Cinsellik, Sevgi ve Aşkın Diyalektiği
54
kalırlık
(yaşamın sürdürülmesi)
vardır. Cinselliğin köklerinin
doyurulması,
kaynaklarının
beslenmesi
hayatta
kalmanın
gerçekleştirilmesine hizmet eder.
Sevgi; cinselliğin varolma
6
temelinde dile gelen, ancak cinselliği
de bağlayarak koşullandırıp sınırlayan, yine de cinselliğin yaşamı
sürdürmesine başka şekillerde de olsa olanak sağlayan, karşılıklı
yardımlaşma ve bütünü bir arada tutma amacına hizmet eden (kimi
canlılarda biyolojik, kimilerinde biyo-sosyal) toplumsallık kökenli
kültürel ilkeler biçiminde görünüme gelir. Sevginin kendini en güçlü
bağlarla gösterdiği ilişkiler anne-çocuk, toplum ya da insan karşısında
özgeci eylemi benimsemiş birey tutumu olarak gösterilebilir. Anne-
çocuk bağında olduğu gibi, özgeci bireyin eyleminin amacında da türün
varlığını sürdürmesi bulunur. Cinsellik, sevgide içerilerek aşılır ve
olumsuzlanır. Bu olumsuzlama, daha sonra da belirtileceği gibi hiçleyen
değil, onu içerip taşıyan bir olumsuzlamadır. Ailenin kurulması da,
cinsellik gereksinimlerinin, yani üreme aracılığıyla varlığını
sürdürmenin, cinsellik aracılığıyla üretilen çocuğun, yeni neslin
yetiştirilmesinin bir tarzı ya da biçimidir.
Sevgide yalan, aldatma
7
ve bencil çıkar yoktur. Her şey çıkarlara
dayanır, ama bencil çıkarı aşan çıkarlar vardır ve bu çıkarlar türü
gözettiği sürece, çıkar olarak değil de, ortak ilgilerin korunup kollanması
anlamına gelir. Annenin bebeği ile ilişkisi bu duruma örnek
6
Cinselliğin varlıksal kökleri hakkında bilgi için bkz. Veysal, Çetin, Cinsellik ve
Felsefesi, Felsefe Ansiklopedisi içinde, Editör: Ahmet Cevizci, Ankara:Babil
Yay., 2005, s. 207-231.
7
Ayrıca burada cinselliğin doğanın kendini gerçekleştirmesi olarak anlamak,
sadakat sorununu da ortak duyular bağlamındaki anlamının tartışılmasını
zorunlu kılar. Buna göre, cinselliğin doğanın gerçekleştirilmesi bağlamındaki
anlamı, toplumsal bağlamın sınırlamalarında bireyin ya da grubun kendi
doğasından vazgeçmesi ile çelişki halindedir. Bu çelişki bağlamında denebilir
ki, günümüz toplumsallığının kültürel ve cinsel ilişkide bireylerden beklediği
sadakat, bireyin kendi doğasını gerçekleştirmesine bağlılığı anlamına ters düşer.
Asıl sadakat, bireyin kendi doğasına olan sorumluluğudur ve bu bağlamda ona
konmuş tüm kültürel engelleyiciler sadakatsizlik ögeleridir. Birey kendi
varlığına sadakati ile yani doğasına bağlı kalarak toplumsal ve kültürel sadakati
olumsuzlayarak aşması, yaşamsal-varoluşsal sorumluluğunu gerçekleştirme
anlamına gelmektedir. Buna göre toplumsal ögelerle Ben’in sınırlandığı sadakat
asıl sadakatsizlik olarak ortaya çıkar.
Çetin VEYSAL
55
gösterilebilir. Cinsellikte ve sevgide
8
de çıkarlar vardır. Ancak bu
çıkarlarda ortak biyolojik ve kültürel kaygı ve paylaşımlar içerilir.
Çıkarlar türü ve doğayı içerdikleri ölçüde psikolojik ve biyolojik tatmin,
mutluluk ve gereksinimler anlamında yaşamın amacı olarak görünürler.
İnsanın insana olan aşkının toplumsallıkla ilişkisinin olmadığı
yolundaki düşünce (Alfred Fouillé, seven insanın bazen topluma da
başkaldırdığı düşüncesiyle temellendirir bu düşüncesini), sevginin
9
ve
aşkın (maddi temel olan) cinsellik kökenli bir etkinliğin üzerinde
yükseldiği ya da bu kaynaktan çıkıp yabancılaştığı düşüncesine
ulaşamamıştır henüz.
Asıl işlevi cinselliğin yaşanması ve türün sürdürülmesi olan, ancak
sevginin gerçekleşmesi diye adlandırılan evliliğin somutlaşmış hali
olarak düğün seremonisi, izleyici kitlenin alışkanlıklarının bu törende
onaylanması aracılığıyla söz konusu çifte başkasına ait olma ve başkasını
sahiplenme duygusu yaşatır ve bu yolla topluma ve ötekine
araçlaşmalarına boyun eğerek geleneklere uyacaklarının güvencesini
oluşturur.
Aşk
Aşk’ın, ahlaki ilkeler tarafından belirlenememesi, aşkın, cinselliği
ve sevgiyi içererek olumsuzlaması söz konusudur. Ulaşılamayan olma
anlamında da Platon(ik)cu aşk asıl aşktır denebilir. Bir film repliğinde,
“aşk diye bir şey yoktur, kanıtları vardır” denmektedir. Bu replik, işaret
edilen olarak kavramların kendileri yoktur, yalnızca kanıt olabilecek
gerçekliklerden oluşan görünüşler vardır, düşüncesine işaret etmektedir.
8
Birbirlerini sürdürmekle birlikte, cinsellik, sevgi ve aşkın doyum bağlamında
ele alınmasının, ayrılıklarına değinilerek aynılaştırmanın yanlışlığına
değinilmesi, sorunun aydınlatılmasında önemli bir yer tutar. Söz konusu olgu ve
bağlamlar için bkz., Veysal, Çetin, “Sevgi ve Cinsellik Üzerine”, Felsefelogos,
sayı 7, s. 125-146
9
Sevginin seven insana ilişkin bir özellik olduğunu belirten Marx, bay Edgar’ı
eleştirisinde onun sevgiyi insandan ayırdığını, sevgiye bağımsız bir varoluş
yüklediğini, sevgiyi ‘kıyıcı bir Tanrı’ yaptığını, oysa sevginin seven insanın bir
özelliği olduğunu düşünür. Burada bir yabancılaşmanın ortaya çıktığına işaret
eder. Marx, Karl, Kutsal Aile (Ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi), çev. Kenan
Somer, Ankara: Sol Yay., 1976,, s. 38.