çıkar -yani iyi bilim kötü, çünkü kısır, ideolojiye dönüştürüldüğünde. (Ne
yazık ki birçok büyük ölçekli girişim bu ideolojiyi hasımlarma karşı
elindeki başlıca entelektüel silahlardan biri gibi kullanır.) Böylece R1
tartışma ve savunusunu bitirmiş oluyorum.
B. POLİTİK SONUÇLAR
Bazı sanayi toplumları demokratik -önemli konulan genel tartışmaya
açarlar- ve çoğulcudur -çeşitli geleneklerin gelişmesini teşvik ederler. Rl’e
göre her gelenek bireylerin ve bir bütün olarak toplumun refahına katkıda
bulunabilir. Bu demektir ki,
R2: kendini özgürlük ve demokrasiye adamış toplumlar tüm ge-
leneklere
eşit fırsatlar
tanıyacak şekilde, yani tüm geleneklerin federal
fonlardan, eğitim kuruınlanndan eşit olarak yararlanabilecekleri ve
temel kararlara eşit olarak katılabilecekleri şekilde yapılanmalıdır.
Burada bilim, neyin kabul edilip edilemeyeceği konusunda bir karar
verme standardı olarak değil, diğer gelenekler arasında bir gelenek
olarak muamele görmelidir.
Dikkat edelim ki R2 “özgürlük ve demokrasi” üzerine kurulu
toplumlarla sınırlı bir tezdir. Bu benim kolay genelleştirmelere ve onlara
dayalı politik eylemlere duyduğum nefreti yansıtıyor. “Öz- gürlük”ün,
onsuz da gayet iyi idare eden ve sakinlerinin hiç de hayat tarzlarını
değiştirme niyetinde görünmedikleri bölgelere ihraç edilmesinden yana
değilim. “İnsanlık tektir, kim ki bir yerde özgürlük ve insan haklarına
özen gösterir, o her yerde özgürlük ve insan haklarına özen göstermiş
demektir” gibisinden beyanatlar -burada “özen göstermek” aktif müdahale
anlamına da geliyor olabilir- (Christian Bay,
The Structure of Freedom,
New York 1968, s.367) benim için yalnızca yeni bir entelektüel (liberal)
küstahlık örneğidir. “İnsanlık”, “özgürlük” ve Batılı “haklar” düşüncesi
gibi genel ideler belli tarihsel ortamlarda ortaya çıkmışlardır; farklı bir
geçmişe sahip halklar için uygun olup olmadıkları yaşayarak, onların
kültürleriyle yoğun temaslar kurarak kontrol edilmelidir; yani uzaktan
uzağa halledilecek bir şey de-
ğildir bu. Öte yandan çoğulculuk, özgürlük ve demokrasi sa-
vunucularının kendi amentülerinin işaret ettiği bazı önemli sonuçları
ihmal ettiklerini düşünüyorum. R2 bu ihmal alanını tanımlıyor ve onun
nasıl, hangi argümanlar temelinde giderilebileceğini gösteriyor.
Şuna da dikkat edilmelidir ki R2 sadece özel, tek bir gelenekten
eşit yararlanma hakkını değil, genel olarak geleneklerin eşitliğini
öneriyor (Batı demokrasilerinde fırsat eşitliği ile genellikle birincisi
kastedilir; imtiyazlı gelenek bilim, liberalizm ve kapitalizmden
oluşmuş bir karışımdır). Söylemin birimleri bireyler değil
geleneklerdir. Bir işe yarayacaksa R2 kuşkusuz daha da
somutlaştırılmalıdır. Gelenekleri tanımlamak (her birliktelik bir
gelenek olarak alınamaz ve bir gelenek zamanla bozuşarak bir kulübe
dönüşebilir) ve fırsatları düzenlemek için şüphesiz belli ölçütler
olmalıdır. Fakat bu ölçütlerin, ilgili taraflardan bağımsız olarak, ayrı
bir yerde önceden hazırlanıp ilan edilmesi yerine, gelenek iddiasında
ve fırsat eşitliği arzusunda olan grupların girişimiyle karara
bağlanması daha iyi sonuç verir. Çünkü somut politik tartışmalar, (a)
bir geleneğin kendi gözündeki imajına şekil veren duygu, âdet,
alışkanlık ve düşüncelerde, (b) geleneklere karşı nasıl bir tutum
takınılacağına yön veren hukuki (gerek mevzuat gerekse genel örf ve
âdet hukukunda yer alan) düşüncelerde, (c) gelenek ve kültürlerin
doğası hakkındaki genel (antropolojik, tarihsel, sağduyusal)
düşüncelerde çoğu kez hiç tahmin edilmedik değişikliklere yol açar.
Sürecin katılan tüm taraflar gözünde kabul görmesi için son derece
geniş bir hareket alanına ihtiyaç vardır. Ve ondan bağımsız olarak
tasarlanmış siyasi programlar ve toplumsal teoriler böyle bir alan
sağlayamayacak kadar katıdır.
R2 fırsat eşitliği talep ediyor ve muhtemel yararlarını göz önünde
bulundurarak bu talebe destek sağlıyor: en acayip hayat tarzlarının bile
bize söyleyebileceği bir şey olabilir. Bireyler konusunda ise bazı
yazarların, yararlı olup olmadıklarından bağımsız olarak her bireyin
belirli hakları bulunduğunu ilan ederek işi epeyce ileri götürdüklerini
biliyoruz. Bizim de bir adım daha atıp, böylesi haklan geleneklere de
yaygınlaştırmak istememiz normal görünüyor: örneğin hem
Mennonitler ve Shawneeler’den
birçok şey öğrenebileceğimizi öne sürüp hem de onların usûl ve
tarzlarına, toplumun geriye kalanı için hiçbir yararları olmadığı ortaya
çıksa bile, saygı göstereceğimizi söyleyebiliriz.
23
Onun için R1 ve R2’ye
ek olarak bir tez daha öneriyorum:
R3: Demokratik toplumlar tüm geleneklere
eşit haklar
tanımalıdır,
yalnızca eşit fırsatlar değil.
Yine haklar ve hakların eşitliği nosyonlarının da daha net bir çehreye
kavuşturulması gerekir. Ve yine bu iş de, ilgili tarafların katıldığı siyasi
bir tartışma sonucu, yasa ve teamül eleştirileri, teklifler, müzakereler
sonucu yapılmalıdır, masabaşı beyin jimnastikleriyle değil. Ancak böylesi
daha somut adımları beklemeden burada tezlerimizin bazı genel
sonuçlarına değinebiliriz.
Örneğin R3 bir yanıyla da, demokratik toplumlarda uzmanlar ve resmi
kurumlar, bize ayak uydurmalısınız diye geleneklere kurumsal baskı
yapmak yerine, hizmetinde oldukları geleneklere ayak uydurmalıdırlar,
der. Tıbbi kurumlar toplumiardaki özel grupların dinsel tabularını son
moda tıbbi yaklaşımların çizgisine getirmeye çalışmak yerine onlara saygı
göstermelidir. Teklifimiz hiç de tuhaf değil. Yönetim teşkilatlarındaki
bilimadamlan yeni bir yönetimin gelmesiyle birlikte sorunlarını da
yeniden tanımlarlar (ya da yerlerini farklı inançları olan insanlara
bırakırlar), savunma anlaşmalarıyla uğraşan bilimadamlan
yaklaşımlarında değişen siyasi iklim ve savunma koşullanna -uygun
değişikliklere giderler, ekolojistler davranışlannda kamusal ihtiyaçlan baz
alırlar, bilgisayar teknolojisiyle uğraşanlar pazardaki en küçük bir
kıpırtıda öncelik
23. Krş. Kant’ın insanlığa (ve onun her parçasına) hiçbir zaman bir araç olarak değil, bir
amaç olarak davranılması isteği: “gerek kendi şahsınızda gerekse diğer insanların
şahsında insanlığa, basit bir araç gibi değil her zaman bir amaç gibi davranın"
(
Grundlegung der Metaphysik der Sitten,
1786 [B basımı], s.66 vd.)
[Ahlâk Metafiziğinin
Temeliendirilmesi Üzerine,
çev. I.Kyçuradi, Hacettepe Ünv. Y., 1982]. Bu isteğin ünlü
ataları vardır. 20 Haziran 1500'de ispanya'daki Katolik Hanedan, resmen köleliği
reddederek yerlilerin özgür olduğunu ilan etti. Rafael Altamira bu konuda görüşlerini
şöyle ifade eder: 'Tüm dünya için ne unutulmaz bir gün, çünkü
ne kadar ilkel ve
uygarlaşmamış olurlarsa olsunlar
ilk kez tüm insanların özgürlük ve vakarına hak ettiği
değerin verildiği gün olma şerefini taşıyor -daha önce bırakın herhangi bir ülkede
uygulanmış olmayı, herhangi bir yasada bile geçmemiş bir ilkedir bu” (aktaran Lewis
Hanke,
All Mankind is One,
de Kalbi 974, s.7).
Dostları ilə paylaş: |