97
niteliğindeki Antonio das Mortes’dir (Glauber Rocha, 1969). Siyah Tanrı, Beyaz
Ş
eytan
’da son eşkıya Manuel’i öldüren Antonio Das Mortes’in hikayesi ikinci filmde
incelenir. lk filmde yoksulluk, korku ve baskı varken, korku ve baskının
sebeplerinden olan ve önce arazi sahibini korumak için tutulan Antonio, ikinci filmde
politik bir değişim içine girerek bir devrimciye dönüşür ve arazi sahibi ve
adamlarınca simgelenen baskıcı güçlere karşı mücadele eder (Biryıldız, 2002: 127).
1968 sonrasında devletinde desteğiyle birlikte, Cinema Novo filmleri siyasi
olmaktan uzaklaşmış ve “tropikal filmler” haline gelmişlerdir. Bu dönemde ilk
döneme benzer tropik görüntüler önünde politik olmayan filmler üretilmiştir. Politik
duruşun son örnekleri arasında Ruy Guerra’nın Tanrılar ve Ölüler (Oz Deuses e
Mortes
, 1970) ve Leon Hirzman’ın Ölüm (A Felacida, 1970) filmleri sayılabilir. Bu
filmler baskı ve sansür atmosferi altında yapılmıştır (Armes, 1987: 177). Cinema
Novo
’nun önemli yönetmenlerinden Nelson Pereira dos Santos’un Küçük Fransız’ım
Nasıl Lezzetliydi
(Como Era Gostoso o Meu Frances, 1971) adlı filmi akımın son
önemli yapımlarından biri olarak sayılır ve Cinema Novo’nun vurgu yaptığı
sömürgecilik, azgelişmişlik gibi sorunların temeline iner. Bu filmde Avrupalıların
yerlilere bakış açısı eleştirilirken, Latin Amerikanın sorunlarının başlangıcında
Avrupalıların olduğuna dair göndermeler yapılır. Bu filmde bir yerli kabilesinin
hayatına tanık oluruz. Bu kabile Fransızlarla ittifak halindedir ve Portekizlilerle
düşmandır. Portekizli zannettikleri bir Fransız’ı esir alırlar. Bu Fransız zamanla
onlara uyum sağlar ve onlar gibi yaşamaya çalışırken bir yandan da değerli
madenleri toplamaya devam eder. Onun sayesinde Portekizlilerle birlik olan
kabileyle yaptıkları savaşı kazanırlar ve zafer gecesinde kutlama yapmak için
98
Portekizli zannettikleri Fransız’ı yerler. Dos Santos’un bu filmi Latin Amerika’ya
bakışın bir özeti gibidir. Bir yandan Avrupalıların yerlileri yamyam gibi göstermesini
eleştirilirken
12
, diğer yandan iki topluluğun savaşmasının sebebinin birinin
Fransızlarla diğerinin Portekizlilerle ittifak yapması olarak gösterilmesi o dönem
yaşananlarla çok uygundur. Esir durumunda olan Fransız, bulduğu değerli madenleri
satmaya çalıştığı bir diğer Avrupalıyı öldürür. Aynı zamanda bir yerli kadınla
evlenmiştir. Bütün bunlar, şiddet ve melezliğin başlangıcı olarak sömürgecilik
döneminin özeti gibidir.
1970’lerin başında Brezilya’da ortaya çıkan bir diğer sinema hareketi ise
Marjinal Sinema’dır. 1960’larda Cinema Novo filmleri çeken Julio Bressane ve
Rogerio Sganzerla
, Andrea Tonacci gibi yönetmenler, yeraltı sinema hareketi olarak
“Marjinal Sinema”yı kurmuşlardır. Marjinal Sinema hareketi, şehirdeki şiddete
yönelir. ‘Açlığın ve Şiddetin Estetiği’nden farklı olarak, “Çöplüğün Estetiği” fikrini
savunurlar. Bressane’nin, Ailesini Öldürdü, Sinemaya Gitti (Matou a Familia e Foi
ao Cinema
, 1969) ve Bir Melek Doğdu (Anjo Nasceu, 1969) ile
Rogerio
Sganzerla
’nın, Kırmızı Işık Haydudu (O Bandido da Luz Vermelha, 1968) ve Andrea
Tonacci’nin Bang Bang (1971) filmleri bu hareketin en önemli filmleridir.
1960’ların sonunda Brezilya sineması çeşitli araçlarla ekrana şiddet
kültürünün radikal deneylerini getirmeye başlar (Xavier, 1997a: 216). Bu yıllarda
Brezilya toplumunda da şiddet yükselmektedir. Kentsel şiddet, Marjinal Sinema’nın
da en önemli vurgu noktasıdır. Bu şiddet çoğunlukla aile içinde olmaktadır. Marjinal
12
Avrupa edebiyatında, serüven yazıları coğrafi keşiflerle birlikte önemli bir yer tutmaya başlamıştır.
Bu edebiyatta, gezilen yerlerde yaşayan insan dışı varlıkların bulunduğu ya da yamyamlığın çok
yaygın olduğu sıkça vurgulanır (Özbudun, 2003: 82-90)
99
Sinema filmlerinde aileye yönelik şiddet ön plandadır. Bu şiddet ailesini öldüren
çocuklar, kocasını öldüren kadınlar şeklinde olabilmektedir. Ailesini Öldürdü,
Sinemaya Gitti
’de ailenin özel alanında hayal kırıklığına uğramış çeşitli sosyal
sınıflara ait insanların uyguladığı bir dizi kriminal vaka anlatılmaktadır (Xavier,
1997b, 329). Bu filmdeki birkaç hikâyeden birindeki -filme de ismini veren-
kahraman, ailesini öldürüp sinemaya gider ve bu sahne Marjinal Sinema’nın özeti
gibidir.
Bressane-Sganzerla filmleri, doğrusal olmayan anlatı, devamlı olmayan
kurgu, atlamalı görüntü ile birlikte karanlık, kentli, kâbus gibi filmlerdir (Berg, 2003:
4). 1960’ların başındaki “Açlığın Estetiği”, 1960’ların sonunda “Çöplüğün
Estetiğine” dönüşmüştür, bu da en çok yeraltı sinemasında görülür (Stam, 2003: 42).
Marjinal Sinema bu yapısıyla devlet-tabanlı üretim sisteminin dışında kalmıştır.
(Xavier, 1997a: 263). Sansürlenen ve ticari gösterimlerden dışlanan bu filmler sadece
1972’de özel gösterimlerle seyirciyle buluşabilmiştir (Berg, 2003: 5).
Cinema Novo
ve Marjinal Sinema, sinemanın sömürge durumuna verdikleri
cevaplardı (Xavier, 1997a: 9). Kaynak yetersizliği, Hollywood egemenliğindeki iç
pazara karşı oluşturulmuş sinema hareketleriydiler. 1970’lerde Cinema Novo, ulusal
sorunları gündeminde tutarak ve Marjinal Sinema’dan da etkilenerek pazar
değerlerine kaydı (Xavier, 1997a: 263). Cinema Novo’nun yanında, aile filmleri,
melodramlarda da Marjinal Sinema etkisi görülür (Xavier, 1997a: 246). Marjinal
Sinema, biçimsel olarak Cinema Novo’ya benzemesine rağmen daha radikal
filmlerden oluşmaktadır ve 1970’lerde siyasi rejimin sertleşmesiyle birlikte son
Dostları ilə paylaş: |