16
/ Ortadoğu'da Türkmenler (Irak-Ġran-Suriye) Sempozyumu
döneminde Sâsânî sarayından getirilen üç tane prensesten birisi de ġahbanu
adını taĢıyordu. Bu asil kadın, Hz. Ali‟nin oğlu Hz. Hüseyin‟le evlendirilmiĢ
ve ondan on iki Ġmâm‟dan biri olan Ġmâm Zeynelabidin dünyaya gelmiĢtir
47
.
Bu Ġzdivaç elbette ki Arap-Türk kaynaĢmasının ilk belirgin örneğini ve
dolayısıyla da Türk kültürünün Araplar arasında yaygınlaĢmasının ilk adımını
teĢkil etmektedir
48
.
Emevîler dönemi boyunca Arap-Türk iliĢkileri, Arapların Turan-Ġran
coğrafyasında yapmıĢ oldukları savaĢlarla devam etti. Bu esnada Azatlılar
statüsünde olan Türklerin anılan devlet bünyesinde, Arpa olmayan diğer
kesimlerle birlikte dıĢlanmıĢ bir kitle olarak muamele görmeleri ve Hz.
Peygamber ve Hz. Ali‟nin soyundan gelen Müslüman Araplara karĢı yapılan
zulüm politikası sebebiyle sessiz bir tepki siyasetine büründü. Bu dönemde
Türkler, bir taraftan illegal bir siyaset uygulamak suretiyle Emevîlere karĢı
yapılan Ģiî hareketlerine çeĢitli vesilelerle destek sağlarken, diğer taraftan
dinsel, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın her alanında faaliyetlerini
sürdürmeye çalıĢıyorlardı.
D. Abbasî Ġhtilali ve Arap-Türk Diyalogu
Türk varlığı ve kültürünün Irak‟ta kökleĢmesini kolaylaĢtıran en
önemli faktörlerden biri de elbette ki, Emevî devletinin yıkılmasını sağlayan
Abbasî ihtilalı ile Arapların bir millet olarak asil bir millet olan Türklerin
dostluğunu, sadakatini ve müttefikliğini kazanmalarına ve onların nasıl bir
âlicenap bir kavim olduklarını anlamalarına sebep olan Çinlilere karĢı yapılan
Talas savaĢıdır
49
. Bu iki olay, etkileri ve sonuçları bakımından günümüze
Ahkâmihi, Nevâdiru‟l-Mahtûtât, (Thk. Abdussellâm Muhammed Hârûn), Mısır, 1972, c. II, s.
47-48. Ayrıca Bkz. Abdulhalik Bakır, Hz. Ali ve Dönemi, s. 557-560.
47
Muhammed b. el-Hasen eĢ-ġeybânî, el-Ġktisâb fî'r-Rızkı'l-Müstatâb, (Thk. Mahmud
Muhammed Arnûs), DımaĢk, 1938, s. 76-77. Ayrıca bkz. Abdulhalik Bakır,
Ortaçağ Ġslam
Dünyasında Madencilik ve Maden Sanayi, Ankara, 2002, s. 280.
48
Türklerin Ġslam tarihi boyunca Hz. Peygamberin soyundan gelen Ehl-i Beyt
mensuplarına karĢı duymuĢ oldukları hürmet, sevgi ve saygının, inanç, kahramanlık ve yiğitlik
vasfı ve mazlumlara karĢı Ģefkat ve merhamet duygusunun yanında bir de yukarıda anlatılan
akrabalık bağından da kaynaklandığını hatırlatmak isteriz. Bununla da, Malazgirt aslanı
Alpaslan‟ın kılıcına, “lâ feten illâ Ali lâ Seyfe illâ zülfikâr” ibaresini yazdıran sâikin sadece
inanç ve cengaverlikle ilgili olmadığını söylemek istiyoruz.
49
Zilhicce 133 (Temmuz 751) yılında Talas (Taraz) nehri kıyısında bir tarafta Çin ve
Ferganalıların, karĢı tarafta ise Ziyad b. Sâlih komutasında Ġslam ordusu ve Karlukların yer
aldığı meydan muharebesidir. Talas nehri kıyısındaki Atlah mevkiinde cereyan eden bu savaĢ
beĢ gün sürmüĢ ve Ġslam ordusunun önden, Karluk Türklerinin de Çin ordusuna arkadan
Ortadoğu'da Türkmenler (Irak-Ġran-Suriye) Sempozyumu
/ 17
kadar devam eden Türk-Arap iliĢkilerinin en önemli dönüm noktasını teĢkil
etmektedir. Aynı zamanda Orta Doğu ve özellikle Irak coğrafyasında Türk
varlığının kuvvetlenmesine yardımcı olduğu gibi, Türk kültürünün de bütün
yönleriyle anılan topraklarda ilelebet kökleĢmesine ve yaĢamasına zemin
hazırlamıĢtır. Bu iki olay semeresini daha Abbasî devletinin kuruluĢu
esnasında vermeye baĢlamıĢ ve Arapların artık Türkleri, o güne kadar iki
millet arasında adeta bir engel teĢkil eden Farslardan daha yakın bir
mesafeden tanımaya baĢlamıĢlardır. Burada, anılan iki kavim (Türkler ve
Araplar) arasındaki güçlü diyalogu ve kaynaĢmayı sağlayan ve Türk varlığını
ve kültürünü tutkunluk derecesinde benimseyen Abbasî devletinin gerçek
kurucusu ve Bağdat Ģehrinin banisi, dolayısıyla da daha sonraki devirlerde
dilimize, “Ana gibi yâr olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz” Ģeklindeki vecizenin
söylenmesine vesile olan ikinci Abbasî halifesi Ebu Ca‟fer el-Mansur‟un
tarihimiz ve kültürümüzle ilgili uygulamalarından söz etmemiz gerekir. Bu
Abbasî halifesi Arap bir baba ve Berberî bir anneden doğmasına rağmen,
belki de bizim kendi tarihimizdeki meĢhur hükümdarların yapmıĢ oldukları
uygulamalardan daha fazla Türk varlığı ve kültürüne hizmet eden siyasî ve
kültürel uygulamalarda bulunmuĢtur. Onun birinci uygulaması, devletin saray
muhafız birliğini Türk kökenli askerler istihdam ederek oluĢturmasıdır50. el-
saldırması sonucunda Çinliler çok ağır bir yenilgiye uğradılar. Bir habere göre 100. 000 kiĢilik
Çin ordusunun 45000‟i öldürülmüĢ, 25000‟i de tutsak olarak ele geçirilmiĢ, diğerleri ise Çin‟e
kaçmıĢlardır. Bu savaĢın önemli sonuçları Ģöyle sıralamak mümkündür: 1. T‟ank hanedanı,
Batı Türkistan‟ı iĢgal etme emellerinden vazgeçmiĢtir; 2. Karluklar 766‟da Tanrı Dağları
yöresinde bağımsız devletlerini kurmuĢlardır. 3. Bu savaĢtan sonra meydana gelen nüfus
hareketleri, Karahanlı Devletinin kurulması için zemin hazırlamıĢtır. 4. Müslüman Araplarla
Türkler daha yakından birbirlerini tanımıĢlar ve eski düĢmanlıklar yerini bir nevi dostluğa ve
iĢ birliğine bırakmıĢtır. Bu sonucu sonuç, ileride Türklerin Abbasî devletinin askeri gücünü
oluĢturmalarına yol açmıĢtır. Bu savaĢ kültür yönünden de önemli bir sonuç doğurmuĢtur.
Oda Kâğıt üretiminin Çin‟den Semerkant‟a, oradan da Bağdat‟a geçmesini sağlamıĢtır.
Böylece, 178 (794) yılında Bağdat‟ta ilk kâğıt imalâthanesi kurulmuĢtur. Bkz. Ahmet TaĢağıl,
T. D. V. Ġslam Ansiklopedisi, Talas SavaĢı Maddesi, Ġstanbul, 2010, c. XXXIX, s. 501. Kâğıdın
Semerkant‟ta ve Bağdat‟ta imali hakkında bilgi için bkz. Abdulhalik Bakır, “Orta Çağ Ġslam
Dünyasında Deri Tahta ve Kâğıt Sanayi”, Belleten, Cilt: LXV, Sa. 242, Nisan 2001, Ankara,
2001, s. 147-148.
50
Ebu Ca‟fer el-Mansûr Türkleri ordu teĢkilatında istihdam eden ilk Abbasî halifesidir. Bu
hükümdar, Türk kökenli Hammad‟ın hacibi olarak atadı ve ona askeri görevler verdi. Bu
Türk kumandan el-Mansûr‟un ordusu ile birlikte Üstaz Sîs hareketine karĢı savaĢtı. el-Mansûr
döneminde Züheyr adındaki diğer bir Türk Hemedan valisi olarak görev yapmıĢtır. el-
Mansûr‟un oğlu el-Mehdî de aynı politikayı uyguladı ve ġâkir ve el-Mübârek adında iki Türk‟ü
ordusuna kumandan yaptı. Bu uygulama, el-Hâdî, Hârûnu‟r-ReĢîd ve onun oğulları el-
Me‟mun ve el-Mu‟tasım dönemlerinde de daha geniĢ çaplı olarak devam etti. Bkz.