Metabolizma ders kurulu siNDİRİm sistemi FİzyolojiSİ ders notlari prof. Dr. Sena erdal cumhuriyet üNİversitesi tip faküLtesi



Yüklə 287,03 Kb.
səhifə6/8
tarix20.10.2017
ölçüsü287,03 Kb.
#5674
1   2   3   4   5   6   7   8

MİDE SALGISININ DÜZENLENMESİ

Mide salgısı sinirsel ve hormonal mekanizmalarla düzenlenir. Düzenlenme üç safhada olur. 1- Sefalik safha, 2- Gastrik safha, 3- İntestinal safha.



l- Sefalik safha: Besin mideye girmeden önce meydana gelir. Besinin düşünülmesi, görülmesi, koku veya tadının alınması ile başlar. Şahıs ne kadar iştahlı ve ne kadar aç ise uyarım o kadar şiddetli olur. Sefalik safhayı yaratan impulslar beyin korteksi veya amigdaloid nukleus yahut hipotalamustaki iştah merkezlerinden kalkar ve vagusun dorsal motor nukleusları vasıtasıyla mideye taşınırlar. Normal bir yemek esnasında meydana gelen mide sekresyonunun yaklaşık 1/10'i sefalik faza bağlıdır. Koşullu refleksle oluşan salgıda bu safhada görülür (Pavlov’un deneyi). Duygusal olayların, örneğin; sinirlilik ve düşmanlığın mide mukozasının hiperemisi ve hipersekresyonu ile ilgili olduğu saptanmıştır. Korku ve depresyon, mide salgısı ile kan akımını azaltırken, mide motilitesinide inhibe etmektedir.

2- Gastrik safha: Besin mideye girdiği zaman mide bezlerini iki yoldan uyarır. 1- Midenin gerilmesi antrium mukozasından "gastrin" adı verilen bir hormonun salgılanmasına neden olur. Gastrin kan yoluyla fundus ve korpus bezlerine ulaşır ve onların salgı yapmasına yol açar. 2-Besinde bulunan bazı maddeler örneğin; kısmen sindirilmiş proteinler, az miktarlarda alkol ve kafein'de antriumdan gastrin salgılanmasına sebep olurlar.

Gastrin esas hücrelere nazaran paryetal hücreleri çok daha fazla uyarır. Sonuçta HCl salgısı 8 misli arttığı halde enzim salgısı 2-3 misli artar. Gastrin mide bezlerini aynen histamin gibi uyarır. Bu nedenle bazı fizyologlar gastrinin bezler çevresinde histamini açığa çıkarmak suretiyle onları uyardığı kanısındadırlar.

Gastrine yanıt olarak salgılanan mide suyunun miktarı saatte 200 ml. sinirsel uyarının ki ise 500 ml.dır. Bu durum mide salgısının uyarılmasında gastrin mekanizmasının, sinirsel uyarıya nazaran daha az kuvvetli bir mekanizma olduğunu gösterir. Bununla beraber gastrin mekanizmasının genellikle birkaç saat devam etmesine karşılık, sinirsel uyarının süresinin çok daha kısa olması mide salgısının kontrolünde gastrin mekanizmasınında sinirsel mekanizma kadar önemli olduğunu gösterir.

Mide suyunun asiditesi pH 2.0 nın üzerine çıktığı zaman gastrin mekanizması tamamen bloke olur. Bu etki iki faktöre bağlıdır.Asiditenin çok fazla artması antrum mukozasından inhibitör bir hormonun (somatositatin) salgılanmasına sebep olur yada salgıyı inhibe eden bir refleks doğurur.

Açıktır ki, gastrik bezlerin feedback inhibisyonu, peptik ülsere yol açabilen aşırı asit sekresyonuna karşı mideyi korur. Aynı zamanda salgıdaki peptik enzimlerin sindirim yapabilmeleri için optimum pH'yı da sağlamış olur.

İntestinal safha: Besinin incebarsakların başlangıç kısmında, özellikle duodenumda bulunması az miktarda mide suyunun salgılanmasına sebep olur. Bu olasılıkla "enterogastrin" denilen ve kimyasal uyaranlara yanıt olarak duodenum mukozasından salgılanan az miktardaki gastrinden oluşur. Ayrıca incebarsakların proksimal kısmında mukozadan salgılanan diğer birkaç hormonunda mide suyunun yapımında küçük bir rolü olduğu sanılmaktadır. Örneğin; bazı durumlarda sekretin ve kolesistokinin, gastrik bezlerden salgılanan pepsin miktarının artmasına sebep olabilir. Ancak diğer durumlarda bu hormonların her ikisinin de mide sekresyonu üzerinde uyarıcı etkilerinden çok önemli inhibitör etkileri vardır.
Mide salgısının intestinal faktörlerle inhibisyonu: Kimus gastrik safhada mide salgısını uyarırsa da intestinal safhada çoğu kez inhibe eder. Bu iki sebepten ileri gelir. 1- İnce barsaklarda besinin bulunması "enterogastrik refleks" i uyandırır ki bu myenterik pleksus, sempatik sinirler ve vagusla taşınarak hem salgıyı hem de motiliteyi inhibe eder. Refleks ince barsağın gerilmesi, barsağın yukarı kısımlarında asit bulunması protein yıkım ürünlerinin varlığı veya ince barsak mukozasının irritasyonu ile uyanır. 2-İnce barsakta asit,yağ,tahriş edici herhangi bir faktör, hiper ve hipo osmotik sıvıların bulunması bazı intestinal hormonların salgılanmasına sebep olur. Bunlardan sekretin ve kolesistokinin bilindiği gibi özellikle pankreas sekresyonunun kontrolünde rol oynarlar. Kolesistokinin safra kesesinin boşalmasını kolaylaştırır. Bu hormonların bazı durumlarda mide salgısını artırmasına rağmen çoğu zaman inhibe ettiği belirtilmişti.

İntestinal faktörlerle mide sekresyonunun inhibe edilmesinin fonksiyonel amacı, açıktır ki ince barsaklar dolduğu zaman kimüsün mideden atılmasını yavaşlatmaktır.

Barsağın herhangi bir yerinde sindirim olmadığı zaman, sindirim arası devrede (interdijestif), mide saatte ancak birkaç mililitre mide suyu salgılar. Ayrıca meydana gelen bu sekresyon nonpariyetal tiptedir. Yani; esas olarak müküsten oluşur. Çok az miktarda pepsin ve asit içerir. Mide suyu bazen hafifçe alkalendir. Ancak kuvvetli emosyonel uyarılar interdijestif sekresyon miktarını saatte 50 mililitre'ye hatta üzerine çıkarırlar. Pepsin ve asit miktarı bir hayli artar.

Diğer etkiler: Hipoglisemi, beyin ve vagal efferentler yoluyla etki ederek asit ve pepsin salgısını uyarır. Alkol ve kafeinde mide mukozasına doğrudan etki ederek salgıyı uyarır. Bu nedenle az miktarda alınan alkolün iştah ve sindirim üzerine faydası olduğu düşünülür.

Total gastrektomili hastalarda intrinsek faktör yetersizliği siyanokobalaminin parenteral zerki ile karşılanabilir. Pepsin yokluğunda, protein sindirimi normaldir ve beslenme sürdürülebilir. Bununla birlikte bu hastalarda demir eksikliği anemisi ve diğer anormal durumlar gelişebilir. Bu hastalar, sık fakat az yemek yemelidir. Glukozun barsaktan hızlı emilimi sonucu oluşan hiperglisemi ve insulin salgısındaki ani artış sonucunda gastrektomili hastalar, bazen yemeklerden 2 saat sonra hipoglisemi belirtileri gösterirler. Yemeklerden sonra, kısmen hipoglisemi nedeniyle görülen halsizlik, baş dönmesi ve terleme “boşalma (dumping) sendromu”nun belirtileridir ve bu rahatsız edici sendrom, midesinin bazı kesimleri çıkartılmış yada jejenumu midesine ağızlandırılmış olan hastalarda gelişir. Bu belirtilerin bir diğer nedeni de, hipertonik besinlerin barsağa aniden girişidir ki bu da, çok fazla suyun barsaklara geçişini sağlar ve sonuçta belirgin hipovolemi ile hipotansiyon gelişir.


PANKREAS SALGISI

Pankreas salgısı üç ana besini, protein, yağ ve karbonhidratları sindirecek enzimlere sahiptir. Ayrıca mideden duodenuma geçen asit kimusun nötralize edilmesinde önemli rolü olan bikarbonat iyonlarını da içerir. Günlük miktarı yaklaşık 1500 ml., pH'sı 8.0 - 8,3 dür.

Proteolitik enzimlerden tripsin, kimotripsin ve karboksipeptidaz kısmen sindirilmiş proteinleri parçalara ayırır. Nukleazlar ise: ribonükleik ve dezoksiribonükleik asitleri parçalara ayırır.

Karbonhidratları sindiren enzim pankreas amilazıdır. Bu enzim nişastayı,glikojeni ve sellüloz hariç diğer karbonhidratların çoğunu hidrolize ederek disakkaritleri oluşturur.

Yağların sindirimi için gerekli olan enzimler: Pankreas lipazı ve kolesterol esterazdır. Pankreas lipazı nötral yağları gliserol ve yağ asitlerine parçalar. Kolesterol esteraz ise kolesterol esterlerinin oluşmasına yol açar.

Proteolitik enzimler pankreas dış salgı hücrelerinde inaktif halde yapılırlar. Bunlara tripsinojen, kimotripsinojen ve prokarboksipeptidaz denilir. Ancak barsak kanalına salgılandıktan sonra aktif enzim haline dönerler.

Tripsinojen "enterokinaz" tarafından aktif hale getirilir. Enterokinaz, kimus ince barsak mukozası ile temas ettiği zaman mukozadan salınan bir enzimdir. Tripsinojen evvelce yapılmış tripsinlede aktifleştirilir. Kimotripsinojen tripsin tarafından aktifleştirilerek kimotripsin haline getirilir. Prokarboksipeptidaz'ın aktifleşmesi de bunlara benzer tarzda, yani tripsinle olmaktadır.

Pankreas salgısındaki enzimlerin barsağa gönderilinceye kadar aktifleşmemeleri büyük önem taşır. Aksi halde bunlar pankreasın kendisini sindirirler. Bu tehlike normalde, salgı yapan hücrelerden "tripsin inhibitörü" denilen bir maddenin aynı zamanda salgılanmasıyla önlenmektedir. İnhibitör madde pankreas hücrelerinin stoplazmalarında, salgı granüllerinin etrafında depo edilir ve gerek hücre içinde gerekse asinüs ve kanallarda tripsinin aktifleşmesine engel olur. Diğer proteolitik enzimleri aktifleştiren tripsin olduğuna göre tripsin inhibitörü,bütün pankreas proteolitik enzimlerinin barsağa ulaşıncaya kadar aktifleşmesinin önüne böylece geçmiş olur.

Bununla beraber pankreas ağır hasara uğradığı zaman veya kanallarından biri tıkandığı zaman çok miktarda salgı hasara uğrayan kısımda birikir. Bu şartlar altında bazen tripsin inhibitörünün etkisi yetersiz kalır ve pankreas sekresyonları süratle aktive olurlar. Bunun sonucu akut pankreatit denilen hal meydana gelir ve pankreas dokusu birkaç saat içinde sindirilir. Hastalık çoğunlukla öldürücüdür. Çünkü beraberinde akut dolaşım yetmezliği (şok) da gelişir. Öldürücü olmasa bile ömür boyu sürecek pankreas yetmezliğine yol açar.


PANKREAS SALGISININ DÜZENLENMESİ

Pankreas salgısı da sinirsel ve hormonal mekanizmalarla düzenlenir. Ancak hormonal düzenleme çok önemlidir.

Sinirsel Düzenleme: Midede sefalik safha başladığı zaman vagus sinirleri ile pankreasa da impulslar iletilir ve pankreas asinuslarına orta derecede bir enzim sekresyonu olur. Enzimlerle birlikte salgılanan su ve elektrolit miktarı çok az olduğundan, ancak salgının bir kısmı pankreas kanalı yoluyla barsağa akar. Dolayısıyla enzimlerin çoğu geçici olarak asinuslarda depo edilir.

Hormonal Düzenleme: İnce barsağın yukarı kısımlarında besinin bulunması başlıca iki hormonun "sekretin" ve "kolesistokinin" salgılanmasına sebep olur ki bunlar pankreasın bol salgı yapmasını sağlarlar.

  1. Sekretinle pankreas salgısının uyarılması (hidrelatik uyarım):

Sekretin ince barsakların proksimal kısmının mukozasında prosekretin halinde bulunan ufak bir polipeptiddir. Kimus ince barsağa girdiği zaman sekretinin salgılanmasına ve aktifleşmesine neden olur. Aktif sekretin mukozadan emilerek kana geçer. Kan yoluyla pankreasa taşınarak etkisini gösterir. Kimus içindeki bütün maddeler sekretin salgılanmasına yol açarsa da en fazla sekretin salgılatan madde hidroklorik asittir.

Sekretin, pankreastan bikarbonat konsantrasyonu yüksek (145 mEg/lt. kadar) fakat klor seviyesi düşük bir salgıya sebep olur. Bu bol sıvı salgısına "hidrelatik salgı" adı verilir: Çünkü salgılanan sıvı çok seyrektik sulu bir solüsyondur ve içinde hemen hemen hiç enzim bulunmaz.

Sekretin mekanizması özellikle iki sebepten dolayı çok önemlidir.Birincisi; sekretin ince barsak mukozasından duodenum içeriğinin pH'sı 4.0'ün aşağısına düştüğü zamanlar salgılanır. Bu derhal pankreastan içinde bol miktarda sodyum bikarbonat bulunan bir salgının çıkmasına yol açar. Sodyumbikarbonat, hidroklorik asitle reaksiyona girer, sodyumklorür ve karbonik asit oluşur.
HCl + NaHCO3  NaCl + H2CO3 H2 CO3  H2 O + CO2
Karbonik asit derhal su ve karbondiokside parçalanır. Karbondioksit vücut sıvılarına absorbe edilir. Geride sodyum klorür içeren nötr bir solüsyon kalır. Bu yolla mideden duodenuma boşalan asit kimus nötralize olur ve mide sıvısının peptik aktivitesi hemen durdurulur. İnce barsak mukozası mide suyunun kuvvetli sindirici etkisine dayanacak durumda olmadığından bu duodenum ülserlerinin gelişmesine karşı vücudu koruyan önemli bir mekanizma oluşturur.

İkincisi; pankreas tarafından salgılanan bikarbonat sekresyonu pankreas enzimlerinin etkisi için uygun pH sağlar. Çünkü bütün enzimleri nötr veya hafif alkali ortamda etkilerini daha iyi gösterirler. Hidrelatik salgının pH'sı 8.0'dır



2-Kolesistokininle salgının uyarılması (ekbolik uyarım):

Besinin barsakların proksimal kısmında bulunuşu buradan "kolesistokinin" denilen ikinci bir hormonun salgılanmasına sebep olur. Sekretin gibi kolesistokininde kana geçerek pankreasa ulaşır ve burada bol bir salgıya yol açar.

Ancak salgı sindirici pankreas enzimlerinden zengin bir salgıdır ki vagus uyarımına benzer. Bu tip salgıya "ekbolik salgı" denilir.

SAFRA SALGISI

Karaciğer hücreleri tarafından devamlı olarak yapılan safra duktus sistikus yoluyla safra kesesine getirilerek biriktirilir ve konsantre edilir.

Kimus barsağa girdiğinde içindeki yağların etkisiyle barsak mukozasından kolesistokinin salgılanır, bunun etkisiyle kese kontraksiyona sevkedilir aynı zamanda keseye bağlı koledok kanalının barsağa açıldığı yerde bulunan oddi sfinkteri gevşetilir ve safra barsağa boşaltılır. Günlük safra salgısı 500-700 ml arasında olup, pH'sı 7,0-8,0 dır. Kesenin azami hacmi 40-70 ml. kadardır. Dolayısıyla safra içindeki safra tuzları, safra asitleri,kolesterol, biluribin konsantre edilir. Su, sodyum ve klor kese mukozasından absorbe edilir.


İNCE BARSAK SEKRESYONLARI

Duodenumun ilk birkaç santimetrelik kısmında, başlıca pilor ile pankreas sıvıları ve safranın duodenuma boşaldığı yer olan vater papillası arasında "Brunner bezleri" bulunur. Bu bezler çok miktarda müküs salgılarlar . Müküs salgısına neden olan faktörler: 1-Direkt dokunma uyarımları veya mukozayı tahriş edici maddeler, 2-Aynı zamanda mide sekresyonunda da artışa yol açan vagal uyarı, 3-İntestinal hormonlar, özellikle sekretin. Salgılanan müküsün başlıca görevi, duodenum duvarını mide suyunun sindirici etkisine karşı korumaktır.

Sempatiklerin uyarılması Brunner bezlerini kuvvetle inhibe eder. Dolayısıyla bu uyarımlar duodenum bulbusunu hemen tamamen korunmasız hale getirir ve peptik ülserlerin takriben % 50'sinin burada meydana gelmesine neden olurlar. Barsak mukozasının yüzeyinde yaygın olarak bulunan goblet hücreleride çok miktarda müküs salgılarlar .

Duodenumdaki Brunner bezleri dışında, ince barsakların bütün yüzeyinde ‘’Liberkühn kriptaları" olarak isimlendirilen küçük girintiler vardır. Bunları döşeyen epitel hücreleri günde yaklaşık 2000 ml’yi bulan ince barsak salgısını yaparlar. Salgı ekstrasellüler sıvı niteliğinde olup, pH'sı 6,5 – 7,5 arasındadır. Maddelerin ince barsaklarda absorbsiyonunda sudan yapılmış bir taşıma aracı gibi görev yapar.

İnce barsak salgılarında, tripsini aktive eden "enterokinaz" ve az miktarda da "amilaz" dan başka hemen hemen hiç enzim bulunmaz. Bununla beraber ince barsak mukozasındaki epitel hücreleri çok miktarda sindirim emzimlerine sahiptirler ve besinleri muhtemelen, absorbe edildikleri esnada sindirirler. Bu enzimler: Polipeptidleri amino asitlere parçalayan birkaç farklı "peptidaz", disakkaritleri monosakkaritlere ayıran 4 enzim, "sükraz,maltaz, izomaltaz ve laktaz", nötr yağları gliserol ve yağ asitlerine parçalayan "barsak lipazı"dır.

İnce barsak salgısının düzenlenmesinde çeşitli lokal refleksler ve direkt uyarımlar etkili olur. Özellikle önemli olanı, liberkühn kriptalarından bol sekresyona neden olan ince barsak distansiyonudur. Ayrıca, dokunma veya irritasyonlarda kuvvetli bir salgıya yol açar.

Barsakta bulunan besin miktarı ne kadar fazla ise salgıda o kadar fazla olur. Parasempatiklerin uyarılması da barsak salgısını bir miktar artırır.


KALIN BARSAK SALGILARI

Kalın barsak mukozası, ince barsaklarda olduğu gibi Liberkülin kriptaları ile örtülüdür. Kriptaların yüzeyi hemen tamamen goblet hücreleri ile kaplıdır. Ayrıca kalın barsağın yüzey epitelinde de çok sayıda goblet hücreleri bulunur. Bunlar diğer epiel hücreleri arasına dağılmışlardır. Bu nedenle, kalın barsaklarda yegane önemli salgı müküs salgısıdır. Müküs esasen mukozanın yüzeyindeki goblet hücrelerinin direkt temasla uyarılmaları ve liberkühn kriptalarındaki goblet hücrelerine gelen lokal miyenterik reflekslerle düzenlenir. Ancak kalın barsağın distal kısmına parasempatik lifler götüren nevus erigenteslerin uyarılmasıda müküs salgısında belirgin artmaya sebep olur. Salgı artışı motilite artışı ile birlikte görülür. Bu yüzden çoğu kez şiddetli emosyonel uyarımlar sırasında meydana gelen parasempatik uyarım kalın barsaktan o derece bol bir müküs salgısına sebep olur ki şahıs her yarım saatte bir ip gibi kalın bir müküs çıkarır. Müküsün içinde fekal madde bulunmayabilir.

Kalın barsakta müküs salgısı barsak duvarını sıyrılmalara karşı koruduğu gibi feçes partiküllerini birbirine yapıştırarak, kitle oluşturan bir madde görevide yapar. Müküs ve salgının alkali oluşu (pH= 8.0) feçeste oluşan asitlere karşı barsak duvarını korur.

Kalın barsakların bir segmenti şiddetli irritasyonla karşılaştığında (enteritte olduğu gibi), mukoza normal koyu müküs salgısına ilaveten, bol miktarda su ve elektrolit de salgılar. Bu salgı tahriş edici faktörleri sulandırdığı gibi, feçesin süratle anüse kaymasını da sağlar. Meydana gelen diyare, hastalıktan daha erken kurtulmayı sağlar. Kalın barsaktaki salgı miktarı 60 ml. pH= 7,5 – 8,0 dır.


Hazırlayan: Prof.Dr. Sena ERDAL

Mart, 2007

GASTROİNTESTİNAL ABSORPSİYON

Her gün gastrointestinal yoldan absorbe edilmesi gereken toplam sıvı miktarı, alınan sıvı (1.5 litre kadar) ile çeşitli gastrointestinal bezler tarafından salgılanan sıvının (7.5 litre) toplamına eşittir. Yaklaşık 9 litre olan bu sıvının 8- 8.5 litresi ince barsaklardan absorbe olur. Geri kalan 0.5 -1 litresi, ileoçekal valvülden geçerek kolona girer.

Midede villus tipi absorpsiyon alanı bulunmayışı ve epitel hücreleri arasında sıkı bağlantılar olması nedeniyle absorpsiyon işlemi hemen hemen olmaz. Sadece alkol ve lipidde yüksek oranda eriyen bazı ilaçlar, aspirin gibi; az miktarda absorbe edilebilir.



Barsak mukozasının emilim yüzeyi- villuslar: İnce barsaklarda absorpsiyon mukoza tarafından yapılır. Mukozada "yakınlaşan valvül" veya (kerckring kıvrımları) denilen bir çok kıvrımlar bulunur ki bunlar mukozanın absorpsiyon yüzeyini 3 kat artırır. Kıvrımlar daire biçiminde barsağın bütün çevresini sararlar. Duodenum ve jejunumda özellikle iyi gelişmişlerdir. Buralarda barsak lümenine doğru 8 mm.ye kadar ulaşan bir boy gösterirler. İnce barsak mukozasının yüzeyinde kolledok kanalının duodenuma açıldığı yerden ileo-çekal valvüle kadar olan sahada, lümene doğru çıkıntı yapan 1 mm. uzunluğunda ufak yapılar vardır. Bunlara "villus" denilir. Villuslar ince barsağın proksimal kısmında birbirlerine çok yakın olarak bulunurlar ve gerçekte birbirleri ile temas halindedirler. Buna karşılık ince barsağın distal kısmında villuslar daha seyrektir. Mukoza yüzeyinde villusların bulunması, emilim alanını 10 kat artırır.

Barsak epitel hücreleri fıçamsı kenarlar ile karakterizedir. Fırçamsı kenarlar, yaklaşık olarak 1 mikron uzunluğunda, 0.1 mikron çapında ve her hücreden dışarıya doğru uzanan yaklaşık 1000 "mikrovillus" dan ibarettir. Bunlar barsak içeriği ile temasa edecek yüzey alanını 20 misli daha artırırlar. Böylece yakınlaşan valvüller, villüslar ve mikrovillüsların meydana getirdiği oluşum, ince barsağın toplam yüzölçümünü 250 metre kare gibi bir değere yükselterek emilim alanını 1000 misline çıkarırlar.


Absorpsiyonun temel mekanizmaları: Gastrointestinal mukozadan absorpsiyon aktif transport, diffüzyon ve muhtemelen çözücü sürüklenmesi ile gerçekleşir. Bilindiği gibi aktif taransport maddelerin elektriksel potansiyele karşı taşınmasıdır ve enerji gerektirir. Difüzyon maddelerin rastlantısal moleküler hareketi sonucu membrandan taşınması demektir. Çözücü sürüklemesi ile transport ise, herhangi bir zamanda bir çözücünün fiziksel absoptif güçlerden dolayı absorbe olması ve çözücünün maddeleride sürüklemesidir.
İNCE BARSAKTA ABSORPSİYON

İncebarsaktan günde birkaç yüz gram karbonhidrat, 100 gr. yada daha çok yağ, 50-100 gr. kadar amino asit, 50-100 gr. iyon ve 7-8 litre su absorbe olur. İncebarsağın absorpsiyon kapasitesi yüksek olduğundan günlük diyetle bunların birkaç katıda alınsa absorbsiyon gerçekleşir. Kalınbarsakta su ve iyonların emilimine katkıda bulunur.


SUYUN ABSORPSİYONU

Su intestinal mukozadan tamamen diffüzyon yoluyla emilir. Diffüzyon bildiğimiz osmoz olayı ile meydana gelir. Kimus dilue olduğu zaman, su intestinal mukozada bulunan villuslardan kana osmoz yoluyla geçer.

Suyun plazmadan kimusa geçişi de aynı yolla olur. Bu durum bilhassa hiperosmotik solusyonlar mideden duodenuma geçtiği zaman meydana gelir. Kısa süre içinde yeterli miktarda su osmoz ile kimusa nakledilir ve böylece kimus plazma ile izoosmotik bir hale getirilmiş olur. Diğer taraftan kimusta fazla miktarda su varsa osmoz kimustan plazmaya doğru olur ve ve birkaç dakika içinde izoosmotik durum sağlanmış olur.


İYONLARIN ABSORPSİYONU

Hergün 20-30 gr. sodyum intestinal sekresyonlar ile sağlanır. Buna ilaveten normal bir şahıs günde 4-5 gr. sodyum alır. Dolayısıyla hergün 25-35 gr. sodyum incebarsaklardan absorbe edilir. Bu miktar vücuttaki toplam sodyumun 1/7'ni oluşturur. Anlaşılacağı üzere şiddetli diyare hallerinde barsak sekresyonlarının büyük bir kısmı kaybedilirse, vücuttaki sodyum miktarı süratle azalarak ölüme yol açabilir.

Sodyum absorpsiyonunda esas mekanizma, sodyumun epitel hücrelerinden intersellüler aralıklara aktif transportudur. Sodyumun aktif iletimi hücre içindeki sodyum konsantrasyonunu düşürür (yaklaşık 50 mEg/L). Kimustaki sodyum konsantrasyonu normal olarak 142 mEg/L (aşağı yukarı plazmanınkine eşittir) olduğundan, sodyum kimustan elektrokimyasal gradient doğrultusunda epitel hücresinin fırçamsı kenarından stoplazmasına difüze olur. Bu, epitel hücrelerinden intrasellüler aralıklara aktif olarak taşınan sodyumun yerine geçer. Aldosteron sodyum emilimini büyük oranda artırır.

İncebarsakların üst kısmında klorun transportu tamamen pasif diffüzyonla oluşur. Epitel yoluyla sodyum transportu, kimusta elektronegative ve epitel hücresinin bazal tarafında elektroposivite yaratır. Daha sonra klor iyonları, sodyum iyonlarını takiben bu elektriki fark boyunca hareket ederler.

Barsaklarda klor absorpsiyonun büyük bir kısmından sorumlu olan diffüzyona ilaveten, ileumun distal kısmında ve kalın barsakta bulunan epitel hücrelerinin klor iyonlarını aktif olarak absorbe edecek özel bir yetenekleri vardır. Ancak bu, eş sayıda bikarbonat iyonlarının salgılanması ile meydana gelir. Aktif transportta ki amaç, muhtemelen bakteriler tarafından oluşturulan asitli ürünlerin nötralizasyonu için bikarbonat iyonları sağlamaktır.

Kalsiyum iyonları çoğu duodenum mukozasından olmak üzere, aktif olarak absorbe edilirler. Kalsiyum absorpsiyonunu kontrol eden önemli bir faktör, paratroid bezler tarafından salgılanan paratiroid hormondur. Hormonun varlığında absorpsiyon hızı artar. Ayrıca D vitaminide kalsiyum absorpsiyonunu artırır.

Demir iyonlarıda ince barsaklardan aktif olarak absorbe edilirler. Potasyum,magnezyum,fosfat ve diğer iyonlarda mukozadan aktif olarak absorbe edilebilirler. Genellikle monovalan iyonlar kolaylıkla ve büyük miktarlarda emilirler.


KARBONHİDRATLARIN ABSORPSİYONU

Bütün karbonhidratlar esasen monosakkaritler şeklinde absorbe edilirler. Disakkarit şeklinde emilim çok azdır. Absorbe olmuş monosakkaritlerin büyük bölümü glikozdur. Glikozun, karbonhidratlı besin maddelerimiz arasında en fazla bulunan nişastanın son ürünü olması nedeniyle, tüm karbonhidrat kolonisinin %80’inden fazlasını oluşturur. Emilen monosakkaritlerin % 20’sini ise galaktoz ve fruktoz oluşturur. Galaktoz sütten, fruktoz şeker kamışından kaynaklanır. Monosakkaritlerin hemen hepsi, aktif transportla emilir.
Glikozun taşınması: Temel olarak bir sodyum kotransport mekanizmasıyla taşınır. İntestinal membranda sodyum taşıyıcı sistemi yokluğunda glikoz emilemez. Bunun nedeni glikoz emiliminin sodyumun aktif transportuyla aynı anda meydana gelmesidir. Transport iki aşamada gerçekleşir. Birincisi; sodyumun bazolateral membrandan parasellüler aralıklara transportudur, bu hücre içi sodyum miktarını azaltır. İkincisi, hücre içinde sodyumun azalması lümendeki sodyumun kolaylaştırılmış difüzyonla enterositlerin fırçamsı kenarından hücre içine difüze olmasıdır. Yani sodyum bir taşıyıcı molekülle hücre içine alınmaktadır. Bu taşıyıcı molekül üzerinde sodyumdan başka glikoz ve bazı uygun maddeler içinde bağlanma alanları vardır. Yani, taşıyıcı molekül sodyumla birlikte glikozuda bağlar ve onu hücre içine taşır (sürükler).

Diğer monosakkaritlerin emilimi: Galaktoz glikoz gibi aynı mekanizma ile emilir. Fruktoz ise enterositler boyunca sodyum transportuyla eşleşmeksizin kolaylaştırılmış difüzyonla taşınır. Esasen, fruktozun çoğu enterositlerden geçerken fosforillenerek glikoza çevrilir. Fruktoz sodyumla birlikte taşındığı için transport hızı onlarınkinin yarısı kadardır. En hızlı taşınan galaktozdur. Bunu glikoz takibeder. Taşınmalarında maksimum bir transport hızı vardır ve taşınma aktiftir.

Proteinlerin absorpsiyonu: Proteinlerin büyük bölümü amino asitler halinde emilirler. Bazan dipeptid ve tripeptid olarakta absorbe edilirler. Amino asit naklinin esas mekanizması kesin olarak bilinmemekle beraber en az 5 farklı taşıyıcı sistemin şu amino asitleri naklettiği açıktır. Birincisi; nötral amino asitler, ikincisi; bazik amino asitler, üçüncüsü; asidik amino asidler ve dördüncüsü iki amino asit için spesifik olan prolin ve hidroksiprolin'dir. Ayrıca transport mekanizmaları amino asitlerin L-steroisomerlerinin taşınmasına karşı D-steroisomerlerinkinden daha büyük bir ilgi duyarlar. Deneysel çalışmalar amino asitlerin taşınması için bir piridoksin türevi olan "Piridoksal fosfat"a ihtiyaç olduğunu ve iletimin glikozda olduğu gibi ancak sodyum kotransportu ile gerçekleştiğini göstermiştir.

Yağların absorpsiyonu: Yağlar barsaktan başlıca yağ asitleri ve monogliseritler halinde absorbe edilirler. Yağ asitleri lipidlerde çok iyi erirler. Dolayısıyla, barsak lümeninde yağ sindirimi sırasında açığa çıkan yağ asitleri epitel hücresinin fırçamsı kenarındaki lipidlerde eriyerek difüzyonla hücre içine geçerler ve endoplazmik retikuluma ulaşırlar. Endoplazmik retikulum yağ asitlerini, yine diffüzyonla hücre içine geçmiş olan, gliserolle birleştirerek trigliserit haline çevirir. Monosakkaridlerin ve küçük bir miktar digliseridin absorpsiyonuda aynen yağ asitlerinin emilimi gibidir.

Trigliseridlerin ER’da yeniden sentez ediliş mekanizması: Yağ asidi önce koenzim A ile, ATP’den sağlanan enerji yardımıyla birleşir. Sonra bir sıra kimyasal reaksiyon kademelerinden geçerek gliserol ile bağlanır ve trigliseride çevrilir.

Endoplazmik retikulumda yeniden sentez edilen trigliseriler endoplazmik retikulumun boruları tarafından submukozadaki sıvıya 0.5 mikron çapında ufak yağ damlacıkları halinde verilirler. Damlacıklar içinde, trigliseridlerle birlikte az miktarda fosfolipidler ve kolesterol bulunur. Ayrıca damlacıkların yüzeyi bir protein katı ile örtülmüştür ki yağ damlacığını hidrofobik (suda dağılmayan) halden hidrofilik (suda dağılır) hale getirir. Böylece yağ damlacıkları ekstrasellüler sıvılarda oldukça iyi bir süspansiyon meydana getirirler. Bu ufak taneciklere "şilomikronlar" adı verilir. Endoplazmik retikulumda sentez edilen -Lipoprotein şilomikronları (yağ globüllerini) sarar ve ekzositozunu sağlar.

Şilmikronlar epitel hücresi tabanından interstisyel sıvıya geçtikten sonra villusların ortasında yer alan lakteal kanala girerler ve buradan lenfatik pompa vasıtasıyla lenf ile birlikte duktus torasikusa sevkedilirler. Barsaklardan absorbe edilen bütün yağın % 80-90'ni bu şekilde emilir ve duktus torasikus yoluyla şilomikronlar halinde kana karışırlar.

Kısa zincirli yağ asitlerinin az bir miktarı, trigliseridlere dönüşmeden doğrudan doğruya portal kana ve lenfatiklere emilirler. Bunun nedeni, muhtemelen kısa zincirli yağ asitlerinin suda daha çok eriyebilmesidir.

Safra tuzları gerek gliserol gerekse yağ asitlerinin absorpsiyonunu artırırlar. Bu etki safra tuzlarının emulsiyon yapıcı özelliklerinden ileri gelir. Safra tuzları yağı o derece ufak tanecikler haline getirirler ki epitel hücrelerinin fırçamsı kenarları bu tanecikleri rahatça tutabilirler. Barsak lümeninde safra tuzları bulunmadığı zaman yağ absorpsiyonu ileri derecede azalır ve yağlar feçesle kaybedilirler. Yağ sindirimi ve emilimi bozulunca “steatore” (yağlı, yapışkan kül rengi feçes) görülür


KALIN BARSAKTA ABSORPSİYON VE FEÇESİN OLUŞUMU

Günde ileoçekal valvülden kalın barsaklara 400-500 ml. kadar kimus geçer. İçindeki su ve elektrolitlerin çoğu kolonda absorbe edilir ve feçes halinde atılacak 80-100 ml kadar bir kısmı kalır. Esasen, kalın barsaklarda absorpsiyonun hepsi kolonun proksimal yarısında meydana gelir. Kolonun distal yarısının görevi ise feçesi depo etmektir.

Kalın barsakların mukozası sodyumu aktif yolla absorbe etme yeteneğine sahiptir. Sodyumun barsak lümeninden çekilmesi zarın iki tarafı arasında kuvvetli bir elektrik potansiyel yaratır ki buda klorun ve diğer negatif iyonların interstisyel sıvıya geçişini sağlar. Dolayısıyla feçesle çok az sodyum klorür kaybedilir.

Sodyum ve klorun absorpsiyonu osmotik dengeyi bozduğu için su osmosisle emilir. Geride, feçes içinde tuz olarak kalsiyum fosfat kalır. Bikarbonat konsantrasyonuda oldukça yüksektir. Çünkü bu iyonların kolon mukozasından absorpsiyonu zayıftır. Ayrıca mukozadan aktif olarak salgılanırlar. Bikarbonat, kolonda bakterilerin etkisi ile oluşan asidik son ürünlerin nötralize edilmesinde yardımcı olurlar.

Kolonun proksimal yarısında çok sayıda bakteri özellikle kolon basilleri bulunur. Bunlar az miktarda sellülozu sindirebilirler. Böylece, vücuda hergün birkaç kalori sağlanır. Bakteri faaliyeti sonucu meydana gelen diğer maddeler arasında K vitamini, B kompeks vitaminleri (B12 , B1, B2 ) bulunur. Ayrıca kolon gazları oluşur. K vitamini özellikle önemlidir. Bilindiği gibi kan pıhtılaşmasında önemli görevler yapar.



Steatore  yağlı, yapışkan kül rengi gaita (yağ sindirimi ve emilimi bozulunca oluşur)

Hazırlayan: Prof.Dr. Sena ERDAL

Mart, 2007

BESİN ALIMININ VE ENERJİ DEPOLANMASININ DÜZENLENMESİ

Besin alımı, vücudun çeşitli fonksiyonlarının yerine getirilmesinde kullanılan veya daha sonra kullanılmak üzere depolanan enerjiyi sağlar. Vücut ağırlığının ve içeriğinin uzun süre sabit kalabilmesi için kişinin enerji alımının enerji tüketimi ile dengede olması gerekir. Kişi aşırı beslenirse yada enerji alımı sürekli olarak enerji tüketiminden fazla olursa, enerjinin fazlası yağ olarak depolanır ve vücutta yağ miktarı artar. Buna karşılık enerji alımı kişinin metabolik gereksinimlerini karşılayacak düzeyden az ise vücut kütlesi azalır ve kişide zayıflama görülür. İnsanlar gerekli enerjiyi karbonhidrat, yağ ve proteinlerden sağlar. Vücutta enerji dengesinin sürdürülebilmesi için bu besinlerin uygun oranda ve yeterli miktarda alınmaları gerekir.



Besinlerdeki Enerji

Bir gram karbonhidrat, karbon dioksit ve suya okside edilirken açığa çıkan enerji 4.1 kalori, bir gram yağdan açığa çıkan ise 9.3 kaloridir. Orta düzeyde protein içeren bir diyetin metabolizması sırasında bir gram protein karbondioksit, su ve üreye okside edilirken açığa çıkan enerji 4.35 kaloridir. Bununla birlikte, bu maddelerin gastrointestinal kanaldan emilim oranları değişmektedir. Karbonhidratların yaklaşık %98’i, yağın %95’i, proteinin %92’si emilir. Bu nedenle, üç besin maddesinin her bir gramında fizyolojik olarak bulunan enerji; karbonhidrat 4, yağ 9, protein 4 kaloridir.

Çeşitli faktörler; kültürel, sosyal, genetik, çevresel, ekonomik ve fizyolojik kontrol mekanizmalarının hepsi; beslenmeyi, enerji tüketimi ve depolanmasını etkilerler. Örneğin; Amerikalılar enerjilerinin yaklaşık olarak %15’ni proteinlerden, %40’nı yağlardan, %45’ni karbonhidratlardan alırlar. Amerikada erişkin toplumun üçte birinden fazlası, hatta; 45 yaşın üzerindeki kişilerin yarısından fazlası şişmandır. Bu epidemik şişmanlık hiç şüphe yok ki yüksek enerjili besin maddelerinin tüketilmesi ve sedanter yaşamaya bağlıdır. Dünyanın diğer çoğu bölgelerinde karbonhidratlardan alınan enerji, protein ve yağlardan alınandan daha fazladır. Gerçekten de etin az olduğu bazı ülkelerde yağ ve proteinlerden alınan enerjinin % 15-20’yi geçmediği bildirilmiştir.

İnsanların yaşam tarzları ve işleri ile bağlantılı olarak enerji gereksinimi değişir. Atletlerde ve inşaat işçilerinde kas aktivitesi çok yüksek olduğundan günlük enerji tüketimi 6000-7000 kaloriye ulaşabilir. Buna karşılık, sedanter kişilerde bu değer yalnızca 2000 kaloridir. Fiziksel aktiviteye bağlı bu büyük enerji tüketimi aynı oranda kalori alımı ile karşılanır. Böylece vücut kütlesi hemen hemen sabit kalır. Beslenme esnasında alınan çeşitli besin maddelerinin içerdikleri protein, yağ, karbonhidrat ve kalori değerleri tabloda sunulmuştur.

BESİN ALIMINI DÜZENLEYEN SİNİRSEL MERKEZLER



Açlık, İştiha, Susuzluk

Besin alınması açlık duygusu ile başlar. Açlık ve iştiha çok kere aynı anlamda kullanılırsa da esasında birbirinden ayrıdırlar. İştiha, besinin koku, tad ve görünümü ile ilgili, daha önce geçirilmiş deneyimlere dayanan hoş bir duygudur. Özel bir tip yiyecek veya içeceğe karşı arzuyu, isteği belirtir. Bazı hallerde bu arzu o derece kuvvetli ve onu yaratan hatıra o kadar canlıdır ki refleks olarak tükrük salgılanması meydana gelir. İştiha deneyimle gelişir ve kişinin lezzet eğitimi ile çoğalır. Kişinin yediği besinlerin kalitesini seçmesine yardım eder. Açlık ise karında bir boşluk hissi veya mide bölgesinde ağrı ile birlikte bulunan, hoş olmayan duygudur. Vücudun besine ihtiyacının genel göstergesidir ve iştihadaki gibi özel bir besine karşı değildir. Açlık çoğunlukla kalori bakımından önemli besin depolarının noksanlığını aksettiren bir duygudur. İştihanın aksine deneyimlerle ile öğrenilmez ve gelişmez. Vücudun enerji ihtiyacının ilkel bir belirtisidir ve doğuştan ölüme kadar aynı kalıpta devam eder.

Açlık sırasında mide bölgesinde bir ağrı duygusu vardır ki boş midede oluşan kontraksiyonların eseridir. Ağrıdan başka halsizlik, uyuşukluk , bayılmaya meyil ,irritabilite ,huzursuzluk ve baş ağrısı gibi duygular da bulunabilir.

Açlık duygusunun yukarıda özetlenen çeşitli elemanlarının MSS inde integrasyonu Hipotalamusta yapılır. Yapılan birçok araştırmalar göstermektedir ki hipotalamusta bir “Beslenme” ve bir de “Doyma” merkezi vardır. Lateral hipotalamusun belli küçük bir alanında lezyon yapılması tam aphagia (yememek) neden olur.Böyle hayvanlar kafeslerinde bol yiyecek bulunmasına rağmen yemezler ve açlıktan ölürler. Tersine, bu alan elektrikle uyarılırsa hayvanda yeme fazlaca artar (hiperphagia) . Bu alana “Beslenme Merkezi” adı verilir. Diğer yandan Hipotalamusun ventromedial alanında oluşturulan lezyonlar hiperphagia ve şişmanlama meydana getirmektedir. Bu alanın elektrikle uyarılması ise besin alımını azaltır. Bu alanda bir “Doyma Merkezi” bulunduğu anlaşılmaktadır.


Hipotalamusun paraventriküler, dorsomediyal ve arkuat çekirdeklerinin de besin alımını düzenlediklerine inanılmaktadır. Örneğin paraventriküler çekirdeklerin lezyonları sıklıkla aşırı yemeye neden olurken (tokluk merkezi) dorsomediyal çekirdeklerinde ki lezyonlar genellikle yeme davranışını baskılar (beslenme merkezi).

Hipotalamusun bu alanları hep birlikte yeme davranışını kontrol eden ve tokluk hissini veren olayları düzenlerler. Bu çekirdekler ayrıca tiroid bezi, adrenal bezler ve pankreasın adacık hücrelerinden salgılanan hormonlar dahil birçok hormonun salgılanmasını da etkilerler.

Hipotalamus ayrıca gastrointestinal kanaldan gelen duysal bilgileri (midenin dolu olması gibi) kanda tokluk hissi veren besin maddeleri ile ilgili (glikoz, amino asitler ve yağ asitleri) kimyasal sinyalleri, gastrointestinal hormonlardan gelen sinyalleri ve beslenme davranışını etkileyen serebral korteks kaynaklı sinyalleri (görme, koku ve tat) de alır. Hipotalamusun açlık ve tokluk merkezlerinde beslenmeyi kontrol eden nörotransmitterler ve hormonlar için bol miktarda reseptör bulunmaktadır. Bu çeşitli reseptörlerin besin alımını kontrol etme mekanizmaları tam olarak bilinmemekle birlikte, çeşitli ilaçlarla bu reseptörleri etkilemek aşırı beslenme ve obezite gibi bazı beslenme bozukluklarının düzeltilmesinde stratejilerden birini oluşturmaktadır.
Besin Alımını Etkileyen Diğer Sinirsel Merkezler: Beslenme ile ilgili diğer bir yön, beslenme olayının kendisidir. Eğer beyin hipotalamusun altında ancak mezensefalonun üzerinden kesilirse hayvan beslenme ile ilgili temel mekanik davranışlarına devam edebilir.Tükürük salgılama, dudaklarını yalama, çiğneme ve yutma davranışları etkilenmez. Bu nedenle, beslenmenin temel mekaniği beyin sapındaki merkezler tarafından kontrol edilmektedir. Diğer merkezlerin fonksiyonu, alınan besinlerin miktarını kontrol etmek ve daha sonra beslenmenin mekaniği ile ilgili merkezleri uyarmaktır.

Hipotalamustan daha yukarıdaki merkezler de beslenmenin özellikle iştahın kontrolünde önemli rol aynarlar. Bu merkezler, hipotalamus ile yakından ilişkisi olan amigdala ve prefrontal korteksi içerir. Amigdalanın bölümlerinin olfaktor sinir sisteminin başlıca bölümlerinden biri olduğu bilinmektedir. Amigdalanın bazı alanlarının lezyonları beslenmeyi artırdığın halde bazılarının inhibe ettiğini gösterilmiştir. Ayrıca amigdalanın bazı alanlarının uyarılması, beslenmenin mekanik eylemini kolaylaştırır. Amigdalanın iki taraflı harabiyetine bağlı en önemli etki, besinlerin seçimi ile ilgili “psişik körlük” tür. Diğer bir deyişle hayvan (ve muhtemelen insanlar) yediği besinin tipinin ve kalitesinin kontrolünü kaybeder.



Besin Alımının Orta ve Uzun Süreli Regülasyonu

Uzun süre aç bırakılmış bir hayvana sınırsız besin sunulduğunda, hayvan her zaman yediği miktardan daha fazla miktarda tüketir. Buna karşılık, haftalarca fazla beslenmiş bir hayvan da kendi isteğine göre beslenmeye bırakıldığında çok az yer. Buna göre, vücudun besin alımını kontrol eden mekanizması vücudun beslenme durumuna göre işlev yapmaktadır.

Glikoz, Amino Asitler ve Lipidlerin Kan Konsantrasyonlarının Açlık ve Beslenmeye Etkisi- Glukostatik, Aminostatik ve Lipostatik Teoriler: Kan glikoz konsantrasyonundaki azalmanın acıkmaya neden olduğu uzun zamandan beri bilinmektedir. Buna, acıkma ve beslenme regülasyonu ile ilgili glikostatik teori adı verilmektedir. Bu alanlar ve beynin diğer spesifik alanları ile ilgili yapılan çalışmalara göre beslenme merkezi devamlı aktivite içindedir ve aktivitesi yemek yenildikten sonra geçici olarak doyma merkezi tarafından inhibe edilir.

Doyma merkezinin aktivitesi buradaki nöronların glukozu sarfediş seviyesiyle idare edilmektedir. Bunlarda glukoz sarfiyatı düşük olduğu zaman aktiviteleri azalır.Beslenme merkezinin aktivitesi inhibisyonsuz kalır ve kişi açlık duyar. Sarfiyat yüksek olduğu zaman glukostatların aktivitesi artar ,beslenme merkezi inhibe edilir. Beynin diğer bölümlerinin aksine ventromedial Hipotalamusta (doyma merkezi) hücrelerin glukozu sarfedişleri İnsülinin etkisi altında kalır. Onun için, sarfiyat dolaşımdaki insülinin etkisi altında kalır. Kan amino asit konsantrasyonu, keto asitler gibi lipidlerin yıkım ürünleri ve bazı yağ asitlerin konsantrasyonun da aynı şekilde etki ettiğinin son zamanlardaki benzer çalışmalar ile gösterilmesi, aminostatik ve lipostatik teorilerin gelişmesine neden olmuştur. Üç ana besinden herhangi biri azaldığında, hayvan otomatik olarak o besini fazla yer ve sonunda kan metabolit konsantrasyonları normale döner.


Vücut Temperatürü ile Besin Alımı Arasındaki İlişki: Bir hayvan soğuğa maruz kaldığı zaman aşırı yemek yeme, sıcağa maruz kaldığı zaman da daha az yeme eğilimi gösterir. Bu durum, hipotalamustaki temperatür düzenleyici sistemle besin alımını düzenleyen sistem arasındaki etkileşimden kaynaklanır. Soğukta besin alımının artışı; metabolizma hızını yükseltmesi ve yalıtkanlık için yağ artışı sağlanması nedeniyle soğuk koşullarını iyileştirme yönünden önemlidir.
Yağ Dokusundan Kaynaklanan Feedback Sinyaller Besin Alımını Düzenlerler: Vücutta depolanan enerjinin büyük kısmı yağ şeklinde bulunur. Aynı miktar ve çeşitte besin alsalar dahi yağ dokusunun miktarı insanlar arasında belirgin farklar gösterir. Bu enerji deposunu düzenleyen nedir ve neden insanlar arasında farklılıklar mevcuttur.

Son zamanlardaki çalışmalara göre, hipotalamus peptid yapısında bir hormon olan leptin yoluyla enerji depoları hakkında bilgilendirilmektedir.Leptin adipoz dokudan salgılanır ve adipoz dokunun miktarı arttığında (fazladan enerji depolanması) adipositler leptin salgılarını artırırlar. Kana verilen leptin beyine gider ve kan-beyin bariyerini kolaylaştırılmış difüzyonla geçerek başta arkuat ve paraventriküler çekirdekler olmak üzere hipotalamusun değişik yerlerinde bulunan leptin reseptörlerine bağlanır. Leptin reseptörlerinin uyarılması yağ dokusunu azaltma yönünde değişik etkiler gösterirler. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1- hipotalamusta nöropeptid Y gibi iştahı uyarıcıların yapımı azalır, 2- hipotalamusta kortikotropin- salıverici hormon gibi besin alımını azaltan maddelerin yapımı artar, 3- metabolizma hızını ve enerji tüketimini artıran sempatik sinir aktivetesi artar (hipotalamustan vazomotor merkeze uzanan yollar ile), 4- pankreatik adacık hücrelerinden enerji depolarını azaltan insülin salgılanması azalır. Böylece, leptin beyine adipoz dokuda yeterli düzeyde enerji depoladığını ve daha fazla besin almaya gerek olmadığını bildirir.

Mutasyon yoluyla yağ hücrelerinden leptin yapımı engellenen veya hipotalamustaki leptin reseptörlerinde hasar meydana getirilen farelerde hiperfaji ve morbid obezite gelişmiştir. Ancak, obez insanların büyük bir bölümünde leptin yapımında bir bozukluk saptanmıştır. Çünkü plazma leptin düzeyleri adipoz dokunun artışı ile orantılı şekilde yüksek bulunmuştur. Bu nedenle, bazı bilim adamları obez kişilerde leptin reseptörlerinde veya reseptör sonrası sinyal iletim yollarında bozukluk olduğuna inanmaktadır. Bu kişiler yüksek leptin varlığına rağmen, yemeye devam etmektedirler. Bu insanlarda leptinin adipoz dokudaki artışı engelleyememesi beslenmeyi kontrol eden diğer sistemlere veya sosyo- kültürel faktörlere bağlı olabilir.
Uzun Süreli Düzenlenmenin Özeti: Beslenmenin uzun süreli düzenlenmesinde rol oynayan çeşitli feedback faktörler hakkında bilgimiz kesin olmamakla birlikte, şu şekilde bir fikir yürütebiliriz. Vücutta besin depoları normalin altına indiği zaman, hipotalamustaki beslenme merkezinin aktivitesi yükselir ve açlık belirtileri ortaya çıkar. Öte yandan, enerji depoları (başlıca yağ depoları) arttığında, açlık kaybolur ve tokluk durumu görülür.
Beslenme ile İlgili Uzun ve Kısa Süreli Düzenleyhici Sistemlere Sahip Olmanın Önemi

Beslenme ile ilgili olarak çeşitli feedback mekanizmaları da içine alan uzun süreli düzenleyici sistem, dokularda sabit bir besin deposunun tutulmasını sağlar. Bu depoların aşırı azalıp artmasını önler. Öte yandan kısa süreli düzenleyici uyarılar iki önemli amaca hizmet eder. Bunlardan birincisi, insan veya hayvanın her öğünde az miktarda yemesini sağlarlar. Bu yolla besinler gastrointestinal kanaldan sabit şekilde geçerler ve sindirim, absorbsiyon ve depola mekanizmalarının hepsi, periyodik olarak aşırı artmak yerine optimal hızda çalışırlar. İkincisi, kişinin öğünlerde aşırı miktarda yemesini önlerler ve bu yolla metabolik depolama sistemlerini aşacak miktarlarda besinin emilmesi engellenmiş olur.



Hazırlayan: Prof.Dr. Sena ERDAL

Mart, 2007

Yüklə 287,03 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə