüccarları ve papazları
onların doğurganlığını onaylıyor, tüccarlar bu sayede
zenginleştikleri için, papazlar ise kendi saygınlıkları
artıyor diye onaylıyorlar. Bilginler bize tehlikeyi be
lirtiyor ama onların sesi neredeyse her zaman boğu
luyor, ahlakın ve ticaretin çıkarları bozulmaz bir itti
fak oluşturuyor, para ve tinsellik hareketin durması
na tahammül edemezler, tacirler tüketici ister, pa
pazlar aile ister; savaş onları nüfusun azalmasından
daha az korkutuyor: Ölüm düzeninin en sağlam des
tekleri tacirler ve papazlar. İnsanlık bu komployu ha
tırlamak zorunda; ve facia gündelik yaşamın bir par
çası olduğunda, yalnızca kendi yaşamları adına in
sanlığı kaosa teslim edenleri cezalandırmalıdır.
29
Sefaletin tek çaresi sefil durumda olanların kısır-
1
ııştırılmasıdır, ama ölüm düzeni, tacirlerin ve pa
l
uızların düzeni bu lafı ağzımıza almamıza bile izin
Vllrmiyor. Tacirler ve papazlar zenginleşmek ve ta-
1
ııı
kküm kurmak isterler, maddi kar ve manevi itibar
ıtorler, bunları bizim salaklığımız sayesinde elde
rn liyorlar, çünkü bizim gözümüzün açılması onların
vı
sefaletin
sonu olacaktır. Geleneklerimizin zamanı
ı
ı ıı,:t
i
ve
onları savunanların, hırsız ursuz takımının,
l ı
;,,o
itaat
vaaz edenlerin niyeti, bizi öldürmek paha
ıı
ı ı
ı
ı
l
da
olsa kendi kurumlarını ebedileştirmektir.
ı
J ı ı lıınn
büyük saygı gösterdikleri şeye hakaret et- ·
ı ı ı ı ı k
görevdir, çünkü kutsallığa hakaret etmeden de-
l ı n
kök salamaz, değişmekte ne kadar gecikirsek
1
t 111 O
kleri ve ıstırapları o kadar fazla hissederiz.
,
ı ı ı dl
herkese sesleniyorum ve yüzü olmayan bir
ı
l ı ı k
oluşturmaya son vererek yitiminden kaçabi-
1 1 11
ı
Pı
l
ı ı
i
söylüyorum yitik kitleye; onun çıkarı artık
l ııı y
ti
kaynaklarını kurutmaktadır, bu dünyada yak-
ı t i
11
I
maktan
başka bir kusur olmadığını anlamalı
ı l ıı ,
lıı
r
yoksul, bir başka yoksul doğurarak sefalete
ı ı ı ı h
i
r
rehin
verdiği andan itibaren suçlu olur.
30
Devrimlerimiz birbiri ardına başarısız kaldı ve bu
da adildir, hiç kimse işin özüne temas etmeye cesa
ret edemedi, kendi üzerine geri çekilerek, kaynağın
içinde sönen bir geçmişin evrensel mirasçısı olma
iddiasında herkes. Aslında eksen değiştirmemiz ge
rekiyor, bunu felaketten sonra yapacağımız kesin,
öncesinde aynı yanılgılı gidişatı tekrarlayacağız ve
hep yeniden aşacağımız yolda bir adım bile ilerleye
meyeceğiz. Günün birinde ailenin statüsünü tepe
den tırnağa değiştireceğiz, çünkü tüm ahlakçıların
övgü düzdüğü geleneksel aileler kalabalık nüfuslu
dur. Bu ahlakçıların sözünü senet kabul ediyoruz ve
üreme suç olduğundan, günün birinde, ailenin statü
sünü altüst ederek bu suça karşı çok sert davranaca
ğız. Kölelik okulunun kaynağının aileden başka yer
olmamasını da buna eklemeli; zorbalar bu nedenle
geleneksel aileleri severler, bu ailelerde kadın köle
dir ve çocuklar teba, ama baba -müstehcen, gülünç
ve sefil olsa bile- kendi evinde hakimdir ve bizim
hükümdarların arketipidir, evet, tanrılarımızın ve
krallarımızın yaşayan modeli babadır! Bu düzenle
me fazla sürmüş olmalı ki, ardından yitik kitle orta
ya çıktı.
3 1
tuz bir çekenlerle ve oğlancılarla dolu bir dünya
lıizimkinden daha
.
az sefil olurdu, hakikat bu işte.
l l
n
y
a
li bir görevi yerine getirdiğimiz ve zaman aşımı-
1111
uğramış buyruklara uyduğumuz için sefiliz, ama
ilrov
bizi iğrenç durumumuzdan çekip çıkarmıyor
vı
buyruklar
.bizi orada sebat etmeye zorluyor. Yirmi
yil;ı:yıldır üzerimizde tahakküm süren ahlak düzeni
ıııludını doldurdu bizse onun barbarlığını ölçüyoruz
lı
lfi,
o
ayakta kalmaya çabalıyor biz ölüyoruz, hem
ı l o
sayısızca,
o düzen kurbanlarından daima reddet
ı ı t l ş
olduğu
hoşgörüyü talep ediyor şimdi, kardeşlik
v
ııız
ediyor,
kendi hiç aldırmamıştı oysa, başkalaş
ıııııktan söz ediyor, o ki hareketsiz olmakla övünür
ı l
.
eskimiş
tulumlarına doldurmak için yenliklere
ı ı l
k
ymak
istiyor, gelmekte olandan tiksiniyor ve
i t i
şeyi
engelleyemediğinden, kendini gösteriyor
vı
lıize
olmayacak vaatlerde bulunuyor. Oluşmasın
ı l ıı
lcıınel
etken olduğu felaketten sonra, ahlak düze
ı ı
do
sırası
geldiğinde kurban olacaktır; ama bu dü-
ı ı ııin
kalıntıları korunacaktır ki, bizlerden biri canlı
1
ı ı
1 ı
rı;a
onu
kınama vesilesi olsun ve insanlar dünya-
1 1 1 1 1
kötülüğünün üzerinde toplandığı ve içinde da
vıı ı
ı ı
k l
dık
kazandığı insanlara çullanabilsinler diye.
32
Gecenin karanlığına giriyoruz ve buradan ancak
cılız kalıntılarımız çıkacak, çok kalabalığız, daha da
kalabalık olacağız ve giderek daha da kalabalıklaşa
cağız, böylece sonunda kaos galip çıkacak ve ölüm
karnını doyuracak. Efendilerimiz bizim düşmanları
mızdır, tinselcilerimiz de bizi ayartanlar ve efendile
rimizin suç ortaklarıdır, bizler öksüzüz ve bunu işit
mek istemiyoruz, her yerde baba ve anne arıyoruz
kendimize, Gökyüzünde bile bize bu vaat ediliyor ve
bizler ahlak düzeninin bizi varlığımızı sürdürmeye
mecbur ettiği bu uçurumların dibinden sesleniyoruz
onlara. Gelecekteki evrende yitik · kitle olmayacak;
insanların hepsi mutlu olacağı için değil, kitle olma
yacağından. Yüz milyon insanla yeryüzü cennet
olur; yeryüzünü kemirip duran ve pisleten milyar
larla ise bir kutuptan diğerine uzanan bir cehennem
olur, türün hapishanesi olur, evrensel işkence odası
olur, kendi pislik ve süprüntüleri içinde hayatlarını
sürdüren mistik delilerle dolu bir çirkef kuyusu olur.
Kitle düzenin günahıdır, ahlakın ve imanın alt-ürü
nüdür, düzeni, ahlakı ve imanı mahkum etmeye bu
kadarı yeter, çünkü bunların tek yaptığı, insanları
çoğaltmak ve onları böceğe çevirmek.
33
Ben kendi zamanımın peygamberlerinden biriyim
vo
söz
hakkım olmadığından, söyleyeceğim şeyi ya-
1.ıyorum. Çevremde, delilik, aptallık ve cehalet, ya-
1
ın ve hesapla yer değiştiriyor, hepsi de aynı erdem
loı·o
dayanıyor, çünkü işin trajik yanı -ki ahlakçılar
lııı konuda hemfikir değildir- dünyanın erdemden
p
ırçalandığıdır, bence hiç bu kadar çok erdem gör
ııınmiştir. Bunca erdeme rağmen kaosa doğru gidiyo
ı
m - ; ,
bunca erdem bizi evrensel ölümden kurtaramı
yı ır;
nesnelliğin ölçütü olan tutarlılık ile bizim ara
ıııı:t.da erdemin bir fazlalık olup olmadığını sonunda
k ı
ndime sorar hale geldim. Erdemler bizi düzenden
k ıırlaramıyor ve düzen bizim yitimimiz için erdem
l ı
relen yararlanıyor, bizler artık bir sistemin kandır
d ıAt
kurbanlarız, çıkarlarımız konusunda bizi aldatı
yor
ve
bizi kendi çıkarlarına kurban ederken bunla
ı
ııı bizim de çıkarımız olduğu konusunda bizi ikna
ı
ı
l
iyor
.
Böylece hepimiz iyi bir şey yaptığımızı sanı
yoruz
ve birbirimizle yarışırcasına kanıyoruz, ödülü
ıııüz delilik, içinde yaşadığımız atmosfer aptallık, bu
ıılırıosferde birinci görevimiz cahillik sanki, böyle
l i kle
yalan ile hesabın eli kolu serbest kalacak. Biz
lıır
çocuk
kaldık ve aile varlığını sürdürdükçe de ço
ı · u k
kalacağız.
34
Aile günün birinde aşılması gerekecek bir kurum
dur, \/arlık nedeni yoktur: Aile, çoğu durumda, kala
balıktır, evren aşırı kalabalıktır, dahası, en tartışma
lı fikirlerimizin kaynağı ailedir ve doğruluğu korku
tan eserler arasında yanlış fikirleri sürdürme lüksü
müz olamaz. Yalnızca öjenik ailelere hoşgörü göste
rilebilir, bunların da az sayıda olduğunu biliyoruz,
diğerleri sonunda bize arzu edilmez gelecektir ve
yoksulluğun tehdit ettiği bir dünyada her yoksul ai
le sefaleti arttırır, her yoksul aile, varlığı nedeniyle
zaten kriminaldir. Şuna ikna olalım ki merhamet bir
saçmalıktır, merhamet gösterilen kişileri bozar, ha
yırsever ruhlara trapez olup merhametin kurbanı ol
maktansa kendini yok etmek yeğdir. Muhtaç durum
da olanların nasibi olan izdiham, hangi ülkede ve
hangi çağda olunursa olunsun, dinsel ve ahlaki oto
ritelerin sessizliğine rağmen, iğrençliğin zirvesidir:
Oysa, elli yüzyıldır kimse bunu dert etmedi, çünkü
düzen çare -kısırlık- bulmaktansa iğrençliği tercih
eder. Düzen her zaman gayri insaniydi, ahlak düze
ni tüm düzenlerin en gayri insanisidir.
35
Dünyayı ahlaksızlık kurtaracak; dinlenme ve gev-
oıne,
-
her türden fedakarlığın reddi ve militan er
ı loınlerin terk edilmesi, saygın olarak nitelediğimiz
l
ı
ı r
şeyin küçümsenmesi ve uçarılığa rıza göstermek
ku rtaracak, erkekliğin bizi götürdüğü ve asla geri dö
ııillmeyecek kabustan bizi dişilik kurtaracak, çünkü
cırkok ölümün eşidir ve ölüm erkeğin yoluna yorda-
1 1 1 1 na öncülük eder. Savaş erkeğin iklimidir, erkek
ı vnşa
hazırlanır, savaş onun varlık nedenidir ve tıp
k ı
Tarih'ten önce, kadının hem efendi hem rahibe ol
dıı�u
o zamanlarda olduğu gibi daimi barişa kavuş-
1111ış olsaydık, dünyevi iktidar ile manevi iktidar er
�
ı
�in
elinden düşmüş olurdu ve elli yüzyıl önce ol
ı lıı�u
gibi hiçliğe gömülürdü, ölümün onu çekip çı
kıı rdığı
hiçliğe gömülürdü: Ölüm, ahlak düzeni, sa
v
ış
ve
militan erdemlerin gerekliliği, yasal barbarlık
ııyf{ıtı ve sistematik gayri insaniliğin inşası. Erkek,
lıılnketi örgütleyerek kendi üstünlüğünü meşrulaştır
ııııık zorunda, kendini ancak bu bedelle vazgeçilmez
ılıyor, ama bu bedeli biz daha ne kadar süre ödeye
l ı l l
i
riz?
36
Aslında erkeğin derinliği, gönlü yoktur, onun
merhameti bir temrinden başka bir şey olamaz, şid
detkar olmamak için kendinin şiddet olması şart, er
keğin inşa ettiği düzenin temellerinde cinayet var.
Kadim halklar, Tarih'ten öncekiler, bizim gelenekle
rimizi ve buyruklarımızı borçlu olduğumuz halklar
dan daha sade ve daha yumuşaktılar, kadınlar tara
fından yönetiliyorlardı ve biz onları ahlaksızlıkla
damgalıyoruz, ama bu onları yenenlerin niteleyişidir
ki biz de her zaman onlardan esin aldık. Erkek şim
di yolun sonuna gelmiş gözüküyor ve onun acımasız
buyrukları ölçüsüz imkanlarıyla elbirliği ettiğinden,
ona kalan tek şey ökümenik insan kıyımına hazırlan
mak; bu kıyım erkeğin eserlerinin tacı olacak yarın.
Çünkü ancak bu tarihi tüketerek kendi Tarih'imiz
den çıkabiliriz ve ancak kendimizi kurban ederek ta
rihi tüketebiliriz, duyarlılık değişiminin baskın çık
ması için tüm dünyanın mezarlık olması gerekecek;
daha az feragat edecek değiliz, biz kendi bahtsızlığı
mızı reformdan daha fazla seviyoruz ve elimizdeki
silahlarla bunu kanıtlayacağız, bize ölümün yolunu
öğretecek olanları izleyeceğiz daima ve onları izledi
ğimiz için kendimizi değerli sayacağız.
37
İçinde yaşadığımız dünya serttir, soğuktur, karan
lıktır, adaletsiz ve yöntemlidir, yöneticileri ya içli
salaklard�r ya da derinlikli
·
haytalar, kimse bu çağa
denk değildir, biz aşıldık, ister küçük olalım ister
büyük, meşruiyeti aklımız almıyor, iktidar bir oldu
bitti iktidarıdır yalnızca, boyun eğilen bir ehveni şer.
Tüm egemen sınıfları bir uçtan ötekine ortadan kal
dırsak bile hiçbir şey değişmiş olmaz, elli yüzyıl ön
ce kurulmuş düzenin kılı bile kıpırdamaz, ölüme
doğru yürüyüş tek bir gün bile durmaz ve muzaffer
isyancılara kalan tek seçenek eskimiş geleneklerin
ve saçma buyrukların mirasçısı olmak olur. Komedi
sona erdi, trajedi başlıyor, dünya giderek daha sert,
daha soğuk, daha kasvetli ve daha adaletsiz olacak;
her yanı istila eden kaosa rağmen giderek daha yön
temli bir dünya olacak: Hatta bana kalırsa, dünyanın
en az tartışmalı niteliği, sistem ruhu ile kargaşanın
ittifakıdır, asla daha fazla disiplin ve daha fazla saç
malık, daha fazla hesap ve daha fazla paradoks, so
nuçta daha fazla çözülmüş sorun -ama katışıksız ka
yıp olarak çözülmüş sorun- görülmeyecektir.
38
Her şeyin anlamı ölüm olduğundan, başlamış olan
Tarih'in bitmesi gerektiğini varsaymak da mümkün
dür. Tarih'ten önce bir dünya vardı ve Tarih'in, can
lı bir şey olduğundan, sonsuzluk ayrıcalığına sahip
olmadığı, bizim Tarih'imizin sona erdiği müjdesini
veren Selamet olmadığı varsayılabilir. Çünkü Meta
fizik Tarih'ten çok önce de vardı, insan öncelikle
metafizik bir hayvandır, en azından yüz bin yıldır
böyleydi, Tarih'in parantezi açıldığında ve tekrar ka
pandığında, insan Tarihsiz, kendi nihai amaçlarıyla
birlikte var olacaktır. O - zaman ve yalnızca o zaman
Tarih biçimlenerek anlam edinmiş olacaktır ve bir
bütün halini alarak, türün zamandışı meditasyonla
rına konu olabilir ama bugün Tarih hakkında ancak
kendimizi sorgulayabiliriz ve bizi kendi yitimimize
götürdüğünü bilerek, ona kendi eserlerimizin dengi
olarak maruz kalabiliriz. Gerçekten de giderek daha
fazla eğilen bir düzlem boyunca ölüme doğru koşu
yoruz, ölüme doğru kayıyor ve koşturuyoruz, sarho
şuz ve razıyız, çünkü insanlar erkek olduğu ölçüde
yok olmaktan da o denli az çekinirler ve ölüm onla
ra yaşama nedenlerini de kapsayan bir şenlik gibi ge
lir. Çünkü erdemlerimizin diyeti asla insan katlin
den başka bir şey olmayacaktır.
·
39
Şehirlerimizi ancak yok ederek değiştirebiliriz,
hem de o şehirlerin içini dolduran insanlarla birlik
te yok etmek gerekse bile . . . Bu insan kıyımını alkış
layacağımız zaman da gelecektir. Artık o zaman hiç
bir şey karşısında geri çekilmeyeceğiz ve en barbar
şey olarak gözükse bile, bizler kaosun ve ölümün ra
hipleri olacağız, düzen bizim kurbanımız olacak ve
saçmalığın sona ermesi için düzeni feda edeceğiz,
doğal felaketleri arttıracağız, kötülüğü misline çıkar
tacağız. Böylece arzulanmadan doğanları ve daha
fazla çoğalma umudu taşıyanları cezalandıracağız,
onlara yaşamanın asla bir hak değil, bir suiistimal ol
duğunu ve yok olmayı hak ettiklerini öğreteceğiz,
çünkü aşırı kalabalık insanın bunalttığı dünyaya çir
kinlik katarak fazla yer tutuyorlar. Biz onarmak isti
yoruz ve bu nedenle yok etmeyi düşünüyoruz, uyu
ma yeniden kavuşmak istiyoruz ve bu nedenle kao
su sevgimizle silahlandırıyoruz, her şeyi yenilemek
istiyoruz ve bu nedenle hiçbir şeyi affetmeyeceğiz.
Çünkü eğer canlılar böcek olma ve karanlıklarda,
uğultu ve pis koku içinde hızla üreyip çoğalma terci
hinde bulunsa bile, biz onları engellemek ve İnsan'ı
soyunu kurutarak kurtarmak için buradayız.
40
İnsanlar ölüm dışında çare olmadığını anladıkla
rında, kendi kendilerini öldürmek zorunda bırakma
dıkları için kendi katillerini kutsayacaklardır. Bizim
bütün sorunlarımız çözümsüz olduğundan ve çöze
mediğimiz sorunlara sürekli yenileri eklendiğinden,
içinde tükendiğimiz yaşama öfkesinin yok olması ve
bana bu dönemlerin utancı gibi gelen canice iyimser
liğin yerini bunaltının alması gerekecektir. Çünkü
zengin ülkelerin refahı, dünya mutlak bir felakete
gömülürken, sonsuza dek sürecek değildir ve dünya
yı bu felaketten çekip çıkarmak için çok geç oldu
ğundan, zengin ülkelerin yoksulları yok etmek ya da
kendilerinin de yoksul olması dışında bir tercihi ola
mayacaktır, onlar da kaostan ve ölümden kaçamaya
caklardır; tabii eğer en barbar çözümde karar kılma
mışlarsa . . . Böylece, neye kalkışılırsa kalkışılsın, so
nu yalnızca dehşete varacaktır, ve araçların ruhu bi
ze iletilmediğinden, İkarus 'un peşinden pizim de
düşeceğimiz ya da Phaeton'la birlikte uçuruma yu
varlanacağımız kesindir; bilimin geleceğine artık
inanmıyorum, insanın mutasyonu ikili bir kabus ol
duğundan, bizim soyumuzdan gelenler de bizim yok
olduğumuz kaosa ve ölüme kavuşacaklardır.
41
Dünya çirkin, giderek daha da çirkinleşecek, or
manlar balta darbeleriyle yok oluyor, her yandan şe
hirler her şeyi yutarak yükseliyorlar, çöller her yerde
yayılıyor, çöller de insanın eseri. Toprağın ölümü şe
hirlerin uzağa yansıyan gölgesidir, şimdi buna su
yun ölümü de ekleniyor, sırada havanın ölümü var,
ama dördüncü element olan ateş, diğerlerinin intika
mını almak için varlığını sürdürecek; bizler, sıramız
geldiğinde, ateşle öleceğiz. Evrensel ölüme doğru
ilerliyoruz, en bilgili ve görgülü olanlar bunun far
kındalar, insan eserlerinin zincirinden boşalttığı bu
musibetlere çare olmadığını onlar biliyor, uçarı var
lıklar arasında trajik bir halleri var onların, gevezele
rin ortasında sessizliklerini koruyorlar, gevezelerin
vaat ettiği şeyi uçanların ummasına izin veriyorlar,
ne uçanları uyarmaya kalkışıyorlar ne de gevezele
rin aklını karıştırmaya, dünyayı yok olmaya layık gö
rüyorlar, bizden ancak yıkım pahasına uzak tutulabi
lecek olan mutlak dehşet ile kusursuz çirkinlik için
deki bu serpilip gelişmedense felaketi tercih edilir
buluyorlar. Olsun artık şu yıkım ve tamamlansın yok
olup gitme! Tekrar tekrar başlayan bir kavrukluk ve
başarısızlık içinde hayatta kalmaktansa telafisi im
kansız olan şeyi tercih ederiz biz.
42
Her şey parçalanıp birbirinden ayrılıyor, edinil
miş kabul ettiğimiz kavramlar çözülüyor, büyük sar
sıntının müjdesi geliyor ve babalarımızın kullandığı
enstrümanları kırıyoruz hepimiz. Sansürün egemen
olduğu ülkelerde gerçekliği inkar etmekten helak
olunuyor; sansürün kalktığı ülkelerde herkes aklına
geleni söylüyor. Farklılık önemsiz gelebilir, çünkü
yalan söylemek ile kendini yitirmek aynı anlama ge
liyor ve yalan söyleyenlerin de günün birinde kendi
ni yitirenlere katılacakları varsayılır. Esin perileri
yeryüzünü terk etti, güzel sanatlar öleli kaç kuşak ol
du, dalavereciler alanı boş buluyor, daha inanılmazı
asla yaşanmadı, ama en üzüntü veren şey onların da
laverelerine karşı duranların bile bize hiçbir şey
önermemeleri, boş laflardan başka bir şey etmemele
ridir. Şehirlerimiz birer kabusa döndü, şehirliler ter
mitlere benziyor artık, her inşa edilen şey iğrenç çir
kinlikte, biz artık tapınaklar, saraylar ya da mezar
lar, zafer alanları ya da amfiteatrlar inşa etmeyi bil
miyoruz. Her adımda gözümüze hakaret ediliyor, ku
lağımız sağıra çevriliyor ve koku duyumuz umutsuz
luğa kapılıyor, yakında kendimize, düzen neye yarar
diye sorar hale geleceğiz.
43
On bin fersah bizi bir adım bile ilerletmeyecek,
dünya giderek aynılaşıyor, felaket farkıyla, uluslar
arasına biraz fark koyan o. Yolculuk etmek neye ya
rar? Kaçmak neye yarar? Burada bıraktığımız her şe
yi arda tekrar bulacağız, hapishane kendi üzerine ka
panıyor, bizim buradan ancak ölümüz çıkar; ne ay ne
gezegenler yaşanabilir gibi. Çok sayıda cehennemin
bulunduğu, hem alevlerin hem de buzların cehenne
minin bulunduğu göğün iyiliğine inanmak mıdır ar
tık tek çare? Hayatın bir gölge-fenomenden ve insa
nın da kazadan başka bir şey olmadığı bu bilinçdışı
yaratılış nedir? Binlerce başarısızlık binlerce can çe
kişmenin habercisiyken tek bir başarının görüldüğü
bu doğal düzen nedir? İyi, Güzel, Doğru ve hoş ola
rak değerlendirdiğimiz şeyler, -heyhat!- hayali bir
Tanrı'nın yansısı değildir, bunlar bizim içimizde,
yalnızca bizden yola çıkarak doğan şeylerdir, bunla
rın ne modelini ne amacını başka bir yerde aramalı
yız, bunlar bizzat bizim yetkinliğimizin meyvesidir,
aynı zamanda insanların eşit olamayacağının, kao
sun imgesinden yapılmış ve daima yok olmaya layık
yitik kitle ile ışığın ve düzenin barındığı seçilmişler
arasında bir uçurum olduğunun da kanıtıdırlar.
44
Bilginlerimiz dünyayı pahalı oyuncaklarla doldu
ruyorlar, onlar, doğayı bozarak, ona tecavüz ederek
oyun oynayan koca oğlanlardır ve kimi zaman onla
ra hak etmedikleri halde hayran oluyoruz, çünkü on
ların bize verdiği hizmetler giderek daha sorunlu bir
hal alıyor. Herhangi bir keşfin bizi nereye götürece
ğini kimse öngöremez, bu keşifler insan soyunun de
ğil Kaderin ilerlediği yollardır, kaynak ellerimizin
arasından çıkıyor olsa da nehrin akışına hakim deği
liz, dünya yeniden bilinemez oluyor ve bizler, fela
ket değil mucize bekleyen sıradan insanların umu
dunu kırma pahasına da olsa bunu kabul edemiyo
ruz. Dünyayı yeniden düzene koymak artık imkan
sız, dünya paramparça, daimi bir değişim bunca civ
civliyken sentezi hayal edecek halimiz yok, yalnızca
yöntemli bir geri çekilme amacıyla hareketi durdur
mak gerekiyor: Oysa bizi sürükleyen akıntıyı durdu
rabilecek kadar hakim değiliz, en bilgili insanlar ar
tık çok geç olduğunun yıllardır farkındalar, biz kao
sa gidiyoruz, ölüme gidiyoruz, tüm Tarih'in en bü
yük felaketini hazırlıyoruz, Tarih'i sonlandıracak
olan felaket bu; hayatta kalanlar yüzyıllar boyunca
bunun damgasını taşıyacaklar.
45
Böceklerle dolu bir dünyadan nefret ediyoruz, bu
böceklerin insan olduğuna yemin edenler yalan söy
lüyorlar: !'.'itik kitle asla insanlardan değil, dışlan
mışlardan, cehennemliklerden oluşmuştur. Ne za
mandan beri benim komşum spermatik bir otomat
oldu? Komşumun böyle olması şartsa eğer, komşu
mun var olmadığını ve benim görevimin hiçbir bi
çimde ona benzememek olduğunu söylüyorum. Mer
hamet bir aldatmacadır, bana merhamet öğretenler
benim düşmanlarımdır, merhamet böceklerle dolu
bir dünyayı kurtarmaz, onların tek bildiği bu dünya
yı yiyip bitirmek ve kendi pislikleriyle, çer çöpleriy
le kirletmektir: Ne onlara yardım etmeliyiz ne de on
ları kırıp geçiren hastalıkları önlemeye çalışmalıyız,
bu hastalıklardan ne kadar çok kişi ölürse bizim için
o kadar iyi olur, çünkü biz onların kökünü kazımak
zorunda kalıyoruz. Barbar bir geleceğin kapısındayız
ve bu gelecek kadar ölçüsüz olabilmek, onun tutar
sızlığına direnebilmek için onun barbarlığıyla silah
lanmamız gerekir, ya varlığımızı sürdüreceğiz ya fe
ragat edeceğiz, ya egemen olacağız ya serbest bıraka
cağız, yarın vuracak olanlara biz bugün vurmalıyız,
oyunun kuralı budur ve bize yakaranlar, bir süre
sonra bunu unuttuğumuz için bizi cezalandıracak
lardır.
46
Kendimizi aldatmak neye yarar? Acımasız olaca
ğız, toprağımız ve suyumuz olmayacak, belki hava
mız da olmayacak ve varlığımızı sürdürmek için
kendimizi yok edeceğiz, sonunda birbirimizi yiyece
ğiz ve bizim tinsellerimiz de bu barbarlıkta bize eş
lik edecekler, tanrı-yiyiciydik insan-yiyici olacağız,
böylece biraz daha tamamlanmış olacağız. Dinleri
mizin içindeki barbarlığı o zaman açık seçik görece
ğiz; koşulsuz buyruklarımızın cisimleşmesi ve dog
malarımızın gerçek varlığı olacak bu barbarlık, ürkü
tücü gizlerimizin vahyi ve ceza yasalarımızdan yedi
kat daha gayri insani olan efsanelerimizin uygulanı
şı olacaktır. Sanatlar bu uğursuz ve kanlı dehşetleri
bizden gizliyordu, yarın bu dehşeti tüm çıplaklığı
içinde tadacağız, onlarla öleceğiz, hayatta kalan bir
avuç insan ise onları güvenilir kılan ve sürdüren ca
navarlarla birlikte yasaklayacak bu dehşetleri. Gele
neklerimizin yanında en canice yöntemlerimiz nedir
ki? Kendimizden çok bağlı kaldığımız bu gelenekler,
artık onlarla boy ölçüşebilecek ve her şey tüketilebil
sin diye ilk kez bizi kusmaya zorlayacak imkanlarla
karşılaşırlar.
47
Zamanın sonundayız ve bu nedenle her şey çözü
lüyor, geleceğimiz kargaşayı çoğaltarak başlıyor; Ta
rih'ten aldığımız ders, değişimin bir bedeli olduğu
dur, olabiİecek en yüksek bedel ise başkalaşımın be
delidir; oysa, başkalaşım geçiriyoruz, hem de kendi
mize rağmen, ne olacağımızı da bilmiyoruz, bizi ta
nımlamaya yarayan sözcükler yarı yolda bırakıyor.
Biçimler açılıyor ve içerikler kaçıyor, ağırlıklara ve
ölçülere hile karıştı, en bilgili insanların bile yargısı
na güven olmuyor artık ve niteliksizlik zafer kazanı
yor, hem de ona değer veren dalaverecilerle birlikte,
hiç cezalandırılmadan. Dillerimiz yozlaşıyor, en gü
zel diller çirkinleşiyor, en iyi işitilenleri anlaşılmaz
oluyor, şiir öldü, düzyazı kaos ile yavanlık arasında
seçim yapma durumunda. Sanatlar yok olalı kaç ku
şak geçti, en ünlü sanatçılarımız gelecekte küçümse
necek hokkabazlara benziyorlar. Ne bir şey inşa et
meyi biliyoruz ne heykel yapmayı ne de resmi; mü
ziğimiz bir iğrençlik, bu nedenle eski anıtları yıkmak
yerine restore ediyoruz ve bu nedenle bütün üslup
ların koruyucusu kesiliyoruz -güçsüzlüğümüzün iki
kez itirafı.
48
Üslupların eşzamanlılığı biçimlerin karışıklığına
eklendiğinden, çağımız her şeyi seçmek istedi, bu
nedenle biz hiçbir şey bulamadık, tıpkı can çekişen
lere benziyoruz, tüm Tarih bize açılıyor, bizim güç
süzlüğümüzü bize tükettiriyor. Aslında, tam da ken
di gücümüze çok güvenirken can çekişir bulduk ken
dimizi, çünkü kendinin farkına varamayan bir gücün
sonu kaostur. Gelecek çiledir bizim için, ve bizi ha
rekete geçiren öfkeye rağmen, tutarlılık yokluğu her
hangi bir şeye varmamızı engelleyecektir, nihayetin
de biz bu çemberin içinde dönüp duruyoruz, bizden
daha özgür zihinsel içeriklere av oluyoruz. Biz zaten
kaybettik, sentez fikrinden vazgeçerek sonunda dü
zenle tutarsızlığın uyumunu varsayar hale geldik,
bozguna uğradıktan sonra rahat rahat hayatta kalabi
leceğimizi hayal ediyoruz, paramparçayız ve ilk sı
navda bunu öğreneceğiz, bir daha kendimize gele
meyeceğiz, dehşet kapıda, dile getirilebilir bir dehşet
değil bu; geride, kavrayamayacağımız zamandışı öğe
kalacak bir tek ayakta. Çünkü biz eserlerimizle bir
likte ve eserlerimiz aracılığıyla öleceğiz.
49
Evrene dair bir ölüm şarkısı yükseliyor dudakla
rımdan, içinde yaşadığımız dünyanın bizden önce
gelen vı:ı bizimkiyle birlikte yok olsunlar diye bulup
ortaya çıkardığımız bu dünyaların bir uçtan ötekine
yok olacağını öngörüyorum. Evrenin bir ucundan
öteki ucuna dirilttiğimiz yüz küsur ölü şehir bir kez
daha ölecektir, hem de dirilme olasılığı olmadan, ha
tıraları bile yok olacaktır, esin perilerimiz de, içle
rinde barındırdıkları servetlerle birlikte yok olacak
tır. Bütün milletler geçmişlerini kaybedecektir; önce
şu koşul yerine gelmezse -herkes kendi bolluğunu,
efsane ve umutlarını kurban etmeli- insan soyu ha
yatta kalamaz. Kıyamet gününün anlamı budur; ya
hiçliğe ya da yeni bir yaşama girmek için çırılçıplak
ortaya çıkacağız ve gelenekleri tarafından bunca yüz
yıldır sınava hazırlanan vahyedilmiş dinlerin mü
minlerinin, mallarından mülklerinden iyi niyetle fe
ragat etmek ve yükümlülüklerini karşılamak isteyip
istemeyeceklerini görecek ve onların fedakarlık ru
huna hayran kalacağız. Bir ölüm ezgisi yükseltiyo
rum ve uçurumdan yükselen kaosu ve çağların de
rinliğinden gelen kadim korkuyu selamlıyorum!
50
Ölümle birlikte kaosun türküsünü söylüyorum,
ölüm ve kaos evliliklerini kutlayacaklar, ökümenin
kor gibi yanışı onların düğünlerini aydınlatacak, şe
hirlerimiz yok olacak ve evler oralarda oturan ve pis
leten böceklerin mezarı olacak. Çünkü sorunlarımı
zın çözümü ateştedir, yalnızca ateş bizi çözümsüz
binlerce paradokstan kurtaracak ve anlaşılmazlığın
kurbanı olarak içinde kımıldadığımız labirentin du
varlarını yıkacaktır, umudumuz bundan böyle ateşte
toplanıyor. Sadeliğe özlem duyuyoruz; kaos geçti
ğinde, ölüm galebe çaldığında, tek bir insan kaldı
ğında -ve içinde yüzlercesinin kaynaştığını gördü
ğümüzde-, neredeyse bomboş kalmış yeryüzü bakir
liğine geri döndüğünde, şehirlerin yanıp kavrulmuş
kalıntısını ormanların yutacağı, suların yeniden do
ğacağı ve yeniden berraklaşmış ırmakların akacağı
mutlu zamanlarda, her kitle yitik kitle olduğundan
kitle diye bir şeyin olmayacağı gelecek zamanlarda
sadelik bize gelecektir. Bizi sadelikten ayıran kaos ve
ölümdür, ama biz ne ölümden çekiniyoruz ne kaos
tan, bu dünyadan tiksiniyor ve hiçbir koşulda iste
miyoruz onu.
5 1
Bugünkü dünyaya kaosu ve ölümü çağırıyoruz ve
onların gelişini alkışlıyoruz, düzen sürdükçe berbat
laşıyor, �ğer dağılıp yok olmazsa insanları böceğe çe
virecek. Yitik kitle; işte düzenin günahı! Ve eğer kit
le her şeyi istila etmişse, her şeyi kirletmiş, her şeyi
bozmuşsa, her şeyi kokutmuş, her şeyjn üzedni ört
müşse, her şeyi kaostan da berbat hale getirip kaosu
.
bile arzu edilir kılmışsa, düzenin ona ihtiyacı oldu
ğu içindir bu. Bizim hizmet ettiğimiz ve bizi işken
ceye gönderen düzenin üreticilere ve tüketicilere ih
tiyacı vardır, yoksa bütünlüklü insanlara değil, bü
tünlüklü insanlar düzeni tedirgin eder, onlardansa
başarısızları, eciş bücüşleri, uyurgezerleri ve otomat
ları her zaman tercih edecektir, düzenin suçu bura
dadır, düzen hem günahkar hem canidir, ona yalnız
ca ateş borçluyuz, düzen ateşle yok olacaktır. Aziz,
aziz, azizdir ateş, bizi canavardan ve canavarca işle
rinden o kurtaracaktır! Ne sevimlidir, intikamcı ka
os! Ne güzeldir ikinci ölüm! Ve ne mutlu bize ki
bunları bekliyoruz ve de her ikisinin de kaçınılmaz
lığını biliyoruz! Aslında bizler şimdiden yarınları
mızın konformistleriyiz.
52
Düzen dayanıksız, hatta giderek daha da dayanık
sızlaşıyor, çünkü kendi ölçüsüzlüğünü yansıtıyor ve
kendi tutarsızlığını aşamıyor, düzen kendi ölümüne
gebe, çünkü giderek daha kaotik bir hal alan ve ken
di varlık nedeninden giderek daha da uzaklaşan ken
di öznelliğini yansıtıyor. Gelecek felaketten sonra
hayatta kalacak olanlar bu düzeni tersine dönmüş
dünya diye adlandıracaklar; bizim yaşadığımız dün
ya, kabul olunamaz bir düzene göre kendini düzen
leyerek ve bizim nihai amaçlarımıza zarar verecek
şekilde sürdürdüğümüz, giderek saçmalaşan bir
dünya. Çünkü insan üretmek ve tüketmek için bu
dünyada değildir, üretmek ve tüketmek daima yal
nızca tali olabilir, var olmak ve var olduğunu hisset
mektir önemli olan, gerisi bizi karıncalar, termitler
ve arılar düzeyine indirir. Nasibimize sosyal böcek
olmanın düşmesini reddediyoruz, moda ideolojiler
bizi buna yöneltiyor, biz kaosu ve ölümü tercih edi
yoruz, ve bunların ilerlemekte olduğunu biliyoruz,
bizim ideolojilerimizin de şaşmaz bir biçimde ölüme
ve kaosa doğru yürüdüklerini biliyoruz; o ideolojiler
ise yeryüzü cennetini inşa etmekle övünüyorlar -ka
yıp cennet; kitlelerin, yitik kitlelerin mezarı üzerin
de kavuşacağımız cennet.
53
Şimdiden yaşayamayacak kadar kalabalığız; böcek
gibi değil ama insan gibi yaşayamayacak kadar kala
balığız; toprağı tüketip çölleri büyütüyoruz, ırmakla
rımız birer batak, okyanuslar can çekişiyor, ama
iman, ahlak, düzen ve maddi çıkar bizi ilkel toplu
luklar halinde yaşamaya mahkum etmek için el bir
liği ediyorlar: Dinlere mümin gerek, uluslara savuna
cak insan, sariayicilere tüketici; bu demektir ki her
kese çocuk gerek, yetişkin olunca ne olacaklarının
bir önemi yok. Felaket karşısında güç durumdayız ve
temellerimizi ancak ölüme giderken koruyabiliyo
ruz, bundan daha trajik bir paradoks hiç görülmedi,
daha belirgin bir saçmalık hiç görülmedi, bu evrenin
tesadüfi bir yaratı olduğunun, hayatın bir gölge-feno
men ve insanın da bir ilinek olduğunun kanıtı hiç bu
kadar genel onay görmedi. Bizim hiçbir zaman Gök
te Babamız olmadı, bizler öksüzüz, bunu anlaması
gereken bizleriz, yetişkin olması gereken bizleriz, bi
zi yolumuzdan şaşırtanlara itaati reddetmemiz gere
kir, bizi uçuruma mahkum edenleri kurban etmesi
gerekenler bizleriz, çünkü eğer biz kendimizi kurta
ramazsak hiçbir şey bizi kurtaramaz.
54
Ama tinsel ayartıcılarının çoban değneğiyle ve
efendilerinin sopası altında kaosa doğru sakin sakin
yürüyen bu milyarlarca uyurg'ezere vaaz çekmek ne
ye yarar? Onlar suçlu, çünkü çok sayıdalar, insanın
yenilenip canlanmasının mümkün olabilmesi için
yitik kitlenin ölmesi gerek. Komşum kör ve sağır bir
böcek değildir, komşum spermatik bir otomat da de
ğildir, komşum karanlık ve muğlak fikirlerin esiri ol
muş adsız sansız biri asla olmayacaktır, bunlar insa
nın çeşitli düşük halleridir; neşeleri de acıları kadar
saçmadır ve geceleyin bunları diledikleri gibi birbi
rine katabilirler. Bu kölelerin hiçliğinin ne önemi
var bizim için? Onları ne kendilerinden ne de ger
çeklikten kurtarabilecek bir şey olabilir, her şey on
ları karanlıklara yöneltecek şekilde düzenlenmiştir,
tesadüfi çiftleşmeler sonucu döllendiler, sonra ka
lıplarından çıkan tuğlalar gibi doğdular ve işte, para
lel diziler oluşturuyorlar ve yığınları bulutlara dek
yükseliyor. Bunlar insan mı? Hayır. Yitik kitle asla
insandan oluşmaz, çünkü insan ancak yığın beşerin
mezarı olduğu andan itibaren başlar.
55
Evren yok olduğunda ve insanlara şeylerden daha
ender rastlandığında ancak evreni yeniden oluştura
biliriz. O zaman ve yalnızca o zaman bizim Hüma
nizmamız sağırlar ve körler arasında boş bir laf ol
maktan çıkacaktır, çünkü artık o zaman, fazla yer
tutma korkusuyla kendimizi tahayyül etmemize izin
verilmeyen günümüzde olduğu gibi işitmekten ve
görmekten ölmeyiz. Yabancılaşma ilk görevdir, in
san aşırı kalabalıklaşır; bu görevi kalabalıklar yerine
getirir, onlar hem yabancılaşmıştır hem de rıza gös
terendir, hem güçsüz hem de cinlidirler,. Yitik kitle
lerin mezarı üzerinde evreni yeniden oluşturabiliriz,
kaosun doğurduğu ve ölüme mahkum edilmiş bu kit
leleri tüm kurtarıcılar bir araya gelse, sayıları binle
çarpılsa bile uçurumdan kurtaramayacaktır, çünkü
milyarlarca kişi gözünü kurtuluşa diktiğinde kurtu
luşun bir anlamı kalmaz. Duvarın içindeki tuğla geri
çıkmaz, düzen bir duvar kaosudur ve duvarlar artık
bir labirent oluşturmaktadır. Labirentin içindeki in
san kimdir? Yerine başkası konabilen, hem de hiç
güçlük çekmeden konulabilen bir eleman, aynı ka
lıptan çıkma ve birbiri yerine geçebilen yığınla ele
mandan biri.
56
En kötü düşmanlarımız, bize umuttan söz edenler,
sorunlarımızın çözüleceği ve arzularımızın karşıla
nacağı, neşeli, aydınlık, çalışmanın ve barışın oldu
ğu bir gelecek vaat edenlerdir. Vaatlerini yenileme
nin onlara bir bedeli yoktur, ama onlara kulak ver
mek bize çok pahalıya mal olur ve yalnızca yanlış fi
kirler ediniriz, biz ne kadar ilerlersek bu fikirler de o
kadar etkili olur ve muğlaklığın sultası altında
o
öl
çüde eziliriz; üç yüzyıldan beri bizim gözümüzü aç
mış olan şeylerin hiçbirini hatırlamamamızı sağla
yan ve bilimsel olduğu ileri sürülen bu anlaşılmaz
ve muğlak kavramlar yığını altında bocalayıp duru
yoruz .
.
Diyalektik denen boş sözler herhangi bir şeyi
anın ihtiyaçlarına ve kanıtlayıcıların çıkarına göre
kanıtlamayı sağlar, çünkü referans noktalarını dire
niş olasılıklarıyla birlikte ortadan kaldırır: Kaos yap
ma makinesidir bu ve düzen adına bile olsa, gerçek
ten de saçmanın hizmetine verilmiş olan ve yok olu
şun serbest alan bulduğu muhakeme gücümüzün
son çabasıdır, elebaşıları en son yok olacaktır, her
şeyi kurban ettikten sonra, hiçliğin içinde bir şey
olarak kalma isteğiyle . . .
57
Düzen, bize vaaz ettiği disipline uyarak kendini
sistemli olarak tasfiye etmektedir; bilginler daha çok
keşifte qulunuyor, deliliğin kucağına düşmüş düzen
de bunları ele geçiriyor; nihayetinde her şey en kötü
süne hazır ve biz, ahlak ve iman adına, bizi oraya gö
türen yollarda sebatla yol alıyoruz; gelenekler dü
zenbazlıkta birbirleriyle yarışırken, icatlar da kötü
lükte yarışıyorlar, bu yarıştan da kaçamayacağız ve
sonunda uçurum ağzını açmış durduğu uzlaşmaya
düzen öncülük ediyor. Saçmanın kendi mantığı var
ve biz onun evrelerine katılıyoruz, hatta hazırlıksız
bir şeyler yaptığımıza inanıyoruz, oysa ki yaptığımız
her şey -anlamadan- icra ettiğimiz bu genel plana
gönderme yapıyor: Bu bir mekanizma ve binlerce
çark binlerce kez, insanın özniteliği olarak gördükle
ri bir özgürlük üzerine uzun uzun söylev çekiyorlar,
düzen ise saçma bir şekilde bunu yankılamakla yeti
niyor. Bizler görev gereği körüz ve düzene dayanıyo
ruz, düzen bizden daha kör ama uzgörüşlü olduğuna
kendini ikna ediyor, bu çift taraflı aldatmacanın tüm
halklar için eşit olarak hazırladığı yıkımdan artık
kimse kaçamaz.
58
Tarih'in dersleri belagat dolu, ama biz bu dersler
tarafından aydınlatılmak istemiyoruz, Tarih'i redde
diyoruz, tek amacı:ı;nız gerçekliği inkar edebilmek ve
kendi yanılsamalarımız içinde ayak diremek, muci
zeye inanıyoruz ve kendimizi yazgıya terk ederek bi
le olsa, bizi sürükleyen şeye teslim oluyoruz, bir şey
ler değişir umuduyla; ütopyaya duyduğumuz inanç
dışında hiçbir şey doğrulamıyor oysa bu umudu. En
soğuk, en matematik ve en sinik ruhları ele geçiren
bir tür taşkınlıktır bu, onların idealizme ödedikleri
diyettir; ama gelecek, karanlık ve muğlak fikirlerin
insafına kalmış bu derin hesapçılarla ve bu sözde di
yalektikçilerle alay edecektir. Bizim aramızdaki hiç
bir sorumlunun felaketi öngörecek cesareti yoktur,
itiraf edecek cesareti hiç yoktur; günümüzün koşul
suz buyruğu iyimserliktir, dipsiz uçurumun kıyısın
da bile iyimserliğimizi koruyoruz, sözlü büyüye geri
döndük, duayla koruyoruz kendimizi ve şeytan çı
kartıyoruz; işin tuhafı, davranışlarımızdaki gülünç
lük artık düzen içinde görülüyor, devlet şeflerimiz
keramet taslayanlardan başkası değiller ve biz de on
ların egemenliğinde yaşarken, rıza gösteren kurban
lardan başkası olamayız.
59
İletişimden söz ederek bizi bir labirente sürüklü
yorlar, gelecekteki aşmanın ve nihai gelişmenin aşkı
uğruna geri çekilmeye zorluyorlar. Düşünce ustaları
mız boş sözlere batmış haldeler, anladığımız üç dü
zine sözcüğün yerine üç düzine meçhul söz koyduk
larında ve bunlar aracılığıyla kendi kullanacakları
bir kod oluşturduklarında, yeni temeller attıklarını
onlara hayranlık diyeti ödememiz gerektiğini söylü
yorlar bize. Dünya hiç bu kadar sefilce açıklanma
mıştı, ağırlıklar ve ölçüler yanlış, referans noktaları
nın hepsi sorunsallı; ben terimlerin kabulünden söz
etmiyorum, fikirlerin kaosuna giriyoruz ve sözcükle
rin fahişeliği bizi buna sürüklüyor. Hiçbir şey oldu
ğundan fazla değil, her şey başka bir şey olma iddi
asında, göründüğü gibi olmayı reddediyor; akıl al
maz yüzlerce aldatmaca doğuyor böylelikle; yazar
lar, saygınlık ve itibarla çevreli, ne yapacaklarını bi
lemez haldeler. Bunun sonucunda genel bir uyuşuk
luk yayılıyor her tarafa; ve eğer Tarih'in dersine ku
lak verseydik, uyuşukluktan sersemliğe giden yolun
en kaygan yollardan biri olduğunu bilirdik.
60
Hangi alanda olursa olsun, aptallıkta birbirimizle
yarışıyoruz, icatlarımız paradoksa çare bulamıyor.
Giderek daha zekice imkanlara sahip olurken gide
rek daha aptallaşıyoruz, biz bu imkanların yasasına
ta.bi olacağız ve bu imkanlar da bize sahip olacak, biz
hayal kırıklığına uğrarken devlet şeflerimiz imkanla
rın ilk hizmetkarları olacaklar ve biz de sınırsız bir
köleliğe bağlanacağız. İmkanlarımız bizi aşıyor -ka
hinlerimizin bize vaat ettiği aşma bu işte; imkanları
mızın serpilip geliştiğini şimdiden hissediyoruz -bu
kahinlerin bize öngördüğü serpilip gelişme bu işte;
biz bu imkanlara sahipken ortak bir dil yok artık, bu
nedenle iletişim sözcüğü moda; imkanlarımız bizi
sürüklüyor, nereye gittiğimizi bilmiyoruz, tesadüf
yeni bir boyut kazanıyor ve zorunluluk da öyle, her
ikisi de özgürlüğe zarar veriyor, belirsizlik özgürlü
ğüyle çakışan özgürlüğe . . . velhasıl, bizler artık atala
rımızdan daha donanımsızız ve terslikler denizinde
boğulma tehdidi altındayız. En donanımlı tekneleri
batırmaya birkaç kuşak yetti ve o teknelerin üzerine
biz çullandık, yalnızca biz, Tarih'in fırtınaları değil.
61
Yok olma ruhu her şeyi istila edecek, zevkle gö
mülüyoruz dehşete ve ilahi bir deliliğin vurgunuyla,
inceleme programlarında hiç durmadan reform yapı
yoruz, uzgörüşlülüğe basamak olmuş elementleri
birbiri ardına kesip atıyoruz. Uzgörüşlülük yerine,
kırıntılardan bir kaos sunuyoruz yükselen kuşağa;
Tarih'in derslerini reddederek, sürekli yenilenmek
istiyoruz, moda olabilmek için. Değişenle değişime
ayak direyenin diyalektiğini reddediyoruz, ayak di
reyeni değişime feda ediyoruz ve sonra da hiç refe
rans noktamızın kalmamasına, kendimizi barbarla
rın ortasında bulmamıza şaşırıyoruz. Çünkü tek bil
diğimiz şey, eğitmek iddiasında olduklarımızı bar
barlaştırmak, onları hayata hazırlar gibi yaparak ha
yat karşısında silahsız bırakmak. Daimi değişimin
içinde, ayak direyene her zamankinden daha fazla
bağlanmamız gerek, Hümanizma'mızı hiç olmadığı
kadar eğitmeli, Filoloji ile Tarih'i hiç olmadığı kadar
düşünmeliyiz, referans noktalarımız, ağırlık ve
uzunluk ölÇülerimiz hiç olmadığı kadar çok olmalı.
Yarın bizleri, suçluları yutacak olan şeye şimdiden
gömüldük.
62
Yitik kitleyi uygarlaştırmak isterken kendi temel
lerimizi sarstık, her şeyi herkese iletmek isterken eli
mizdeki yüzlerce çözümü yeniden problem haline
getirdik; peki bizim ödülümüz ne olacak diye sorma
mıza gerek var mı? Oyunu kaybettik, yitik kitle ken
disini yükseltecek olanı kendi düzeyine indiriyor,
kendi ekseni etrafında dönerken kendini beğenmişli
ğimizle onun liyakatsizliğine bahşettiğimiz element
leri, hatta kimi zaman bizi de peşinden sürüklüyor.
Ayrıcalıklarımızın kırıntılarını korumak zahmetli
oluyor ve gelecekteki meşruiyeti haksız yere aradığı
mız bir derinlikte onları yeniden ele geçirmeye cesa
ret edemiyoruz. Çünkü hiçbir meşruluk uçurumdan
çıkmaz, ütopyacıların yanılgısı bizim yanılgımız ol
du, ama sosyal lağım bu evreni ve kendini oraya at
mayı düşünen azizleri günahlarından kurtaramaya
cak. Onlar geri dönüş umudu olmadan orada kala
caklar. Türün kurtuluşu kitleye karşı olacak, kitle in
san yüzlü kaostur ve biz kitleyi gelecekteki eserleri
nin uçurumuna iyice soktukça, geride insandan baş
ka bir şey kalmayacak, yığınlar kötülüğü de beraber
lerinde götürerek yok olup gitmiş olacak.
63
Sonuncu felaketten pek az insan sağ çıkacaktır; kö
tülüğün doğurduğu ve kötülüğe adanmış, kötülükle
eştözlü yitik kitle bu felakette yok olacaktır. Yarın in
sanlık nadide bir kalıntı olacaktır ve her zaman ka
lıntı olmak isteyecektir, ve o zaman kalabalığa, sayı
ya duyulan batıl inanç yüzyıllar tükenene dek söne
cektir ve Tarih'in bütün derslerine tercih edilen der
si şu olacaktır: "Asla çoğalmayın ve kesinlikle artma
yın, facianın kaynağı üremedir, yeryüzünün kaynak
larını tüketmekten ve onun masum giysisini kirlet
mekten çekinin, ateşin milyarlarcasını yok ettiği, çer
çöpün ve pisliğin ortasında varlığını sürdüren ve
kendi dışkılarını içen o eciş bücüş yaratıkları hatırla
yın, tek bir ağacın bile bitmediği, uğultunun ve leş
kokusunun istila ettiği bir sürü canavarca şehirde be
şi altısı tek bir odada yaşıyordu onların. Babalarınız
böyle insanlardı, onların iğrençliklerini hatırlayın ve
onları sakın örnek almayın, aynı ölçüde iğrenç olan
ahlaklarını aşağılayın, inançlarını bir kenara atın, on
lar çocuk kaldıkları ve Gökte bir Baba aradıkları için
cezalandırıldılar. Gök boştur ve sizler özgür insanlar
olarak yaşamak ve ölmek için öksüz kalmalısınız. "
64
Ve şimdi Büyük Gece'ye giriyoruz, elimizde silah,
bizler hem kurbanız hem cellat, hem deliyiz hem
cinli, kaosun çocuklarıyız, ölümün şer ortakları.
Çünkü önce milyonlarcamız ölecek, sonra milyarlar
camız ve yitik kitle yok olup gidene dek, aşırı
.
kala
balık insanların evreni kemiren cüzamından bu ev
ren kurtulana dek ölmeye devam edeceğiz. Evren an
cak bu bedelle değişmiş olur, ancak bu bedelle iki
bin yıldan beri bize sözü edilen Kurtuluş bir varsa
yım olmaktan çıkar ve hayatta kalmayı hak edenleri,
insanlığın geri kalanını, bizim karanlık ve muğlak
fi
kirlerimizden kurtulmuş olanları ancak anıtlarıyla
birlikte yok olmuş ulusların mezarı üzerinde canlan
dırabiliriz. Aslında hiçbir şey daha kolay sonuçlana
maz ve orada bizim geleneklerimiz artık eserlerimiz
le buluşur, gelenekler de eserler de sonsuza dek ay
nı uçurum içinde birbirlerine karşılık verirler, gele
neklerimiz eserlerimizin etkisini meşrulaştırır, eser
lerimiz geleneklerimize özgü ölçüsüzlüğü onaylar.
Sentez eksikliğinden boşuna şikayet ediyoruz, onla
rın gerçekliğini kanıtlamaya hizmet edeceğiz.
65
Eserlerimizin ortasında, deliliğe ve aptallığa mah
kumuz, kullandığımız imkanların ruhuna asla sahip
olamıyoruz, kendi aralarında uyuşmayan planlar
üze�inde yaşıyoruz, birbirlerimizin çağdaşı bile de
ğiliz. Ölçüsüzlük bizim ortak paydamız, tutarsızlık
tan asla şaşmıyoruz, en hayranlık verici bahanelerle
nesnelliğin içini boşaltıyoruz ve diyalektiğe başvura
rak hakikatten gizleniyoruz, referans noktalarını
keyfimizce çoğaltma ve ihtiyaçlarımıza göre bunları
değiştirme sanatında mahiriz, sonunda bir labirent
içinde dönüp durur hale geldik ve bizi sürükleyen
hareket adına sentezi imkansız ilan ederek kendi
müşkül durumumuzu meşrulaştırıyoruz. Artık her
şeye izin var ve kimse sorumlu değil, şimdi bizler
kendimizi insan olarak hissetmekten bizi korusun
diye tanrılaştırdığımız kaderin özgürce suç ortağı
otomatlarız, terk edilmekten zevk alıyoruz, manevi
çöküşümüzün içine yan gelip uzanıyoruz, bizi sü
rükleyen şeyden kopmayı reddederek kendi yitimi
mize doğru yuvarlanıyoruz, büyülenmişiz, razıyız . . .
66
Böylece uçurum uçurumu çağıracaktır, biz hakim
olamadığımız ölüm iradesini kendi içimizde taşıyo
ruz, yaşama tutkusunun bizi harekete geçirdiğini ha
yal ederken aslında bu tutku karşıtının içinde karşı
lık buluyor ve bu zincirinden boşanma bizi uçuruma
sürüklüyor. Düzen kendi sandığından daha delidir,
düzen hayal ettiğinden daha aptalcadır ve bizler, dü
zeni destekleyen bizler, onun bize benzediğini hisse
diyoruz, biz nasıl kendimizi tahayyül edemiyorsak o
da bizi tahayyül edemiyor, o biz körleri peşinden sü
rükleyen bir kördür. Hiçbir şey bu tablodan daha ür
kütücü olamaz, ama bu tabloyu yalnızca gelecek za
man seyredecektir, biz bunu asla kavrayamayacağız,
biz görevimizi yerine getiriyoruz ve bundan zevk alı
yoruz, mücadele ediyoruz ve uyuyoruz, bu anlaşma
ya tek şaşıranlar ve düzenlemeyi reddedenler yalnız
ca bizim anarşistlerdir, onlara kem küm etmeden eli
mizi uzatacağız, düzen adamlarına karşı anarŞistler
haklıdır. Düzen adamları sistem değiştiremez ve sis
tem onları kaosa götürse bile, haksızlıklarını itiraf et
mektense bu düzenin kurbanı olup ölmeyi tercih
ederler. Zaten itiraf neye yarar ki, rakiplerinin önere
cek hiçbir şeyi yokken?
67
füırkes haklı olduğunda her şey yitirilmiştir, her
şey mubah ve mümkün olur, bu en trajik andır, bi
zim anımız budur. Biz, iyi niyetli insanların ortasın
dayız, ônlar davaları için kendilerini feda etmeyi ka
bul ederek öleceklerdir, onların davasının çoğu du
rumda bir yanlış anlama olduğunun farkındayız,
ama bunu onlara anlatmak bir işe yaramaz, bize
inanmayı reddedeceklerdir, üstelik yaşama nedenle
ri buna sıkışıp kaldığından büyük bir kararlılıkla
reddedeceklerdir. İdeal neredeyse her zaman muğ
laklıklardan ibaret bir dokudur ve eğer karşıt-anla
mın kökünü kazırsak, çoğu insanı anlamsızlığa mah
kum ederiz, hakikat asla onlara göre değildir. Oysa,
elimizdeki imkanlar, tekerin her dönüşünde hakika
ti daha da güçlendirmektedir, bizse kendimizi bu ev
renin içinde, sürekli insanileştirdiğimiz bu evrende
giderek daha yersizyurtsuz hissediyoruz: Bu para
doks öncekinden daha az trajik değildir ve bunun
çözümü yoktur. Düzensizliğe kurban olmaya daha
ne kadar devam edeceğiz? Düzensizlik sonsuza dek
süremez, düzensizliğe tahammül edemeyen insan
ruhu parçalanır. Bu durumda felaket tercih edilir ve
insan, geleceği zorlamak umuduyla, felakete koş
makta tereddüt etmez.
68
Ben zamanımızın peygamberlerinden biriyim,
sessizlik kaplıyor üzerimi, benim söyleyecek sözüm
olduğu hissedilince bunu öğrenmek istemediler, mo
da olmuş usullerle bu sözden uzak duruluyor, beni
canlı canlı gömmek istiyorlar ama bunun sonucu be
nim yandaşlarımı günün birinde daha fanatik kılmak
olacak. Ben kendime çizdiğim yolda ısrarlıyım, bu
yol artık açıktır, burada uzun süre tek başıma yürü
yecek değilim, benim fikirlerim bu dünyada yoktu
ve bu fikirleri benimseyecek olanlar, düzen adamla
rı ile anarşistler arasında yeni bir halk oluşturacak
tır. Anarşistlere yakın olduğum söylenemez, düzen
·
adamları da anarşistler de beni aynı ölçüde dehşete
düşürüyor, ben onların tartışmalarının üzerindeyim,
yasallığa yeni bir eksen atfederek bu iki alternatiften
kopuyorum, gelecekteki Site'nin oluşumuna dişi il
kenin öncülük etmesini istiyorum ve bütün işaretle
rin yerini değiştiriyorum, negatif olan artık negatif
olmak zorunda değil ve henüz negatif olmayan mu
hakkak ki negatif olacaktır, benim devrimim işte bu,
gözlerimizin önünde başlıyor ve benim fikirlerim
bunu yansıtıyor. Ben ütopya vaaz etmiyorum, bir ha
kikati hayal meyal seçiyorum.
69
Bana yapıcı olmadığım söylenecek, felaketin üze
rinde inşaat yapmakla ve felaketi bu evreni düzene
koymaya elverişli görmekle suçlanacağım; bana sos
yal olmadığım söylenecek, kitlelerin kurban edilme
sini öngörmekle ve insanın düzelebilmesi için fela
keti gerekli bulmakla suçlanacağım; benim gayri in
sani olduğum söylenecek, çünkü milyarlarca böceğin
yaşamı beni ilgilendirmiyor ve ben ökümen'in insan
sızlaşmasını savunuyorum; benim ahlaksız olduğum
söylenecek, çünkü ben değerler eksenini sarsıyorum
ve işaretlerin sırasını değiştiriyorum. Haksızlıklarımı
biliyorum, suçlu olduğumu kabul ediyorum, aynı
yolda yürümekte ısrarlıyım: Gelecekteki düzene ina
nıyorum, ben de o düzenin peygamberlerinden biri
yim, soyumuzdan gelenler arkaik insanların savun
muş oldukları şeyi o düzende bulacaklar. Ben dünya
nın başlangıçtaki halini yeniden kuranlardan biri
yim, kadınların düzeni bizim
_
itaat ettiğimiz düzen
den çok daha eski, işte ben o düzenle bağ kuruyo
rum, temellerimizi altüst ederken tek amacım bu te
melleri taşıyan şeyi gün ışığına çıkarmak, ben bunun
üzerinde zamandışı bir Site inşa edeceğim yarın.
70
Tarih aşılması gereken bir maceradır, Tarih elli
yüzyıl önce başladı ve biz onunla birlikte ölmek is
temiyoruz. Gelecekteki düzen Tarih'in mezarı ola
caktır ve bizim türümüz ancak bu bedel pahasına
varlığını sürdürecektir, Tarih'ten çıkmamız gereki
yor ve yalnızca kadınlar aracılığıyla bundan çıkabi
liriz, kadınların hakimiyeti bizi tarihin vesayetinden
kurtaracak ve tarihin ipoteğini kaldıracaktır. Ancak
ve ancak bu koşullarda zaman diye bir şey artık ol
mayacaktır ve -zamanın olmasından önceki gibi
her gün zamandışı olacaktır; ancak ve ancak bu ko
şullarda Toprak
�
ökle birleşecek ve Tanrısal birleş
me Kurban Etme'nin yerini alacaktır; ancak ve ancak
bu koşullarda içinde yaşadığımız dünyanın sonu
varlık nedenine kavuşacak ve bundan çekinmemize
hiç gerek kalmayacaktır. Felaketten kaçamayız, ama
tohum ekebiliriz, bu evrenin çöküşü tohumların bü
yümesini engellemeyecektir, her şekillenmiş niyetin
ve görünüşte akla yatkın her projenin terk edilmesi
ne umut bağlayabiliriz, çünkü elementleri doğuşun
dan önce gelen ve bizim ölümümüzle son bulmaya
cak bir durumun mantığına hiçbir şeyin baskın çıka
mayacağını biliyoruz.
7 1
Elimizde kalan biricik kesinlik niçin en kötüdür?
Bunun iki nedeni vardır, birincisi, bizi sürükleyen
hareketi frenlemenin imkansızlığıdır, ve ikincisi de
bizzat bu hareketin doğasında yatar. Çünkü aslında
bizi sürükleyen hareket bizden kaçmaktadır ve bizler
güçsüzlüğe mahkum nesnelerden başka bir şey deği
liz, bu hareket bir uçurumdur, biz kendimizi orada
yitireceğiz, uçurumu ölçmek bir işe yaramaz, dahası
o kendi kendinin varlık nedenidir, insanın anlayabi
leceği hiçbir tasarıya itaat etmez ve -her olasılığa gö
re- bu hareket artık saçmadır. Böylece saçmalık yaz
gı olur, yazgısallık mantık; her şeyin bizi dağıtmak
için el birliği ettiği ve kendimizi sorumsuz hissettiği
miz bir zincirleniştir bu. En kötü olan, kesindir ve
bizler onun suç ortaklarıyız; en kötü, ölümün şehve
tiyken bir yaşama nedeni olmuştur. Böylece, kaçınıl
maz olana doğru koştururuz, çok kalabalıklaşmış ve
kendini kitle halinde yok etmekten başka bir şey dü
şünmeyen o hayvanların dengiyiz; hem de bu yok
oluş, yarın kafamıza aşılanacağı gibi, fedakarlık ya da
maneviyattaki ruh aşırılığı nedeniyle olmayacaktır.
72
Yitik kitlenin bilinci yoktur ve asla da olmayacak
tır, bilincin özü varlıkları tek başına bırakmaktır ve
insanlar kendi bilinçlerinden kaçmak için bir araya
gelirler, yitik kitle onların kaçış yoludur, başarısız
yalnızlıkların kavşağıdır, her zaman suçludur, onun
laneti daima düzenin içinde olacaktır, kendisini
oluşturan değersiz ve başarısız yığını kendi yitimi
içine katar. Sayı kötülüğün aletidir, kötülük insanla
rın çoğalmasını ister, çünkü insanlar ne kadar artar
sa insan o kadar değersizleşir, beşer insan olmak için
gereken enderlikte asla olmayacaktır. Gerçekten de
kitleler halinde ölüyoruz, kitleler bizi ölçüsüzlüğün
ve tutarsızlığın uçurumlarına sürüklüyorlar, kurtu
luş ile kitleler zıt kutuplarda yer alır, kurtulamayız,
ne olursa olsun, bizler çok kalabalığız ve bizim ara
mızdan kendini soyutlayıp tek kalabilenler evrenin
yazgısını değiştiremeyecektir, yalnızca ötekilerin ne
reye doğru yürüdüklerini göreceklerdir, körlerden ve
sağırlardan daha umutsuz olacaklardır, uyurgezerler
okyanusunun şaşmaz biçimde düzenli ve değişmez
bir hareketle yuvarlandığı yüzsüz bir burgu ya cephe
den bakacaklardır.
73
Evren arzunun bir araya getirip ölümün parçaladı
ğı bir mekanizma olduğundan, yitik kitle bu evrenin
durumunu en korkunç haliyle yansıtır, onun cisim
leşmiş halidir ve bu nedenle bu kitleyi ne sevebiliriz
ne de ona acıyabiliriz; yitik kitle çekirge sürüleriyle
ve kemirgenler ordusuyla aynı yasalara itaat eder,
milyonlarca kafası olan bir canavardır. Yitik kitlenin
bir tanrıya tapmak istemesinin bu tanrının ona ben
zemesi ve kitle aracılığıyla bu evrenin yansısı olabil
mesi için yeterlidir, kitle tinin içini boşalttığından,
bu tinin nerede tezahür edeceğinin önemi yoktur.
Aslında tin kitleyi asla harekete geçirmez ve asla fi
kirler kitlede kararlılık kazanmaz, kitle tini kabul
edemez, fikirlerin tini işlemesine de katlanamaz, kit
lenin derinlikleri öl
ü
d
ü
r ve buz tutmuştur, kitlenin
gecesi ışığa baskın çıkar, Tarih, insanın boş bir laf ol
duğu bu zamandışı denizin enginliği boyunca kaya
caktır. Yüzsüz gölgeler arasında kurtuluştan söz
eden de kim? İlerlemeden kim söz eder? Aşmadan
kim söz eder? Çünkü insanlığın kurtuluşunun anla
mı yoktur, ilerleme nereyi ısıracağını bilemez ve aş
ma daha başlarken son nefesini verecektir.
74
Birkaç kişiyi kurtarabiliriz ama kitleyi kitle olarak
asla kurtaramayız, akıl yürütebilir ve baştan soyutla
yıp tecrit edebileceğimiz az sayıda insanı bilinçlen
direbiliriz, ama bilimimizin katışıksız kayıp olarak
çoğalttığı imkanların kullanımı bile yığınların payı
na düşeni değiştirmeyecektir, yığınlar iyi niyetli ol
duklarına inanarak bize yalan söylemeyi öğrenecek
lerdir, karışıklık daha da ölümcül olacaktır ve buna
çare bulmak için gözümüz çok geç açılacaktır. Ölçü
korunmadığında, kurtuluşun, ilerlemenin ve aşma
nın kabul edilemez fikirler olduğunu; milyarlarcası
nın kemirdiği ve kirlettiği evrende ölçüd�n söz etme
yi ancak kendimize zarar vererek öğreneceğiz. Aşırı
sayıdaki insanların ölmesi için dünyanın yok olma
sı gerekecektir, yeni doğanların suçlu doğduğunu za
ten biliyoruz, onlar burada oldukları için suçlular,
suç onları hiçliğe mahkum etmek değil, suç onları
dünyaya getirq:ıekte. Canlılar hızla çoğaldığı andan
itibaren hayat kutsal değildir, aşırı kalabalık insanla
rın hayatı böceklerinkinden daha değerli değildir ve
savaşta ölmüş askerler onları savaşa sürükleyenlerin
gözünde de daha değerli değildir.
75
İnsanlar hiçbir umut taşımasa kaderleri aynı ol
mazdı, insanlar hiçbir şeye inanmasa, durumları bel
ki değişirdi: Dolayısıyla umut ve iman onların başla
rındaki musibetin parçasıdır yalnızca, ama bunlar
efendilerinin mutluluğudur ve tinselciler, ermişlik
lerine rağmen, efendilerin bekçi köpekliğini yapma
dan duramazlar. Kıyamet gününde ne umut ne iman
bağışlanacak; son nefeslerini verene dek tohumlarını
çoğaltmaya yönelttikleri can çekişenlerin ve ölenle
rin müsebbibi onlardır. Erkekler hiçbir şeye umut
bağlamasalardı kadınlar kısır ölürdü, erkekler hiçbir
şeye inanmasalardı döllemektense ahlaksızlığı sever
olurlardı, ahlaksızlıklar onları görevden daha az
mutsuz ederdi, görev ahlaksızlıklardan daha kötü
dür, görev musibetin içine yerleşmektir. Hakikat ni
hayet çırılçıplak ortada ve hakikatin açığa çıkması
her zaman cezalandırıldı, nedeni de malum, düze
nin umuda ihtiyacı vardır ve umut düzen için tüke
tilir, düzen imana daha fazla ihtiyaç duyar, iman
yalnızca düzen için yaşar ve insanlar hayatı çoğalta
rak yaşarlar . . .
76
Umut ve iman geçmiş kuşakları aldattılar, gelecek
kuşakları aldatacaklar ve yanlış fikirlerin ağırlığı art
tıkça sefalet de bununla birlikte aktarılır; düzen çağ
ların çökeltisine göz kulak olur ve aldatılan insanla
rın ölümüyle yaşar. Ara sıra dünyada bir kurtarıcı
belirir, ama bu kurtarıcının mesajı daima anlaşıl
mazdır ve düzen bu mesajı kendi keyfine uydurmak
ta tereddüt etmez. Okuduklarını anlayan ender kişi
lerin karşısına, söze sığmaz bu lafların ortasında ye
niden düzen çıkar, çünkü düzen peygamberlerin ko
nuşmasına izin verir ve onlar konuşmalarını bitir
diklerinde son sözü düzen söyler, hem umuda hem
imana damgasını düzen basacaktır: Metinler bu ko
şullarda kabul edilir ve onların esinleri yanılmaz
olarak değerlendirilir, bu yöntem binlerce yıl geçmi
şe uzanır ve çağlar tükenene dek de asla değişmeye
cektir. Kurtarıcılar kuşakların dengi geçinirler ve dü
zen kalır, onlara teslim olmuş gibidir ve onların eser
leriyle silahlanmayı amaçlar, Tarih bize her kurtarı
cıdan sonra düzenin daha güçlü olduğunu öğretir,
bütün kurtarıcıları inanılır ve güvenilir kılmak için
hizmet ettikleri umut ve imandan daha güçlü olur.
77
Umut ettiğimiz için ölüyoruz, inandığımız için
ölüyoruz, aldatılan ve kendi kendilerini aldatan in
sanların nasibine düşen budur, bu nasip değişmeye
cektir, yalnızca felaket bizi bundan kurtarabilir ve fe
laketten kaçamayacağımızı biliyoruz. Ölüme doğru
gidiyoruz, umut ve iman bizi tavlıyor, umut ve iman
ölümüne doğru gidiyoruz, onlarla birlikte ve onlar
tarafından ölüyoruz, insanlığın geri kalanı bunlar
dan sonra hayatta kalacaktır, insanlığın geri kalanı
yaşayacaktır, ama tinde yaşayacaktır, imana karşı ko
yan tinde, umuda ihtiyaç duymayan tinde. Aslında,
yitik kitle bu dünyanın dengesini sarstığı sürece ti
nin hÜkümranlığı olamaz, tinin egemenliğine ancak
kitle hiçleştiğinde erişebiliriz. Derdin devası acıma
sızdır, hastalık daha da acımasız, ya iyileşeceğiz ya
da yok olacağız, bu tercihten kaçamayız, iyileşmemi
zin bedeli en şaşırtıcı felaket olacaktır, geleceğin göl
gesi şimdiden bizim üzerimizde olduğundan Tarih
bu felaketi anımsamaktadır. Çünkü gelecekteki ölü
mün gölgesinde ilerliyoruz, ölüm bizim varoluşu
muzun aşırı miktardaki boyutudur, uçurum bizim
üzerimizde asılı duruyor ve bizler sıra sıra uçuruma
teslim ediyoruz kendimizi.
78
Bu dünyanın şimdiki halinde varlığımızı sürdüre
meyiz, çünkü bu dünyanın şimdiki halinin geleceği
yoktur, bizi şimdiki zaman öldürecek ve hayatta ka
lacak olanlar -pek az olacaklardır!- bir başka dünya
da bulacaklar kendilerini, bizim içinde yaşadığımız
dünya bunun vaadi olamaz. Gelecek zaman şimdi
maruz kaldığımız gerçeklikten kopacaktır, eğer bunu
sürdürürse gelecek zaman olamayacaktır, bizimle ge
leceğimiz arasında bir uçurum uzanmakta; bizim
içinde yok olup gitmemiz gereken uçurum bu. Böy
lece kaosa ve geceyle eştözlü eserlerimizle dolu olan
ikinci ölüme gireceğiz, böylece bu eserlerin altına
kendimizi daha iyi gömebileceğiz, böylece geçmiş
yeniden ortaya çıkmasın diye daha da derinleştirece
ğimiz karanlıklar içinde bizim peşimizden gelecek
tir. Bizler Tarihi kapatmaya yazgılıyız, Tarih bizimle
birlikte ölecek, parantezin sonuna değiyoruz, kaçı
namayacağımız şeye rıza gösteriyoruz, hem de tama
men ve hiçbir şey bizi daha fazla ürkütmüyor, en kö
tüyü bekliyoruz, en kötüyü umuyoruz, umudu çok
tan feda ettik, imana el çektirdik, özgürüz, hiç olma
dığı kadar özgürüz, kendi ölümümüzde mevcuduz
ve bizim için artık ölümün bile vekalet ettiği bu ya
şama nedenleriyle birlikte varlığımızı sürdürüyoruz.
79
Uçuruma doğru yürüyüşü durduramayacağız, aşı
rı kalabalık insanların ağırlığı bizi bağışlamayacak,
başlarımızın uzerinde birikmiş yüzyıllar bizi dönüp
durmaya zorlayacak ve bizi uçurumdan yuvarlaması
için varlıklarını koruduğumuz yanlış fikirler kaosu
aklımızı karıştıracak. Her şeyi yapabiliriz, geri çekil
mek hariç, yolda sıkıntı bile çekmeyeceğiz, yolun bi
zi neye hazırladığını biliyoruz. Çözümler birbiri ar
dına geriliyor, bizi geride kalanlardan koparıyorlar,
tekerleğin her dönüşünde paradokslar çeşitleniyor
ve problemler karmaşıklaşıyor, çoğumuz bu prob
lemleri önümüze koymaktan kaçınıyoruz, çoğumuz
kendini tahayyül etmekten kaçınıyoruz ve en zekile
rimiz tutarsızlığımızın meşruiyetini savunacaklar,
en ünlü bilginlerimiz sentez savından vazgeçiyorlar,
sonunda bu dünyanın imgesi parça parça oldu ve
düşünürlerimiz dünyanın artık bu haliyle varlığını
sürdüreceğini ileri sürüyorlar. Peki ne kadar zaman
için? Çünkü hiçbir düzensizlik kendi düzensizliği
içinde varlığını sürdüremez, yalnızca giderek daha
fazla dağılabilir, türün yasasıdır bu, bizim kahinler
bunu unutmak istiyorlar, bizse bunun hem kapsamı
nı hem doğruluğunu hissedeceğiz.
80
Bir ülke Tarih yapıyorsa yirmiden fazlası Tarih'e
maruz kalıyor ve bu yirmi ülkedeki her parti, hangi
si olursa olsun, milliyetçi olduğunu ilan eden Ya
bancı partisidir. Artık Tarih yapmayan uluslar, baş
larına geleni anlamıyorlar, onların yazgısı kaos, ihti
şamları onları bu kaostan koruyamaz, onların nasibi
ne düşmüş olan uyuşukluk içindeki manevi çöküşe
karşı erdemleri de onları uyaramayacak. Bağımsız
kalmış az sayıdaki ulus dünyanın geleceğini başları
nın üzerinde taşımayı üstleniyor, geçmişte daha ko
lay yapabiliyorlardı, giderek daha zorlaşacak. Yazgı
nın payı büyüyor; yazgının fırlattığı gölgedir uyu
şukluk: Bir gün onlar da halkların çoğunluğuyla ay
nı nasibi paylaşacaklar, güçleri hiçbir işlerine yara
mayacak, ayrıcalıkları yalnızca hayali olacak, niha
yet Tarih herkesin tutkusu olacak. Bizimle onlar ara
sında kaç yıl var? Ne kadar süre sonra biz de kaçınıl
maz olarak güçsüzlüğe mecbur hale geleceğiz -hem
de birinciler en başta olmak üzere? O zaman en kötü
kesinleşmiş olacak, düzenin dış görünüşünü boşuna
koruyor olacağız, kaosa gideceğiz, iyi niyet gözümü
zü kör etmiş olacak, giderek daha despotikleşecek
düzen, ve giderek daha saçma bir geleneğin onayını
almış olacak.
81
Milliyetçilik evrensel bir hastalıktır, ancak çılgın
ların ölümüyle şifa bulur, bu kadar zararlı düşünce
nin iyice daralttığı bir dünyada varlığımızı sürdüre
meyiz; yok olacağız. Geleceğin tarihçisi, doğanın
halklara baş döndürücü bir ruh musallat ederek
halklardan öcünü aldığını ve Milliyetçiliğin çok ka
labalıklaşmış hayvan topluluklarını ele geçirmiş ola
na benzer bir çılgınlık olduğunu söyleyecektir. Biz
çok kalabalığız ve ölmek istiyoruz, bize soylu bir ba
hane gerekiyor ve işte bulduk: Sahip olma vı:ı yaban
cılaşma huyu,
_
hem de olabilecek en kusursuz haliy
le. En aşağılık edimleri gerektiğinde çoğaltarak ken
dimize itibar vermemizi sağlar, bizi kurban olmaya
mecbur bırakarak kendi kendimize bakıp sarhoş ol
mamızı sağlar, bizi tüm saflığımızla canavarlaştırır,
erdemlerimizin bütün erdemsizliklerin sıfatıyla do
nanmasını sağlar ve -en iyisi- arzuladığımız ama
seçmeye cesaret edemediğimiz şeyi bizim için o se
çecektir. Bizler adamakıllı hapı yuttuk, bu hastalık
hiçbir ulusu esirgemez, bütün ülkeler onları birbirle
rinin karşısına çıkartan ve boğaz boğaza gelecek den
li harekete geçiren öfke türüne varana dek birbirine
benzemektedirler.
82
Hiçbir ulus kendi tarihi olarak adlandırdığı şeyi
unutmak istemediğinden ve çoğu zaman kendini Ta
rih'ten ayırt edecek bir gerekçesi olmadığından, gü
nün birinde hepsinin vazgeçmesi gerekecektir. Son
galip, uzamı ve zamanı silahsızlandıracaktır, araçla
ra ve fikirlere, iddialara ve anılara, biçim ve içerikle
re el koyacaktır, kendini elli yüzyılın tek mirasçısı
ilan edecektir, kendisinin insan türünün varlık ne
deni olduğunu ve yüz halkın görevinin de her şey
den feragat etmek olduğunu kanıtlayacaktır, kimile
rinin kökünü kazıyacak, geri kalanların çoğunu süre
cektir ve her yerde bir sürü insan görülecektir, tek
efendisi de o olacaktır. Çünkü sadelik, gözlerimizin
önünde çığ gibi büyüyen farklılıkların en azından
bollaşmasıyla ve bu bollaşma sayesinde düşünülebi
lir, gelecek sadeliktedir, bir düzensizlikten diğerine
ilerleyerek nihai düzene doğru gidiyoruz, bir kıyım
dan ötekine giderek ahlaki silahsızlanmaya gidiyo
ruz, pek az kişi kurtulacak ve pek az kişi kurtulmuş
olacak, yitik kitle ise bu arada yok olup gidecek, ken
disiyle birlikte çözümsüz sorunları da uçuruma sü
rükleyecek. Milliyetçilik, yalnızca bir kitle olan kit
leyi teselli etme ve ona Narsissus'un aynasını sunma
sanatıdır: Geleceğimiz bu aynayı parçalayacaktır.
83
Nezaketin alana ihtiyacı vardır ve dünyada en faz
la eksikliği çekilecek olan şeydir alan, sıkışık bir
dünJ'.aya doğru gidiyoruz, bunu hiç anlamadık, bizi
abartan anılarımızdan feragat etmeliyiz, fazla yer
kaplayan yanılsamalarımızdan feragat etmeliyiz.
Ulusların bunu kendi rızalarıyla yapmayacağına ina-
.
nabiliriz, bu ret sayısız dehşetin habercisidir, son ga
libin başının üzerinde yargıçlar olmayacak ve tek bir
günde bir milyar insanın kökünü kazıdığında kimse
onu eleştirmeyecek. Gelecekte verilecek kararlar üze
rinde uzlaşma aranmayacak, gelecek kesip atacak,
geleceğin sıfatları şiddet ve sadelik olacak, bu sıfatlar
hakkında kendimizi aldatabiliriz, filozoflarımız bir
birleriyle yarışırcasına mucize tahmininde bulunu
yorlar, en iyi mantıklı zincirleri ve en kesin gerekçe
ler karşısında bile asla bu kadar geri çekilmezler. Ke
limelerden duyulan
.
korku büyüyor; demek ki onlara
bir güç atfetmişiz ve bu güç olayların akışı içinde gün
be gün yalanlanıyor, onlara yüklediğimiz anlama gü
lüp eğip büküyoruz bu anlamları -açık seçik ve belir
gin nedenler önünde titremek hariç.
84
Ciddiyetten uzaklaştık, ciddiyetsizlik hayra ala
met değil, yargılarımız içimizi kemiren ve belki de
başka çare kalmadığından yalan söylediğimiz korku
nun izini taşıyor. Babalarımız kimi zaman trajik gö
rünmeye cesaret ediyordu, çünkü bizim gibi ölümün
gölgesinde yaşamıyorlardı, dünyanın sonundan söz
ederken, bu sonla aralarında sayısız kuşak olduğunu
hissediyorlardı -bizse yakınımızda kabul ediyoruz.
Bizlerin görmeyi kabullendiğimiz şeyi babalarımız
hayal ediyordu, onların hipotezi artık bizim tezimiz
dir, onlar ölmekle yaşamak arasında tercih yapabilir
lerdi, oysa ki bizler şimdiden hayatta kalmaya çaba
lıyoruz. Tarih'in beş bin yılı aşkın bir süredir ilerle
diği bu olay pek yakında sona erebilir ve bizi her tür
lü gerçekliğin dışına sürükleyebilir; bizim kimliği
miz pek yakında sona erebilir, öğle vakti alacakaran
lık çökebilir, parantezin kapanabilir ve zamanlar ka
rışıp zamandışına gelip dayanabilir ve aniden orada
parçalanabilir. Ölüm orada olduğu için bizler ger
çekliğimizden kurtulmaya çabalıyoruz; babalarımız
ise yalnızca vaat arayıp müjde buluyorlardı.
85
Sağır olmayan herkesin işittiği derin ses bizi bek
leyen şey konusunda uyarıyor, kötülüğün çaresi ol
madığını ve mucizeye inanmanın kutsallığa saygı
sızlık olduğunu biliyoruz, yokuşu çıkamayacağımızı
ve görünüşte kabul edilebilir nedenlerle inişi onay
layacağımızı biliyoruz, bir uçtan öteki uca parçala
nacağımızı ve fikirlerimizin imkanlarımıza denk ola
rak hazırladığı kıyamet içinde yok olacağımızı bili
yoruz. Yakında ortak paydamız kaos olacak, kaosu
kendi içimizde taşıyoruz ve onu aynı anda bin yerde
bulacağız, her yerde düzenin geleceği kaos olacak,
düzenin şimdiden bir anlamı kalmadı, boş bir meka
nizmadan başka bir şey değil ve bizi telafisi imkan
sız şeye mahkum etmesi için düzeni sürdürerek biz
tükeniyoruz. Yazgı'ya bir tapınak yükseltiyoruz, kur
banlar sunarak onu onurlandırıyoruz ve kendimizi
de sunacağımız saat uzak değil, dünya, başkalarını
da ölüme sürükleyerek ölmeyi hayal eden insanlarla
dolu. Aşırı kalabalık insanlar, evrene yayılan ve ökü
men'i yaşanmaz kılan bir zehri damıtıyor gibiler. Ce
hennem, hiçlik olmak bir yana, varlıktır.
86
Çünkü ahlakın ve imanın bedeli, çok fazla çoğal
mış ve insanın Ceherinem'i olmuş beşer varlığıdır.
Bu bize ahlakıı:;ı hiçbir anlamı olmadığını ve imanın
tanrısal olmadığını göstermektedir; her ikisi de efen
dilerimizin hizmetindedir, bizim en berbat düşmanı
mız bizi yöneten efendilerdir. Efendilere köle gere
kir, köleler ne kadar çoksa efendiler de o kadar çok
zenginleşir, yeter ki kadınlar doğursun ve çocuklar
doğsun, gerisi vız gelir onlara, nüfusun azalması on
ların yıkımı olacağından evrenin parçalanmasını ter
cih ederler, -dünyayı kurtaracak olan- hareketin dur
ması onların zararınadır. Bizler bu dünyada derimi
zi yüzen soygunculara kanmışız ve Tanrı'ya itaat et
tiğimizi sanırken aslında insanlara itaat ediyoruz,
hem de bizi kaosa sürükleyen ve ölümden sakınma
yan insanlara, cahil insanlara, güçsüz ama bize da
yattıkları gelenekler adına ölüme zorlayan insanlara.
Çünkü yetkililerimiz hiçbir şey bilmiyorlar, hiçbir
şey yapamıyorlar, hiçbir değerleri yok, bizi hiçbir
şeyden korumuyorlar, yalanlarla bizim beşiğimizi
sallamak dışında hiçbir konuda hemfikir değiller,
tek amaçları kazandıkları ayrıcalıkları korumak ve
yerleşik düzenlerini sürdürmek.
87
Bizim sözde dini ve ahlaki yetkililerimiz, kendi
gerçekliğimiz karşısında bizi silahsızlandırmaktan
başka
.
bir işe yaramıyorlar, bizim imkanlarımızın ru
hu onları hükümsüz kılacağından bu ruha karşı du
ruyorlar, bizim yetişkin olmamızı istemiyorlar, onla
ra saygınlık sağlayan hataları sürdürmekten başka bir
şey düşünmüyorlar, bize itaat ve kafa karışıklığı vaaz
ediyorlar, onların eseri olan her şey bu dünyanın fe
laketine gelip ekleniyor. Eğer biz utanç içinde öle
ceksek bu onların hatası, çünkü soluk alır gibi ihanet
ediyorlar bize, onlar bizim ayakbağımız, bizse onları
bize destek olan temel zannediyoruz, onların yok
edilmesi bizi özgür kılardı ancak uygun zamanda on
lardan kopmayı göze alamadık. Bu yüzden sadakati
miz bizi lanetliyor ve itaatimiz bizi mahkum ediyor,
artık çok geç ve hiçbir şeyi telafi edemeyeceğiz, fela
ketten kaçamayacağız; bizim en büyük tesellimiz,
yok olurken, bizi uçuruma sürükleyenlerin de ayak
_larımızın altında yok olduğunu görmek olacak ve
ölürken onların hem anısını hem de tohumlarını yok
etmek için ayaklarımızın altında çiğneyeceğiz. Yarın,
yalnızca kurbanlar olacak; Tarih'in adaleti budur.
88
Bizim dinlerimiz insan türünün kanseridir, ancak
ölerek bu kanserden kurtulabiliriz, di
_
nlerimiz yok
olsun diye ölüyoruz; felaket, rahipleri cemaatleriyle
birlikte yutacaktır, harabelerin ortasında insanlıktan
sağ kalacak olanlar, ayakta kalan taşlara saldıracak
tır. Ulusların, evreni tekrar düşünmek gerekirken,
büyük yapıların bakımını yapıp restore ettiğini gö
rünce gülüyorum, onların tinsel ölümleri buradan
doğacak; gelecek felaketin insafına kalmış yüzlerce
halkın, hayali ya da gerçek antikçağlarını korumaya
çalıştıklarını görmek güldürüyor beni; ayakta kala
cak olan hiçlik olacakken tapınakların hiçlikten kur
tarılmaya çalışılmasını görmek beni güldürüyor, ve
ben her şeyin öleceğini söylüyorum, insanlarla taşlar
arasında, taşlarla insanlar arasında fark olmayacak.
Yarın ölümün kaosla düğünü kutlanacak ve biz şim
diden onların sofrasını süslüyoruz, onların şenliği
için çalışıyoruz; kurban edilmiş, dilim dilim kesil
miş, haşlanmış ve kızartılmış halkların etlerinin or
tasında nadide birer parça olarak yer alacak binaları
mız; halkların en derin yeri Tanrı'nın inayeti karşı
sında sevgiden titreyecek ve can çekişirken, tanrısal
olduğunu hayal ettikleri boşluğu seyredecekler.
89
Bugüne dek boşluk genellikle başkalaşım geçirdi,
boşluğun yerini tanrılar aldı. Artık ilk kez tanrılar
l;ıoşluktan doğmuyor, boşluk neyse öyle kalıyor, in
sanlar boşluğu bütünlüğü içinde seyredecekler, tüm
dünya boşluğa benzeyecek ve boşluktan farklı olan
şey yok olacak ki yalnızca boşluk var olabilsin. Bu,
saflık anıdır, buna sevinmeliyiz, burada yalnızca
kendi Tarih'imizi ve bu Tarih'e gönderme yapanları,
yani bizim vahiyli dinlerimizi ve sözde ebedi olan
ama aslında yalnızca tarihsel olmuş buyruklarımızı
yitireceğiz. Kaybedeceğimiz Tarih var yalnızca, bir
de Tarih'e bağlı olan her şey; boşluğu daha çok sevi
yoruz ve onun yükselişini alkışlıyoruz, ölmemiz ge
reken anda bizi aydınlatan sevinçtir boşluk. Böylece
telafi edilemez olanı, en yüksek intikamcımızı onay
lıyoruz, ulusların can çekişme bağırtısı bizim cenaze
töreni müziğimizdir, düzen ve savunucuları gözü
müzün önünde darmadağın oluyorlar, onlar küle
döndüğünde biz de gözlerimizi kapatacağız, insanla
rın en teskin edilmişi olarak öleceğiz, çünkü mümin
leri besleyen yalanın eserlerini tek reddeden bizler
olduk.
90
Taptığımız şeyi yakmadığımız için cezalandırıl
dık, ama torunlarımızın çocukları, felaketten sonra,
bizim yaktığımız her şeye tapacaklar. O zaman bizi
kötü delilere benzetecekler, tanrılarımız canavarlara,
dogmalarımız dehşete ve buyruklarımız kabusa ben
zetilecek, bizim cinli olup olmadığımızı düşünecek
ler haklı olarak, çünkü kendi tanrılaştırdığımız şeyin
elini eteğini öpmek için cinli olmak gerek. Bizim gi
zemlerimizin altında hastalık ve yalan yatıyor, efsa
nelerimizin dokusunda sanki bir çılgınlık var; kir
lenmiş ırmaklarımıza benzeyen bu tinsel gübrelik
ten, bu pislikten şaşkına dönmeden çıkamayacağız,
saflığın ardından kişneye kişneye saflığımızı yitir
dik, yeniden insan kurban ediyoruz, yolumuzu öyle
şaşırdık ki kendi edimlerimizi tahayyül edemiyoruz.
Varlığımızı bu haliyle sürdürmekten daha kötü ne
gelebilir başımıza? Suçlarımızın ölçüsü hala hiçlik
midir, bu suçları yok etmeye yetmeyen bu ölüm mü
bizim yeniden hakkımız? Boşluk iyidir, boşluk aziz
dir, boşluğun kötülükle eştözlü olmasını isteyenler
kötülüğün sürmesini ve yeryüzünde kötülük hakim
ken kendi varlıklarının sürmesini arzulayanlardır.
9 1
Pagan olmuş, pagan kalmış bir dünya doğayı ihlal
etmezdi, Pagan görüşler doğayı kutsal kabul ediyor
du, genellikle ağaçlara ve su kaynaklarına tapıyorlar
dı; vahyedilmiş olduğu varsayılan dinlerin dogmala
rının merkezine yerleştirdikleri zaman yerine, Pagan
görüşlerin konusu uzamdı, ve, istisnalar hariç, ölçü
yü aşkınlığa, uyumu da her şeye tercih ediyorlardı.
Kendilerinin vahyedilmiş olduğunu söyleyen dinler
bizim üzerimizde fanatizmi yerleştirdiler ve bu fana
tizmi sonuna dek vardıran Hıristiyanlık deliliği tan
rısallaştırdı, tutarsızlığı yüceltti ve daha büyük bir
iyilik adına kargaşayı meşrulaştırdı. Bu ürkütücü
tezler sonuçsuz imkanlara sahip olduğu sürece in
sanlar buna uyum sağladılar, ama bizim eserlerimiz
bı:ı tezlere denk düştüğünden beri, buyruklarımızın
devasalığını, dahası saçmalığını hissediyoruz. Tanrı
sal tecessüm fikri, en canavarca fikirdir ve bizim çö
zümsüz paradokslarımızın en önemli nedeni gele
cekte burada aranacaktır; bu fikrin vardığı yerlerden
biri doğaya tecavüzdür, aşkınlık bizi buna hazırla
maktadır ve bu dünyadan duyulan nefret bu tecavü
zü meşrulaştırmaktadır: Şunu asla unutmamalı,
Dünya, Ten ve Şeytan Hıristiyanların gözünde bir
karşı-Üçlem oluşturmaktadır.
92
Modaya uyan Hıristiyanların benim belirttiğim
tezleri benimsemeyi reddetmelerinin ve başta
.
teo
logları olmak üzere, bu tezlerin sonuçlarından kur
tulmaya çalışmalarının bir önemi yok! Tek yaptıkla
rı kargaşaya kargaşa katmak oluyor yalnızca ve tela
fisi imkansız olan şeye çare bulmak isterken, para
dokslarının labirenti içinde yollarını iyice kaybeder
ler. Çaresizlik bir gerçektir, ölçüsüzlük ruhu, kilise
nin ölçüsüzlüğü şu an dünyanın ruhudur, dogmala
rın dikeyliği her yönde parçalandı ve uzam içinde
birbirleriyle iletişime geçerek kendi boyutlarını de
ğiştiriyorlar. Bu sarsıntıdan pek memnun kalacak
düşünürler buldu kendine geçenlerde, hem de din
adamları arasında, ve onlar yeni bir tinsellik umu
duyla ökümen'e tecavüzü kutsadılar. Oysa, hayvan
lığa doğru yol alıyoruz ve vardığımız yer gayri insa
nilik; bıktırıcı ahlak öğütlerine ve iman bildirimleri
ne rağmen, kendimizi haksız yere günahkar sanıyo
ruz, oysa ki spermatik otomatlardan başka bir Şey de
ğiliz: İnsan kilisenin bize öğrettiği şey değildir, hiç
bir zaman da olmamıştır. Hem insanı yeniden tanım
lamak hem de dünyayı yeniden düşünmek gereki
yor, ama bunu hayal etmek için bile artık çok geç.
93
,
Felaketten sonra, şimdiki insanlığın küçücük bir
bölümü olacak soydaşlarımız, su kaynaklarını ve
ağaçları kutsayacaklar, toprağı gökle evlendirecekler,
·
kurban etme fikrini iğrenç bulacaklar ve aşkınlık fik
rini kutsallığa hakaret sayacaklar, vahiyli dinlerin or
tadan kaldırdığı her şeyi -kutsal fahişelik ile ritüel
birlikteliği, üreme kültü ile sembollerine tapınmayı,
kutsal evlilikler ile Saturnus şenliklerini- yeniden
oluşturacaklardır. İnsanı, olması gereken şey değil,
olmaktan vazgeçtiği şey olarak göreceklerdir, pey
gamberlik yanılsamalarına yeniden düşmeyecekler
dir, kusurlu bir otomatı kusursuz kılmaktan vazgeçe
ceklerdir, tinselliğin çoğunluğun nasibi olmadığını
ve sözde vahyedilmiş dinlerin yaptığı gibi, aynı öğre
tiyi herkese iletmenin hata olduğunu kavrayacaklar
dır. Çoğu kimsenin putperest kalması ve tenselliği
benimsemesi daha iyidir; kötülük bizim onları kına
dığımız ve kendilerine yalan söyleyerek bize de ya
lan söylemeye onları zorladığımız andan itibaren
başlar; sıradan insanların hazza da tövbeye de tanrı -
sallık katması ve Hıristiyanlar için kudas ayini neyse
.
onlar için de orgazmın aynı şey olması en iyisidir.
94
Yüzyıllardır ve bin yıllardır yanlış yoldayız, artık
bunun bedelini ödememiz gerekiyor, gözümüzün
açılması bizi günahlarımızdan kurtarmaya yetmez
ve kaybettiğimiz cenneti yeniden bulabilmemiz için,
Cehennemin kaotikliğini ve karanlığını tüketmemiz
gerekir. Şu an hala öyle körüz ki bizim yolumuzu şa
şırtmakta ısrar edenleri aşkla seviyoruz, suçlarına ve
hatalarına rağmen onları her zaman affediyoruz, on
ların saçma eğitimlerine her zaman katılıyoruz ve
sanki onlar çobanmış da biz de aşağılık hayvanlarmı
şız gibi değnekleri altında yürüyoruz. Yine de bizim
tanrı olarak ünlendirdiğimiz bu şaşmaz adamlar bizi
uçuruma sürükleyecekler, onlar kaç kuşaktır yanılı
yor ama biz bunu anlamayı reddediyoruz, kendi çı
karlarımızı, onurumuza varana dek onlara feda edi
yoruz, bir süre sonra kendi geleceğimizi de onlara fe
da edeceğiz, Tarih bu kadar aşikar delilik pek az ta
nımıştır. Son felaketten hayatta kalacak olanlar bi
zim körlüğümüz üzerine düşüneceklerdir; bunu,
mahkum olduğumuz sonun duyurusu olarak göre
ceklerdir, buradaki mantığı fark edeceklerdir -orta
daki kozun ne olduğu malumdur.
95
Çünkü biz bu mantığın dışına çıkmıyoruz ve görü
nüşe bakılırsa giderek daha saçmalaşan bu evrende,
kaçam<;ıyacağımız kaderi hak edip etmediğimizi artık
kendimize sormuyoruz; bize bu kaderi hazırlayanlar
geleneklerimizdir, bizi buna vakfedenler fikirleri
mizdir, isyan ettikten sonra bizi yeniden bu yola so
kan şey itaatkarlığımızdır, yarını olmayan bir tedir
ginliğin ardından bizi bu kadere yeniden mahkum
eden şey alışkanlıklarımızdır. Dolayı�ıyla, kendimi
zi kavrayabildiğimiz ölçüde, istediğimiz şeyi istiyo
ruz, ve efendilerimizin, bizim yerimize de olsa, iste
dikleri şeyi istiyoruz. Çıkarımız bunu gerektirse de,
hazırlıksız davranamayız; bizi dağıtan şeyin etrafın
da, daha kararlı, toparlanıyoruz, bizi sürükleyen şey
den kopmaya cesaret edemiyoruz ve kurban etmenin
mucizeler yarattığını hayal ediyoruz. Kendimizi kur
ban ettiğimizi mi söyleyeceğim? Kurallar şaşmaz, ye
ri ve zamanı geldiğinde bundan kaçamayız, ölmüş
tanrılarımız ve kurt yeniği putlarımız için kendimizi
feda edeceğiz, bu edim bizi kendi gözümüzde önem
li kılacaktır ve bir dava için kanımızı akıttığımız an
dan itibaren, içeriğine bakmadan bu davaya itibar
edeceğiz.
96
İdeal, içgüdünün yerini tutuyor; ve balıkları ve
böcekleri, kemirgenleri ve gevişgetirenleri ele geçir
miş olan kalabalıklar halinde ölme eğilimi bizi kan
dırmakla görevli ideal sayesinde bizi de ele geçire
cek. Kendimizi en saygın ve en çıkarsız hissettiğimiz
anda, bizi sürükleyen şey için yandığımız ve ölüm
süzlüğü hayal ettiğimiz anda bizi insan kılan şeyden
yoksun kalır ve yokuş aşağı ini veririz. İşte, durumun
trajikliği ve günün birinde bizi bulacak en yüce iğ
rençlik; türün yasalarından kaçamayız ve bu yasalar
da, sırası geldiğinde, hayvan topluluklarını yöneten
yasalara gönderme yaparlar; davranışlarımızın anah
tarını, asla başlarımızın üzerinde değil, ayaklarımı
zın altındaki uçurumlarda buluveririz. İdeal, içgü
dünün yansımasıdır, sanki onun taban tabana zıddı
dır, idealin gücü yaratılışındaki iğrençliktedir, tıpkı
kendimizi soylu bir bahaneyle eğilimlerimize teslim
ederken hissettiğimiz zevkte olduğu gibi; idealin or- .
gazını renklendirmesini ve orgazmın ardından gelen
manevi çöküşü örtmesini istiyoruz. İnsan her şeyden
zevk alır ve hatta yok edilmek için kendini sunmak
tan bile.
97
Bizler mahkumuz ve içimizden bunu bilenler ses
lerini duyuramıyorlar, duyurabildiklerinde ise sus
kunluğu
.
korumayı tercih ediyorlar. Sağırlara vaaz
vermek ve körlerin gözünü açmak neye yarar? Onla
rı sürükleyip götüren hareketin içinde sebat göster
melerini engelleyebilir miyiz? Dosdoğru en korkunç
geleceğe doğru gidiyoruz, bu gelecek bugünden yarı
na başlayabilir, daha biz başımıza geleni işitmeden
kendimizi oraya gömülmüş bulacağız, içinde yaşa
namayan evrende umutsuzca ölmekten başka bir se
çenek kalmayacak bize. İnsanlar toprağa sahip olmak
için
'
savaşıyorlardı, yarın suya sahip olmak için bir
birlerini gırtlaklayacaklar, havamız kalmadı
ğ
ında,
harabelerin ortasında soluk alabilmek için boğazla
yacağız birbirimizi. Bilimden mucizeler gerçekleştir
mesini bekliyoruz, yakında ondan imkansızı isteye
ceğiz, ama bilim ihtiyaçlarımızın gerisinde kaldı ve
asla ihtiyaçlarımıza yetmeyecek, yeryüzünde cenne
ti isteyemeyecek kadar çoğuz, milyarlarcayız; bilimi
miziiı yardımıyla, salak çobanlarımızın sultası altın
da cehennemi kaçınılmaz kılıyoruz. Gelecekte, tek
uzgörüşlülerin Anarşistler ve Nihilistler olduğu söy
lenecektir.
98
İnsanın mutluluğa eriştiği, hastalıksız ve açlıksız,
angaryasız ve korkusuz bir geleceği hayal meyal gör
düğü bu yüzyılın eşiğinde, işte tam o anda telafi edi
lemez olan şey meydana geldi ve geçmişin güçleri
geri döndü, hem de hiç olmadığı kadar muzafferdi
ler, aşırı kalabalık insan dalgaları tarafından taşını
yorlardı. Dünya nüfusunun iki misli artması için iki
kuşak yeterli olacaktı, üç misli artması için üç kuşak
yetti, dördüncü kuşakta yedi kat artacaktır ve hazır
lıksız yakalanan bizim dinsel ve ahlaki yetkilileri
miz, problem metnimizi karmakarışık ederek saçma
lamaktan ve zaman kazanmaya çalışmaktan başka
bir şey bilmiyorlar: Onların bu suçları asla bağışlan
mayacak, çünkü onlar gelecek karşısında suçlu ola
caklar, onlar insan türünün mutluluğundansa kendi
yerleşik kurumlarını tercih ettiler; ulusları kandıra
bildiklerinde ve onlara bizim araçlarımızın ruhunu
iletebildiklerinde, ulusların yolunu şaşırtmak ve on
ları içler acısı bir şekilde silahsızlandırmak için bun
ları öyle kullandılar ki, bundan böyle hiçbir şey bi
zim güçsüzlüğümüzün dengi olamaz. Bu nedenle
Anarşistler ve Nihilistler haklıdır, sözde ahlaki dü
zenin, ahlak adına kaos için düzenin onları kustur
ması haklıdır.
99
Bize, itaat ettiklerimizin hükümsüzlüğünü ilan
edecek yeni bir Vahiy gerekiyor; ama bizim itaat et
tiklerimiz burada, onlardaki ölüm ağırlığı bizi ezen
Kaderie işbirliği yapıyor, düzen ve kaos parçalamayı
başaramadığımız bir bütün oluşturuyor. Yürüyen sa
ğırlar ile militanlık yapan körler arasındaki aklı ba
şında ve duyarlı son insanlar Anarşistler ve Nihilist
lerdir; ama bu yüzyılda akıllı olmak yetmez ya da
değiştirmek için olacakları hissetmek yetmez, düze
nin yerine düzensizlik değil düzen koymak gerekir,
ahlakın yerine de ahlaksızlığı değil ahlakı koymak
gerekir, tıpkı inancın yerine de yalnızca bir boşluğu
değil inancı koymak gerektiği gibi, ölen tanrıların ye
rine de doğan tanrılar koymak gerekir. Bizim ajitatör
lere ihtiyacımız yok, peygamberlere ihtiyacımız var,
bu zamana denk peygamberlere, eserlerimize denk
dinsel dehalara ihtiyacımız var, çünkü anısına saygı
ve hürmet gösterdiğimiz her şey -hem de hiç istisna
sız- aşıldı, bunların hepsi aşıldı, kim ki hala onlara
başvuruyor, onlara ihanet ediyor demektir. Hiçbir
gelenek bizi geleceğe karşı korumuyor, çünkü gele
ceğin öncesi yok ve evrenin sığınacağı bir yer yok.
100
İnsanların çoğu bebeklikten çıkamadığı için onla
ra bir Vahiy gerekiyor, hem de yaşamlarının en ufak
edimi için bile gerekli bu. Eğer doğurganlık türümü
zün hayatta kalmasını tehdit ediyorsa son tahlilde
onları doğurgan olmamaya teşvik etmesi gereken
tanrılardır:
Ne
sivil iktidarlar ve de ünlü bilginlerle
dolu akademiler, tanrıların tek başlarına kendilerin
de topladıkları yetkiye sahip olamazlar. Oysa, bizim
tanrılarımız ya perhiz ya da doğurganlık vaaz eder
ler, biz ikisini de istemiyoruz; tenin ten olarak haz
alma hakkı olsun ve bu haz insanlar kadar tanrıların
da hoşuna gitsin istiyoruz; tanrıların hazza eşlik et
mesini ve insanlar haz aldığında kendilerini onur
lanmış saymalarını istiyoruz. Bize yeni bir Vahiy ge
rekiyor, hem de yeni bir Paganlık için gerekiyor; ye
ni bir Paganlık, sözde vahyedilmiş dinlerin kendi
paradokslarının labirentinde
·
yolunu şaşırttıkları
dünyayı kurtaracaktır; bu paradoksların artık savu
nulacak yanı kalmamıştır, artık gayri meşrudurlar,
artık saçmadırlar. Evreni yok eden şey zina değil do
ğurganlıktır, haz değil görevdir.
101
İnsanların erişkin olmasını beklemek yerine (za
ten erişkin olmaya karar verirler mi bilmiyoruz); bil
ginlerin ve akıl yürütücülerin çözemeyeceği çözüm
süz problemler ve tanımlayamayacağı tanımsız para
dokslar üzerinde onları aydınlatmaya çalışmak yeri
ne; onlarda olmayan bu bilince çağrı yapmak yerine;
bir fanatizmden başka bir şey olmayan bu iyi niyete
çağırmak yerine; fanatizmden başka bir şey olmayan
bu güzel inanca çağrı yapmak yerine; kabul görmüş
bir sanrıdan başka bir şey olmayan bu güzel inanca
çağrı yapmak yerine; mucize beklemek yerine -ki
önceki her şey bu anlama gelmektedir-, her şeyin öl
mesi gerekirmiş gibi hareket etmek gerekir, felaket
ten sonra hayatta kalmaya hazırlanmak gerekir, yaşa
namaz bu dünyada varlığını sürdürecek olan geride
kalan insanları düşünmek gerekir, yitik kitleyi umar
sızca kaybedilmiş kabul etmek ve onun geçici varlı
ğını dikkate alarak akıl yürütmeye çalışmamak gere
kir. Benim ileri sürdüğüm şey gayri insani gelebilir,
ama asıl bu yüzyılın gayri insaniliği giderek artacak
tır ve vaazlar da bu niteliği değiştiremeyecektir, in
sanlar boş yere tapınaklara koşturuyorlar, ortak ölü
mün gölgesinde, tapınaklar sonunda müminlerin ba
şına çökecektir.
102
Yüzyıl her şeyi seçmek istiyor ve bu yüzden bizim
bir üslubumuz yok, yüzyıl her şeyi anlamak istiyor
ve bu nedenle labirentten çıkamıyor, yüzyıl yitik kit
leyi bile kitle olarak insanlaştırmak istiyor ve bu
yüzden gezegen çapında insan kıyımına gidiyoruz.
İmkansızı istiyoruz ve ancak bir imkan kırıntısına
sahip olacağız, Ay'a ayak basacağız ve orada kendi
dışkılarımızı içeceğiz, çocuklarımız yarın iğrençlik
leriyle bilinen şeyleri yiyor olacaklar, bizi bekleyen
yaşam öyle saçma ve öyle dehşetli ki, en iyiler dü
zendense ölümü, deliliği ve kaosu tercih edecekler;
ikincil ölüm için bir düzen, sürekli delilik ve örgüt
lü kaos. Gelecekteki düzen hiç görülmediği kadar
gayri insani olacak; bize en büyük yalanları söyleye
cek kadar bilgili, bizi en şaşmazcasına aldatacak ka
dar kurnaz, ılık ve sistematik olarak biçimsiz bir ca
navar, esrarengiz ve düz, kaçak ve despot, daima
doymak bilmez, yakalanamaz olmayı elden bırakma
yan bir düzen. En kötüsü, bizi tatlı umutlarla kandır
dıktan sonra, mahvolmamızı engelleyemeyecek ol
masıdır, çünkü bizim saflığımızdan yararlanabiliyor
olsa da o hala zaafın ta kendisidir.
103
Bu düzenin suistimallerinden kaçamayacağız ve
düzen bizden ne kaosu ne ölümü esirgeyecek, duru
mun mantığı bu, elli yüzyılın bizi buna yazgılı kıldı
ğını hissediyoruz. İnsanların en kötüleri bundan
böyle en kaygısızlarıdır, bizim durumumuz onların
adilleri, azizleri, bilginleri ve filozofları alaya alma
sına imkan tanıyor, insanların en kötüleri hiç tartış
masız zafer kazanıyor ve görünüşe bakılırsa, haksız
bile değiller, parçalanan biçimlerle ve çözülen de
ğerlerle rahat rahat alay edebiliyorlar, bir kargaşa ha
linde istila ederek düzene yaslanabiliyorlar, her şe
yin yok olma tehdidi altında olduğu bir vakitte her
şeyin üzerine yükselebiliyorlar, karanlık yüzü seç
miş oldukları ve şenliğin galiplerini öldürdükleri
için kendilerini değerli sanabilirler, ödüllerini ala�
caklardır. Kendimizi savunacak imkanımız yok, on
lar uçuruma götüren akıntıyı izliyorlar, bizse geri
çıkmak istiyoruz, suyun akışına karşı tek başımıza
kürek çekiyoruz, düzene tek başımıza karşı koyuyo
ruz ve bu dünyada onların dalaverelerinin kurbanı
olan bir sürünün arasında kolaylık sağlayıcı bir aygıt
olmayı reddederek tek başımı
.
za ayak diriyoruz.
104
Kimse bize hakikati söylemedi, hakikatin yeryü
zünde savunucusu yok artık, tahminde bulunmak
çok güç, giderek daha az sayıda insan hakikate ere
cek. Yüzyıl, gayet belirgin fikirlerin ölümünü gördü,
hiçbir şey üzerinde anlaşamıyoruz, imalar, görgü ku
ralları ve çıkarlar hariç, başka her yerde muğlaklıkla
ra serbestlik tanınmış. Hiçbir şey üzerinde anlaşamı
yoruz, hatta hiçbir şeye inanamıyoruz, günümüzde
bir şeylere inanmak için sanrılı biri olmak gerekiyor,
bizim en yetkin zekalarımızın hali içler acısı, bu du
rum onların hiç inancı olmadığını kanıtlıyor. Din bir
düzen öğesinden başka bir şey değildir, daha da kö
tüsü kaos ve ölüm düzeninin öğesidir, bu dini yaşa
maya çabalayanlar yarının sapkınları olacaktır ve ya
rın sapkınlık imanın yeniden samimileşmesine kanıt
olacaktır, yüzlerce yerde sistemler parçalanıyor, ar
dından da mezhepler karınca gibi çoğalıyor, ama bi
zi ne birilerinin ateşli coşkusu ne de ötekilerin ken
diliğindenliği kurtaracak. Şimdiden çok geç, burgaca
girdik bile, bizi sürükleyen şeyden kaçamayacağız ve
mahkum olduğumuzu biliyoruz.
1 05
Bizim sözde tinselcilerimizin yavan laflarının su
ratımızda şakladığını işittiğimde ve insandan çok ge
viş gı;ıtiren bir yığının bu budalalıklara kulak verdiği
ni gördüğümde, serseme çevrildiğimizi ve bize ayrıl
mış yazgıyı hak ettiğimizi hissediyorum. Bütün bu
geviş getirenlerin kendi hayvanlık görevlerini yaptık
larını, sabanı çektiklerini, aştıklarını, boynuzladıkla
rını ve buzağıladıklarını biliy0rum; sütlerini ve kimi
zaman da etlerini devlete verdiklerini biliyorum; ama
sonunda insanlaşmak gerektiğinin farkına varmaları
nı ve kendilerine öğretilen ya da vaaz edilen şeyin
beş para etmediğini anlamalarını isterdim. Ayakta
uyutan bu masal yığınlarına, alışkanlık gereği bile ol
sa nasıl inanabiliyorlar? Burada olmaktan utanmıyor
lar mı, onurlarını yitirdiklerini ve bu konulara neza
ket göstermenin başarısızlıklarının itirafından başka
bir şey olmadığını hissetmiyorlar mı? Onların aradık
ları entelektüel konforu artık kimse
·
bulamaz, hiçbir
gelenek bun
.
u onlara sağlayamaz, yalnızca budalalık
bize bu konforu verebilir. Bu kadar aşağıya mı düştük
ki, meşruluk sıkıntısı çeken devlet başkanları sürüye
karışıyor, otlamaya götürdükleri geviş getirenlerle
birlikte komedi oynuyorlar?
1 06
İnsanların hiçbir şeyden umudu olmasaydı ve hiç
bir şeye inanmasalardı, tohumlarını çoğaltmayı der
hal reddederlerdi ve evrensel nüfus azalması yoluy
la sorunlarımız bir ya da iki kuşak içinde çözülmüş
olurdu. İleri sürdüğüm bu tezi yalnızca ben iddia
ediyor değilim ama benim gibi düşünenler varsa da
yazmaya ne kadar cesaret edecekler, bilemiyorum;
dahası, bir kürsünün en tepesindeki profesör bu tezi
bağıra bağıra duyurabilecek midir? Bu türden bir bil-
.
giye hangi hükümet hoşgörü gösterir? Hangi zırvalar
la dolu din buna hoşgörü gösterir? Onlar ısrarla bi
zim umut etmemizi ve inanmamızı istiyorlar, ne
olursa olsun umut etmeliyiz, yeter ki umut edecek
bir şey olsun, inanmamız gerekiyor, hem de neye
olursa olsun, yeter ki bir şeye inanalım, beğenimize
uygun saçmalıklar arasında tercih yapmakta özgü
rüz, yeter ki aptalca olsunlar. Oysa, umudun üstlen
diği tüm amaçların ve imanın konu edindiği tüm
nesnelerin ortak bir varlığı vardır: Sonsuza dek salak
olmak ve üstelik, şimdi bir de bağışlanamaz olmak,
çünkü bizden daha fazla özgürleşmiş imkanların or
tasında bir kuşak daha aptal aptal duramayız.
1 07
İnsanlar kendi çocuklarının onları doğuranlardan
daha bahtsız olduğuna, torunlarının daha da mutsuz
olac!'lğına ikna olduklarında, evrene çare olmadığına
ikna olduklarında, bilimin mucize yapamayacağına
ve göğün para keseleri kadar boş olduğuna ikna ol
duklarında, tüm tinselcilerin üçkağıtçı olduğuna ve
tüm yöneticilerin salak olduğuna, tüm dinlerin aşıl
mış olduğuna, tüm politikaların güçsüz olduğuna
ikna olduklarında, kendilerini umutsuzluğa terk
edecekler ve zındıklık içinde sürüneceklerdir, ama
kısır öleceklerdir. Kısırlaşma kurtuluşun aldığı bir
biçime benziyor, ama umutsuzluk olmadan, zındık
lık olmadan erkekler kısırlaşmaya asla razı olmaya
caklardır, kadınlar hiç olmayacaktır; bizi öldüren
iyimserliktir ve iyimserlik en büyük günahtır. Umut
etmeyi reddetmek ve inanmayı reddetmek, kaçınıl
maz biçimde doğurmanın reddine yol açar, inkar et
meye çabalanan bir bağdır bu, hatta dünyanın nüfu
sunu
.
azaltmaya çalışanlar bile, bu ilişkiyi uygun bi
çimde ileri sürmeye cesaret edene kadar çok geç ola
caktır. İşte bu yüzden nedenlere hiçbir şeyin etkisi
yok; yol açtıkları etkilere ve kaçınılmaz sonuçlara
üzülünüyor yalnızca.
108
Yoksul halklar yoksulluklarını engelleyemeyecek
tir ve hiçbir merhamet çağrısı onların sefaletine çare
olmayacaktır; bahtsız halklar, tuzu kuru halkların
yardımlarının buhar olup gittiği uçurumdur, yalnız
ca nüfusun azalması -hangi yolla olursa olsun- on
ları yoksulluktan kurtarır, ama ulusal gururları buna
engel oluyor, bu hiçlik insanlarını
hiilii
yönetmek ge
rekiyor ve bu insanlar, tüm taşkınlıklarıyla, güçsüz
lüklerine rağmen hakları olduğunu düşünüyorlar.
Aslında, beş para etmez bir tinsellik adına bu yanıl
samalar içinde varlıklarını sürdürmeye onları teşvik
edenler, kargaşaya kargaşa katıyorlar ve onlara en
dehşetli geleceği hazırlıyorlar, açlıktan öleceklerin
açlığın içine kapanıp kalacağını onlara şimdiden öğ
retmek en iyisidir, ne kadar erken düşünülürse o ka
dar iyidir, fazlalık yoksa iyi niyet telafi edemez, he
nüz zenginliğini koruyan ülkelerde bile bu böyledir,
t�krar söylüyorum, çünkü onların bolluğu bir sava
şın insafına kalmıştır. Savaştan sonra hepimiz mah
volacağız ve savaştan kaçınamayız, çünkü sürdürdü
ğümüz düzen, ölümcül bir barışın içinde, buyrukla
rında olduğu kadar varlık nedenlerinde de ayrışa
caktır.
109
Hiçbir tinsellik biyolojiye ve ekolojiye baskın çı
kamaz, tüm tinsel şahsiyetler aşıldı, büyücülerle ra
hipler arasında hiç fark yok, birilerine gidip danış
mamız da ötekilerine saygı göstermemiz de bizi aşa
ğılık kılar. Doğanın yasaları cin kovmalarla olduğu
kadar vaazlarla da alay eder; büyücüleri tanımayı da
ha iyi öğrendiğimiz günümüzde, onları engelleyerek
suç işliyoruz, hele ki rahiplere olan sevgiden dolayı
yapıyorsak bunu suçumuz iki kat artıyor. Tanrılara
kurban vermeyi ve rahipleri onurlandırmayı reddet
mek aslında kimseyi öldürmez, ama ekoloji konu
sunda cahil olmak ve biyolojiyi horgörmek, tüm in
san türü için en trajik geleceği hazırlamaktadır. Bi
zim dinlerimiz vebadır ve onları destekleyen iktidar
lar, zehirleyici fesat çeteleridir, bizim tinselliğimiz
zihinsel yetilerin mastürbasyonundan başka bir şey
değildir, artık bütün güç ve kaynaklarımıza ihtiyacı
mız var, dünyayı yeniden düşünmek istiyorsak, ha
yatın ve ölümün tek hakiminin insan olduğu bir
dünya düşünmek istiyorsak başka çaremiz yok; tek
hakimi, diyorum, beni iyi dinleyin, çünkü metafizik .
aldatmaca son soluğunu verdi artık, kendi güçsüzlü
ğümüzün ardına sığınamayız.
l 10
Daha ne kadar aldatabiliriz kendimizi? Bütün
mühletler doldu, insan sayısı fırtınaların patlayacağı
bir deniz gibi şişiyor, tükenmiş toprakta çabalarımız
tükeniyor, her yer susuz kalacak, hava şimdiden sey
rekleşti, besinlere artık daha az güveniyoruz, ökü
men'i artıklar dolduruyor, her şeyi zehirliyorlar. Ha
kikat saati aynı zamanda can çekişme saati mi ola
cak? Ölümümüzün karşısına ne çıkartacağız? Devlet
şeflerimizin buyruklarını mı yoksa tinselcilerimizin
vaazlarını mı? Bu parazitler ve bu kargaşa tezgahçı
ları bizim ne işimize yarıyorlar? Birileri bizi çürüme
ye götürüyor, ötekiler bizi yüreklendirerek onları
kutsuyorlar ve bizi kutsayarak da onları yüreklendi
riyorlar; düzenli adımlarla kaosa doğru gidiyoruz,
kalbimiz umut dolu, yan gelip yatılan hayal ülkesi
nin peşindeyiz, bilim bizim otuz milyar çocuğumu
zu ve torunumuzu ödüllendirecek, yüz ulus tek bir
halk olacak ve üç ırk tek olacak. İmkansızın gelece
ğini umut ederek, gerçekliğimizi küçümseyerek daha
ne kadar kandırabiliriz kendimizi? Çünkü insan, ne
olursa olsun, aşılmış olmayacaktır.
1 1 1
Şimdiden çok kalabalığız ve düzende mucizeler
olmadığından, belki İKİ BİN yılında yedi milyar ola
cak insanlara şu an için sağladığımızın yarısı bile
belki verilemeyecektir: Bu fikir gayet açık seçik gö
züküyor, ama günümüzde açık seçik fikirler artık
moda değil, Avrupa ruhu tutarlılığıyla birlikte kes
kinliğini de yitirdi, eserlerini insanlığın geri kalanı
na iletirken kendisinin bu eserler ölçüsünde olmadı
ğını kanıtladı. Afrikalılar ve Asyalılar bizden ödünç
aldıkları sözlere aynı anlamı vermiyorlar ve onlar,
bizim söz dağarımızı kullanarak, bizi kendimizden
kuşkuya düşürmek suretiyle alıyorlar intikamlarını.
Avrupa zengin ve zayıf, Tarih bize zenginin görevi
nin ya yoksuldan daha güçlü olmak ya da en kötüsü
ne hazırlıklı olmak olduğunu öğretiyor. Bizim tinsel
cilerimiz ve entelektüellerimiz yine de bir suçluluk
duygu hissediyorlar; bu öyle belirgin ki, cömertliğiy
le onları sarhoş eden hatada ayak diriyorlar, gözleri
nin açılması durumunda Irkçılığa düşmekten çekini
yorlar. Gözümüzün çok geç açılacağına ve Irkçılığın
geleceği olduğuna inanıyorum.
1 1 2
Ne Açlıktan ne Irkçılıktan kaçabileceğiz, tersini
ileri sürenler gerçekliği inkar ediyor ya da bizim ka
famızı karıştırmaya çalışıyor. Sanayileşmenin sağla
dığı mutluluk kırıntılarıyla -bu mutluluk geçici bile
olsa- kendini tatmin olmuş gören ve giderek daha da
ilgisizleşen sokaktaki insana kızmıyorum. Sokaktaki
insana kızmıyorum; yönünü şaşırmış bu bahtsız, an
cak bir kabusun tam ortasında uyanacaktır, benim
kitabım ona hitap etmiyor: Ben genç insanlara konu
şuyorum, onlar, üniversitelerde ahlaka ve düzene
başkaldırıyorlar, bu gençler çok fazla insanı korkutu
yorlar ve eğer savaş patlak verirse ilk önce onların
öleceğini biliyoruz. Ben bu törensel kurbanlara ko
nuşuyorum; ölüm düzeninin sonunda kurban ettiği,
ahlak adına -kurban etmeyle şekillenen, kanla yeni
den güç kazanan bir ahlak adına- kurban ettiği genç
lerin isyan nedeni hakkında onları aydınlatıyorum
ve hatta isyanı meşrulaştırıyorum, dolayısıyla onları
onaylıyorum, bununla birlikte, son tahlilde onlara
itaati öğütlüyorum, çünkü haklı olmak, gelecekteki
tüm kuşaklar adına haklı olmak yetmez, şimdiki za
manda da hayatta kalmaya ve geleceğin kendini du
yuracağı ana dek varlığı sürdürmeye ihtiyaç vardır.
1 1 3
Birbirimizin hala çağdaşı olamadığımız bu dünya
da çok erkenden haklı çıkmak iyi değildir; çok er
kenden haklı çıkmak ve sonuç olarak utanç içinde
öfmek iyi değildir. Afrikalılar ve
_
Asyalılar
.
Milliyet
çiliği keşfettiler, Irkçılık onlara yabancı değil, bu in
sanlar bizim izimizde yürüyorlar ve eğer onların göz
lerini açmalarını bekliyorsak, onların kölesi ya da
kurbanı oluruz, karılarımız onların fahişesi olur ve
mallarımızı onlar talan ederler. Onları aşağıladığı
mız için bizi affetmeyeceklerdir, sonra da köklerini
kazımadan, kendiliklerinden feragat etmeye onları
zorladığımız için bizi affetmeyeceklerdir; bizi yenme
umuduyla bizi yeneceklerdir, eğer çok erkenden
haklı çıkarsak, hem bizim tinselcilerimizden -ökü
menizmin gölgesinde- yararlanıyorlar, hem de nes
nelcilik kisvesi altında entelektüellerimizden yarar
lanıyorlar: Tuzağa düşersek yandık. Kardeşlikten söz
ediyoruz, karşımızdakilerin dilenci ve intikamcı,
çirkin, sağlıksız, ahlaksız, acımasız ve despotik ol
duğunu unutuyoruz, bizlerin en berbatından daha
kötü ve en kararlı safsatacılarımızdan daha yalancı
olduklarını unutuyoruz.
1 14
Bu nedenle, tiksindiğimiz düzeni ve aşağıladığı
mız ahlakı, bu hükümsüz düzen ile bu kabul oluna
maz ahlakı, ne birinin ne diğerinin yerine bir şey ko
yabilmişken, heyhat, bunları elde silah savunacağız,
çünkü karşıdakiler, savunulamaz ahlak adına ve
mahkum edilmiş düzenin sancakları altında bize sal
dırmaya hazırlanıyorlar. Herkese soruyorum: Bu
Barbarların karşısına ne çıkartacağız? Hoşgörü, hatta
aşırı hoşgörü mü? Bizi alaya alıp ezerler bizi. Eğer
onların ordularının karşısına çiçeklerle süslü ve elle
rimiz çıplak, barış vaaz ederek çıkarsak, Ortaçağdaki
Moğollar gibi yaparlar, otuz bin silahsız Budist hacı,
yüreklerine seslenebilme umuduyla karşılarına çık
tığında, bir anlık şaşkınlıktan sonra hepsini yok etti
ler. Ama sonradan Moğolların Budist olduğunu söy
lerseniz, ben de hacıların öldüğü cevabını veririm.
Bizim ölmemiz gerektiğinde, boğazımızı uzatmaya
lım ve aldatılmış duygularla ölmeyelim, karşıtları
mıza yüreklilikte onlarla eşit olduğumuzu kanıtlaya
lım, yenildiğimizde onların bize muamele edeceği
gibi davranalım onlara.
1 1 5
Hiçbir konuda anlaşamayacağız, çünkü her şeyi
miz eksik olacak, ne Açlıktan ne de Irkçılıktan kaçı
nabileceğiz, kendimizi birine teslim ederek diğerin
den kaçamayız, bir gün yemek yiyebilmek için Irkçı
olacağız, sözcüğün aldığı en kötü anlamda ihtiyaç
insanı olacağız, hem Materyalist hem Irkçı olacağız,
bu iki ilke birleşecek, tıpkı günümüzde Milliyetçilik
ile Sosyalizmin birleşmesi gibi. Çünkü şu an fikirler
sersemleşmiş insanlarla oynuyor, insanlar seçtikleri
ni sanıyorlar ama seçtikleri şey onlara önceden bil
dirilmişti, halklar kendi fikirlerinin oyuncağından
ve imkanlarının nesnesinden başka bir şey değil, hiç
bu kadar köle olmamışlardı, asla daha cinli ya da da
ha deli olmamışlardı, onları peşlerinden sürükleyen
deruni kinikler geviş getiren tebalarından daha az
aptal değildir. Kimse açık seçik bir şey görmüyor,
çünkü açık seçik fikir yok, felakete gidiyoruz ve bü
tün yollar bizi oraya götürüyor, artık paradokslardan
her zamankinden daha fazla bıkmışız, sadeliği arıyo
ruz ama bunu ancak ölümde bulacağız ve bu yüzden
yarın ölümle karşılaşmak kimseyi geriletmeyecek.
1 1 6
Efendilerimiz şamatacı ya da mülagatacı, cin ko
vucu ya da uyutucu, kaostan ve ölümden zaman ka
zanmaya çalışıyorlar, ama telafi edilemez olanı en
gelleyemiyorlar ve dosdoğru felakete gidiyoruz. En
canice fikirler yolun üzerinde bizi bekliyor ve biz
onları atlatacak durumda bile değiliz, ihtiyaçlar ya
kamıza yapışıp bizi vahşi hayvana döndürdükçe o
kaçınılmaz kıyıya yaklaşıyoruz ve orada karşı karşı
ya geldiğimizde, tüm insancıl yanılsamalarımızdan
feragat edip rakiplerimizi uçuruma yuvarlayacağız.
Kökünü kazıma geleceğin politikalarının ortak pay
dası olacak, üstelik doğa da işin içine karışarak öfke
sini bizimkine katacak. Yüzyılın sonu Ölümün Zafe
ri'ni görecek, insandan bunalmış dünya aşırı kalaba
lık canlıların yükünden kurtulacak, kudretlilerin bi
ze hazırladıkları genel cehennemden saklanabile
cekleri ada kalmayacak ve onların can çekişmemele
rini seyretmek yanlış yola saptırdıkları halkların te
sellisi olacak. Gelecekteki düzen yenilgilerimizin ev
rensel vasisi olacak ve peygamberler, bizim harabe
lerimizin ortasında, hayatta kalanları bir araya topla
yacaklar.
1 1 7
Başımıza gelen her şey uzun süredir öngörülmüş
tü ve Geleneğin yabancısı olmayanlar bu dünyanın
mahkum olduğunu zaten biliyorlardı, ama kendileri
ni işit�cek kulak bulamıyorlardı. İnsanın kalbi değiş
medi, insanın kalbi derin ve karanlık denize benzer,
değişimler yalnızca duyarlılığımızın i.şığı yansıttığı
yüzeyde oluyor, ama biz derine indiğimizde olmuş
olanı ve olacak olanı görürüz: Felsefe buraya pek nü
fuz etmez ve yalnızca teoloji uçurumun zarlarını
elinde tutar. Bizim teolojimiz sapmaların en yetkini
oldu, biz onun suçlarının ve günahlarının kefaretini
ödüyoruz: O doğayı kustu ve doğa intikamını aldı,
bizler fizik-karşıtıyız ve sözde vahyedilmiş dinleri
miz insan türünün mezarını inşa etmekten başka bir
şey yapamadılar. Çarmıh deliliği artık insanın delili
ğidir, kurban etme şehveti eserlerimizin sonuncusu
dur, ölüm zevki fikirlerimizin sonu olacaktır. İçine
gömüldüğümüz kaosta, düzende -yüzyıllardır ken
dimizi onayladığımız ve bizim otomatik adımlarımız
altında parçalanan ölüm düzeninde- olduğundan
daha fazla mantık vardır.
1 1 8
Her şeyin parçalandığı gecenin içine giriyoruz, ar
tık geriye bakamayız, aydınlıklar sonunda söndü
orada; fikirlerimiz ve eserlerimizle tek başımızayız,
bunların ortak ölçüsüzlüklerinin insafına kalmışız.
Yine de yürümeliyiz, duracak kadar hakim değiliz
kendimize, yolu kaybettik, ne zaman acı çeksek yol
bizi götürüyor. Aslında, tam da dünyayı yeniden dü
şünmediğimiz için cezalandırıldık, dünyayı insani
leştirdiğimiz anda dünya bizden kaçıyor, bizden ka
çıyor çünkü kendimizi tahayyül edemiyoruz ve artık
hiç tahayyül edemiyoruz, hala saygı gösterdiğimiz
şeye hakarette bulunmaktan çekiniyoruz. Kutsallığa
hakaret etmek bizi kurtarırdı, bizim en özlü kısmı
mız olmuş entelektüel cesaret yazgıya engel olabilir
di: Anarşistler ve Nihilistler her şeyi kökünden sü
pürmek istiyorlardı ve gelecek onlara hak verecektir,
ama düzen var olduğu sürece onları eziyor ve eze
cek, yıkıcılıktan bizi koruyan ve koruyacak düzen,
ama kaosun ya da ölümün yıkıcılığından değil, kao
s·a ve ölüme doğru safları sıklaştırarak yürümemizi
emrediyor bize, yan yana, görev adımlarıyla ve ya
kında kana bulayacağımız gecenin içinde.
1 1 9
Gençler dünyayı kurtaramaz, dünya artık kurtarı
lamaz, kurtuluş fikri yanlış bir fikir, sayısız hataları
mızın bedelini ödememiz gerekiyor, artık hiçbir şeyi
telafi edemeyiz, çok geç, telafi vakti bitti, reform vak
ti sona erdi. En mutlular dövüşerek ölecekler ve en
sefiller mahzenlerin dibine yıkılıp kalacaklar ya da
korlar arasında çiftleşecekler, orgazmın yardımıyla
can çekişmeyi aldatabilmek için. Dünya acının ve
vecdin çığlıklarıyla dolacak, insanların en safları
kendilerini aşağılamamak için birbirlerini boğazla
r_naktan başka çare bulamayacaklar. Can çekişme ter
cihi bize kalan son tercih olacak, sanılandan daha
çabuk geleceğiz bu hale, bugünden yarına uçuruma
yuvarlanmış olacağız ve orada, uyanacağız, son solu
ğumuzu verdiğimizi hissedecek kadar kısa bir süre
için bile olsa. O zaman Yeni Dünya Fatihleri'nin gör
dükleri şeyi göreceğiz: Onlar yaklaştıkça, bütün ka
bileler dağların tepesinden kendilerini fırlatıyorlar
dı, kaçınılmaz dehşeti önlemekti tek amaç, dehşetle
birlikte ölümü de kandırarak .. .
1 20
Ne mutludur ölüler! Deliliğe kapılarak doğuranlar
üç kez daha fazla mutsuz! Ne mutludur hadımlar!
Ne mutludur kısırlar! Döllemektense sefahati tercih
edenler de mutludur! Çünkü şu an için Otuz Bir Çe
kenler ve Oğlancılar aile babalarından ve anaların
dan daha az suçlu, çünkü onlar kendi kendilerini
yok ederken, diğerleri gereksiz ağızları çoğalta çoğal
ta dünyayı yok edecekler. Kendilerine saygı göster
meye bizi mecbur eden ve bize akıldışına çıkmayı
öğreten tinselciler utansın! Eğer onlar hiç olmasaydı
daha az sefil ve daha az gülünç olurduk, bu hayal va
azcıları ve beş para etmez teselliciler artık hiçbir işi
mize yaramıyorlar; yalnızca kendimize dair, onlara
dair ve gerçekliğimize dair bizi aldatmaya yaradılar.
Kalpazanlar cezalandırılıyor ama yanlış fikirlere iti
bar kazandırarak yaşayanlar esirgeniyor, öyle mi?
Hoşgörü bir aldatmacadır ve saygı bir sayıklama, bu
nu işitmek için para alıyor ve para ödüyoruz, cehen
nem ateşine gömülmeden önce bizi ölüme götürenle
ri ölüme yollayacağız, bizden esirgemedikleri yolla
rı düzleştireceğiz, sonra son olacak.
Dostları ilə paylaş: |