Şehrin Aynaları



Yüklə 1,04 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə61/71
tarix30.10.2018
ölçüsü1,04 Mb.
#76334
növüYazı
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   71

              bunca esrar
 
Bu  gece  hilal,  diş  çıkaran  bir  bebek  gibi  huysuzdu;  eline  geçen  her  şeyi,  kızarmış,  şişmiş
dişetlerine  sürtüyordu.  Geceyi  kemiriyordu  hilal;  geceyle  birlikte  eksildiğini  bilmeden.
Yatağında  doğruldu.  Büyük  bir  dikkatle  tekkenin  geceye  verdiği  sesleri  dinledi.  Dervişler
uyuyordu;  babası,  kız  kardeşi,  Zişan  Kadın  uyuyordu.  Mezarlıktaki  bî  ser  ü  pa'lar,  yaz  kış
yaprağını  dökmeyen  ağaçlar  uyuyordu.  Semahane,  derviş  hücreleri  uyuyordu.  Bir  tek  o
uyumuyordu, bir de hilal.
Ayışığı  altında  çirkin  bir  yaratık,  yatağında  doğrulmuş  gecenin  seslerini  dinliyordu.  Saçsız
kafasında küçük, pembe lekeler yarım kalmış bir resim, neyi resmettiğini unutmuş bir harita gibi
duruyordu.  Sadece  alnının  üzerinde  bir  tutam  kızıl,  kıpkızıl  saç  vardı.  O  kızıl  tutam  gözlerinin
üzerine  düşüyor,  yukarı  doğru  üflediğinde  havalanıp  tekrar  eski  yerini  alıyordu.  Bunu  yapmayı
seviyordu. Gece gündüz kafasındaki tek saç tutamıyla oynuyordu.
İsmi  Zülfe'ydi.  Yüzünün  yarısı,  öteki  yarısından  görünmeyen  bir  hudut  boyuyla  ayrılmış
gibiydi.  Hududun  bir  tarafı  siyaha  çalan  kırmızıya  boyanmış,  yer  yer  büzüşmüştü.  Orada  deri
hoyrat,  kalın  ve  yaralıydı.  Yüzünün  öteki  yarısında,  hududun  öbür  tarafında,  deri  yumuşak,
beyaz ve pürüzsüzdü. Bu haliyle, uzaktan bakıldığında, yarısı kırmızıya, yarısı beyaza boyanmış
bir  maskeyi  andırıyordu.  Kırmızı  taraftaki  gözkapağı  aşağıya  sarkarak  gözünün  neredeyse
tamamen kapanmasına sebep olmuştu. Bu gözü çevreleyen kirpikler kısa ve seyrekti ve hepsi de
aşağıya doğru bakıyordu. Yüzünün beyaz kısmındaki gözü ise iri ve parlaktı. Sarı hâleler vardı
gözbebeğinde. Kirpikleri uzun, siyah ve gürdü; hepsi de yukarı doğru kıvrılmıştı.
Çirkindi  ama  bundan  emin  değildi.  Heccavın  harfleri  de,  babası  da  ona  öyle  sevecen
bakıyorlardı  ki,  onların  tuttuğu  aynaya  baktığında  kendini  güzel  hissettiği  bile  oluyordu.
Hafızasının  tuttuğu  ayna  ise  bambaşka  bir  sûret  gösteriyordu.  Dolunayın  penceresini
kaplamadığı,  yıldızları  dizmekle  uğraşmadığı  ya  da  hilalin  mızmızlanmadığı  gecelerde  bölük
pörçük  bir  şeyler  hatırlayabiliyordu.  Gözlerinin  önünde  bulanık  bir  resim  kıvrıla  kıvrıla
raksediyor, sonra geldiği gibi katre katre eriyerek yok oluyordu.
 
Kadını  hatırlıyordu.  Sinirlendiğinde  kafasındaki  saçları  tutam  tutam  yolan,  sonra  yolduğu
yerlerdeki kızarmış, kanamış deriyi okşayıp, türkü söyleyen genç kadını.
Bahçeyi hatırlıyordu. Meyve ağaçlarıyla dolu, yemyeşil bahçeyi. O bahçede yakılan ateşi, gül
fidanlarına  bağlanan  kırmızı  tülleri,  oklava  inip  kalktıkça  uçuşan  pamukları  hatırlıyordu,  bir  de
durmadan kaynayan çamaşır kazanını.
Tırtılı  hatırlıyordu.  Kıvrıla  kıvrıla  otların  arasından  çıkıp  avuçlarına  tırmanan  o  küçümen,
yemyeşil, konuşkan tırtılı. Tırtılın söylediklerini hatırlıyordu.
"İsminin mânâsını biliyor musun küçük kız? İsmini seviyor musun?"
Yüzünü hatırlıyordu; birken iki olan yüzünü.
Ve kuvvetle hissediyordu birken iki olabilenin, ikiyken sıfır olabileceğini.
Rakamlar...
Ayışığı  altında  iki  renkli  bir  maske,  tuhaf  bir  yaratık,  yalnız  bir  çocuk,  çocuk  bir  kadın,
alnına  düşen  saç  tutamıyla  oynuyordu.  İsmi  Zülfe'ydi.  Çirkin  olduğunu  biliyordu  bilmesine  de,
aynalarda  kırılan  cevapların  uğursuzluk  getirdiğini  öğrendiği  günden  bu  yana,  ne  kadar  çirkin
olduğundan da emin değildi, çirkinliğin ne olduğundan da.


Kitaptaki Leke
Sen bakma havanın durgunluğuna,
derya dediğin uyur uyur uyanır.
 
                    Nâzım Hikmet
 
Şaraptan  bir  yudum  daha  alıp,  dilini  keyifle  şaplatırken,  bir  kenardan  ona  sitemle  bakan
Midilli  şarabına  takıldı  gözleri.  Mahcup  bir  edayla  gülümsedi.  Bugün  onu  ihmal  edip,
küstürdüğünün farkındaydı ama epeydir Misket şarabına hasret kalan dili damağı, midesi kursağı
çoktan  tercihini  yapmıştı.  Öğleye  doğru,  Meyhaneci  Hayyim'in  gönderdiği  Misket  şarabına
kavuştuğunda sevinçten deliye dönmüştü. İlk yudumları ağzının içinde daha fazla tutabilmek için
sağa  sola,  öne  arkaya  çalkalarken  aşağıdan  ona  seslenen  küfürbaz  midesini  duymazlıktan
gelmişti. Rengi sarıya çalan Misket şarabı, aynı anda hem tatlı hem de buruk bir lezzet bırakarak
boğazından aşağıya yuvarlandığında, şu dünyanın yaşanılası olduğuna bir kez daha inanmıştı.
Aslında  Misket  şarabı  bulmak  hiç  de  zor  değildi.  Parayı  denkleştirdikten  sonra,  hem  Rum
hem  de  Yahudi  meyhanecilerden  envai  çeşit  şarap  edinmek  mümkündü.  Gene  de  Rum
meyhanecilerden  şarap  almanın  uygun  olmayacağı  söylendiği  için,  şarabını  her  zaman  Yahudi
meyhanecilerden  alıyordu.  Ne  var  ki,  aylardır  eve  kapandığından  ve  dışarı  çıkmayı  hiç  mi  hiç
istemediğinden,  nicedir,  Badekeş  Sokağı'ndaki  Meyhaneci  Hayyim'den  başkasından  şarap
almıyordu.  Meyhaneci  Hayyim'in  yanında  çalışan  oğlanlardan  biri,  iki  üç  günde  bir  uğrayıp
şarabını  getiriyor,  parasını  alıp  topukluyordu.  Her  seferinde  inatla  Midilli  şarabı  getiren  oğlan,
bugün ne hikmetse hem Midilli hem de Misket şarabı getirerek İsak Pereira'yı şaşırtmıştı. O da
pek  özlediği  Misket  şarabına  sevinçle  sarılmıştı.  Şimdi  bir  kenardan  ona  sitemle  bakan  Midilli
şarabına mahcup bir  edayla gülümseyerek âdeta  af dilemesindeki sebep  buydu. Acele ediyordu
çünkü Haham Yakup eve gelmeden içebildiği kadar içmek istiyordu.
Misket'ten  bir  yudum  daha  alıp,  tekrar  önündeki  kitaba  döndü.  Tam  sayfayı  çevirmek
üzereyken,  kitabın  kenarına  şarap  damlatmış  olduğunu  fark  etti.  Kitaplarını  itinayla  koruyup
saklayan Haham Yakup bunu görse kaşlarını çatardı muhakkak. Lekeyi evvela işaretparmağıyla
sonra da bastıra bastıra avucunun içiyle temizlemeye çalıştı. Fakat ıslaklığı giden leke biraz daha
yayılıp büyüyerek olduğu yere sıkıca tutundu. Leke tam iki satırın arasında, ama her ikisine de
değmeden duruyordu. Onu sevimli buldu. Hem sevimli olmasa bile şu dünyada tamamen lekesiz
olan  ne  vardı  ki...  Onunla  daha  fazla  uğraşmamaya  karar  verdi.  Üstelik,  kitapların  da  tıpkı
insanlar  gibi  güzelim  Misket  şarabının  tadına  bakmaya  hakkı  olmalıydı.  Bu  fikrinden  ötürü
kendini  tebrik  etti.  Zaten  bu  gün,  pek  gamsız,  pek  nikbindi.  Kendini  beğeniyor,  seviyordu.
Hayatın güzel olduğunu düşünüyordu.
İsak  Pereira,  Haham  Yakup'un  evinde  kitaplarla  tanışmıştı.  Şimdiye  değin,  belki  vaktini
insanlarla geçirmeyi yeğlediğinden, belki de gizliden gizliye Antonio'ya duyduğu tepkiden ötürü
pek de alaka göstermediği kitaplar, artık bambaşka bir biçimde görünüyordu gözüne. Hasköy'ün
yukarı  mahallesinde,  Leblebici  Hayyim  Sokağı'ndaki  bu  tek  katlı  eve  kapanıp  hiç  dışarı
çıkmadan  okuyordu.  Haham  Efendi,  onun  kitaplarla  böylesine  haşır  neşir  olmasını,  gün  boyu


Yüklə 1,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   71




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə