120
kavuşan ve 1242 yılında bastırılan Baba İshak ayaklanması, bu dinsel ve
politik hareketin en önemlisi olmuştur.
Nasreddin Hoca fıkralarındaki dünya görüşü genellikle, Yunus Emre
gibi, Hacı Bektaş Veli gibi dervişlerin ve öteki tasavvuf erlerinin dünya
görüşlerine
benzer.
Bunlar
Müslümanlıkta
bağımsız
düşüncenin
temsilcileridir. Bu tasavvuf erleri devletten ve servetten uzak kalmışlar,
politikanın otoritelerine ya yaklaşmamışlar yahut ellerine fırsat geçmişse
onlara karşı gelmişlerdir. Her zaman yoksuldan yana olmuşlar; kaba kuvvetle
ve kılıçla değil, sevgi ile gönüllerde taht kurmayı yeğlemişlerdir. Yazılarında
her zaman halkın anlayacağı bir dil kullanmışlardır. 17. Yüzyıldan sonra,
Hoca’nın din üzerine söylenen hikâyelerinde bir değişme görülür. Nasreddin
Hoca, artık saray kültürüyle ve politik din haline gelen Sünni Müslümanlıkla
uzlaşmalara gitmektedir. Bu değişimi hazırlayan bazı nedenler var: ilkin
Osmanlı devleti, Bâtıni inanışları benimseyen Anadolu’daki küçük beyliklerin
bağımsızlığına son veriyor. Tekkeler, ya vergi bağışıklıkları sağlanarak veya
vakıf gelirleri ile beslenerek devletin kontrolüne alınıyor. Böylece Bâtıni
inanışlarında kümelendiği yuvalar da etkinliğini kaybediyor. Fatih devrinden
sonra ise, dinde serbest düşünme, “zındıklıktır” denerek cezalandırılıyor. Bu
dinsel hoşgörüsüzlüğün en çarpıcı örneği 17. Yüzyılın ortalarında belirir ve
Osmanlı tarihinde, Kadızadelerle Sufiler arasındaki çatışma olarak
adlandırılır.
92
Başgöz ilerleyen bölümlerde politikanın Nasreddin Hoca yazmalarına nasıl
yansıdığını detaylarıyla açıklamaktadır. 19. Yüzyılda baskının (matbaanın) yoğun
92
A. g. e. s. 26–35
121
kullanımıyla fıkraların ulaşılabilirliği artmış fakat yine sansür ciddi bir engel
olmuştur. Abdülhamit döneminde Nasreddin Hoca fıkraları tamamen yasaklanmıştır.
1909’da genç Türkler Abdülhamit idaresini devirene kadar da bu yasak sürmüştür.
Bölümde görüldüğü üzere iktidarın kimin ya da kimlerin elinde olduğu bu fıkraların
kaderini belirlemede herhalde en önemli etkendir. Zira bazı dönem yazmalarında
oldukça açık saçık olan bölümler diğer dönemin yazmalarında sansüre uğramışlardır.
Başgöz; Nasreddin Hoca, Beyler, Padişahlar başlıklı bölümde, Hoca’nın
devlet otoriteleri ile olan ilişkilerini şu şekilde değerlendirmektedir: Hikâyelerin bir
bölüğünde hoca, beyler, padişahlar, sultanlar gibi güçlülerle karşı karşıya
gelir. Bunlardan ikisi, Sultan Alâeddin (Alâeddin Keykubat 1210-1389) ile
Gazi Hünkar (Sultan I. Murat 1325-1389) Selçuklu ve Osmanlı padişahlarıdır.
Hoca bunlara pek saygısız davranmaz, hakaret etmez; olsa olsa, onların
önünde görgü kurallarını çiğner. Bu otoritelerden biri olan Timurlenk, ancak
17. Yüzyılda Nasreddin hoca hikâyelerine girer. Timur üzerine söylenen
hikâyelerde Nasreddin Hoca, bilim adamlarının, kültür kahramanı (culture
hero) dedikleri karakter olarak karşımıza çıkar ve sokaktaki küçük adamın
sözcülüğünü yapar; demokrasi şampiyonudur. İnsan ilişkilerinde eşitlik
sağlamaya çalışır. Suyun başında oturarak şişinen, gücünü kötüye kullanan
beylere, padişahlara haddini bildirir. Onların sivriliklerini gözler önüne serer.
Onlara doğru dürüst insan olmanın gereklerini hatırlatır. Bu hikâyelere başka
yorumlar da yapılabilir. Onlara ilkel bir sözlü protesto denebilir (Hobsbawm);
insanların küçükten beri baskı altında tuttuğu saldırganlık duygusunun açığa
çıkması denebilir (Freud); veya otoritelere karşı gelmek içgüdüsünün anlatımı
denebilir.(Fromm) Fakat hangi yorum yapılırsa yapılsın, bu hikâyeler,
122
haksızlık yapan, dürüst davranmayan, zulüm eden idarecileri cezalandırarak,
sokaktaki insanı sevindirmekte, ona gönül rahatlığı sağlamaktadır.
93
Başgöz’ün kitabında inceleyeceğim son bölüm Hoca ve Ailesi adını
taşımaktadır. Bu bölüm Nasreddin Hoca ve büyük ihtimalle “hayali” olan ailesi
arasındaki
ilişkileri
açıklamaktadır.
Başgöz
bu
durumu
şu
şekilde
değerlendirmektedir: Nasreddin Hoca hikâyelerindeki aile yapısı, gerçek bir
aile yapısını yansıtmaz. Eski yazmalarda Hoca’nın ailesi ile aile üyelerinin
birbirleri ve ana babaları ile ilişkileri bir acayiptir. Ailede bir otorite boşluğu
vardır. Ne Hoca, ne karısı ailede birliği ve dirliği sağlayacak bir otoriteye
sahip görünür. Herkes kendi başına buyruktur. Kimse ötekini sever sayar
görünmez. Bu ailede, cinsel olsun olmasın, insan içgüdülerini sınırlayan
hiçbir değer yoktur. Gerçek aile ilişkilerinden söz edilemez, sadece bir
karmaşanın hüküm sürdüğü ilişkiler içindedir aile. Bu aile nazari (hipotetical)
bir birimdir. Öyle bir birim ki, orada kişinin bağımsızlığına sınırlar getiren aile
kurumundaki bütün sorunlar ve gerginlikler dehşetli abartılarak ve
gülünçleştirerek anlatılmış.
Eski hikâyelerde Hoca’nın ailesinde beliren en açık öğe karı ile
kocanın otorite için çekişmesidir. Her ikisi de, karşısındakini küçük düşürmek,
aşağı dereceye itelemek ve kendi üstünlüğünü belirtmek için cinseli bir silah
gibi kullanır. Hoca hikâyelerinde cinselden sıkça söz edilir, ama hikâyelerde
anlatılan ailede kadın erkek arasında sevgiye dayanan, olgun bir ilişki
kurulabilmiş değildir. Bu ailede kadın da, cinselin konuşulmasında ve cinsel
93
A. g. e. s. 36–40
Dostları ilə paylaş: |