Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri


iyi bir başlangıç noktası gibi görünüyor. Tartışmayı, muhakemeyi ve bu



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə31/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   135

iyi bir başlangıç noktası gibi görünüyor. Tartışmayı, muhakemeyi ve bu
ikisi   üzerine   kurulu   bir   toplumsal   yeniden   yapılanmayı   teşvik   eder,
güçlendirir.   Hitap   alanı   sınırlı   özgül   bir   siyasi   görüştür   ve   “ilkel”
toplumlarm görece daha sezgisel usûllerinden mutlaka daha iyi filan da
değildir.   Bununla   birlikte   herkesi   katılmaya   davet   ettiği   için   dünyada
olmanın birçok şekli olduğunun keşfine, insanların kendilerine hitap eden
tarz ve usûlleri kullanma hakkı olduğu ve onlar yardımıyla daha mutlu ve
daha   doyurucu  bir   hayat   yaşıyor   olabilecekleri   düşüncesine   açılan   bir
kapı olabilir.
34
F. DOĞRULUK VE GERÇEKLİK: TARİHSEL BAKIŞ
Yukardaki   kesimlerde   kültürler   arası   etkileşimin   doğası   net-
leştirilmeden bırakıldı. Örneğin Rl’de söz edilen incelemeler ve muhtemel
kazanımlar konusunda hiçbir sınırlama getirilmedi. Kesim D’de bunun
demokratik yaklaşımın özsel bir parçası olduğu gösterildi: eğer bir kabile,
kültür ya da uygarlığın üyeleri alışverişten yarar sağladıkları ve o sayede
hayatlarının   iyileştiği   izlenimindeyseler   sorun   çözülmüş   demektir;
kültürel alışveriş ona katılanlann bileceği bir iştir, dışardakilerin değil
(alışverişin onlara karşı bir savaş hazırlığı olması durumu hariç).
Birçok   entelektüel   buna   katılmadığı   gibi   kendi   kafalarına   göre
alışverişte bulunan insanlara olağanüstü bir avantaj gibi görünen kimi
şeylerin gerçekte vahim hatalar olabileceği konusunda da bizi uyarırlar.
34. Günümüz liberallerinden bazıları yabancı kültürlere var olma hakkı tanırlar, ama uluslarası
ticarete dahil olmaları, kendilerini Batılı doktorların sağaltıcı ellerine bırakmaları ve Batılı
misyonerlerin (bilim ya da diğer dinlerin misyonerleri) çocuklarına bilim ve Hıristiyanlığın
harikalarını öğretmelerine izin vermeleri şartıyla. Fakat üyelerin biribirinden öğreneceği ve
böylece durmaksızın yeni bilgi ve farkındalık düzeylerine ulaşacağı barışçıl Ulusların Ortak-
zenginiiği düşüncesi (örneğin) Pigmelerin paylaştığı bir düşünce değildir, Pigmeler daha
çok kendi hallerine bırakılmayı tercih ederler (C.M. Turnball, “The Lessons of the Pygmies",
Scientific American
 208 (1), 1963,). Karl Popper gibi akılcıların 
(The Open Society and Its
Enemies,
  Cilt 1, New York 1963, s.118) bu konuda baskı uygulanmasına diyeceği bir şey
yoktur: bu gibileri olgun insanlığa katmak “bir tür emperyalizm" ile yapılmak zorunda
olabilir.   Bilim   ve   akılcılığın  başarılarının  böyle   bir   işlemi   mazur   gösterecek   kadar   göz
kamaştırıcı olduğunu da sanmıyorum.


Bu haliyle uyarının pek bir anlamı yoktur. Belli bir hata nos-
yonuna   ve   hatanın   bulunması   ve   telafisine   yönelik   belli   usûllere
sahip olmayan bir toplum yoktur. Fakat uyarı sahibi entelektüeller
hatayı özel bir tarzda tanımladıkları için burada durum biraz fark-
lıdır.   Bu   baylar   hatayı   meydana   geldiği   yaşam   biçimine   (onun
standart ve usûllerine) göre değil de toplumdan bağımsız bir “ger-
çeklik”,   “akılcılık”   ya   da   “doğruluk”a   kıyasla   tariflerler.   Bu   öl-
çütleri kullanarak tüm kültürleri yanılsama ve önyargı üzerine ku-
rulu şeyler olarak mahkum etmişlerdir. Göreciliğin felsefi biçimleri
(pratik   görecilik   biçimlerinden   farklı   olarak)   bu   tür   hamleleri   ya
göreci   doğruluk,   gerçeklik   ve   akılcılık   analizleri   vererek   ya   da
alternatif   nosyonlar   icad   ederek   göğüslemeye   çalışır.   Tahmin
edileceği gibi bunlar oldukça karmaşık şeylerdir. Yukarda Kesim
D’de bu sorunla ilgili bazı eski yaklaşımları tartışmıştım. Şimdi ek
olarak birtakım tarihsel yorum ve düşünceler vermek istiyorum.
Manevi   liderlerin   (peygamberler,   bilimadamları,   filozoflar,
alelade   entelektüeller)   kendilerine   mal   edip   dönüştürdüğü   diğer
birçok   nosyon   gibi   doğruluk,   gerçeklik   ve  akılcılık   idelerinin  de
kusursuz bir pratik anlamı vardır.
Örneğin doğruyu söylemek genellikle belirli bir durumda olup
biteni   anlatmak   anlamına   gelir;   “onu   olduğu   gibi   anlatmak”   de-
mektir (krş. Kesim D). Anlatması istenen kişi gerekli bilgiye sahip
olmayabilir   -o   zaman   cevabı   “bilmiyorum”   ya   da   “tam   olarak
söyleyemem”   olacaktır.   Fakat   tanığın   cevap   verebileceği   ve   bil-
miyorum demesi halinde haklı olarak yalancılıkla suçlanabileceği
durumlar  da vardır. Tersinden, durumların kendileri de tartışmalı
olabilir: teşhis edilen şahıs asıl kişi değil onun bir  ikizi olabilir,
tanık gerçek bir kişiyi değil aynadaki bir görüntüyü görmüş olabilir
ve buna benzer. Ancak “doğruyu söyle” talebinin, tıpkı dahiyane
bir   sihirbazın   yaratabileceği   tüm   yanılsamalara   rağmen   gerçek
şeylerden bahsetmenin bir anlamı olduğu gibi, yine de bir anlamı
olacaktır.
Örneğin şu anda oturduğum oda gerçek; fakat dün, düşümde, bir
serçeye  binmiş  bir  fil  gördüğüm oda  gerçek  değildi demenin  bir
anlamı vardır. Kuşkusuz düş bir hiç demek değildir, düşü gören kişi
ve başkaları üzerinde önemli sonuçlar doğurabilir (kral-


lar   düşlerine   bakarak   savaş   ve   barış,   ölüm   ve   kalım   kararlan   ver-
mişlerdir). Fakat düşte görülen bir olayın gözlerimizi açtığımız dünya
üzerindeki etkileri gözlemsel bir olaydan farklıdır ve bazı kültürler bu
farkı birinci tip olayın “gerçek” olmadığını söyleyerek ifade ederler.
Bu tür aynmlar yapmanın altında yatan gerçeklik nosyonu basit bir
tanımla   açıklanamaz.   Gökkuşağı   tamıtamma   gerçek   bir   şey   gibi
görünür.   Onu   görebilirsiniz,   renklerini   kağıda   dökebilir,   fotoğrafım
çekebilirsiniz. Ama altından geçemezsiniz. Bu onun masa gibi bir şey
olmadığım gösterir. Bulut gibi bir şey de değildir; bulut, gözlemcinin
hareketine paralel olarak konum değiştirmez. Ancak gökkuşağına, su
damlacıklanndan   kınlan   ve   yansıyan   ışınlann   neden   olduğunun
keşfedilmesiyle   bulutlar/   gökkuşağı   ayrımı   yeniden   gündeme   gelir;
ayrım gökkuşağının söz konusu özgüllüklerini dikkate alan ve böylece
ona   bulutların   gerçeklik   düzeyini   en   azından   kısmen   iade   eden   bir
açıklama eşliğinde yeni bir yapı kazanır. Gerçek/gerçek-olmayan gibi
büyük alt bölmeler dünyamızın karmaşıklığını kucaklayamayacak ba-
sitlikte   ayrımlardır.   Farklı   tipte   birçok   olay   vardır   ve   bir   olaya
“gerçeklik” yüklemenin en iyi yolu ona mutlak bir “gerçeklik” değil
belli   bir   tip   vermektir.   Öyleyse   bize   gereken,   tipler   ve   onların
ilişkileridir; “gerçeklik”i bütünüyle bir yana bırakabiliriz.
Sağduyu dünyasındaki görüşler (kabile sağduyusu; modem dillerde
ortak   nosyonların   kullanımı)   tam   da   bu   şekilde   inşa   edilmişlerdir.
Bünyelerinde   ruhlar,   düşler,   savaşlar,   fikirler,   tannlar,   gökkuşakları,
ağnlar, mineraller, gezegenler, hayvanlar, festivaller, kader, hastalık,
boşanma, gökyüzü, ölüm, korku, vs gibi şeyler bulunan, incelikli bir
şekilde   eklemlenmiş   çeşitli   ontolojiler   barındırırlar.   Burada   her
kendilik  (entity)  karmaşık ve karakteristik bir davranış sergiler; belli
bir   modele   uymakla   birlikte   durmaksızın   yeni   ve   şaşırtıcı   veçheler
ortaya koyan, dolayısıyla bir formüle sığdtrılamayacak bir davranıştır
bu; her kendilik o çeşitli ve zengin evreni oluşturan diğer kendilik ve
süreçleri etkiler ve onlar tarafından etkilenir. Böyle bir evrende sorun
neyin “gerçek”, neyin “gerçek” olmadığı değildir: hattâ bu tür sorular
sahici bir soru bile sayılmazlar. Ne oldu, hangi bağlamda oldu, olay
kimi nasıl yanılttı ya da yanıltmış olabilir, sorun budur.


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə