Cinsellik, Sevgi ve Aşkın Diyalektiği
66
ortaya çıkmakta, böylelikle ontik ve epistemik karşıtlık ile birlikten tinsel
dönüşüm uğrağı filizlenmektedir. Buradan aşkın diyalektik bir
döngüsünün varlığı izlenebilmektedir. Aşkın kendi içerisindeki ontik ve
epistemik
diyalektiği;
aşık
(olumsuzlama-tez-koyum),
maşuk
(olumsuzlamanın olumsuzlaması-antitez-karşıkoyum) ve aşk (sentez-
bireşim)
24
şeklinde dile getirilebilir. Aşık ve maşuk arasındaki itme-
çekme öyle bir bütünlük oluşur ki, onların birliği sonucunda aşk ortaya
çıkar. Aşık ile maşuk arasındaki ilişki, bağlanan bağlanılan ilişkisidir ve
aşk bu bağlamdan ortaya çıkan etkidir. Aşık ile maşuk insanlar
arasındaki ilişkide dile geldiğinde (Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin,
Şems ile Mevlana, Tahir ile Zühre gibi), aşk, aslında gerçekleştirmek,
başka
görünüşlerde
de
olsa,
istenen
doğanın
amacının
gerçekleştirilmesini dile getirir. Ancak insanlar, bu ilişkiyi ya da bağı
görmek yerine, yaşananı yücelterek ulaşılmaz kılarlar. Yaşadıklarında
görülen yoksunluk ve bu yoksunluktan doğan özlem, onları asıl amaçları
yerine koydukları yüceltmeye ve amaçlarının sapmasına götürmüştür.
Artık ulaştıkları noktada bilgisel ve ontik kökler unutulmuştur. Yani
üreme amaçları olan itkiler ve toplumsallığın temeli olan karşılıklı
yardımlaşma farklı anlamlar kazanmıştır.
Yukarıda anlatılmaya çalışılan CSA’ın ontik, epistemik ve tinsel
gelişme diyalektiği tasavvufta da açıkça görünür. Aşık ile Maşuk’un
25
tasavvufi ilişki bağlamında da olan biten çok değişik değildir. Aşık,
Maşuk’a, olana yönelmesini fani olandan mutlak olana (Tanrıya)
çevirmiştir. Maşuk aşık’ın aşkıdır. Aşık’ın varmak istediği yer, dünyevi
hazza benzer bir amaçtır ki, ancak Tanrıya ulaşmakla gerçekleşecektir.
Bu ise ancak tefekkür, inanma, bilgi ve ona ibadetle, dünyevi olandan
uzaklaşmakla olur. Eğer aşık, maşuk olarak seçtiğiyle dünyevi bir ilişki
kurma sürecindeyse, aşık’ın aşkı maşuk’u ile gerçekleşir. Bu da demektir
ki, aşık asıl aşkı olan Tanrıya ulaşmada bir dünyevi yol, geçit bulmuş,
24
Söz konusu, tez-antitez ve sentez şeklindeki, adlandırma anlamanın
güçlendirilmesi bakımındandır. Burada sözü edilen, diyalektiğin karşıtlık
ilişkisini vurgulayan ve onu harekete geçiren çelişki-değişme ile
olumsuzlamanın (ve olumsuzlamanın olumsuzlamasının) yaygın-bildik
adlandırmasıdır.
25
Aşık sevendir. Maşuk ise sevilen ya da aşık olanın içine düştüğü durumdur.
Mevlana: “Her şey maşuktur, aşık bir perdedir. Yaşayan maşuktur, aşık bir
ölüdür” düşüncesindedir (http://nedir.ontoloji.com/maşuk/).
Çetin VEYSAL
67
onun içinden geçerek uhrevi olana ulaşmaya çabalamaktadır
26
.
Birbirlerinde kutsal, manevi ve tinsellikle donanmış bedenler bulur, bu
maddeselliği birbirleriyle ilişkilerinde aşarlar. Mananın bir bedende
bulunması, sonluluğun sonsuzluğun kendine ulaşmada aşılması, sonsuz
olana ulaşmada bir yoldur ancak. Yaşanan yalnızca aşktır. Yaşayan ise
aşıktır. Aşık’ın maşuk’u da aşkta, maşukta aşkı yaşayan aşıkta görünüşe
çıkar.
Aşk, arzu edilmesine karşın elde edilemeyene, ulaşılmaz olana
yönelmeyi, özlem olarak yaratıcılığı, içe dönüşü, başkayı özleyişi ve ona
kavuşma arzusunun sonsuz şiddetini dile getirmektedir. Adorno, aşk’ı,
27
26
Bu yaklaşımın Antik felsefede karşılığı için bkz. PLATON, Symposion
(Şölen), çev. Cenap Karakaya, İstanbul:Sosyal Yay., 2000 / PLATON
, Phaidros,
çev: Hamdi Akverdi, İstanbul: MEB. Yay. 1997, ve bu yazıda (i) sonnota bkz.
27
Burjuva toplumu her yerde irade kullanımı üzerinde ısrar eder; irade dışı bir
duygu dolaysızlığı olarak görülen tek şey aşktır Adorno’da. Burjuva aşk
düşüncesi, işten bağışıklık anlamına gelen böyle bir dolaysızlığı özlemekle
burjuva toplumunu aşmış olur. Ama genel bir hakikatsizlik ortamında hakikati
dolaysızca savunduğu için de ikincisini birincisine dönüştürür. Mesele,
ekonominin belirleyici olduğu bir sistemin izin verdiği ölçüler içinde kalan
böyle bir duygu saflığının tam da bu yüzden toplumdaki çıkar tahakkümünü
gözlerden saklayan ve olmayan bir insanlığa tanıklık eden bir bahaneye
dönüşmesi değildir yalnızca. Aşkın tam da bu irade dışı niteliği, kendini peşin
bir pratik kullanım alanı bulamadığı yerde bile, bir ilke olarak öne sürüldüğü
anda bütünün bir parçası haline gelir. Toplumda aşk eğer daha iyi bir toplumu
temsil edecekse, bunu huzurlu bir gettoya çekilerek değil, bilinçli bir karşı
duruşla yapabilir. Ne var ki bu da aşkta doğallığa asla doymayan burjuvanın
yasakladığı o iradilik ögesini gerektirir. Dolaysızlığın dolayım ve ekonominin
her yerde kendini hissettiren ağırlığı altında ezilmesine izin vermemek anlamına
gelir aşk ve böyle bir sadakat içinde kendisi de dolayımlanarak inatçı bir karşı-
basınca dönüşür. Ancak aşka mıhlanacak kadar güçlü olan kişi aşık olabilir.
Doğrudur, yüceltime uğrayıp incelmiş bir toplumsal avantaj cinsel dürtüyü
peşinen biçimlendirir ve düzenin izin verdiği binbir türlü nüansı kullanarak gah
bu kişinin gah başkasının kendiliğinden cazibesiymiş gibi görünmesini sağlar.
Yine de, bir kez kurulmuş bağlılık buna karşı çıkar ve toplumsal basıncın
değişmez biçimde devreye soktuğu entrikalara karşı direncini korur. Duygu,
ancak kalıcılığıyla duygu ötesine geçerek kanıtlar kendini – bu kalıcılık
saplantılı bir nitelik taşısa bile. Oysa, düşünümsüz (reflektif olmayan),
kendiliğindenlik kılıfına bürünerek kendi sağlamlığının gururu içinde yalnızca
kalbin sesi olarak aldığı şeye güvenen ve bu sesi artık duymadığın sandığı anda
da kaçıp giden aşk, tam da bu mutlak bağımsızlığı içinde toplumun aleti olur.
Edilgindir ama bunun farkında değildir; çıkarların ruletinde gelen bütün
numaraları kaybeder. Sevilen kişiye ihanet etmekle kendine de ihanet eder.
Toplumun dayattığı sadakat bir esaret aracıdır. Ama özgürlük de ancak sadakat
yoluyla toplumun buyruğuna karşı isyan edebilir. Bkz. Adorno, T.W., Minima