117
başkaldırılar gerçekleşiyordu ve bu başkaldırılar Ricardocu ve Marksist sömürü
kuramından destek alıyordu.
Ortaya çıkışı 1870’lerden çok daha öncesine dayanan marjinalist teori,
1870’lerin başında yayınlanan üç “devrimci” kitabın 1890’larda yarattığı büyük
etkiyle kapitalist sömürü kuramı olan emek değer kuramının yerini aldı ve iktisat
teorisinde hâkim anlayışı ifade etmeye başladı.
Bu dönüşüm, iktisadın insan toplumlarının refahına dair perspektifinde önemli
bir değişikliği ifade eder. Klasik iktisat, insan toplumlarının servetinin artışını konu
edinmiştir. İncelemesi, devinim hâlindeki tarihsel kapitalist ekonomi üzerine olduğu
ölçüde, servet artışı ve bölüşümü de dinamik bir süreç olarak ele alır ve bu anlamda
kıt kaynakları veri alan bir tercih teorisi olan marjinalizmin, deyim yerindeyse
kaderciliğinin –aslında “mazeret-füruşçuluk” (Eres, 2014: 19) daha doğru bir
nitelemedir– aksine, refah artışı olanaklarının incelenmesinin araçlarına sahiptir.
Ana akım iktisat, insan toplumunun maddi varlık yaratarak kendini
devam ettirme süreci
konusunda aşamayacağı ve değiştiremeyeceği sevimsiz yasaları ortaya koyduğunu iddia
eder. Bu yasalar tarihsiz ve evrenseldir. Bu durum en yalın hâliyle ana akım iktisadın
kendi kendini tanımladığı o ünlü cümlede ortaya çıkar: “Kıt kaynaklarla sınırsız
ihtiyaçların karşılanmasını inceleyen sosyal bilim.” Bu anlamda bir aczi, çaresizliği ve
daha da kötüsü ister istemez umutsuzluğu içinde taşır, diğer bir deyişle
kasvetlidir. Şunu
belirtmekte fayda var ki maddi varlık üretiminin örgütleniş biçiminin tarihsel bir niteliği
olduğunu ve insan toplumunun değişmez yasalarla sonsuza dek esir alınmış olmadığını
ileri süren birçok iktisadi düşünce ekolü de mevcuttur ve onların bir kısmı buldukları
tarihsel iktisadi yasaları dünyayı değiştirmek için kullanmayı da görev edinmişlerdir.
Bilimci olmadığı için bilimsel olmadığı çamuruna sokulmaya çalışılan Marksist sosyal
bilimlerin yarattığı korku ve nasıl baş edileceğini bilmeme duygularının nedenlerinden
birisi de bu eleştirel dönüştürücü niteliği en kuvvetli şekilde taşıyor olmasıdır (Eres, 2015:
67).
118
Üretim tarzını dönüştürücü nitelik taşıyan Marksist kuram, iktisat biliminde
insan toplumlarının refahının artışına en fazla önem atfeden kuramdır.
Fakat Marksist
kuramın toplumun refah artışını salt maddi zenginliklerle ölçmediği gözden
kaçırılmamalıdır. Marx’a göre insan, fiziksel ve ruhsal yaşam güçlerini özgürce
kullanabilmeli, özgür bireysel gelişimini sağlamalı; insanın yetenekleri ve ihtiyaçları,
üretici güçlerin ve bilimin gelişmesine koşut olarak gelişmeli ve çeşitlenmelidir.
Bunun mümkün olabileceği tek üretim tarzı, üretici güçlerde muazzam ilerleme ve
halk kitlelerinin yaşamında muazzam sefalet yaratan kapitalizmin yıkımıyla kurulacak
olan komünizmdir. Kapitalist üretim tarzında zenginlik artışının kaynağı yığınların
artık emeği olduğundan insanın özgür ve çok yönlü gelişiminin sağlanması mümkün
değildir.
Antik yazarlarda, hangi toprak mülkiyeti biçiminin vb. en üretken olduğu, en büyük
serveti yarattığı konusunda tek bir araştırmaya rastlanmaz. Cato pekala tarlaların nasıl
işlenirse en verimli olacağını incelemiş olabilir; hatta, Brutus parasını en yüksek faiz
hadleriyle borç vermiş olabilir, ama servet, üretimin amacı olarak gözükmez. Araştırılan,
daima, hangi mülkiyet biçiminin en iyi yurttaşları yaratacağıdır. Servet başlı başına bir
amaç olarak sadece, Ortaçağ toplumundaki Yahudiler gibi, eski dünyanın gözeneklerinde
yaşayan birkaç tüccar ulusta -carrying-trade tekelcilerinde- görülür. Servet burada bir
yandan bir şey, bir nesnedir, maddi bir üründe nesnelleşmiştir ve nesne karşısında insan,
özne rolündedir; öte yandan, bir değer olarak, servet, salt yabancı emeği elde etme
gücüdür, ama tahakküm amacıyla değil, salt kişisel tatmin vb. için. Tüm biçimlerinde
servet, ya bir nesne olarak ya da bir nesne tarafından dolayımlanan bir ilişki olarak,
bireyin yanında, dışsal, raslansal bir şey olarak duran maddi bir varlık, bir şey'dir. Bu
nedenle, hangi dar ulusal, dini, politik sınırlar çerçevesinde tanımlanırsa tanımlansın,
insanın daima üretimin nihai amacı olarak belirdiği eski dünya görüşü, insanın amacının
üretim, üretimin amacının da servet olarak gözüktüğü modern dünyaya oranla çok yüce,
çok soylu gözükür. Oysa dar burjuva biçiminden sıyrıldığında, servet, gerçekte bireysel