6
atılım aracı olmuştur. Bunlar Manyetik Rezonans Görüntüleme tetkiki ve Dijital
Substraction Anjiografidir. Bu iki tetkik yönteminden önce Kliniğimizde myelografi ve
karotid anjiografi tetkikini uyguluyorduk. Bu iki tetkik yöntemi de asistanlar için oldukça
zor ve zahmetli bir işlemdi. Akşam 3, 4’e kadar servisin işlerini toparlar veya ameliyata
girer ve 4’ten sonra radyolojide 90 derece dik durabilen röntgen masasında
myelografileri çekerdik. Myelografi tetkikleri ertesi gün sabah viztinde incelenirdi.
Myelografi sonrası bilgisayarlı tomografi ve kontrast maddenin konusa doğru rahat
gidişinin gösterilmesi oldukça önemliydi. Paraparezi nedeniyle gelen hastaya myelografi
çekmekten çekinirdik. Myelografi sonrası hastaların mevcut parezilerinde kötüleşme
oluşabiliyordu. Hastaları oldukça sıkı takip etmek gerekiyordu. Tabii ki bu arada
myelografinin lezyonun tam yerini göstermesi gerekiyordu. Bir diğer emek gerektiren ve
zahmetli tetkik yöntemlerinden birisi de karotid anjiografi tetkikiydi. Karotid artere
özel iğnelerle girilmesi ve kontrast maddenin verilerek ön-arka, yan ve town grafilerin
elde edilmesinden ibaretti. Bazen hastalara sedasyon verilmesine rağmen hastalar bu
işlemi tolere edemezler ve ajite olurlardı. Tüm bunlar yaşanırken radyoloji bölümü arka
arkaya kaset üzerine çekim yapabilen bir makineyi kendi bölümlerine kurdu. Bu makine
hem skopi yapabiliyor hemde kontrast enjekte edilirken tek çekim değilde seri çoklu
çekim yapabiliyordu. Seldinger yöntemiyle karotid artere girebiliyor ve peş peşe birkaç
çekim yaparak kontrast maddenin internal karotid ve dallarına dağılımını bizim karotid
anjiografiden daha başarılı olarak gösterebiliyordu. Bizler karotid anjiografiyi oldukça
yaygın uygulayabiliyor olmamıza rağmen bu yöntem radyologlar tarafından yapılıyordu.
Bizler çağrılmıyorduk ve olayın içerisinde değildik. Yorumlarıyla birlikte filmler elimize
geliyordu. Kaliteleri ve anevrizmayı gösterme yetenekleri bizim çektiğimiz karotid
anjiografi tetkiklerinden daha iyiydi. Bu gelişme buruk ta olsa bizleri sevindirmişti.
Buruk sevinç diyoruz çünkü tetkik yöntemi bizlerin elinden yavaş yavaş uzaklaşıyordu.
Yine de olayın içerisinde yeralmak için çaba sarfediyorduk. İşlem yapılırken uygulama
odasında bulunuyorduk. Bundan daha sonra Dijital Substraction Anjiografi cihazı ve
Manyetik rezonans görüntüleme cihazı kuruldu. Artık myelografi ve karotid anjiografi
tetkiki yavaş yavaş tarihe karışıyordu. Bu cihazların elde ettiği görüntülere bakarak
insanoğlunun katettiği mesafeyi hayranlıkla izliyor bu baş döndürücü mesafenin artık
görüntüleme teknolojisinin son evresi olarak görüyorduk. Aslında bu düşünce bile başlı
başına bir yanılgıydı ve her geçen gün yeni gelişmeler kaydediliyordu.
1990’lı yıllarda iletişim kısıtlıydı. Beyin cerrahisi gibi acili bol olan bir dalda eğitim
görüyorduk ve seyrek olmamakla birlikte Öğretim Görevlisi veya baş asistan desteğine
ihtiyaç duyuluyordu. Ancak cep telofonu henüz kullanım alanına girmemişti. Evde nöbet
tutanlar mutlak ya telefonun başında bekler veya gidecekleri yerin sabit telefon
numarasını bırakırlardı. Tabii ki o numarada olacakları süreyi de bildirmek durumunda
kalırlardı. Daha sonra çağrı cihazları bulundu ve bazı mesajları gönderme imkanına
kavuştuk. Çağrı merkezini santralden bağlatıyor ve sözlü olarak hastaneyi arayınız gibi
7
mesajlar bırakabiliyorduk. Bir sonraki yılda ise artık direkt telefon numaralarını
tuşlayarak çağrı bırakabilir duruma geldik. Bu bizim için büyük ilerleme olarak
hafızalarımıza yerleşmişti. 90’lı yılların sonlarına doğru cep telefonlarıyla tanıştık ve
hastaneden bize ulaşmak veya bizim bir başkasına ulaşmamız sorun olmaktan çıktı.
Bu süreç içerisinde hemşire sayısında eksiklikler vardı. Az sayıda hemşire nöbete kalıyor
hastalara yemek yedirilmesi, yatak bakımı, dekübit bakımı, serum takılması ve hatta
rutinlerinin alınmasında aksaklıklar yaşanmaması için asistanlık yıllarımızda bu işlerde de
yardım ediyorduk.
2000’li yıllar hastanelerde otomasyon sistemlerinin yerleştiği ve her yapılan işin
kaydedildiği yıllardı. Yapılan her işlem otomasyon sistemlerine kaydediliyor ve hastalara
fatura ediliyordu. Artık hastaların sağlık güvencelerinin olup olmadığı önem kazanıyor,
hastaneye yatan hastalar ameliyatları öncesi bu işlerle yoğun bir şekilde uğraşmak
zorunda kalıyorlardı.
19 Mayıs 1978 tarihinde Eğitim, araştırma ve hizmet dönemine başlayan Beyin ve Sinir
Cerrahisi kliniği sadece asistanlara uzmanlık eğitimi veren bir klinik olarak kalmayıp,
ameliyathane teknisyenleri ve hemşireleri, servis hemşireleri ve hastabakıcılar için tam
bir eğitim kurumuna dönüşmüştü. Hatta servis ve poliklinik sekreterleri için bir eğitim
kurumu olmuştu. Bilgi ve beceriler gelişirken bilgi genişliği ve derinliği de oluşuyordu. O
yılların en güzel özelliklerinden birisi de fedakarlık ve özveri kavramlarıydı. Burada mesai
ve yapılacak işin önemi yoktu. Her bir kişi hastaların iyileşmesine odaklanmış, mesai ve iş
kavramı olmadan özveri ve fedakarlıkla çalışıyordu. Saatin ve yapılan işin önemi yoktu. O
gün özveriyle çalışmış olmanın verdiği manevi mutluluk yetiyordu. Bu herkese kişinin
kendisini iyi hissetmesini sağlıyor ve mutlu ediyordu.
Yıllar su gibi akıp gitti. 35. Yıl geldiğinde Anabilim dalının iki kurucusu yaş nedeniyle
emekli olmak durumunda kaldı. 35. Yılın bu şekilde gelişi geride kalanların sorumluluğunu
bir kat daha artırıyordu. 35 yıl önce yakılan meşale her gün biraz daha güçlenerek
yanmaya devam ediyor. Her bir bireyin bu kliniğe ayrı, özel ve değerli bir katkısı var.
Böyle bir kliniğin 35. Yıl albümünün ön sözünü yazmak benim için ayrı bir onur ve kıvanç
kaynağıdır. Bu kliniğe emeği geçen herkese özellikle kurucular ve eski başkanlar Prof. Dr.
Fahrettin Çelik ve Prof. Dr. Cemil Rakunt’a teşekkür ve minnetarlığımı sunuyorum.
Prof. Dr. Cengiz Çokluk
Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı