yurttaşların kendilerinden daha iyi kim değerlendirebilir? Önce bir toplum
“halkın” ihtiyaçlarına hizmet eder diye ilan verip ardından da otist
uzmanlara (liberal, Marksist, Freudcu, her mezhepten sosyolog) buyrun
“halk” “gerçekten” neye ihtiyaç duyuyor, neyi istiyor belirleyin demek
saçmalıktır. Şüphesiz halkın arzuları da dünyayı hesaba katmak
zorundadır, yani: eldeki kaynakları, komşuların niyetlerini, silahlarını,
politikalarını -hattâ geniş tabanlı, güçlü arzu ve nefretlerin bilinçdışı
olabileceği ve ancak özel yöntemlerle anlaşılabileceği ihtimalini. Platon’a
ve onun modern ardıllarına (bilimadamlan, politikacılar, iş dünyasının
önde gelenleri) göre uzmana danışma ihtiyacı doğuran nokta işte
burasıdır. Fakat temel sorunlar hakkında uzmanların da güya onlara akıl
danışacak halk kesimleri kadar kafası karışıktır ve önerecekleri çözüm
yolları en az sağduyuda -Örtük halde- mevcut yollar kadar çeşitlidir.
32
Sık
sık vahim hatalar yaparlar. Dahası bir sorunun tüm nüfusu ilgilendiren
veçhelerini hiçbir zaman değerlendiremezler, ilgilendikleri yalnızca onun
es kaza kendi mevcut uzmanlık konumlarına denk düşen veçheleridir. Ve
bu konum çoğu kez yurttaşların yüz yüze olduğu sorunların çok
uzağındadır. Uzmanların rehberlik ettiği ama yerlerine karar vermeye
kalkmadığı yurttaşlar söz konusu miyoplukların nerden geldiğini
saptayarak onların giderilmesi için çalışabilirler.
33
Jürili her duruşma
uzmanların tanıklığına içkin sınır ve çelişkilere çeşitli örnekler sağlar ve
jüri üyelerini muğlak alanlarda akla yatkın tahminlerde bulunma
konusunda cesaretlendirir. Perikles dönemi Atina’sının (günümüzün
bilimden mustarip demokrasilerinden farklıydı ve daha az yasakçıydı) si-
32. Örnek olarak Freudcuların, varoluşçuların, genetikçilerin, davranışçıların,
nörofizyologların, Marksistlerin, teologların (merkezi organlardaki Katolikler; kurtuluş
teolojiçiieri) kaç çeşit insan doğası tanımladıklarını, eğitim, savaş, suç, vb., konularında
ne kadar değişik iddialarda bulunduklarını gözünüzün önüne getirin.
33. Robert Jungk nükleer güç üzerine ilginç ve kışkırtıcı kitabında
(The New Tyranny,
New York 1979) yurttaşların, bilimadamlarına oranla, bu konudaki bilimsel literatürü
çoğu kez daha yakından takip ettiklerini ve sahip oldukları farklı, daha geniş ilgi ve
istemlerle (örneğin çocuklannın geleceği) henüz bi- limadamlannın el atmadıkları çeşitli
sonuçları dikkate alabileceklerini kaydeder. Yurttaş inisyatiflerinin etkilerini somut bir
örnekte inceleyen bir çalışma için bkz. R. Meehan,
The Atom and the Fault,
Cambridge,
Mass. 1984.
yasi düşüncelerini dile getiren bir Protagoras, demokraside yurt-
taşlar, diyecektir, bu tür bir eğitimi hayatının belli bir ya da iki
döneminde almaz, yaşadığı her gün bu eğitimle doludur. Bilgilerin
bir yurttaştan diğerine özgürce aktığı bir sitede -küçük ve kolay
yönetilebilir Atina- yaşarlar. Bu sitede yalnızca yalamazlar, onun
işlerini de yürütürler, önemli sorunları genel mecliste tartışır ve
zaman zaman tartışmaları yönetirler, mahkeme süreçlerine ve
sanatsal yarışmalara katılırlar, bugün “uygarlaşmış insanlık”ın en
büyük oyun yazarlarından birkaçı kabul edilen yazarların
(Aiskhylos, Sofokles, Euripides, Aristofanes gibi yazarların hepsi
de herkese açık, ödüllü yarışmalara katılırlardı) eserlerini
eleştirirler, savaşları ya da ikinci dereceden seferleri başlatır ve
sona erdirirler, generallerin, denizcilerin, mimarların, gıda maddesi
tacirlerinin raporlarını alır, dikkatle incelerler, dış yardımları
düzenlerler, önemli yabancı konukları ağırlarlar, oturup zevzek
Sokrates’i, sofistleri dinler ya da onlarla tartışırlar -vb. Her zaman
uzmanlardan yararlanırlar -ama bir danışma makamı olarak, ve
nihai kararları hep kendileri verirler. Protagoras’a göre yurttaşların
bu yapılaşmamış ama zengin, karmaşık, canlı ve katılımcı öğrenme
sürecinden edindikleri (öğrenme yaşamdan ayrılmamıştır, onun bir
parçasıdır - yurttaşlar bir bilgiyi ona ihtiyaç duyan belirli ödevleri
yerine getirirken kazanır, öğrenirler) bilgiler onların, en karmaşık
teknik sorunlar da dahil olmak üzere sitede yaşanan tüm olayları
değerlendirmelerine yeter. Şüphesiz özel bir durumla karşı karşıya
geldiklerinde (günümüzden bir örnek verecek olursak, yakındaki
bir nükleer reaktörde sızıntı tehlikesi gibi) yurttaşlar daha önce
bilmedikleri şeylerle uğraşmak zorunda kalacaklardır -fakat alı-
şılmadık konuları pratik olarak öğrenme konusunda ustalaşmalardır
ve en önemlisi de önlerindeki tekliflerin güçlü ve zayıf yanlarını
seçmelerine imkan veren bir perspektif duyusu geliştirmişlerdir.
Şüphe yok ki yurttaşlar da hata yapacak - herkes hata yapar- ve
bedelini ödeyeceklerdir. Ama hatalarının cezasını çekerken daha da
olgunlaşacaklardır; oysa gözden ırak uzman hatalarından, bunlar
herkesin başını derde soktuğu halde, ancak birkaç ayrıcalıklı kişi
ders çıkarabilir. Bu bakış açısını kısaca şöyle ifade edebiliriz:
R6: bir toplum için neyin doğru neyin yanlış, neyin yararlı neyin
yararsız olduğu konusunda son söz özel gruplara değil o toplumun
yurttaşlarına aittir.
İşte Protagoras’ta ve Perikles dönemi Atina’sında kalıntılar
arasında bulduğumuz düşüncelerin kısa ve şematik bir açıklaması.
Bunların anıştırdığı bakış açısına
demokratik görecilik
diyorum.
Demokratik görecilik bir
görecilik
biçimidir; farklı sitelerin (farklı
toplumların) dünyaya farklı şekillerde bakabileceklerini ve farklı
şeyleri kabul edilebilir bulabileceklerini söyler.
Demokratiktir
çünkü
temel varsayımları (ilke olarak) tümüyle yurttaşlar tarafından tartışılır
ve karara bağlanır. Demokratik gö- reciliği herkese salık vermemiz
için çokça neden var, özellikle de Batı dünyasındaki bizlere; ama o
mümkün olan tek ve yegâne yaşam tarzı değildir. Birçok toplum farklı
bir şekilde inşa edilmiştir ama yine de üyelerine barınacakları bir yurt,
yaşamlarını sürdürecekleri araçları sağlamaktan geri kalmaz (bkz. R2
üzerine tartışma ve 31. Dipnot ve ilgili metin).
Demokratik göreciliğin ilginç ataları vardır, Aiskhylos’un
Ores-
teia
’sı gibi: Orestes babasından öç alacaktır; bu, Apollo ile temsil
edilen Zeus’un yasalarına uygundur. Babasından öç almak için
Orestes’in annesini öldürmesi gerekir; bu, kan bağı akrabaların öl-
dürülmesini kabullenmeyen Eumenides'i harekete geçirir. Orestes
kaçar ve Athena’nm sunağına giderek ondan kendisini korumasını
ister. Birbiriyle çelişen ahlâki doğruların yarattığı bu sorunu çözmek
için Athena, Orestes’in de katılımıyla Apollon ve Eumenides arasında
“akılcı bir tartışma” başlatır. Tartışmanın bir kısmı annenin kan bağı
akrabası olup olmadığına ayrılmıştır. Eumenides bunu evet diye
cevaplamaktadır: Orestes bir kan bağı akrabasının kanını dökmüştür
ve cezalandırılmalıdır. Apollon’un cevabı ise hayırdır: Anne, cenini
sıcak tutar, korur ve besler; anne doğurucu bir. ocaktır ama çocuğa
kanını vermez (bu görüş uzun zaman sonra kabul görecektir). Bugün
olsa tartışma deneylere ve uzmanların kararına başvurarak
çözülecektir: uzmanlar laboratuvarlanna çekilecek, Apollon, Orestes
ve Athena da onların bulgularını bekleyeceklerdi. Dava Atina
yurttaşlarından oluşmuş bir mahkemeye götürülür ve yurttaşlar durum
hakkında görüşlerini açıklarlar. At-
Dostları ilə paylaş: |