Modern klasikler dizisi



Yüklə 310,96 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə1/2
tarix30.12.2023
ölçüsü310,96 Kb.
#165567
  1   2
Anton Çehov - Kara Keşiş



MODERN KLASiKLER Dizisi 
-
155 


ANTON PAVLOVIÇ ÇEHOV 
KARA KEŞIŞ 
ÖZGÜN ADI 
lfEPHbiA MOHAX 
Çeviriye temel alınan baskı: Çehov A.P. Polnoye sobraniye soçineniy i pisem v 30 
tt. 
Soçineniya v 18 
tt. 
Tom 8. 1985. 
©TÜRKIYE IŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI, 
2020 
SERTIFIKA NO: 
40077 
EDITÖR 
KORHAN KORBEK 
GÖRSEL YÖNETMEN 
BIROL BAYRAM 
DÜZELTI 
MEHMET CELEP 
GRAFIK TASARlM VE UYGULAMA 
TÜRKiYE iŞ BANKASI KÜL TÜR YAYlNLARI 
1. 
BASlM HAZIRAN 
2020, 
ISTANBUL 
ISBN 978-625-7070-93-5 
BASKI: SENA OFSET AMBALAJ MAT. SAN. VE TiC. LTD. ŞTi 
Maltepe Mah. Litros Yolu Sk. No:2/4 Matbaacılar Sitesi 2 Dk: 4Nb9 
Zeytinburnu/istanbul Tel. (0212) 613 38 46 Sertilika 
N
o

45030 
Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. 
Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında 
gerek metin, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla 
çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. 
TÜRKiYE iŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI 
istiklal Caddesi, Meşelik Sokak No: 2/4 Beyoğlu 34433 istanbul 
Tel. (0212) 252 39 91 Faks (0212) 252 39 95 
www.iskultur.com.tr 
ÇEVIREN: 
MUSTAFA KEMAL YILMAZ 
1980'de Mut'ta doğdu. 2007'de Gazi Üniversitesi Bilgisayar Eğitimi Bölümü'nü 
bitirdi. 2008-2010 arası Moskova Devlet Pedagoji Üniversitesi Rus Edebiyatı 
kürsüsünde yüksek lisans eğitimi aldı. 2015'te de aynı kürsünün doktora 
programından mezun oldu. Bugüne dek Lev Tolstoy, Ivan Turgenyev, Arkadi 
Averçenko, Mihail Bulgakov, Rodyon Beryozov ve Viktor Pelevin'in roman ve 
öykülerini çevirdi. Nazım Hikmet ve Aziz Nesin'in Sovyetler Birliği'nde Rusça 
basılmış, ancak Türkiye'de bilinmeyen yazılarından yaptığı çeviriler yayımlandı. 


Modern 
Klasikler 
Dizisi -155 
Anton Pavloviç 
Çehov 
Kara 
Keşiş 
Rusça aslından 
çeviren: Mustafa Kemal Yılmaz 
TORKIYE 
Kültür Yayınları 




Felsefe doktoru Andrey Vasiliç Kovrin yorulmuş ve si­
nirlerini harap etmişti. Tedavi olmak istememiştİ ama bir 
doktor ahbabına birlikte şarap içtikleri bir sırada meseleyi 
şöyle bir çıtlatmış, beriki de ona ilkbahar ve yazı köyde 
geçirmesini tavsiye etmişti. Tam o sırada Tanya Pesots­
kaya'dan Borisovka'ya gelip kendilerine misafir olmasını 
rica eden uzun bir mektup almıştı. O da bunun üzerine 
gerçekten de hava değişimine ihtiyacı olduğuna karar ver­
mişti. 
Önce (nisan ayında olmuştu bu) kendi köyüne, aile 
mülkü Kovrinka'ya gitmiş ve burada tek başına üç haf­
ta geçirmişti; sonra, yolların düzelmesiyle birlikte atları 
hazırlayıp onu büyüten eski vasisi, tüm Rusya'nın bildiği 
ünlü bitki yetiştiricisi Pesotski'nin evine doğru yola ko­
yulmuştu. Kovrinka ile Borisovka'nın arası yetmiş verst 
kadardı· ve yumuşacık ilkbahar yolunda rahat yaylı ara­
banın içinde yolculuk etmek hakikaten bir keyifti. 
Pesotski'nin, kapısında fraklı bir uşağın beklediği, sü­
tunların ve sıvası dökülmüş aslanların süslediği muazzam 
• 
Yaklaşık yetmiş beş kilometre. (ç.n.) 


Anton Çehov 
büyüklükte bir evi vardı. Eskilerden kalma İngiliz tarzında 
düzenlenmiş kasvetli ve gösterişsiz parkı, evin neredeyse 
tam bir verst ötesindeki ırınağa kadar uzanıyor ve bura­
da tüylü pençeleri andıran çıplak kökleriyle çam ağaçla­
rının üstünde büyüdüğü uçuruma benzer killi ve dik bir 
kıyıyla sona eriyordu; aşağıda su ıssız ıssız parlıyor, kederli 
ötüşleriyle çulluklar uçuyordu ve burada her zaman öyle 
bir ruh hali egemen oluyordu ki insanın oturup baladlar 
yazası geliyordu. Buna karşın, evin etrafında, avluda ve 
fidanlıklada birlikte otuz desyatinlik* alan kaplayan mey­
ve bahçesinde kötü havalarda bile neşe ve yaşama sevinci 
hakimdi. Pesotski'nin evindekiler kadar şaşırtıcı gülleri, 
zambakları, kamelyaları, parlak beyazdan başlayıp is ka­
rasına kadar mümkün olan her renkten laleleri, kısacası 
böylesine bir çiçek zenginliğini Kovrin başka hiçbir yerde 
görmemişti. İlkbahar daha yeni başlamıştı ve çiçeklikterin 
asıl ihtişamı hala seralarda saklanıyordu, ama ağaçlı yol 
boyunca ve sağa sola serpiştirilmiş tarhlarda açanlar bile 
bahçede dolaşırken, hele taçyaprakların her birinde çiy ta­
nelerinin ışıl ışıl parladığı erken saatlerde, insanın kendisi­
ni narin renkler aleminde hissetmesi için yeterliydi. 
Bahçenin bizzat Pesotski'nin küçümseyerek "ıvır zıvır" 
dediği dekoratif kısmı, çocukluk günlerinde Kovrin'in 
üzerinde masaisı bir tesirde bulunurdu. Hangi acayiplik­
ler, ineelikle düşünülmüş garibeler ve doğayla alay eden 
yaratıklar yoktu ki burada! Meyve ağaçlarından espalyer­
ler, ehrami kavak şeklinde bir armut, küre biçimli meşeler 
ve ıhlamurlar, elma ağacından bir şemsiye, kemerler, mo­
nogramlar, şamdanlar ve hatta Pesotski'nin bitki yetiştiri­
ciliğiyle ilk kez uğraşmaya başladığı yılı gösteren, erikleele 
• 
Yaklaşık otuz üç hektar. (ç.n.) 



Kara Keşiş 
oluşturulmuş 
1862 
sayısı. Burada palmiyelerinki gibi dik 
ve sağlam gövdelere sahip zarif ve güzel ağaççıklara da 
rasttanıyor ve ancak dikkatle bakıldığında bu ağaççıkla­
rın aslında bektaşi ve frenk üzümleri olduğu anlaşılıyor­
du. Ama bahçedeki en büyük canlılık ve neşe kaynağı hiç 
durmayan hareketti. İnsanlar el arabaları, çapalar ve su­
lama bidonlarıyla sabahın erken saatlerinden akşama dek 
ağaçların ve çalıların etrafında, iki yanı ağaçlada çevrili 
yürüyüş yollarında ve çiçek tarhlarında karınca gibi kıvıl 
kıvıl hareket ediyordu ... 
Kovrin, Pesotski'lerin evine akşam dokuzdan sonra 
vardı. Tanya ile babası Yegor Semyonıç'ı endişeli bir bek­
leyişin ortasında yakalamıştı. Termometrenin yanı sıra gö­
ğün berrak ve yıldızlı oluşu sabaha karşı don görüleceğine 
işaret ediyordu; bahçıvan ivan Karlıç ise şehre gitmişti ve 
güvenebilecekleri kimse yoktu. Yemekte sadece don me­
selesi konuşuldu ve Tanya'nın uyumaması ve saat birden 
sonra bahçeyi dolaşıp her şeyin yolunda olup olmadığını 
kontrol etmesi kararlaştırıldı; Yegor Semyonıç ise üçte, 
hatta daha erken bir vakitte kalkacaktı. 
Kovrin bütün akşam Tanya'nın yanında oturdu, gece 
yarısından sonra da onunla birlikte bahçeye gitti. Hava 
soğuktu. Avluda kuvvetli bir yanık kokusu duyuluyordu. 
"Ticari" dedikleri ve Yegor Semyonıç'a her sene birkaç 
binlik net gelir getiren büyük meyve bahçesinde toprağın 
üstünde siyah, kesif, genzi yakan bir duman uzanıyor ve 
ağaçları sarıp sarmalayacak bu binlikleri dondan koruyor­
du. Buradaki ağaçlar dama düzeninde dikilmişti; sıralar, 
tıpkı asker safları gibi, dik ve düzgündü; hem bu katı ku­
ralcı düzgünlük hem de bütün ağaçların aynı boyda olması 
ve tamamen birbirinin aynı taç ve gövdelere sahip olmala­
rı manzarayı tekdüze, hatta iç karartıcı kılıyordu. Kovrin 



Anton Çehov 
ve Tanya gübre, saman ve envai türde çerçöple yakılan 
ateşlerin tüttüğü sıraları geçtiler; zaman zaman karşıianna 
dumanın içinde gölgeler gibi gezinen işçiler çıkıyordu. Sa­
dece vişneler, erikler ve bazı elma türleri çiçek açmıştı, ama 
bahçenin tamamı dumanla kaplanmıştı; Kovrin ancak fi­
danlıkların yanına gelince derin bir nefes alabildi. 
- Çocukken de burada dumandan hapşırırdım, -dedi 
omuzlarını kısarak.- Ama hala anlamış değilim dumanın 
dondan nasıl koruduğunu. 
- Hava bulutsuzsa, bulutların yerini duman alıyor ... 
-diye yanıtladı Tanya. 
- Peki bulut neden lazım? 
- Kapalı ve bulutlu havada don görülmez. 
- Demek bu yüzden! 
Gülerek Tanya'nın elinden tuttu. İnce kara kaşlı, geniş, 
fevkalade ciddi ve üşümüş yüzü, başını serbestçe hareket 
ettiernesine mani olan paltosunun kalkık yakası, dahası 
her hali; zayıflığı, endamı, çiy tanelerinden sakınmak için 
yukarı topladığı elbisesi Kovrin'in içini ısıtıyordu. 
- Ya Rabbi, yetişkin olmuş bile! -dedi.- Beş yıl evvel 
buradan son defa ayrıldığımda henüz küçük bir çocuktu­
nuz. Uzun bacaklı, cılız, saçı başı dağınık, kısacık elbiseler 
giyen bir kızcağızdınız ve ben de "balıkçı!" diyerek sizinle 
dalga geçerdim ... Zaman nelere kadir! 
- Evet, beş yıl! -diye iç çekti Tanya.- Köprünün al­
tından çok sular aktı o günden beri. Söyleyin, Andryuşa, 
ama dürüstçe, -diye canlanarak devam etti adamın yü­
züne bakarak,- bizden soğudunuz mu? Benimki de soru! 
Siz erkeksiniz, hayatınızı yaşıyorsunuz, üstelik ilginç bir 
hayat, önemli birisiniz ... Yabancıtaşınaktan doğal ne var! 
Ama yine de, Andryuşa, bizi aileniz olarak görün isterim. 
Buna hakkımız var. 



Kara Keşiş 
- Öyle görüyorum, Tanya. 
- Doğru mu söylüyorsunuz? 
- Evet, doğru söylüyorum. 
- Bizim evde bu kadar çok fotoğrafınız olduğuna 
şaşırdınız bugün. Ama biliyorsunuz, babam size tapıyor. 
Bazen sizi benden daha çok sevdiği hissine kapılıyorum. 
Sizinle gurur duyuyor. Siz bir biliminsanısınız, sıra dışı bir 
insansınız, parlak bir kariyer inşa ettiniz ve babam sizi 
kendisi yetiştirdiği için böyle olduğundan emin. Ben de 
buna mani olmuyorum. Varsın öyle düşünsün. 
Şafak çoktan sökmeye başlamıştı, özellikle havadaki 
duman kütleleri ve ağaç tepelerinin seçilmesine olanak ve­
ren berraklıktan anlaşılıyordu bu. Bülbüller şakıyor, tarla­
lardan bıldırcın ötüşleri çalınıyordu kulaklara. 
- Yatma vakti geldi, -dedi Tanya.- Hava da soğuk. 
-Kovrin'in koluna girdi.- Geldiğiniz için teşekkür ederim, 
Andryuşa. Ahbaplarımız pek de ilginç insanlar sayılmaz, 
ki zaten sayıları da çok değil. Hayatımız bahçeden ibaret; 
bahçe, bahçe ve yine bahçe. Bodur, yarı bodur, -diye gül­
ıneye başladı.- Aport, reinette, borovinka, 

gözaşısı, ka­
lemaşısı ... Tüm ama tüm ömrümüzü bahçeye verdik, öyle 
ki rüyamda elma ve armut ağaçları dışında bir şey görmü­
yorum. Elbette yararlı ve güzel bir uğraş bu, ama insanın 
canı bazen sırf değişiklik olsun diye başka şeyler de istiyor. 
Tatillerde ya da öylesine bize geldiğiniz zamanlarda eve bir 
tazelik, bir aydınlık dolduğunu hatırlıyorum, adeta avize­
nin ve mobilyaların üstünden örtüleri çekip almışlar gibi. 
Küçük bir kızdım o zamanlar ama yine de anlıyordum. 
Uzun uzun ve büyük bir heyecanla konuşuyordu. Ne­
dense birden Kovrin'in aklına, yaz bitmeden bu küçük, 
• 
Elma çeşitleri. (ç.n.) 



Anton Çehov 
zayıf ve konuşkan varlığa bağlanabileceği, kendini kap­
tırıp aşık olabileceği düşüncesi geldi, ikisinin durumunda 
o kadar olağan ve doğaldı ki bu! Bu düşünce içini ısıttı ve 
gülmesine sebep oldu; düşünceli, şirin yüze doğru eğildi ve 
sessizce söylemeye başladı: 
Onegin, saklamaya niyetim yok, 
Deli gibi seviyorum Tatyana'yı ... • 
Eve geldiklerinde Yegor Semyonıç çoktan uyanmıştı. 
Kovrin yatmak istemedi. İhtiyarla sohbet etti ve onunla 
birlikte bahçeye döndü. Yegor Semyonıç uzun boylu, ge­
niş omuzlu ve koca göbekli bir adamdı, nefes darlığından 
mustaripti, ama her zaman öyle hızlı yürürdü ki, arkasın­
dan yetişrnek hiç de kolay değildi. Fevkalade endişeli bir 
görüntüsü vardı, sürekli bir yerlere koştururdu ve bu esna­
da yüzünde öyle bir ifade olurdu ki, sanki bir dakika bile 
gecikirse her şey mahvolacaktı! 
- İşte, kardeş, sana bir hikaye ... -diye başladı nefes­
leornek için durarak.- Toprağın yüzeyinde, gördüğün gibi, 
don var, ama termometreyi sopanın ucuna takıp iki sa­
jen .. yukarı kaldır, orası ılık ... Neden dersin? 
- Doğrusu, bilmiyorum, -dedi Kovrin ve güldü. 
- Hım ... Her şeyi bilmek kabil değil elbet ... Zihin ne 
kadar geniş olursa olsun, her şeyi alacak diye bir kaide 
yok. Sen daha çok felsefeyle ilgiliydin, değil mi? 
- Evet. Psikoloji öğretiyorum, genelde ise felsefe çalı-
şıyorum. 
- Sıkıcı değil mi? 
- Tam tersi, bu olmadan yaşayamam. 
- Çok şükür .. . -dedi Yegor Semyonıç kırlaşmış favori-
• 
Çaykovski'nin Puşkin'in aynı adlı eserinden uyarladığı 
Yevgeni One­
gin 
operasından. Tanya ismi Taryana'nın kısaltılmışıdır. (ç.n.) 
• • 
Yaklaşık dört buçuk metre. (ç.n.) 



Kara Keşiş 
lerini dalgın dalgın sıvazlarken.- Çok şükür .. . Senin adına 
çok sevindim ... çok sevindim, kardeş ... 
Derken ansızın bir yerlere kulak kabarttı ve yüzünde 
beliren dehşet ifadesiyle koşmaya başladı ve kısa süre son­
ra ağaçların ardında, duman bulutunun içinde kayboldu. 
- Kim bağladı atı elma ağacına ? -diye yürek parala­
yan, çaresiz feryadı işitildi ihtiyacın.- Hangi alçak, hangi 
itoğluit cüret etti atı elma ağacına bağlamaya? Aman Tan­
rım! Aman Tanrım! Harap ettiler, mundar ettiler, berbat 
ettiler, ırzına geçtiler! Mahvoldu bahçe! Öldü, öldü! Aman 
Tanrım! 
Kovrin'in yanına döndüğünde ihtiyarın yüzünde tü­
kenmiş ve hakarete uğramış gibi bir ifade vardı. 
- Ne yapacağım ben bu şeytan tohumlarını? -dedi ağ­
lamaklı bir sesle ellerini iki yana açıp.- Styopka gece güb­
re getirmiş, sonra da atı elma ağacına bağlamış! Şerefsiz, 
kalkmış koca yuların ipini sımsıkı dolamış bir de, kabuk 
üç yerden kavlamış. Ölür müsün, öldürür müsün! Neden 
yaptın diyorum, bön bön yüzüme bakıp gözlerini kırpıştı­
rıyor! ipte saliandırsam soğumaz içim! 
Sakinleştikten sonra Kovrin'i kucakladı ve yanağını 
öptü. 
- Çok şükür ... çok şükür ... -diye mırıldadı.- Geldiğine 
o kadar sevindim ki anlatamam ... Teşekkür ederim. 
Sonra yine aynı hızlı yürüyüş ve endişeli yüz ifadesiyle 
bütün bahçeyi dolaştı ve eski yetiştirmesine bütün limon­
lukları, seraları, ısıtma barakalarını ve asrımızın mucizesi 
dediği iki arılığını gösterdi. 
Onlar yürürken güneş yükselmiş ve parlak ışıklarıyla 
bahçeyi aydınlatmıştı. Hava ısınmıştı. Aydınlık, neşeli ve 
uzun bir gün olacağını hisseden Kovrin henüz mayıs ayı­
nın başında olduklarını ve kendilerini en az şimdiki kadar 



Anton Çehov 
aydınlık, neşeli ve uzun bir yazın beklediğini fark etti ve 
birden göğsünde, çocukluğunda bu bahçede koştururken 
hissettiği o mutluluk ve gençlik dolu duygu kıpırdadı. Bu­
nun üzerine o da ihtiyarı kucakladı ve şefkatle öptü. İkisi 
de duygulanarak eve yürüdüler ve eskilerden kalma fağfur 
fincanlarda kremalı çay içip yanında da doyurucu hamur­
işi açmalardan yediler. Bu gibi ayrıntılar Kovrin'e bir kere 
daha çocukluğunu ve ilkgençliğini hatırlattı. Şimdinin ha­
rikuladeliği ile geçmişin tesirleri iç içe geçiyordu; bunlar 
bir yandan yüreğini eziyor, diğer yandan da iyi hissetmesi­
ne neden oluyordu. 
Tanya'nın uyanmasını bekledi ve onunla kahve içti, et­
rafı gezdi, sonra odasına çekilip çalışmaya koyuldu. Dik­
katle okuyor, notlar alıyor ve açık pencerelerden dışarıya 
ya da masanın üstündeki vazolarda duran, çiy taneleri 
yüzünden hala ıslak çiçeklere bakmak için ara sıra başını 
kaldırıyor, sonra yeniden kitaba eğiyordu, sanki tüm da­
marları keyiften tir tir titreyip kıpır kıpır ediyordu. 
II 
Kovrin şehirdeki gibi asabi ve huzursuz bir yaşam 
sürmeye köyde de devam etti. Çok okuyup çok yazıyor, 
İtalyanca öğreniyor ve gezintiye çıktığında da, büyük bir 
zevkle, yakında yeniden çalışmaya başlayacağı anın haya­
lini kuruyordu. O kadar az uyuyordu ki, herkes şaşıyordu; 
gündüz kazara yarım saatliğine dalarsa, sonrasında bütün 
gece uyumuyor ve uykusuz geçen gecenin ardından hiçbir 
şey olmamış gibi zinde ve neşeli hissediyordu. 
Çok konuşuyor, şarap içiyor ve pahalı purolardan tüt­
türüyordu. Pesotski'lere sık sık, hatta neredeyse her gün 
Tanya'yla birlikte piyano çalıp şarkı söylemeye komşu 
genç kızlar geliyordu; komşularından çok iyi keman çalan 



Kara Keşiş 
genç bir adam da geliyordu bazen. Kovrin müziği ve şarkı­
ları hırsla dinliyor ve bunlar yüzünden bitkin düşüyordu, 
bu bitkinlik fiziksel açıdan kendini gözlerinin kapanması 
ve başının yana düşmesi şeklinde dışa vuruyordu. 
Bir keresinde akşam çayından sonra halkonda otur­
muş kitap okuyordu. Bu sırada misafir odasında Tanya 
sopranoda, genç kızlardan biri kontraltoda ve genç adam 
da kemanda Braga'nın meşhur serenadını• çalışıyorlardı. 
Kovrin sözlere kulak kabartıyor -Rusçaydı sözler- ama 
manalarını bir türlü çözemiyordu. Nihayet kitabı bıra­
kıp daha dikkatli dinteyince anladı: Kendini hastalık de­
recesinde hayallere kaptırmış bir genç kız gece bahçede 
bazı esrarengiz sesler duyuyordu, öylesine barikulade ve 
acayipti ki sesler, genç kız biz faoilere anlaşılmaz gelen 
ve bu yüzden göklere geri dönen bu alıengin kutsal oldu­
ğunu kabul etmek zorunda kalıyordu. Kovrin'in gözleri 
kapanmaya başladı. Yerinden kalktı ve bitkin bir halde 
misafir odasında, sonra da salonda dolandı. Şarkı sona 
erince Tanya'nın koluna girdi ve ikisi birlikte halkona 
çıktılar. 
- Bugün sabahtan beri aklımı kurcalayan bir efsane 
var, -dedi.- Bir yerde mi okudum, yoksa birinden mi duy­
dum, hatırlamıyorum, ama tuhaf ve hiçbir şeyle uyuşma­
yan bir efsane bu. Öncelikle sarih olmadığını söylemem 
lazım. Bundan bin yıl evvel kapkara giyinmiş bir keşiş Su­
riye' de ya da Arabistan'da bir çölde yürüyormuş ... Yürü­
düğü yerin birkaç mil ötesinde balıkçılar gölün yüzeyinde 
ağır ağır ilerleyen başka bir kara keşiş görmüş. İkinci keşiş 
meğer bir serapmış. Şimdi bütün optik yasalarını unutun, 
belli ki efsane de tanımıyor bu yasaları, devamını dinle-
• 
İtalyan besteci Gaetano Braga'nın 
( 1829-1907) Meleğin Serenadı 
ya da 
U/ah Efsanesi 
olarak bilinen bestesi. (ç.n.) 



Anton Çehov 
yin. Seraptan ikinci bir serap meydana gelmiş, ondan da 
bir üçüncüsü, öyle ki kara keşişin sureti sonsuza kadar 
atmosferin bir katmanından diğerine iletilmiş. Kah Af­
rika'da görüyorlarmış onu, kah İspanya'da, kah Hindis­
tan'da, kah Uzak Kuzey' de ... Nihayet dünya atmosferinin 
sınırlarının dışına çıkmış ve sönüp gidebileceği şartlara bir 
türlü rast gelmeden tüm kainatı gezmeye devam etmiş. 
Belki şimdi Mars'ta bir yerde görünüyor ya da Güneyhaçı 
takımyıldızının bir yıldızında. Ama, cancağızım, efsanenin 
en mühim ve en güzel tarafı şu ki, keşişin çölde yürüdüğü 
günden tam bin yıl sonra serap bir kere daha dünyanın 
atmosferine girecek ve insanlara görünecek. Ve güya bu 
bin yıllık süre dolmak üzere ... Efsane doğruysa kara keşişi 
bugün yarın görmemiz gerek. 
- Tuhaf bir serap, -dedi efsaneyi beğenmeyen Tanya. 
- Ama en şaşırtıcı kısmı şu, -diyerek güldü Kovrin.-
Bu efsanenin kafama nasıl girdiğini bir türlü hatırlayamı­
yorum. Bir yerde mi okudum? Yoksa birinden mi işittim? 
Kara keşişi rüyamda gördüm belki de? Tanrı üstüne yemin 
ederim ki hatırlamıyorum. Ama efsane aklımı kurcalıyor. 
Bütün gün bunu düşündüm. 
Tanya'nın misafirterin yanına dönmesine izin verdik­
ten sonra evden çıktı ve zihni düşüncelerle meşgul, çiçek 
tarhlarının yanından geçti. Güneş batmak üzereydi. Az 
evvel sulandıklarından olsa gerek, çiçekler nemli ve sinir 
bozucu bir koku yayıyordu. Evde yeniden şarkı söylenme­
ye başladı, uzaktan gelen keman sesi insan sesini çağrıştırı­
yordu. Kovrin efsaneyi nerede duyduğunu ya da okuduğu­
nu hatırlamak için zihnini zorlayarak aheste aheste parka 
yöneldi ve farkına varmadan ırınağa ulaştı. 
Çıplak köklerin yanından dik kıyıyı dolaşan patikayı 
kullanarak suya indi, burada çullukların huzurunu kaçırdı 
lO 


Kara Keşiş 
ve iki ördeği korkuttu. Batan güneşin son ışıkları yer yer 
kasvetli çamlarda yansıyorrlu hata, ama akşam ırmağın 
üstüne tam anlamıyla çökmüştü bile. Kovrin tahta köp­
rüden karşıya geçti. Karşısında henüz çiçeklenmemiş taze 
çavdarla kaplı geniş bir arazi uzanıyordu şimdi. Ufka ka­
dar ne bir ev ne de bir insan görünüyordu; patika takip 
edilirse, güneşin az evvel battığı, akşam kızıllığının tüm 
azameti ve genişliğiyle alev alev yandığı o bilinmez ve es­
radı yere kadar gidilebilirdi sanki. 
"Burası ne ferah, ne kadar özgür ve sessiz!" -diye dü­
şünüyordu Kovrin patikada yürürken.- "Sanki tüm dünya 
pusuya yatmış bana bakıyor ve anlaşılınayı bekliyor ... " 
Fakat tam bu sırada çavdarlar dalgalandı ve hafif bir 
akşam esintisi yumuşak bir dokunuşla Kovrin'in şapkasız 
başına değdi. Bir dakika sonra bir kere daha esti rüzgar, 
ama bu sefer daha büyük bir kuvvetle: Çavdarlar hışırdadı 
ve geriden çarnların pes uğultusu işitildi. Kovrin şaşırarak 
durdu. Ufukta tıpkı bir dalaz ya da hortuma benzeyen 
yüksek kara bir sütun yükseliyorrlu yerden. Hatları belir­
sizdi, ama bir yerde sabit durmadığı hemen anlaşılıyordu; 
tersine, korkutucu bir süratle ilediyor ve tam da oraya, 
dosdoğru Kovrin'in üzerine geliyordu, üstelik yakma gel­
dikçe küçülüp belirginleşiyordu. Kovrin yol vermek için 
kenara çekilip çavdarların arasına daldı ve bunu son anda 
başardı ... 
Kapkara giyinmiş, kır saçlı, kara kaşlı bir keşiş göğsün­
de çaprazladığı kollarıyla süratle yanından geçti ... Çıplak 
ayakları yere değmiyordu. Üç sajen kadar geçtikten sonra 
dönüp Kovrin'e baktı, yumuşak ve aynı zamanda sinsi bir 
gülümsemeyle başını eğip selam verdi. Fakat ne kadar so­
luk, hem de korkunç derecede soluk ve zayıf bir yüzdü bu! 
Yeniden büyümeye başlayıp uçarak ırmağı aştı, ses çıkar-
l l


Anton Çehov 
madan killi kıyıya ve çarnlara çarptı, sonra da içlerinden 
geçip tıpkı bir duman gibi dağılıp gitti. 
- Şu işe bakın ... -diye mırıldadı Kovrin.- Demek ef­
sane gerçekmiş. 
Yaşadığı tuhaf hadiseye izahat getirmeye çalışmadan, 
keşişin sadece kara kıyafetini değil, hatta yüzünü ve göz­
lerini de bu kadar yakından, bu kadar net görebildiği için 
memnun bir halde hoş bir heyecan hissiyle eve döndü. 
Parkta ve bahçede insanlar yürüyor, evde müzik çalını­
yordu, demek ki keşişi bir tek o görmüştü. Her şeyi Tan­
ya ve Yegor Semyonıç'a anlatmak için kuvvetli bir istek 
duydu, ama muhtemelen saçmalarlığını düşüneceklerine 
ve bunun onları korkutaeağına kanaat getirdi; en iyisi sus­
maktı. Kahkahalar atıyor, şarkı söylüyor ve mazurka ya­
pıyordu, neşesi yerindeydi ve herkes, hem misafirler, hem 
de Tanya, bugün Kovrin'in yüzünün tuhaf, ışıltılı ve ilham 
verici bir ifadeye büründüğünün ve onun çok ilginç bir 
insan olduğunun farkına vardı. 
III 
Akşam yemeğinin ardından misafirler dağılınca Kovrin 
de odasına çekilip kanepeye uzandı: Keşişi düşünmek isti­
yordu. Ama bir dakika sonra Tanya girdi içeri. 
- İşte, Andryuşa, okuyun babamın makalelerini, -
dedi bir broşür ve fasikül yığını uzatarak.- Muhteşem ma­
kaleler. Harikulade yazıyor. 
- Tabii ya, ne demezsini -diyordu arkasından içeri gi­
ren Yegor Semyonıç zorlama bir gülümsemeyle; utandığı 
belliydi.- Söylediklerine kulak asma lütfen ve hiç okuma! 
Ama uyumak istiyorsan başka tabii: Mükemmel bir uyku 
ilacı çünkü. 
12 


Kara Keşiş 
- Bence muhteşem makaleler bunlar, -dedi Tanya 
kendinden son derece emin.- Okuyun, Andryuşa, sonra 
da daha sık yazması için babamı ikna edin. istese bitki 
yetiştiriciliği kitabı bile yazabilirdi. 
Yegor Semyonıç asabi bir kahkaba attı, kızardı ve ge­
nellikle malıcup yazarların söylediği türden cümleler sarf 
etmeye başladı. Yavaş yavaş pes ediyordu. 
- O halde önce Gaucher'nin makalesini ve şu Rusça 
kısa olanları oku, -diye mırıldadı titreyen ellerle broşürleri 
karıştırırken.- Yoksa anlayamazsın. İtirazlarımı okuma­
dan önce neye itiraz ettiğimi bilmen gerek. Gerçi saçmalık 
hepsi ... Dehşet sıkıcı. Zaten yatma vakti de geldi galiba. 
Tanya odadan çıktı. Yegor Semyonıç, Kovrin'in yanına 
oturdu ve derin derin iç çekti. 
- Evet, kardeşim ... -diye başladı bir süre sustuktan 
sonra.- Gördüğün gibi, sevgili felsefe doktorum. Makale 
yazıyorum, sergitere katılıyorum, madalya topluyorum ... 
Pesotski'nin elmaları, diyorlar, işte böyle, kocaman; Pe­
sotski, diyorlar, bahçesiyle kendine bir servet yaptı. Uzun 
lafın kısası, "Para da Koçubey'de, şan da" • . Ama bazen 
merak ediyorum: Ne için hepsi? Bahçe hakikaten muhte­
şem, örnek bir bahçe ... Bahçe değil, devlet nezdinde yük­
sek öneme sahip bir müessese adeta, çünkü Rus ekonomisi 
ve Rus sanayisine, nasıl denir, çağ atlatacak bir şey bu. 
Ama ne için? Amaç ne? 
- Belli değil mi, getirisi ortada. 
- O anlamda demedim. Kafama takılan soru şu: Ben 
ölünce bahçeme ne olacak? Ben olmasam şimdi gördüğün 
haliyle bir ay bile dayanmaz. Başarılı olmanın sırrı bah­
çenin büyük, işçinin çok olmasında değil; sır, yaptığım işi 
• 
Puşkin'in epik şiiri 
Po/tava' 
dan. (ç.n.) 
13 


Anton Çehov 
sevmemde, anlıyor musun, belki canımdan bile çok sev­
memde. Bir bak bana: Her şeyi kendim yapıyorum. Sa­
bahın köründen gece yanlarına kadar çalışıyorum. T üm 
aşıları kendim yapıyorum, hudarnayı kendim, dikimi 
kendim, her şeyi kendim. Bana yardım ettiklerinde kıska­
nıyoruru ve işi kabalığa vardıracak kadar sinirleniyorum. 
Bütün sır sevgide, yani gözün gibi bakmada, üzerine tit­
remede, bir saatliğine bile olsa bir yere misafir gittiğinde, 
yüreğinde sıkıntı hissetmede, acaba bahçeme bir şey olur 
mu diye altüst olmada. Peki ben ölünce kim bakacak? 
Kim çalışacak? Bahçıvan mı ? İşçiler, öyle mi? Bak sana 
ne diyeceğim, sevgili dostum: Bizim işte asıl düşman ne 
tavşan, ne mayıs böceği, ne de don, asıl düşman "başka­
sı"dır. 
- Peki ya Tanya? -diye sordu Kovrin gülerek.- Onun 
tavşandan daha zararlı olduğunu kimse iddia edemez. İşi 
biliyor ve de seviyor. 
- Evet, biliyor ve de seviyor. Ölümümden sonra bahçe 
ona kalır ve o da başa geçmek isterse, elbette bundan daha 
iyisi olamaz. Ama, olur da, Tanrı göstermesin, ya evlenir­
se? -diye fısıldadı Yegor Semyonıç ve korku dolu gözlerle 
baktı Kovrin'e.- Tabii ya! Evlenecek, çoluk çocuğa karışa­
cak, o vakit bahçeyi düşünecek hali mi kalır? Beni en çok 
korkutan da ne biliyor musun: Bir delikanlıyla evlenecek, 
o da açgözlülük edip bahçeyi tüccarlara kiraya verecek ve 
her şey daha ilk yıldan cehennemİ boylayacak! Bizim işte 
kadın "Tanrı'nın Kırbacı" demektir! 
Yegor Semyonıç iç çekti ve bir süre sustu. 
- Belki bu bencillik, ama açık konuşuyorum: İstemi­
yorum Tanya'nın evlenmesini. Korkuyorum! Züppenin 
teki geliyor elinde kemanla eve, gıy gıy edip gidiyor; Tanya 
evlenmez onunla, biliyorum, çok iyi biliyorum bilmesine 
14 


Kara Keşiş 
ama onu görmeye de dayanamıyorum! Doğrusu, kardeş, 
ben de az acayip değilim. Kabul. 
Yegor Semyonıç kalktı, heyecanlı heyecanlı odayı do­
laştı ve halinden çok önemli bir şey söylemek istediği, ama 
tereddütte kaldığı belliydi. Nihayet kararını verdi ve elleri­
ni cebine sokarak söze girdi: 
- Seni çok severim, bu yüzden seninle açık konuşaca­
ğım. Bazı civcivli meselelere basit yaktaşının ve aklımdan 
geçeni doğrudan söylerim ve sözüm ona "mahrem düşün­
celere" tahammülüm yoktur. Açıkça söylüyorum: Kızımı 
vermekten korkmayacağım tek insan sensin. Akıllısın, vic­
dan sahibisin ve en sevdiğim işin mahvolmasına müsaade 
etmezsin. En önemlisi de seni oğlum gibi seviyorum ... ve 
seninle gurur duyuyorum. Tanya'yla aranızda bir aşk baş­
larsa, ne diyebilirim ki, bundan çok memnun olurum, hat­
ta mutluluk duyarım. Açıkça söylüyorum bunu, ağzımda 
gevelemeden, dürüst bir insan gibi. 
Kovrin güldü. Yegor Semyonıç çıkmak için kapıyı açtı 
ve eşikte durdu. 
- Tanya'yla bir oğlunuz olsaydı, onu bitki yetiştiricisi 
yapardım, -dedi bir süre düşündükten sonra.- Neyse, boş 
hayaller bunlar ... İyi geceler. 
Yalnız kalınca Kovrin rahat bir şekilde uzandı ve ma­
kaleleri okumaya koyuldu. Birinin başlığı şu şekildeydi: 
"Ara Ürün Üzerine." Bir diğeriniuse şöyle: "Bay Z.'nin 
Yeni Bahçe Yapımı Sırasında Toprağın Derin Sürümü 
Hakkındaki Yazısı Üzerine Birkaç Söz." Bir başkası da 
şöyle: "Durgun Gözaşısı Üzerine İlave Hususlar" ve bu 
minvalde devam ediyordu. Fakat ne kadar huzursuz ve 
düzensiz bir ton, ne kadar sinirli, hatta neredeyse hasta­
lıklı bir ateşlilik! İşte en yumuşak başiıkiısı ve en az tep­
kisel olanı galiba Rus Antonov elmasından bahseden şu 
15 


Anton Çehov 
makale. Ama Yegor Semyonıç "audiatur altera pars"· ile 
başlıyor, "sapienti sat" • • ile bitiriyor; bu iki veeize arasın­
da ise "doğayı yüksek kürsülerinden izleyen hakiki bitki 
yetiştiricisi baylarımızın eğitimli cahilliğine" ya da "şöhre­
tini cahillere ve amatörlere borçlu olan" Bay Gaucher'ye 
yönelik fokur fokur kaynayan çeşit çeşit keskin ifade ve 
hemen ardından meyve çalarken ağaçları kıran mujiklerin 
artık sopayla dövülememesinden • • • yakınan yersiz, doğal­
lıktan ve samirniyetten uzak bir eseflenme. 
"İşin kendisi güzel, hoş ve sağlıklı, ama savaş ve ihti­
ras burada da eksik değil," -diye düşündü Kovrin.- "Her 
yerde, rekabetin olduğu tüm alanlarda sinirlilik ve yüksek 
hassasiyet fikir insanlarının ayırt edici özelliği. Belki de 
böyle olması gerek." 
Yegor Semyonıç'ın makalelerini fevkalade beğenen 
Tanya'yı hatırladı. Orta boylu, solgun, köprücükkemiği 
görünecek kadar cılız; gepgeniş açılmış ve bir şey arıyor­
muşçasına hep dikkatle bakan akıllı kara gözler; yürüyüşü 
babasınınki gibi küçük adımlarla ve aceleci. Çok konuşu­
yor, tartışmayı seviyor ve bu sırada ağzından çıkan bütün 
ifadelere, hatta en önemsiz olanlara bile, manidar jest ve 
mimikler eşlik ediyor. Son derece sinirli olsa gerek. 
Kovrin okumaya kaldığı yerden devam etmeye çalış­
tı, ama hiçbir şey anlamadığım görünce bıraktı. Bir süre 
önce mazurka yapıp müzik dinlerken içinde bulunduğu 
hoş uyarılınışlık şimdi ona eziyet ediyor ve içinde pek çok 
düşünce uyandırıyordu. Yerinden kalktı ve kara keşişi dü­
şünerek odada dolaşmaya başladı. Bu acayip, doğaüstü 
• 
(Lat.) "Diğer tarafı da dinleyelim. " (Yazarın notu.) 
• • 
(Lat.) "Arif olan anlar. " (Yazarın notu.) 
• • • 
Çarlık Rusya'sında bedensel ceza on dokuzuncu yüzyılın ikinci 
yarısında kaderndi olarak kaldırıldı. (ç.n.) 
16 


Kara Keşiş 
keşişi sadece kendisi gördüyse, demek ki hastaydı ve iş ha­
lüsinasyon görmeye kadar varmıştı. Ulaştığı bu fikir onu 
korkuttu, ama bu korku uzun sürmedi. 
"Ama iyiyim ve kimseye fenalık etmiyorum; demek ki 
halüsinasyonlarımda kötü bir şey yok," -diye düşündü ve 
kendini yeniden iyi hissetti. 
Kanepeye oturdu ve tüm benliğini saran anlaşılmaz se­
vinci dizginlemek istercesine başını ellerinin arasına aldı, 
sonra yeniden dolaştı ve çalışmaya oturdu. Ama kitapta 
okuduğu fikirler onu tatmin etmemişti. Devasa bir şey 
istiyordu, uçsuz bucaksız, insanı şaşkına çeviren şeyler. 
Sabaha karşı soyundu ve istemeye istemeye yatağa girdi: 
Uyumak gerekti ne de olsa! 
Bahçenin yolunu tutan Yegor Semyonıç'ın uzaklaşan 
adımları duyulunca Kovrin zili çaldı ve uşaktan şarap ge­
tirmesini istedi. Zevkle birkaç kadeh 
Lafite 
içti, sonra yor­
ganı başına çekti; bilinci bulandı ve uykuya daldı. 
IV 
Yegor Semyonıç ve Tanya sık sık münakaşa edip birbir­
lerine nahoş sözler söylüyorlardı. 
Bir sabah bir meseleden ötürü tartıştılar. Tanya ağla­
maya başladı ve odasına gitti. Öğle yemeğine de, çaya da 
çıkmadı. Yegor Semyonıç başlarda, adalet ve düzen ih­
tiyacının kendisi için dünyada her şeyden önce geldiğini 
öğretmek ister gibi kibirle şişinerek ortalıkta dolanıyordu, 
ama daha fazla dayanarnadı ve süngüsü düştü. Hüzünlü 
hüzünlü parkta geziniyor ve içini çekiyordu: "Aman ya 
Rabbi, aman ya Rabbi!" Öğle yemeğinde de tek lokma 
yemedi. Nihayet vicdan azabı çeken bir suçlu gibi kilitli 
kapıyı çaldı ve ürkekçe seslendi: 
17 


Anton Çehov 
- Tanya! Tanya? 
Kapının ardından cılız, ağlamaktan bitap düşmüş, ama 
yine de kararlı bir ses işitildi cevap niyetine: 
- Rica ederim beni rahat bırakın. 
Beyle küçükhaminın çektiği eziyet tüm eve, hatta bah­
çede çalışan insanlara da yansımıştı. Kovrin kendi ilginç 
çalışmasına görnınüştü başını, ama sonlara doğru sıkıldı 
ve rahatsız oldu. Evi saran olumsuz havayı dağıtmak için 
araya girmeye karar verdi ve akşamüzeri Tanya'nın kapı­
sını çaldı. Girmesine müsaade edildi. 
- Aa, ne kadar ayıp! -diye girdi söze yarı şaka, bir 
yandan da şaşkınlıkla bakıyordu Tanya'nın ağlamaktan al 
al olmuş kederli yüzüne.- O kadar ciddi demek? Aa! 
- Ama bir bilseniz bana ne çektiediğinil -dedi Tanya 
ve oluk oluk, acı acı yaşlar boşandı kocaman gözlerin­
den.- Bıktırdı beni! -diye sürdürdü parmaklarını kenetle­
yerek.- Ne dedim ki ben ona ... ne ... Tek söylediğim, fazla 
işçi tutmamızın . . . ne gereği var, istediğin ... istediğin zaman 
gündelikçi bulmak mümkünken. Ne de ... ne de olsa işçi-
ler hafta boyu boş boş oturuyor ... Tek ... tek söylediğim 
bu, ama o bağırıp çağırdı ve ağzına geleni söyledi bana ... 
hakaret dolu, kırıcı sözler etti. Ben bunu hak edecek ne 
yaptım? 
- Yeter, yeter, -dedi Kovrin, Tanya'nın saçını düzelte­
rek.- Atıştınız, ağladınız ve bitti. Uzun süre kızgın kalmak 
olmaz, iyi değil bu ... dahası babanız sizi her şeyden çok 
sevıyor. 
- Ha ... hayatımı mahvetti, -diye devam etti Tanya 
hıçkıra hıçkıra.- Tek duyduğum hakaret ve ... ve kabalık. 
Beni evinde fazla görüyor. Ne diyebilirim? Hakkı var. Ya­
rın buradan gideceğim, telgraf memuresi olacağım ... Ne 
olacaksa olsun ... 
18 


Kara Keşiş 
- Aa, daha neler ... Ağlamaya gerek yok, Tanya. Ge-
rek yok, cancağızım ... İkiniz de çabuk sinirlenen, hemen 
parlayıveren insanlarsınız ve ikiniz de suçlusunuz. Hadi 
gidelim de sizi banştırayım. 
Kovrin ikna edici biçimde ve şefkatle konuşuyor, Tan­
ya ise başına gerçekten de büyük bir felaket gelmiş gibi 
ellerini sıkıp omuzlarını sarsa sarsa ağlamaya devam edi­
yordu. Dert ettiği şeyin ehemmiyetsizliğine nispetle çekti­
ği acının derin oluşu, Kovrin'in ona daha fazla acıması­
na sebep oluyordu. Bu varlığı bütün gün, hatta belki de 
ömür boyu mutsuz etmek için nasıl da yetiyordu küçücük 
bir şey! Tanya'yı sakinleştirirken Kovrin bu kızdan ve ba­
basından başka dünyada onu kendilerinden, aileden biri 
gibi sevecek kimseleri dünyanın altını üstüne getirse bile 
bulamayacağını düşünüyordu; bu iki insan olmasa, anne 
babasını küçük bir çocukken yitiren Kovrin, muhtemelen 
ölene dek, hakiki şefkat nedir; sadece en yakınlara, kan 
bağıyla bağlı insanlara gösterilen türde yargılayıcı olma­
yan, naif sevgi nedir, öğrenemezdi. Sarsıla sarsıla ağlayan 
bu kızın sinirlerinin, kendi yıpranmış, yarı hasta sinirle­
rine demir mıknatısa nasıl cevap verirse, tıpkı o şekilde 
cevap verdiğini hissediyordu. İhtimaldi ki sağlıklı, sağlam 
yapılı, al yanaklı bir kadını asla sevemezdi, ama solgun, 
zayıf ve bahtsız Tanya hoşuna gidiyordu. 
Seve seve kızın saçlarını ve omuzlarını okşuyor, elleri­
ni sıkıp gözyaşlarını siliyordu ... Nihayet Tanya ağlamayı 
bıraktı. Uzunca bir süre kendini onun yerine koyması için 
Kovrin'e yalvararak, babasından ve bu evdeki dayanılmaz 
ve ağır yaşantısından şikayet etmeye devam etti; sonra ya­
vaş yavaş gülümserneye ve Tanrı'nın kendisine işte böyle 
kötü bir karakter verdiğini söyleyerek iç çekmeye başladı, 
en sonunda da bir kahkaba atıp kendine aptal dedi ve ko­
şarak odadan çıktı. 
19 


Anton Çehov 
Kovrin biraz bekleyip bahçeye çıktığında, Yegor Sem­
yonıç ile Tanya'yı ağaçlı yolda hiçbir şey olmamış gibi yan 
yana yürüderken gördü, ikisi de çavdar ekmeği ile tuz yi­
yordu •, çünkü ikisinin de karnı açtı. 

Kovrin barış elçisi rolünü başarıyla yerine getirmek­
ten duyduğu memnuniyetle parkın yolunu tuttu. Bankta 
oturmuş düşünürken at arabalarının sesiyle birlikte kadın 
kahkahaları işitti: Misafirler gelmişti. Akşam gölgelerinin 
bahçede uzamaya başladığı sırada şarkı söyleyen insanla­
rın ve bir kemanın sesi duyuldu belli belirsiz, bu da ona 
kara keşişi hatırlattı. Acaba şimdi nerede, hangi ülkede ya 
da hangi gezegende dolaşıyordu bu optik saçmalık? 
Tam efsaneyi hatırlamış ve çavdar tarlasında gördüğü 
o kara hayaleti zihninde canlandırmıştı ki, tam karşısın­
daki çarnın ardından çıt çıkarmadan sessizce başı açık, kır 
saçlı, orta boylu, kapkara giyinmiş, yalınayak, dilenciye 
benzeyen ve ölü gibi solgun yüzünde kara kaşları apa­
çık seçilen bir adam çıktı. Bu dilenci ya da gezgin başını 
dostça eğerek gürültü etmeden yaklaştı ve banka oturdu, 
Kovrin kara keşişi tanıdı. Bir dakika boyunca birbirlerine 
baktılar, Kovrin şaşkınlıkla, keşişse şefkatle ve tıpkı önce­
ki sefer olduğu gibi biraz sinsi, kurnaz bir ifadeyle. 
- Ama sen bir serapsın, -dedi Kovrin.- Neden burada­
sm ve sabit bir yerde oturuyorsun? Efsaneye uymuyor bu. 
- Fark etmez, -diye alçak sesle, acele etmeden yanıt 
verdi keşiş yüzünü ona dönerek.- Efsane, serap, ben: Hep­
si uyarılmış hayal gücünün ürünü. Ben bir hayaletim. 
• 
Ekmek ve tuz ikilisi 
( h/eb da sol) 
Rus folklorunda sevinç, misafirper­
verlik ve güler yüz sembolüdür. Bu iki kelimeden türeyen 
h/ebosolstvo 
"misafirperverlikH anlamına gelir. (ç.n.) 
20 


Kara Keşiş 
- Yok musun yani? -diye sordu Kovrin. 
- istediğin gibi düşünebilirsin, -dedi keşiş ve hafifçe 
gülümsedi.- Ben senin hayal gücünde varım, hayal gücün­
se doğanın bir parçası, demek ki, doğada da varım. 
- Çok yaşlı, akıllı ve son derece manidar bir yüzün 
var, sanki bin yıldan fazla yaşamışsın gibi, -dedi Kovrin.­
Hayal gücümün böyle fenomenler yaratmaya muktedir 
olduğunu bilmezdim. Ama neden bana öyle coşkuyla ba­
kıyorsun? Beni sevdin mi yoksa? 
- Evet. Sen Tanrı'nın seçilmiş kulu sıfatını hak eden o 
pek az sayıdaki insandan birisin. Ebedi gerçeğe hizmet edi­
yorsun. Fikirlerin, niyetlerin, şaşırtıcı bilimsel çalışmaların 
ve bütün hayatın ilahi, semavi mührü taşıyor, çünkü hepsi 
makul ve muhteşem, yani ebedi olana adanmış. 
- "Ebedi gerçek" dedin ... Ama ebedi hayat yoksa, 
ebedi gerçek nasıl insanların erişebileceği, hatta ihtiyaç 
duydukları bir şey olabilir? 
- Ebedi hayat var, -dedi keşiş. 
- İnsanların ölümsüzlüğüne inanıyor musun? 
- Elbette. Siz insanları büyük ve parlak bir istikbal 
bekliyor. Dünyada senin gibilerin sayısı ne kadar çoğa­
lırsa, o gelecek de o kadar çabuk gelecek. Sizler, yani 
yüce kaynağın bilinçli ve özgür yaşayan hizmetkarları 
olmasa insanlık bir hiç olurdu; doğal seyrini takip ede­
rek daha uzun süre beklerdi yeryüzündeki tarihinin 
sonunu. Ama sizler birkaç bin yıl daha erken ulaştıra­
caksınız onu ebedi gerçeğin krallığına, hizmetinizin asıl 
kıymeti işte burada. Tanrı'nın insanlara balışettiği tak­
dis sizde cisimleşiyor. 
- Peki ebedi hayatın amacı ne? -diye sordu Kovrin. 
- Her türlü hayatın amacı neyse o, yani haz. Hakiki 
haz bilgidedir, ebedi hayatsa bilgi için sayısız ve tükenmez 
21 


