T. C. Ankara üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ antropoloji (SOSYAL antropoloji) anabiLİm dali



Yüklə 1,25 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə33/80
tarix22.07.2018
ölçüsü1,25 Mb.
#58208
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   80

107 
 
Nasreddin  Hoca  Fıkralarının  Çeşitlendirmelerinde  Türlü  Etkenler  üzerine 
başlıklı  bölümde  ise  fıkraları  zaman  ve  mekân  farklılıkları  içinde  anlatıla  anlatıla 
nasıl  değiştikleri  örneklerle  açıklanmaktadır.  Bu  çeşitlendirme  ve  kökene  inme 
metodunun Fin okulunca ortaya atıldığını Boratav şu şekilde açıklamaktadır:  
Birbirinden  çok  uzak  ülkelerde,  farklı  kültür  alanlarında  yaygın 
çeşitlenmeleri  olan  tipler  konusunda  bu  sorunun  çözümlenmesi  çetin  olur. 
Finlandiyalı  folklorcularca  oluşturulduğu  için  “Fin  yöntemi”  diye  de  nitelenen 
“tarihi-coğrafi  yöntem”  uygulanarak  yazılmış  monografyalar  bu  türden 
girişimin ürünleridir. Birçok bilgin bu yöntemle bir fıkranın, bir masalın kökeni 
konusunda  kesin  sonuca  vardıklarını  sanmışlardır.  Ne  var  ki,  günün  birinde, 
onların  dayandıkları  belgelerden  daha  eski  bir  belge  ya  da  araştırmalarının 
dışında  kalmış  ülkelerin  birinden  yeni  bir  metin  bulunmasıyla  vardıkları 
sonuçlar altüst oluvermiştir. Bunun içindir ki günümüzde araştırmacılar artık, 
bir anlatı tipinin “kökeni” yerine “ilk belirme çağı –veya- yer”inden söz etmeyi 
yeğliyorlar.  Boratav  verdiği  örneklerden  birinde  Nasreddin  Hoca  fıkrası  ile  Oğuz 
destanının bir epizodunu şu şekilde karşılaştırmaktadır:  
Anlatının  tam  biçimiyle  yazıya  geçmiş  en  eski  Türk  çeşitlemesi  17. 
Yüzyıldan, ama 15. Yüzyılda yazıldığını kestirdiğimiz Dede Korkut Kitabı’nda 
oldukça değişik bir çeşitlemesini buluyoruz: 
“Salur  Kazan’ı  kâfirler  tutsak  ederler  ve  bir  kuyuya  atarlar.  Tekfurun 
karısı:  “Bu  nasıl  bir  adammış?”  diye  merak  ederek  kuyunun  ağzına  gelir  ve 
Kazan’a  seslenir;  halini  hatırını  sorar.  Kazan:  “Halimden  memnunum. 
Ölülerinize  verdiğiniz  aşları  yiyorum;  hem  de  onların  iyi  koşanlarına  binip 


108 
 
geziyorum.”  der.  Kadın:  “Aman,  benim  yedi  yaşında  bir  kızım  ölmüştür;  ne 
olursun  ona  binme.”  Diye  yalvarınca,  Kazan:  “Ölüleriniz  içinde  en  iyi  koşan 
odur;  ben  ona  biniyorum.”  cevabını  verir.  Kadın,  Kazan’ın  bu  yalanlarına 
kanar; gider, kocasına yalvarır… Kazan’ı kuyudan çıkarırlar…” 
Oğuz  destanının  bu  epizodu  Nasreddin  Hoca  fıkrasını  çok  uzaktan 
andırıyor,  ama  ikisinin  ortak  bir  kaynaktan  geldiğini  düşünmek  yanlış  olmaz 
sanıyorum.  Nitekim  Nasreddin  fıkralarının  bir  çeşitlenmesinde  kadının 
sorusuna hoca’nın verdiği cevap, öteki çeşitlenmelerdeki gibi “cehennemden” 
yerine  “ölünün  köründen”  biçimindedir.  Ölünün  körü  (yani;  ölünün  mezarı
sözü, tıpkı cehennemin dibi gibi, yersiz sorular ile insanı baştan savmak için 
kullanılan bir deyimdir Türkçemizde. 
Kelimelerin  yanlış  anlaşılmasına  ya  da  kelimelerin  birbirinden  farklı 
anlamlarının  birbirine  karıştırılmasına  dayanan  bir  hileye  başvurma”  diye 
niteleyebileceğimiz bu motif, birbirinden çok uzak ülkelerde ve çok ayrı kültür 
ortamlarında  yaygın  bir  anlatı  tipinin  temel  öğesi  olmuştur.  İncelediğimiz  bu 
birkaç  örnek,  anlatı  tiplerinin  bir  dilden  bir  başka  dile,  bir  kültür  ortamından 
başkasına  geçerken  karşılarına  dikilen  ve  aşılmaz  sandığımız  engelleri 
gidermenin de yolunu bulduklarını gösterir.
84
 
Boratav’ın  kitabında  kullandığı  bu  makalesi  de  Folklor  ve  Etnografya 
Araştırmaları  adlı  dergide  yayınladığı  bir  makalesidir.  Balkan  ülkeleri  geleneğinde 
Nasreddin Hoca başlıklı  makalesinde Boratav, Hoca’nın Osmanlı İmparatorluğunun 
                                                             
84
 Pertev Naili Boratav, Nasreddin Hoca, İstanbul, 2006, s. 65–73 


109 
 
Avrupa  sınırları  içersinde  kalan  bölgelerinde  yaşadığı  maceraları  kısaca 
anlatmaktadır:  
Balkan  memleketlerinde  derlenmiş  anlatıları  da  onun  maceralarına 
sahne  olan  belli  bir  yer  gösterme  gayreti  zaman  zaman  belirir:  Anadolu 
şehirleri  yerine  burada  Debre,  İşkodra,  Üsküp,  Sarayevo,  Ohri  gibi  halkının 
güldürücü  karakterleri  ile  ün  salmış  yerlerin  adı  geçer.  Nasreddin 
hikâyelerinin  bütünü  için  dikkati  çeken  bir  nokta,  bunlardan  bir  bölüğünün, 
özellikle  yapıları  gelişmiş  olanların  uluslararası  halk  masalları  repertuarında 
yer  aldıklarıdır.  Balkan  anlatmalarında  da  bu  bölüğe  girenlere  örnekler 
buluruz. Bir sıra fıkralarda Nasreddin Hoca, etnik ya da çevrelik bir topluluğun 
sözcüsü  olan bir  şahısla  boy  ölçüşür. Boratav bu  boy ölçüşmelerde  Balkanların 
ulusal  kahramanları  Hitar-Peter  ile  Hoca’nın  maceralarından  bazı  kesitler 
sunmuştur.
85
   
Nasreddin  Hoca  fıkralarının  yayılma  alanları  başlıklı  bölüm  Hoca’nın 
Balkanlar  dışında  Türk  dili  konuşan  topluluklar  arasında  nasıl  bir  popülerlik 
kazandığını  açıklamaktadır.  Boratav  ünlü  Romen  vakanüvisi  Kantemir’in  bizim 
Hoca’dan  uzun  uzun  söz  ettiğini  ve  onu  Timurlenk’in  çağdaşı  olarak  gösteren 
hikâyeler  naklettiğini  açıklamaktadır.  Ünlü  Alman  yazarı  Goethe’nin  de  oryantalist 
Frederich  Von  Diez  tarafından  çevrilmiş  olan  beş  hikâye  ile  Hocamızı  tanıdığını 
anlatmaktadır. Bu bölümde oldukça detaylı olarak Hoca fıkralarının yayıldığı alanlar 
ve  bu  alanlarda  Hocanın  diğer  fıkra  kahramanları  ile  olan  maceraları  anlatılmıştır. 
Bölüm, fıkralar başlamadan önce kitabın açıklaması olan en son bölümüdür. Boratav 
bu  uzun  makalesinin  sonuçlar  bölümünde  Hoca  fıkralarının  yayılma  alanları 
                                                             
85
 A. g. e. s. 75–82 


Yüklə 1,25 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə