lerler (ve belki de hiç ayrılmamışlardır). Teori ve pratiği, düşünce ve
duyguyu, doğa ve toplumu birbirinden ayıran, nesnel gerçekliği bir
yana, deneyim ve gündelik yaşantıyı öteki yana koyup aralarına titiz
bir sınır koyan nesnelcilerin işe epeyce metafizik öğe karıştırıyor
olmalarına karşılık Protagoras’ın yaklaşımının oldukça mühendisçe
bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz. Giderek biraz daha
benzeyecekleri bir gerçeklik yaratacak şekilde çevrelerini
değiştirmeye çalışan nesnelciler şüphesiz soy bir Protagorasçı gibi
davranmaktadırlar, ama Pro- tagorasçı aklıselim kişi gibi değil.
Aklıselim olmak için yaklaşımlarını “görelileştirmeleri” gerekir. Ve
bunun zaten onların mevcut pratiğinin bir parçası olduğunu gösteren
birçok işaret vardır.
Bu işaretlere nesnelcilerin bir değil birçok dünya inşa ettiklerini
söyleyerek başlayabiliriz. Şüphesiz bu dünyalardan ba- zılan
diğerlerine göre daha yaygındır fakat bu, (nesnellik diye adlandırılan
değere ek olarak-bkz. Kesim B) belirli değerlerin belirli değerlere
tercih edilmesinden ileri gelmektedir, yoksa onların içkin bir
üstünlükleri olduğundan değil: ölçümle kaydedilen sonuçlar niteliklere
tercih edilir, çünkü dengeli uyarlanma biçimlerine karşılık teknolojik
değişiklik tercih edilmektedir; doğa yasaları ilahi ilkeleri hükümsüz
kılar, çünkü bu yasalar daha tekdüze bir tarzda işlemektedir -vb.
Çoğulculuk botanik ve reoloji (maddenin sıvı halini inceleyen bilim
dalı-ç.n.) gibi adam yerine konmayan niteliksel disiplinler yanında
moleküler biyoloji gibi oldukça değer verilen deneysel girişimleri yer
veren bilimleri etkisi altına alıyor. En temel bilim dalı fizik şimdiye
kadar tek tip bir uzay, zaman ve madde açıklaması verememiştir. Bu
yüzden (tumturaklı vaadler ve suni popülerleştirmeler dışında)
elimizde olan, çeşitli modeller üzerine kurulmuş ve sınırlı alanlarda
başarı gösteren çeşitli yaklaşımlardır; yani halen yürüttüğümüz pratik
Protagorasçı bir pratikten başka bir şey değil.
İkincisi, özel bir modelden pratik meselelere geçiş çoğu kez söz
konusu modelde öyle değişiklikler yapılmasını gerektirir ki o
durumda tümüyle yeni bir dünyadan bahsetmek daha doğrudur.
Çeşitli ülkelerde endüstri sektörü araştırma işini üniversite ve mü-
hendislik okullarından kendi üzerine alarak ve kendi somut ih-
tiyaçlarına uygun usûller geliştirerek bu iddiamızı doğ-
rulamaktadır.Teknolojik projelerin muhtemel etkilerine dair ça-
lışmalar, ekolojik incelemeler, toplumsal programlar sık sık mevcut
bilimin cevapsız bıraktığı çeşitli sorunları su yüzüne çıkarır; bu
çalışmalara katılan araştırmacılar uzman bilgisinin sınırlılığının
üstesinden gelmek için yeni tahminlerde bulunmak, sınırları yeniden
belirlemek ya da sil baştan yeni düşünceler geliştirmek zorunda
kalırlar. Üçüncüsü, başta sağlık, tarım ve sosyal mühendislik alanları
olmak üzere nesnelci yaklaşım çalıştığı alanda ancak gerçekliği kendi
koyduğu modellere uymaya zorlayarak başarılı olabilir; tabii zamanla
bu çarpıtılmış toplumlar da ister istemez zorla sokuldukları o
modellerin özelliklerini sergilemeye başlayacaktır. Yine bu da
tamamen Protagorasçı bir usûldür, ama bir farkla. Pro- tagorasçı
komuta zincirini tersine çevirmiştir: müdahale edilen insanların
değerlendirmelerini değil müdahaleci konumdaki bi- limadamlarmın
değerlendirmelerini dikkate alır. Dördüncüsü, müdahale çoğu kez
hassas amaç-araç dengesini altüst eder ve yarardan çok zarar getirir
-bu şimdi “kalkınma programcıları”nın kendilerinin de farkına vardığı
bir olgudur. The Constitution of Liberty (Chicago 1960, 4. Bölüm,
s.54) adlı çalışmasında F.A. von Hayek, “özgürlük teorisinde iki farklı
gelenek” arasında bir ayrım yapar, “biri deneysel ve sistemsiz, diğeri
spekülatif ve akılcıdır - biri, kendiliğinden gelişmiş ama hakkıyla
anlaşılmamış gelenek ve kuramların yorumları üzerinde temellenir,
diğeri sık sık denenmiş ama hiçbir zaman başarılı olamamış bir
Ütopya’nm inşasını amaçlar”. Sonra da niçin ilkinin İkinciye tercih
edilmesi gerektiğini açıklar. Ve “görünüş” nosyonuyla anın
kestirilemez doğası karşısında kısmen kavranarak kısmen farkında
olunmadan gerçekleştirilmiş uyarlanmaları anlatan Protagorasçı bakış
açısı ile bu ilk gelenek arasında çok yakın bir ilişki vardır. Eğer bir de
bu uyarlanma sürecinde tartışma önemli bir rol oynar ve tartışma her-
kesin bir “aklıselim kişi” olarak davranma hakkı olduğuna inanan bir
anlayışa sahip bir özgür yurttaşlar meclisi tarafından yürütülürse,
benim demokratik görecilik diye adlandıracağım bir duruma gelmiş
oluruz. Aşağıdaki kesimde biraz ayrıntılı bir şekilde bu toplum
biçimini tartışacağım. Ancak ona geçmeden önce tartışma nosyonu
üstüne bir şeyler söylemek istiyorum.
Protagoras’a yöneltilen ana itirazlardan biri, farklı Pro- tagorasçı
dünyaların çatışmayacağı, dolayısıyla da bu dünyaların sakinleri
arasında bir tartışmanın imkansız olduğu şeklindedir, Dışardaki bir
gözlemci için bu doğru olabilir ama bir anlaşmazlık olduğunu fark
ederek, gözlemcinin iznini almaya gerek duymadan' bir tartışma
başlatabilen katılımcılar açısından doğru değildir. Bir tartışmaya
katılan tarafların (diyelim A ve B) tartışabilmesi için karşılıklı
etkileşim sürecinden ayrılması mümkün ve tarafların bu etkileşimde
üstlendikleri rollerden bağımsız olarak değerlendirilebilir birtakım
öğelerin (anlamlar, niyetler, önermeler) paylaşılıyor olması gerekmez.
Bu tür öğeler olmuş olsaydı bile bir soru hâlâ cevapsız kalırdı: insan
yaşamlarının dışına düşen bu öğeler nasıl oluyor da bir iddia, tez ya da
inanç halinde bu yaşamlara girip tartışan taraflar üzerinde, onların
bilinç ve eylemlerini değişikliğe uğratan bir etkide bulunabiliyorlar?
Gereken şey A’mn B ile, onun da farkındaymış göründüğü ve uygun
davranışlarla belli ettiği bir şeyleri paylaştığı izlenimini edinmesi;
semantikçi bir C’nin A ve B’yi inceleyerek paylaşılan bu şeyler ve
onların karşılıklı konuşmayı nasıl etkilediği üzerine bir teori
geliştirebilmesi; ve A ve B’nin Ç’yi okuyarak söylediklerinin yerinde
olduğu izlenimine varmasıdır. Gerçek düzeyde gereken ise çok daha
azdır: A ve B’nin C’yi okuyarak bulduklarını kabullenmeleri gerekmez
-ama onun düşüncelerine değer veren bir meslek bulunması halinde C
yine de işine ve saygı görmeye devam edebilir. Fakat bir insanın itibarı
her şeyden önce eylemlerinin başkaları üzerinde yarattığı izlenime
bağlı olarak batar ya da çıkar. Daha yüksek bir makama başvurmak,
eğer o makamın bir saygınlığı yoksa, yani taraflardan birinin bilincinde
bir başvuru makamı olarak mevcut değilse, anlamsızdır.
E. DEMOKRATİK GÖRECİLİK
R5b şeklinde okunacak bir R5, modem felsefi analiz ve “ay-
dınlatmaların bizi inandırmak isteyeceğinden çok daha büyük bir
öneme sahiptir. İnsanlara doğayla, toplumsal kurumlarla ve bir
Dostları ilə paylaş: |