Anton Çehov 
kaynaklar sunar ki şöyle denmiştir bu manada: Babamın 
evinde çok yer var kalacak. • 
- Seni dinlemek ne kadar güzel, bir bilsen! -dedi Kov­
rin memnuniyetle ellerini ovuşturarak. 
- Çok sevindim. 
- Ama şunu biliyorum: Sen gittikten sonra aslında ne 
olduğun sorusu kafaını kurcalayacak. Sen bir hayaletsin, 
bir halüsinasyon. Demek ki psikolojim bozuk ve normal 
değilim? 
- Öyle bile olsa ne çıkar bundan? Hastasın, çünkü 
gücünün ötesinde çalıştın ve yoruldun, bu demektir ki, fi­
kir uğruna sağlığını kurban ettin, hatta onun için canını 
da vereceğin gün yakındır. Bundan daha iyi ne olabilir? 
Yetenek balışedilen bütün asil karakterlerin ulaşmak için 
uğraştığı şey budur zaten. 
- Psikolojimin bozuk olduğunu biliyorsam, kendime 
inanabilir miyim peki? 
- Bütün dünyanın inandığı deha sahibi insanların da 
hayaletler görmediğini nereden biliyorsun? Biliminsanla­
rı şimdilerde dehanın delilikle akraba olduğunu söylüyor. 
Dostum, sadece sürüden ayrılmayan sıradan insanlar sağ­
lıklı ve normaldir. Gözkapağı seğirmesi, aşırı yorgunluk, 
dejenerasyon ve benzeri .. konulara dair varsayımlar, ciddi 
ciddi sadece hayatın amacını şimdide gören, yani sürüden 
ayrılmayan insanları kaygılandırabilir. 
- Romalılar "mens sana in corpore sano"" .. demiş. 
• 
Inci/'den (Yuhanna 
14:2). 
(ç.n.) 
Çehov burada muhtemelen Max Nordau'nun 
1892-1893 
yıllarında 
yayımlanan 
Dejenerasyon (Entartung) 
adlı kitabına atıfta bulunuyor. 
Nordau kitabında dönemin ünlü yazar ve ressamlarından bazılarının 
eserlerinden yola çıkarak bu kişilerin psikolojik rahatsızlıkları olduğu­
nu ileri sürer. (ç.n.) 
... (Lar.) "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. " (ç.n.) 
22 


Kara Keşiş 
- Romalıların ya da Yunanların her söylediği doğru­
dur diye bir şey yok. Yüksek moral, uyarılmışlık, esrime, 
tüm bunlar peygamberleri, şairleri, fikir şehitlerini sıradan 
insanlardan ayıran, insanın hayvanİ yönüne, yani fiziksel 
sağlığına aykırı şeyler. Tekrar söylüyorum: Sağlıklı ve nor­
mal olmak istiyorsan, git sürüye katıl. 
- Benim de sık sık aklıma gelen bir şeyi tekrarlıyor 
olman tuhaf, -dedi Kovrin.- Sanki en mahrem düşünce­
lerime göz atmış, gizlice bu düşünceleri dinlemiş gibisin. 
Ama benden konuştuğumuz yeter. Ebedi gerçek derken 
neyi kastediyorsun? 
Keşiş yanıt vermedi. Kovrin ona baktı ama yüzünü se­
çemedi: Yüz hatları bulanıkiaşıp dağılıyordu. Ardından 
keşişin başı ve kolları kaybolmaya başladı; gövdesi otur­
dukları banka ve akşamın alacakaranlığına karıştı, sonra 
da tamamen kayboldu. 
- Halüsinasyon sona erdi! -dedi Kovrin ve güldü.­
Yazık. 
Eve mutlu ve neşeli döndü. Kara keşişin ağzından çı­
kan birkaç cümle sadece gururunu değil, tüm ruhunu, tüm 
benliğini okşamaya yetmişti. Seçilmiş olmak, ebedi gerçe­
ğe hizmet etmek, insanlığın Tanrı'nın krallığına birkaç bin 
yıl daha erken layık olmasını sağlayacak, yani insanları 
birkaç bin yıllık fuzuli mücadele, günah ve acıdan kurta­
racak olanlarla aynı safta durmak; her şeyini, gençliğini, 
kuvvetini, sağlığını fikir uğruna feda etmek, herkesin iyi­
liği için ölmeye hazır olmak ne kadar yüce, ne kadar da 
mutlu bir kader! Temiz, ahlaklı, emek dolu geçmişi süratle 
geçti belleğinden; öğrendiklerini ve başkalarına öğrettikle­
rini hatırladı ve keşişin sözlerinde bir abartı bulunmadığı­
na kanaat getirdi. 
Parkta karşı yönden Tanya geliyordu yürüyerek. Şimdi 
üzerinde başka bir elbise vardı. 
23 


Anton Çehov 
- Burada mısınız? -dedi.- Biz de ne vakittir sizi arı­
yoruz ... Ama neyiniz var? -diye şaşırdı Kovrin'in ışıl ışıl 
parlayan, coşkulu yüzüne ve yaşlada dolu gözlerine ba­
kınca.- Haliniz pek acayip, Andryuşa. 
- Memnunum, Tanya, -dedi Kovrin ellerini kızın 
omuzlarına koyarak.- Memnun olmaktan da öte mutlu­
yum! Tanya, canım Tanya, olağanüstü güzel bir varlıksı­
nız. Canım Tanya, öyle sevinçliyim ki! 
Hararetle Tanya'nın iki elini birden öptü ve devam etti: 
- Az evvel tuhaf, aydınlık ve uhrevi bir tecrübe yaşa­
dım. Ama hepsini anlatamam size, çünkü bana deli der­
siniz, ya da inanmazsınız. O yüzden sizden bahsedeceğiz. 
Şirin ve harika Tanya! Sizi seviyorum, hatta alışkanlık 
oldu sevmek. Yakınlarda olmanız, sizinle her gün onlarca 
defa karşılaşmak ruhum için ihtiyaç haline geldi. Buradan 
ayrıldığımda sizsiz ne yapacağım bilmiyorum. 
- Ne mi yapacaksınız! -diye güldü Tanya.- İki gün 
içinde unutacaksınız tabii. Bizler küçük insanlarız, ama siz 
büyük bir insansınız. 
- Hayır, ciddi konuşalım! -dedi Kovrin.- Sizi yanım­
da götüreyim, Tanya. Ne dersiniz? Benimle gelir misiniz? 
Benim olmak ister misiniz? 
- Bilmem ki! -dedi Tanya ve yeniden gülrnek istedi, 
ama yapamadı ve al al benekler kapladı yüzünü. 
Nefesi sıklaştı ve adımları hızlandı, ama eve değil, daha 
uzağa, parka doğru. 
- Bunu düşünmemiştim ... hem de hiç! -diyordu adeta 
çaresizlik içinde ellerini sıkarak. 
Kovrin ise peşinden yürüyor ve hala aynı ışıltılı ve coş­
kulu yüz ifadesiyle konuşuyordu: 
- Beni sarıp sarmalayan bir sevgi istiyorum ve bu 
sevgiyi, Tanya, sadece siz verebilirsiniz bana. Mutluyum! 
Mutlu! 
24 


Kara Keşiş 
Serseme dönen Tanya iki büklüm olup büzüşmüş ve 
bir anda on yıl yaşlanmıştı adeta; Kovrin ise genç kızın 
muhteşem olduğunu düşünüyor ve bu coşkusunu yüksek 
sesle dile getiriyordu: 
- Ne kadar da güzel! 
VI 
Kovrin'den kızıyla aralarında sadece aşkın başlamadı­
ğını, yakında düğün dernek de olacağını öğrenen Yegor 
Semyonıç heyecanını saklamaya çalışarak uzun süre bir 
köşeden diğerine yürüdü. Elleri titremeye başlamış, boynu 
şişmiş ve kızarmıştı, hızlı bineğİn hazırlanmasını buyurdu, 
sonra da bineğe atlayıp evden uzaklara gitti. Atları nasıl 
kırbaçladığını ve kasketini neredeyse kulaklarına kadar 
nasıl derin çektiğini gören Tanya, babasının ruh halini 
kavradı ve odasına kapanarak bütün gün ağladı. 
Limonluklarda şeftaliler ve erikler olgunlaşmıştı; bu 
narin ve kaprisli yükün paketlenip Moskova'ya sevk edil­
mesi çok fazla dikkat, emek ve zahmet istiyordu. Yaz mev­
siminin sıcak ve kuru geçmesi yüzünden her ağacın sulan­
ması gerekmiş, bu da çok fazla zamana ve işgücüne mal 
olmuştu, üstelik çok fazla tırtıl görülmüştü; işçiler ve hatta 
Yegor Semyonıç ile Tanya, Kovrin'i muazzam bir tiksin­
tiye sürüklemek pahasına, bu tırtılları parmaklarıyla ezi­
yorlardı. Yetmezmiş gibi, şimdiden sonbahar için meyve 
ve ağaç siparişlerini toplamak ve bir sürü yazışma yapmak 
gerekiyordu. Üstüne işin en yoğun olduğu zamanda, görü­
nüşe göre kimsenin başını kaşımaya bile vaktinin olmadığı 
günlerde, tarla işleri başlamış ve bu işler işçilerin yarıdan 
fazlasını bahçeden koparmıştı; kapkara yanan, yorgun ve 
sinirli Yegor Semyonıç atını kah bahçeye, kah tarlaya sü-
25 


Anton Çehov 
rüyor ve kendisini paramparça ettiklerini, alnına bir kur­
şun sıkacağını söyleyerek bağırıyordu. 
Pesotski'lerin hiç de yabana atmadığı çeyiz telaşı vardı 
bir de; makas şakırtısı, dikiş makinesi tıkırtısı ve ütü tıs­
laması ile sinirli, alıngan bir hanımefendi olan terzi kadı­
nın kaprislerinden evde herkesin başı dönmüştü. Sanki bu 
yetmezmiş gibi her gün eğlendirilmesi, yedirilip içirilmesi, 
hatta yatılı ağırlanması gereken misafirler geliyordu. Ama 
tüm bu esirlik sisin içinde gibi çabucak geçip gitti. Her 
ne kadar Tanya on dört yaşından beri Kovrin'in nedense 
kendisinden başka hiç kimseyle evlenmeyeceğinden emin 
olsa da, aşk ve mutluluk kendisini habersiz yakalamış gibi 
hissediyordu. Hayret ediyor, tereddüde düşüyor, kendine 
inanamıyordu... Kah birden öyle bir sevinç sarıyordu ki 
her yanını, bulutlara kadar yükselip Tanrı'ya dua etmek 
istiyordu, kah birden ağustosta baba evinden ayrılması ve 
Yegor Semyonıç'ı bırakması gerektiğini hatırlıyordu, ya 
da Tanrı bilir nereden, aklına önemsiz biri, bir hiç olduğu, 
Kovrin gibi büyük bir insana layık olmadığı düşüncesi ge­
liyordu ve kendini odasına kilitleyip saatlerce acı acı göz­
yaşı döküyordu. Evde misafirler varken birden Kovrin'in 
olağanüstü yakışıklı, bütün kadınların da ona aşık oldu­
ğunu ve kendisini kıskandığını düşünüyor; içi adeta tüm 
dünyayı dize getirmiş gibi bir coşku ve gururla doluyordu, 
ama Kovrin genç bir kıza güler yüz gösterip gülümserneye 
görsün, o zaman da kıskançlıktan titriyor, odasına kapa­
nıp yeniden gözyaşiarına gömülüyordu. Bu yeni hisler onu 
tümden ele geçirmişti; babasına yardım ederken makine 
gibi hareket ediyor ve ne şeftalileri, ne tırtılları, ne işçileri, 
ne de zamanın nasıl hızlı akıp gittiğini fark ediyordu. 
Yegor Semyonıç da benzer vaziyetteydi. Sabahtan gece 
vaktine kadar çalışıyor, sürekli koşturuyor, kendini kaybe-
26 


Kara Keşiş 
diyor, sinirleniyor, ama bu sırada sanki büyülü bir yarı uy­
kunun içinde süzülüyordu. Sanki artık iki insan yaşıyordu 
içinde: Biri düzensiz giden şeylerle ilgili rapor veren bah­
çıvan ivan Karlıç'ı dinleyen, öfkelenen ve çaresizlik içinde 
saçını başını yolan gerçek Yegor Semyonıç; diğeri gerçek 
olmayan, sarhoş mu, ayık mı belirsiz, işle ilgili bir konuş­
mayı pat diye bölüveren ve bahçıvanın omzuna dokunup 
ınırıldamaya başlayan Yegor Semyonıç: 
- Kim ne derse desin, kan çok önemli. Kovrin'in an­
nesi son derece asil, akıllı ve barikulade bir kadındı. Onun 
melekler gibi iyi kalpli, açık ve temiz yüzüne bakmak bir 
keyifti. Muhteşem resimler yapar, şiir yazar, beş yabancı 
dilde konuşur, şarkı söylerdi ... Zavallı, mekanı göklerin 
krallığı olsun, ince hastalıktan vefat etmişti. 
Gerçek olmayan Yegor Semyonıç içini çekiyor, bir süre 
susuyor, sonra devam ediyordu: 
- Çocukluğunda yanımda büyürken, onun da yüzü 
melek gibi aydınlık ve iyiydi. Hem bakışları, hem hareket­
leri, hem de konuşması annesi gibi yumuşak ve inceydi. Ya 
aklı? Bizi hep aklıyla şaşırtırdı. Elbette, boşuna değil felse­
fe doktoru olması! Boşuna değil! Hele dur, ivan Karlıç, sen 
onu bir de on yıl sonra gör! Yanına bile yaklaştırmazları 
Ama derken gerçek Yegor Semyonıç aklı başına gelmiş 
gibi dehşete düşüyor, başını tutup feryat ediyordu: 
- iblisler! Harap ettiler, mundar ettiler, berbat ettiler, 
ırzına geçtiler! Mahvoldu bahçe! Öldü, öldü! 
Kovrin ise eskisi gibi gayretle çalışıyor ve etrafında dö­
nen hengirneyi fark etmiyordu. Aşk bir körük gibi yangını 
daha da büyütınüştü sadece. Tanya'yla her buluşmaların­
dan sonra mutlulukla coşarak odasına gidiyor ve az evvel 
Tanya'yı nasıl öpüp ilanıaşk ediyorsa yine aynı tutkuyla 
kitaba ya da elyazmasına sarılıyordu. Kara keşişin Tan-
27 


Anton Çehov 
rı'nın seçkin kulları, ebedi gerçek, insanlığın parlak gelece­
ği ve benzeri şeyler hakkında söyledikleri, çalışmasına özel 
ve sıra dışı bir anlam katıyor, içini gururla ve diğer insan­
lardan daha yüksekte durduğu bilinciyle dolduruyordu. 
Haftada birkaç kere parkta ya da evde kara keşişle kar­
şıtaşıyor ve onunla uzun uzun sohbet ediyordu, ama bu 
kendisini korkutmuyor; tersine büyülüyordu, çünkü bu 
tür görüntülerin yalnızca kendini bir fikre hizmet etmeye 
adayan, üstün ve seçkin insanları ziyaret ettiğine kesinkes 
inanınıştı artık. 
Bir keresinde keşiş öğle yemeği sırasında ortaya çıkmış 
ve yemek odasındaki pencerenin önüne oturmuştu. Kov­
rin sevinmiş, ardından büyük bir ustalıkla keşişin ilgisi­
ni çekebilecek bir sohbet başiatmıştı Yegor Semyonıç ve 
Tanya'yla; kara misafir dinliyor ve güler yüzle başını sallı­
yordu; öte taraftan Yegor Semyonıç ve Tanya da dinliyor, 
Kovrin'in kendileriyle değil, halüsinasyonuyla konuştu­
ğundan şüphe duymadan neşeyle gülümsüyorlardı. 
Göz açıp kapayınca ya kadar önce Uspenski orucu, • 
hemen ardından da düğün günü geldi çattı. Yegor Sem­
yonıç'ın ısrarı üzerine "çalgılı çengili", vur patlasın, çal 
oynasın bir düğün yaptılar iki gün boyunca. Yeme içmeye 
üç bin ruble harcadılar, ama kiralık orkestranın kötü mü­
ziği, kadeh kaldıranların bağınş çağırışı, koşturan uşaklar, 
gürültü, patırtı, kalabalık derken, ne pahalı şarapların ne 
de Moskova'dan özel olarak getirilen mezelerin tadından 
bir şey anladılar. 
• 
Ağustos ayının eski takvime göre ilk, yeni takvime göre ikinci 
yarısında, Meryem'in Ölümü (Uspenye) bayramından önce tutulan iki 
haftalık oruç. (ç.n.) 
28 


Kara Keşiş 
VII 
Uzun kış gecelerinin birinde Kovrin yatağa uzanmış 
bir Fransız romanı okuyordu. Şehirde yaşamaya alışkın 
olmadığı için akşamları baş ağrısı çeken zavallı Tanya ise 
çoktan uyumuş, zaman zaman sayıklayarak birtakım bağ­
lantısız laflar ediyordu. 
Saat üçü vurdu. Kovrin mumu söndürüp yattı; epey­
ce bir süre gözleri kapalı uzandı, ama uyuyamadı, çünkü 
yatak odası sanki çok sıcaktı ve Tanya da sayıklıyordu. 
Dört buçukta mumu yeniden yaktı ve tam o anda yatağın 
yanındaki koltukta oturan kara keşişi gördü. 
- Merhaba, -dedi keşiş ve bir süre sustuktan sonra 
sordu:- Hangi konuyu düşünüyorsun şimdi? 
- Şöhreti, -diye yanıtladı Kovrin.-
Az 
evvel okudu­
ğum şu Fransız romanında genç bir biliminsanı var, bir 
sürü aptallık yapıyor ve şöhret hasretiyle sararıp soluyor. 
Bu hasret anlamsız geldi bana. 
- Çünkü sen akıllısın. Tıpkı ilgini çekmeyen bir oyun­
cak gibi, şöhrete karşı kayıtsızsın. 
- Evet, bu doğru. 
- Meşhur olmanın çekici tarafı yok senin için. İsminin 
mezar taşına kazınmasında, sonra da zamanın bu yazıyı 
üstündeki altın kaplamayla birlikte silip götürmesinde gu­
rur verici, eğlendicici ya da öğretici ne olabilir? Dahası, 
ne mutlu ki, sayınız zayıf insan belleğinin bütün isimleri 
aklında tutabitmesi için çok fazla. 
- Anlaşıldı, -diye kabul etti Kovrin.- Zaten hatıriayıp 
da ne yapacağız? Ama hadi başka bir şeyden konuşalım. 
Mesela mutluluktan. Nedir mutluluk? 
Saat beşi vurduğu sırada ayaklarını halının üstüne sar­
kıtmış yatakta oturuyor ve keşişe hitap ederek konuşuyor­
du: 
29 


Anton Çehov 
- Çok eskiden mutlu bir insan en nihayetinde kendi 
mutluluğundan korkmuş (yani o kadar büyükmüş mutlu­
luğu ! ) ve tanrıların kendisine merhamet etmesi için onla­
ra en sevdiği yüzüğünü adamak istemiş. • Biliyor musun? 
Mutluluk beni de Polykrates gibi bir parça endişelendiri­
yor artık. Sabahtan geceye kadar sadece sevinç duyuyor 
olmam, bu sevincin benliğiınİ tümüyle esir alması ve tüm 
diğer hisleri bastırması bana tuhaf geliyor. Üzüntü, keder 
ya da sıkıntı nedir bilmiyorum artık. İşte uyumadım yine, 
uykusuzluktan mustaribim, ama sıkılmıyorum. Cidden 
söylüyorum: Tereddüt etmeye başladım. 
- Ama neden? -diye şaşırdı keşiş.- Sevinç doğaüstü 
bir his mi? İnsanın normal hali bu olamaz mı yani? İnsa­
nın akli ve ahlaki gelişimi ne kadar yüksekse, ne kadar 
özgürse, hayat ona o kadar keyif verir. Sokrates, Diogenes 
ve Marcus Aurelius keder değil, sevinç duyarlardı. Hava­
ri de demişti ki: "Her zaman sevinin." * * Sevin ve mutlu 
ol. 
- Peki ya tanrılar birden öfkeye kapılırsa? -diye şaka 
yaptı Kovrin ve güldü.- Sahip olduğum konforu elimden 
alıp beni aç ve açıkta bırakırlarsa, bu pek de hoşuma git­
mez. 
Tanya bu sırada uyanmış, şaşkınlık ve dehşet içinde 
kocasına bakıyordu. Kocası koltuğa hitap ederek konuşu­
yor, el kol hareketlerinde bulunuyor ve gülüyordu: Gözleri 
parlıyorrlu ve gülüşünde tuhaf bir şeyler vardı. 
• 
Efsaneye göre Samos tiranı Polykrates'in çok başarılı olduğunu düşü­
nen dostları ona en kıyınet verdiği şeyi tannlara adak adamasını tav­
siye eder. O da en sevdiği yüzüğünü adak niyetine denize atar. Ancak 
yüzük bir balık tarafından yutulur ve bir balıkçı yüzüğü Polykrates'e 
geri getirir. Bunun üzerine Polykrates kaderden kaçış olmadığını anlar. 
Efsane psikolojide cezalandırılma arzusunu ifade eden bir komplekse 
adını vermiştir. (ç.n.) 
•• 
Inci/'den 
1. 
Selanikliler 
(5:16). 
(ç.n.) 
30 


Kara Keşiş 
- Andryuşa, kiminle konuşuyorsun? -diye sordu ko­
casının keşişe doğru uzanan kolunu tutarak.- Andryuşa! 
Kiminle? 
- Ha ? Kiminle mi? -diye şaşırdı Kovrin.- İşte onun­
la ... Şurada oturanla, -dedi kara keşişi işaret ederek. 
- Burada kimse yok ... hiç kimse! Andryuşa, sen has­
tasını 
Tanya kocasını kucaklayıp onu görüntülerden koru­
mak ister gibi kendine doğru bastırdı ve eliyle gözlerini 
kapattı. 
- Sen hastasını -diyerek hüngür hüngür ağlamaya 
ve titremeye başladı.- Affet beni, canım, bir tanem, ama 
uzun zamandır farkındayım ruhunda bir bozukluk oldu­
ğunun ... Psikolojik bir rahatsızlığın var senin, Andryuşa ... 
Tanya'nın titrernesi Kovrin'e de sirayet etti. Kovrin bir 
kere daha baktı artık boş olan koltuğa, birden kollarında 
ve hacaklarında bir halsizlik hissetti, korktu ve giyinmeye 
başladı. 
- Önemsiz bir şey, Tanya, önemsiz ... -diye mırıldıyor­
du titreyerek.- İşin doğrusu rahatsızım biraz ... itiraf etme­
nin vakti geldi. 
- Ne zamandır fark ediyordum ... babam da farkında, 
-diyordu Tanya hıçkırıklarını bastırmaya çalışarak.- Ken-
di kendine konuşuyorsun, gülümsemen bir tuhaf... ve uyu­
muyorsun. Ah, Tanrım, Tanrım, kurtar bizi! -dedi dehşet 
içinde.- Ama korkma, Andryuşa, korkma, Tanrı aşkına, 
korkma ... 
O da giyinmeye başladı. Kovrin ancak şimdi ona ba­
karken kavradı içinde bulunduğu durumun ne kadar teh­
likeli olduğunu; kara keşişin ve onunla yaptığı sohbetlerin 
ne manaya geldiğini kavramıştı. Artık deli olduğundan 
emin di. 
31 


Anton Çebov 
Neden olduğunu bilmeden ikisi de giyindi ve salona 
geçtiler: Önce Tanya, ardından da Kovrin. Evde misafir 
ettikleri Yegor Semyonıç hıçkırık seslerine uyanmış, üs­
tünde sabahlığı ve ellerinde mumla salonda ayakta duru­
yordu. 
- Korkma, Andryuşa, -diyordu Tanya hummalı gibi 
titreyerek.- Korkma ... Hepsi geçecek, baba ... hepsi geçe­
cek ... 
Kovrin heyecandan konuşamıyordu. Kayınbabasına 
şaka yapmak için: 
- Tebrik edin beni, galiba delirdim, -demek istedi. 
Ama sadece dudaklarını oynatabildi ve acı acı gülümsedi. 
Sabah dokuzda Kovrin'e paltosunu ve kürkünü giydir­
diler, bir şalla sardılar ve faytona bindirip doktora götür­
düler. Böylece tedavi görmeye başladı. 
VIII 
Yeniden yaz geldi ve doktor köye gitmelerini emretti. 
Kovrin artık iyileşmişti, kara keşişi görmez olmuştu ve 
geriye yalnızca fiziksel gücünü toplamak kalmıştı. Köyde 
kayınbabasının evinde yaşarken bol bol süt içiyor, günde 
yalnızca iki saat çalışıyor, şaraptan ve tütünden uzak du­
ruyordu. 
İlya Günü arifesinde akşam vakti evde gece ayini dü­
zenlendi. • Diyakoz buhurdanı papaza uzattığı sırada, mu­
azzam ölçülerdeki eski salona mezarlığı andıran bir koku 
• 
İlya ya da İlyas Günü: Eski takvime göre 
20 
Temmuz, yeni takvime 
göre 

Ağustos'ta kutlanan halk bayramı. Gece ayini: Bayram arifele­
rinde yapılan bir Ortodoks ibadeti. Hıristiyanlığın erken dönemlerin­
de gün batımından gün doğumuna kadar süren ve bu nedenle " bütün 
gece" 
(vsyenoşnaya) 
olarak adlandırılan ayin modern zamanlarda 
daha çok akşamla sınırlıdır. (ç.n.) 
32 


Kara Keşiş 
yayıldı ve Kovrin bunaldığını hissetti. Bahçeye çıktı. Göz 
alıcı çiçekleri fark etmeden bahçede biraz dolandı, bank­
ta oturdu, sonra da parka yürüdü; ırınağa varınca aşağı 
indi ve bir süre burada suyun karşısında düşüncelere da­
lıp ayakta dikildi. Geçen yıl burada onun ne kadar genç, 
neşeli ve zinde olduğuna tanıklık eden kasvetli çarnlar ve 
tüylü kökler, şimdi fısıldamıyor, sanki onu tanıyamamış 
gibi kımıldamadan dilsiz dilsiz dikiliyordu. Gerçekten 
de kafası tıraş edilmişti, uzun güzel saçları yoktu artık; 
yürüyüşü uyuşuklaşmış, yüzü de geçen yıla kıyasla şişip 
solmuştu. 
Köprüden karşı kıyıya geçti. Geçen yıl çavdar ekili olan 
yerde şimdi diziler halinde biçilmiş yulaflar yatıyordu. Gü­
neş çoktan batınıştı ve yarın havanın rüzgarlı geçeceğini 
haber veren geniş bir kızıllık yanıyordu ufukta. Etraf ses­
sizdi. Bakışlarını geçen yıl kara keşişin ilk kez göründü­
ğü yöne sabitleyen Kovrin, akşam kızıllığı donuklaşmaya 
başlayana dek yirmi dakika kadar dikildi ... 
Aradığını bulamamış ve uyuşmuş vaziyette eve dön­
düğünde gece ayini sona ermişti bile. Yegor Semyonıç ve 
Tanya terasın basarnaklarına oturmuş, çay içiyorlardı. 
Bir şey konuşuyorlardı, ama Kovrin'i görünce birden sus­
tular, bunun üzerine o da yüzlerindeki ifadeye bakarak 
konuşmanın kendisi hakkında olduğu sonucuna vardı. 
- Süt içme vaktin geldi galiba, -dedi Tanya kocasına. 
- Hayır, gelmedi ... -diye yanıtladı Kovrin en alttaki 
hasarnağa otururken.- Kendin iç. Ben istemiyorum. 
Tanya ile babası endişeyle bakıştı, sonra Tanya kaba­
hadi bir sesle şöyle dedi: 
- Sen de gördün, süt sana iyi geliyor. 
- Evet ya, ne demezsin! -diye güldü Kovrin.- Tebrik-
33 


Anton Çehov 
ler: Cumadan beri bir funt• daha şişmanlatmayı başardı­
nız beni. -Ellerini sıkıca başına bastırdı ve hüzünle konuş­
tu:- Neden, neden iyileştirdiniz beni? Brom ür preparatları, 
boş boş oturmalar, ılık banyolar, başıma nöbetçi dikmeler, 
attığım her adımda, aldığım her yudumda gösterdiğiniz 
ödleklik, bunlar beni eninde sonunda ahmaklığa götü­
recek. Deliriyordum, büyüklük bezeyanına kapılmıştım, 
fakat neşeli, zinde ve hatta mutluydum, ilginç ve orijinal 
biriydim. Şimdi daha makulüm ve daha sağlıklıyım, fakat 
herkes gibiyim: Vasatım, sıkıcı geliyor yaşamak ... Ah, ne 
büyük gaddarlık ettiniz bana! Halüsinasyonlar görüyor­
dum, ama kime zararı vardı bunun? Soruyorum, kime? 
- Tanrı bilir ne dediğini! -diye içini çekti Yegor Sem­
yonıç.- Dinlemesi bile bunaltıcı. 
- Dinlerneyin o zaman. 
İnsanların, özellikle de Yegor Semyonıç'ın varlığı 
artık sinirine dokunuyordu Kovrin'in; kayınbabasına 
kuru, soğuk ve hatta kaba cevaplar veriyor, yüzüne alay 
ve nefret dışında bir duyguyla bakamıyordu. Yegor Sem­
yonıç ise malıcup oluyor ve bir kabahat işlediği hissine 
kapılınasa da suçlu suçlu öksürüyordu. Babası ve kocası 
arasındaki tatlı ve şefkat dolu ilişkinin neden bu kadar 
ters yönde değiştiğini anlayamayan Tanya babasına so­
kuluyor ve endişeyle gözlerine bakıyordu; anlamak isti­
yor ama yapamıyordu, tek bir şey vardı bildiği, o da bu 
ilişkinin her geçen gün daha da kötüye gittiği, babasının 
son zamanlarda adamakıllı yaşlandığı ve kocasının sinir­
li, kaprisli, kırıcı ve sıkıcı bir adam olduğuydu. Tanya 
artık ne gülebi'liyor ne şarkı söyleyebiliyordu; bir şey ye­
miyor, korkunç bir şey olmasını bekleyerek geceler boyu 
• 
Dört yüz elli gram. (ç.n.) 
34 


Kara Keşiş 
uyuyamıyordu ve öyle harap düşmüştü ki, bir gün öğlen­
den akşama kadar baygın vaziyette yatmıştı. Gece ayini 
sırasında babasının ağladığını görür gibi olmuştu ve şim­
di üçü birlikte terasta otururken bunu düşünmemek için 
kendini zor tutuyordu. 
- İyi kalpli akrabalar ve doktorlar esrime ve ilhamla­
rını tedavi etmeye kalkmadığı için Buddha, Muhammed 
ya da Shakespeare ne kadar da şanslıymış! -dedi Kovrin.­
Muhammed sinirleri için potasyum bromür alsa ve günde 
sadece iki saat çalışıp süt içse, bu muhteşem adamdan ge­
riye köpeğinin bıraktığından fazlası kalmazdı. Doktorlar 
ve iyi kalpli akrabalar eninde sonunda insanlığın aptal­
laşmasına, vasatlığın dahilik sayılmasına ve medeniyerin 
yok olmasına sebep olacak. Bir bilseniz, -dedi Kovrin canı 
sıkılarak.- Size ne kadar minnettar olduğumu! 
Fevkalade sinidendiğini hissetti ve gereksiz bir şey söy­
lememek için çabucak kalkıp eve yürüdü. Ortalık sessiz­
di, bahçeden açık pencerelere tütün bitkisi ve akşamsefası 
kokusu hücum ediyordu. Muazzam ölçülerdeki karanlık 
salonun zemininde ve kuyruklu piyanonun üstünde yeşil 
benekler halinde ay ışığı uzanmıştı. Yine şimdiki gibi ak­
şamsefası koktuğu ve ayın pencerelerde ışık saçtığı geçen 
yazın coşkusu düştü Kovrin'in belleğine. Geçen yılki ruh 
haline dönmek için hemen çalışma odasına geçip sert bir 
puro yaktı ve uşaktan şarap getirmesini istedi. Ama puro 
ağzında rahatsız edici ve acı bir tat bıraktı, şarapsa geçen 
senenin tezzetinde değildi. Alışkanlığı yitirmeye gör! Puro­
dan ve aldığı iki yudum şaraptan öyle başı döndü ve öyle 
bir çarpımı başladı ki, potasyum bromür alması gerekti. 
Yatmadan önce Tanya ona şöyle dedi: 
- Babam sana tapıyor. Bir sebepten ötürü ona kızgın­
sm ve bu onu kahrediyor. Bak: Artık günbegün değil, an-
35 


Anton Çehov 
bean yaşlanıyor. Sana yalvarıyorum, Andryuşa, Tanrı aş­
kına, rahmetli baban aşkına, benim buzurum aşkına, ona 
yumuşak davran! 
- Bu dediğini ne isterim ne de yapabilirim. 
- Ama neden? -diye sordu Tanya tüm bedeniyle titre-
meye başlayarak.- Açıkla bana, neden? 
- Çünkü bana sempatik gelmiyor, hepsi bu, -diye kes­
tirip attı Kovrin ve omuzlarını kıstı.- Ama ondan konuş­
mayacağız: O senin baban. 
- Fakat, anlamıyorum! -dedi gözleri bir noktada sa­
bitlenen Tanya ellerini şakaklarına bastırarak.- Akla sığ­
mayan, korkunç bir şey oluyor evimizde. Değiştin, bam­
başka biri oldun ... Sen akıllı, sıra dışı birisin, eften püften 
şeylere sinirleniyorsun, saçma sapan konulara müdahale 
ediyorsun ... Öyle küçük şeylerden endişe ediyorsun ki, in­
san bazen hayret edip inanamıyor: Bu gerçekten sen misin 
diye. Neyse neyse, kızına, sakın kızına, -diye devam etti 
kendi sözlerinden korkup Kovrin'in ellerini öperek.- Sen 
akıllısın, iyi kalplisin, asilsin. Adil olacaksın babama karşı. 
Öyle iyi kalpli ki o da! 
- İyi kalpli değil, sadece yumuşak başlı. Bir zamanlar 
baban gibi vodvil amcaları, yumuşak başlı, semiz yüzlü, 
olağanüstü misafirperver ama alelacayip tipler dokunaklı 
gelirdi bana ve hem hikayelerde, hem vodvillerde, hem de 
gerçek yaşamda güldürürlerdi beni, şimdiyse iğreniyorum 
onlardan. iliklerine kadar egoist hepsi. En çok da tokluk­
larından, mideye dayalı sığır ve domuzvari iyimserliklerin­
den iğreniyorum. 
Tanya yatağa oturup başını yastığa koydu. 
- Bu bir işkence, -dedi, artık gücünün tükendiği ve 
güçlükle konuşabildiği sesinden anlaşılıyordu.- Kıştan 
beri huzurla geçen tek bir an olmadı ... Ama bu korkunç 
bir şey, Tanrım! Istırap içindeyim ... 
36 


Kara Keşiş 
- Tabii ya, ben Hirodes'im, sen ve baban da Mısırlı 
bebekler. 
• 
Tabii ya! 
Kovrin'in yüzü Tanya'ya çirkin ve nahoş göründü. 
Nefret ve alay ifadesi yakışmıyordu ona. Yüzünde artık 
bir şeylerin eksik olduğunu ne zamandır fark ediyordu, 
sanki başını tıraşladığından beri yüzü de değişmişti. Kal­
bini kıracak bir şey söylemek istedi, ama hemen ardından 
kendini bu şekilde düşmanca bir his beslerken yakalayınca 
korkuya kapıldı ve yatak odasından çıktı. 
IX 
Kovrin kendine ait bir kürsü sahibi oldu. Açılış dersi­
nin tarihi olarak aralık ayının ikisi belirlendi ve bu durum 
üniversite koridoruna asılan bir yazıyla ilan edildi. An­
cak belirlenen gün geldiğinde Kovrin öğrenci müfettişine 
telgraf çekerek hastalığı nedeniyle dersi yapamayacağını 
bildirdi. 
Boğazından kan gelmişti. Zaman zaman kan tükürdü­
ğü oluyordu, ama ayda iki kere kan oluk oluk akıyor, o 
vakit fevkalade halsiz düşüyor ve sürekli uykulu hissedi­
yordu. Bu hastalıktan pek de korkmuyordu, çünkü müte­
veffa annesinin de tıpkı böyle bir hastalıkla on yıl, hatta 
daha da uzun bir süre yaşadığından haberdardı; üstelik 
doktorlar tehlikeli olmadığını temin ederek sadece endişe­
lenmemesini salık veriyor, düzgün bir yaşam sürmesini ve 
çok konuşmaktan kaçınmasını tavsiye ediyordu. 
• 
Inci/'de (Matta 
2:16-19) 
anlatılan hikayeye atıf. Buna göre Yahudiye 
Kralı Hirodes müneccimlerin sözüne inanarak Beytlehem yöresinde iki 
yaşından küçük bütün erkek çocuklarını öldürtür. Ailesi küçük İsa'yı 
katliamdan Mısır'da saklayarak kurtarır. Kovrin bu olayla 
Eski Abit
'te 
anlatılan ve Mısır'da yaşandığına inanılan benzer bir katliamı karıştır­
mış gibidir. (ç.n.) 
37 


Anton Çehov 
Aynı sebepten ötürü ders ocak ayında da gerçekleşme­
di, şubat geldiğinde ise artık başlamak için çok geçti. Bir 
sonraki yıla ertelernek gerekti. 
Artık Tanya'yla değil, başka bir kadınla yaşıyordu, ka­
dın ondan iki yaş büyüktü ve ona çocuğu gibi bakıyordu. 
Uysal ve itaatkardı haletiruhiyesi: Seve seve boyun eği­
yordu ve Varvara Nikolayevna (arkadaşının adı buydu) 
onu Kırım'a götürmeye niyetlendiğinde, bu seyahatin iyi 
şeyler vaat etmediğini sezmesine rağmen gitmeyi kabul 
etmişti. 
Sivastopol'a akşam vakti ulaştılar ve bir otelde konakla­
dılar, dinlendikten sonra ertesi gün Yalta'ya geçmekti niyet­
leri. Yol ikisini de yormuştu. Varvara Nikolayevna doyası­
ya çay içti, yatağa girdi, kısa bir süre sonra da uyudu. Ama 
Kovrin yatmadı. Henüz evde oldukları sırada, istasyona 
gitmek üzere yola çıkmadan bir saat önce Tanya'dan bir 
mektup almış, fakat zarfı açmakta tereddüt etmişti. Mek­
tup işte şimdi yan cebinde duruyor ve bu mektubu düşün­
mek hoşa gitmeyen bir heyecan duymasına sebep oluyordu. 
içtenlikle, ruhunun en derin yerinde artık Tan ya ile evliliğini 
bir hata olarak görüyor, sonunda yollarını ayırdıkiarı için 
memnuniyet duyuyordu ve en nihayetinde canlı cenazeye 
dönüşen ve insanın içine işleyen büyük, akıllı gözler dışında 
galiba içindeki her şey çoktan ölen bu kadına dair hatıra­
lar yüreğinde sadece acıma ve kendine karşı bir kızgınlık 
uyandırıyordu. Zarfın üstündeki elyazısı ona, iki yıl önce 
ne kadar haksız ve acımasız davrandığını; içindeki ruhsal 
boşluğun, sıkıntının, yalnızlığın ve hayata karşı memnu­
niyetsizliğin acısını nasıl hiçbir suçu olmayan insanlardan 
çıkardığını hatırlattı. Bir gün profesörlük tezini ve hastalığı 
sırasında yazdığı bütün makaleleri nasıl parça parça edip 
pencereden savurduğunu, rüzgarla birlikte uçan kağıt par-
38 


Kara Keşiş 
çalarının ağaçlara ve çiçeklere takıldığını da hatıriarnıştı bu 
sırada; her satırda tuhaf, her türlü temelden yoksun eleş­
tiriler, hoppa bir ateşlilik, küstahlık ve büyüklük bezeyanı 
görmüş, bu da onda sanki kendi günahlarının tasvirini oku­
duğu izlenimini uyandırmıştı; ama son defter paramparça 
edilip pencereden savrulduğunda, nedense birden bir bu­
rukluk ve acı duymuş, karısının yanına gidip ona bir sürü 
nahoş söz söylemişti. Tanrım, nasıl da tüketmişti Tanya'yı! 
Bir keresinde canını yakmak için yaşadıkları aşkta babası­
nın hiç de cazip olmayan bir rol oynadığını, çünkü kızıyla 
evleomesini istediğini söylemişti. Bu söze istemeden kulak 
misafiri olan Yegor Semyonıç odaya dalmış, çaresizliğinden 
tek bir kelime dahi edememiş, durduğu yerde tepinmiş ve 
sanki dili tutulmuş gibi acayip bir biçimde böğürmüştü; 
babasının bu halini gören Tanya ise yürekleri dağiayan bir 
çığlık atıp bayılmıştı. Çok çirkin bir olaydı. 
Tüm bu anılar tanıdık elyazısına bakınca canlanmıştı. 
Kovrin halkona çıktı; hava ılık ve sakindi, deniz koku­
yordu. Ayı ve çevredeki ışıkları yansıtan muhteşem koy, 
adını koyması güç bir renge bürünmüştü. Maviyle yeşilin 
yumuşak ve müşfik bir karışımıydı bu; su yer yer mavi 
göztaşı rengini andırıyordu, bazı yerlerde ise sanki ay ışığı 
yoğunlaşmış da suyun yerine koyu doldurmuş gibi görü­
nüyordu; kısacası, nasıl da müthiş bir renk uyumu, nasıl 
dingin, huzurlu ve yüksek bir ruh hali! 
Alt katta halkonun altında kalan pencereler açık olsa 
gerekti, çünkü kadın sesleri ve kahkahalar işitiliyordu net 
bir biçimde. Görünüşe göre aşağıda bir eğlence vardı. 
Kovrin kendini zorladı, mektubu açtı ve odaya girip 
okumaya başladı: 
"Az 
önce babam öldü. Bunu sana borçlu yum, çünkü 
onu sen öldürdün. Bahçemiz ölüyor, içinde yabancılar at 
39 


Anton Çehov 
oynatıyor, yani tam da zavallı babacığımın en korktuğu 
şey gerçekleşiyor. Bunu da sana borçluyum. Tüm benli­
ğimle senden nefret ediyorum ve bir an evvel ölmeni dili­
yorum. Ah, öyle acı çekiyorum ki! Tarifsiz bir acı ruhumu 
yakıp kül ediyor... KahroL Senin sıra dışı bir insan, bir 
dahi olduğunu düşünmüştüm, seni sevmiştim, meğer bir 
deliden başka bir şey değilmişsin ... 

Kovrin daha fazla okuyamadı, mektubu parça parça 
yırtıp attı. Korkuyu andıran bir huzursuzluk sardı her 
yanını. Paravanın arkasında uyuyan Varvara Nikolayev­
na'nın aldığı nefesleri işitebiliyordu; alt kattan da kadın 
sesleri ve kahkahalar geliyordu, ama öyle bir his vardı ki 
içinde, sanki koca otelde ondan başka tek bir canlı bile 
yoktu. Kederinden mahvolmuş bahtsız Tanya'nın mektu­
bunda lanet okuyup ölmesini dilemesi ürkmesine sebep 
olmuştu, iki yıl boyunca kendisinin ve yakınlarının ha­
yatında onca yıkıma sebep olan o meçhul gücün odaya 
girmesinden ve onu yeniden yönetmesinden korkar gibi 
kaçamak bakışlar atıyordu kapıya. 
Sinirleri yerinden oynadığında kendisine en iyi gelen 
ilacın çalışmak olduğunu tecrübelerinden biliyordu. Ma­
sanın başına oturması ve ne pahasına olursa olsun herhan­
gi bir düşünce üzerinde yoğuntaşmak için kendini zorla­
ması gerekiyordu. Kırım'da işsiz güçsüz sıkılma ihtimaline 
karşı tasarladığı küçük bir derleme çalışmasının özetini 
çiziktiediği defteri çıkardı kırmızı çantasından. Masanın 
başına oturdu ve bu özetle uğraşmaya başladı; uysal, ita­
atkar ve kayıtsız ruh hali geri geliyordu sanki. Hatta özet 
defteri gündelik hayhuyla ilgili düşüncelere sevk etti onu. 
Yaşamın insana verebileceği o önemsiz ya da son dere­
ce sıradan nimetler karşılığında ne kadar fazla şeyi alıp 
götürdüğünü düşünüyordu. Örneğin, kırkına varmadan 
40 


Kara Keşiş 
kürsü edinmek, sıradan bir profesör olmak; cansız, sıkıcı, 
ağdalı bir dille sıradan ve üstelik başkalarına ait düşün­
celeri özetlemek; kısaca, vasat bir bilirninsanı konumuna 
erişmek için, Kovrin'in on beş yıl eğitim görmesi, gecesini 
gündüzüne katarak çalışması, ağır bir psikolojik rahatsız­
lık geçirrnesi, başarısız bir evlilik yapması ve unutmaktan 
mutluluk duyacağı envai türde bir sürü aptallığa ve haksız­
lığa imza atması gerekrnişti. Kovrin vasat olduğunu şimdi 
apaçık görüyor ve bunu seve seve kabulleniyordu, çünkü 
fikrince, her insan olduğu şeyden memnun olmalıydı. 
Özetle uğraşmak neredeyse büsbütün sakinleştirrnişti 
Kovrin'i, ama yırtıp atılan mektup yerde bembeyaz yatı­
yor ve yoğunlaşmasına rnani oluyordu. Masadan kalktı, 
mektup parçalarını toplayıp pencereden savurdu, ama 
denizden hafif bir rüzgar esince parçalar pervazın üstü­
ne saçıldı. Korkuyu andıran o huzursuzluk yeniden sardı 
her yanını, sanki koca otelde ondan başka tek bir kişi bile 
yoktu ... Balkona çıktı. Koy canlı gibi bir sürü mavi, laci­
vert, firuze ve ateş kırrnızısı gözle ona bakıyor ve yanına 
çağırıyordu. Hava sıcak ve bunaltıcıydı doğrusu, biraz 
yüzrnek iyi gelebilirdi. 
Birden halkonun altından, alt kattan bir kernanla bir­
likte iki rnüşfik kadın sesi işitildi. Tanıdık bir şeydi bu. 
Aşağıda söylenen rornansta kendini hastalık derecesinde 
hayallere kaptırrnış bir genç kız, gece bahçede esrarengiz 
sesler duyan, sonra da bunun biz faoilere anlaşılmaz gelen 
kutsal bir ahenk olduğuna kanaat getiren bir kızdan söz 
ediliyordu ... Kovrin'in nefesi kesildi, kalbi üzüntüyle sıkış­
tı ve çoktan unuttuğu barikulade ve tatlı bir sevinç titreştİ 
göğsünde. 
Koyun karşı kıyısında dalaz ya da horturna benzeyen 
kara ve yüksek bir sütun belirdi. Korkunç bir süratle ko-
41 


Anton Çehov 
yun üzerinden otele doğru ilediyordu gittikçe kararıp kü­
çülerek, Kovrin yol vermek için son anda çekilebildi ke­
nara ... Başı açık, kır saçlı, kara kaşlı ve çıplak ayaklı keşiş 
göğsünde çaprazladığı kollarıyla süratle yanından geçti ve 
odanın ortasında durdu. 
- Neden bana inanmadın? -diye imalı bir soru sordu 
şefkatle Kovrin'e bakarak.- Bir dahi olduğunu söyledi­
ğimde bana inansaydın, iki yılın bu kadar hüzünlü ve boş 
geçmezdi. 
Kovrin Tanrı'nın seçkin bir kulu ve dahi olduğuna ina­
nıyordu artık, kara keşişle yaptığı önceki sohbetler capcan­
lı zihninde belirdi ve konuşmak istedi, ama kan gırtlağın­
dan dosdoğru göğsüne akıyordu, ne yapacağını bilemeyip 
ellerini göğsünde gezdirdi, manşetleri kandan sırsıklam 
olmuştu. Paravanın arkasında uyuyan Varvara Nikolayev­
na'yı çağırmak istedi ve son bir gayretle seslendi: 
- Tanya! 
Yere düştü ve ellerinin üzerinde doğrularak yeniden 
çağırdı: 
- Tanya! 
Tanya'yı çağırıyor, çiy tanelerinin ısiattığı göz alıcı çi­
çeklerle dolu büyük bahçeyi çağırıyor; parkı, tüylü kök­
leriyle çamları, çavdar tarlasını, muhteşem çalışmaları­
nı, gençliğini, cesaretini, sevincini çağırıyor; alabildiğine 
muhteşem hayatı çağırıyordu. Yerde yüzünün yanında bü­
yük bir kan birikintisi görüyor ve halsiziikten tek kelime 
dahi edemiyordu, ama tarifsiz, sınırsız bir mutluluk tüm 
benliğini dolduruyordu. Aşağıda halkonun altında serenat 
çalıyor, kara keşişse kulağına bir dahi olduğunu ve sadece 
zayıf insan bedeninin artık dengesini yitirdiği ve deha için 
kabuk görevini daha fazla yerine getiremediği için ölmekte 
olduğunu fısıldıyordu. 
42 


Kara Keşiş 
Varvara Nikolayevna uyanıp paravanın arkasından 
çıktığında Kovrin çoktan ölmüştü, yüzünde ise bahtiyar 
bir gülümseme vardı. 
43 


MODERN KLASiKLER D izisi 
-
1 5 5
Çehov'un 1 894'te Artist dergisinde yayımlanan son felsefi öyküsü 
Kara Keşiş, 
Lev Tolstoy'un da övgüsünü kazanan en önemli 
eserlerinden biridir. Öykü, görkemlilik kuruntusuna kapı lan vasat 
biliminsanı Kovrin 'le ilgilidir. Bu genç adam kendisinin bir dahi, 
Tanrı 'nın seçilmiş-kulları ndan biri olduğuna inanmaktad ır. Yazar bu 
öyküsünde delilik ile dahilik arası ndaki olası ilişkiye dikkat çeker. 
Çehov 1 890'1 ı yılların başında, rüyası nda tarlaları n üzerinde uçan 
uğursuz bir kara keşiş görmüş, uyandığında onun hakkı nda yazmaya 
karar vermişti . Ortaya çı kan öykü , kimi zaman entelektüellere yönelik 
bir hiciv, kimi zaman da Çehov
'
un kendi korkuları n ı n alegerisi olarak 
değerlendirildi. Öyküyü mistisizmle ilişkilendirenler de oldu. 
Oysa yazar, yayıncı dostu Aleksey Suvorin
'
e yazd ığı mektupta, 
melankoliye kapı l madan, "soğukkanlı bir tefekkür içinde" yazd ığı 
Kara Keşiş 
için '1ı bbi bir öykü" demişti . Çehov muhtemelen bir hekim 
olarak 1 9. yüzyı l ı n sonları nda Rusya'da birçok megalamani vakası 
görmüş ve bu durumu çarpıcı bir kurguya dönüştürmüştü. 
ANTON PAVLOViÇ ÇEHOV 
(1 860- 1 904) : Büyük Rus 
tiyatro yazarı ve modern öykünün 
en önemli ustalarından olan Çehov, 
Rus edebiyatında gerçekçilikten 
modernizme geçişi temsil eder. 
Taganrog'da dünyaya geldi. Lisede 
Yunan ve Latin klasiklerini temel alan 
bir eğitim gördü. 1 879'da Moskova'ya 
giderek tıp fakü ltesine yazıldı ve 
1 884'te doktor oldu. 
Alacakaranlikta 
adl ı öykü kitabıyla 1 887'de Rus 
Akademisi tarafı ndan verilen Puşkin 
Ödülü
'
nü kazandı. Yaklaşık bin 
sözcükten oluşan komik kısa öykü 
türünü başlı başına bir sanat haline 
getird i . Önemli oyunları arası nda 
Ayt 
( 1 888) , 
Evlenme Teklifi 
( 1 889), 
Martt 
(1 896), 
Vanya Oayt 
( 1 899), 
Üç Ktz Kardeş 
( 1 900) ve 
Vişne Bahçesi 
(1 903) sayı labilir. 
? TL


Yüklə 310,96 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə