Microsoft Word kip\307aklar



Yüklə 0,83 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə20/34
tarix19.07.2018
ölçüsü0,83 Mb.
#57002
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   34

fakat pek uzun değildi. Süvâriler, Derbent önlerinde umutsuzca durdular. İleriye yol sımsıkı 

kapalıydı. 

Derbent  şehri,  batı  dünyâsının  güvenilir  bir  muhâfızı  olarak  görünüyordu;  o,  dağların 

zirvesinde zaptolunmaz bir kale olarak duruyordu. Kaleden deniz kenârına kadar yüksek bir 

taş duvar uzanıyordu; bu duvar, İran’a ve Roma imparatorluğuna giden yolu, emniyetle ikiye 

ayırmıştı.  Duvar  çok  yüksek  ve  öyle  genişti  ki,  üzerinde,  caddede  gibi,  kağnıyla  gidip 

geliyorlardı. 

Şehir,  bu  duvarla  yaşadı.  Daha  doğrusu,  meşhur  kapılarıyla  yaşadı:  Onları,  mal  ve  para 

almak için, ticâret kervanları önünde açıyorlardı. 

Türk  atlılarının  önlerinde  bu  kapılar  sımsıkı  kapalı  idiler...  Büyük  kavimler  göçü,  burada, 

Kafkas dağları önünde durdu: Sağda dağlar yükseliyor, solda deniz çalkalanıyordu. İlerisi ise 

çıkmaz yoldu. Gidecek başka yer yoktu. 

Gezegende ise, III. yüzyıl, ikinci yarısını sayıyordu. Türk dünyâsında durgun yıllar başladı. 

KAFKAS


 

Derbent  kapılarının  gerisinde  uzanan  ülke,  Kıpçakları  kendisine  çekti.  Kendi  bilinmezliğine 

çekti.  O,  farklı  kültürüyle,  Doğu  bozkır  dünyâsı  için  yeni  idi.  Türkler,  Avrupa  ve  Roma 

imparatorluğunu, tabiî ki, daha önce işitmişlerdi. Fakat, onları hiç görmemişlerdi. 

Kendilerini bir çıkmazda bulan Türkler, Gök Tanrı’ya inanıp güvendiler... 

Deşt-i Kıpçak, kendi  düzenli  hayâtını devam  ettirdi: İnşaat yaptılar,  demiri  erittiler,  ürünler 

ve hayvanlar yetiştirdiler. İnsanlar, bayramları ve düğünleri kutladılar; çocukların doğumuna 

sevindiler;  yakınlarının  öteki  dünyâya  göçüşüne  üzüldüler.  Her  şey,  her  zamanki  gibiydi. 

Hayat, mûtad yoluna acele etmeden aktı. 

Kafkas’ta Türk köyleri ortaya çıktılar; yeni şehirler yükseldiler. Onlardan  biri  de Hamrin’dir. 

Şehir, Kafkas târihçilerinin yarısından çoğunun zikrettikleri kutsal bir ağaçla şöhret bulmuştu. 

“Tengri-Han” adlı ağaçla. 

Şüphesiz,  sözü  edilen,  paganlardaki  gibi,  alelâde  bir  kutsal  ağaç  değildir...  Hiç  de  değil... 

Türklerde, kendisinde Yüce Tengri’nin yaratmış olduğu her şeyin birleştiği bir “evrensel ağaç” 

efsânesi  yaşıyordu.  (Bu  durumda,  "Hoday”  –“Kurucu”,  “Yaratıcı”  –  sözüyle  Tengri’ye 

yönelmek âdetten idi). 

Evrensel ağaçla ilgili öğreti, tam bir ilimdir; onu kavrayan kişi, bilge (hakîm) oluyor. O, bir 

dünyâ modeli görüyor ve dünyânın nasıl yaratıldığını anlamaya başlıyor. Bu ilme Avrupa’da 

felsefe diyorlar. 

Evrensel  ağacın  dalları  göğe  ulaşıyorlar,  Tanrı’ya  ve  kuşlara  ait  oluyorlar.  Ağacın  kökleri 

derine, Cehenneme, Yılan’ın krallığına gidiyorlar. Gövdesi ise, dünyânın ortasında bulunuyor; 

burada insanlar, atlar ve vahşî hayvanlar yaşıyorlar. 

Hayat  ağacı,  ebedîdir;  Tanrı’nın  ebedî  oluşu  gibi.  Onu  görmek  mümkün  değildir;  Tanrı’yı 

görmek mümkün olmadığı gibi. 

Efsâneye  göre, ruhlar ve fikirler hayat ağacının üzerinde,  bir dünyâdan öbürüne geçiyorlar. 

İnsana  asıl  o,  evrensel  ağaç  bilgi  veriyor...  Hamrin  şehri,  ya  bilgelerin  ve  filozofların  şehri 

olduysa?  Ya  burada,  evrensel  ağacın  dallarının  örtüsü  altında,  Kıpçaklar,  Tengri’nin 

nasihatlerini diledilerse?.. Etraf düşman bir dünyâ ile çevrili. 




Sonradan Hamrin şehrinde tapınaklar,  daha  sonra da mescitler yaptılar. Fakat ağaç, şehrin 

asıl  kutsalı  olarak  kaldı...  Şimdi  orada  Kayakent  köyü  var.  Tam  bir  şehir  planlı  köy.  Köyün 

kenârında ise, geçmişin hâtırası olarak, kutsal “Tengri-Han” ağacı yetişiyor... Kumuklar, tabiî 

ki,  bâzı  şeyleri  unuttular;  hayat  ağacı  hakkında  fazla  bir  şey  bilmiyorlar;  fakat,  Kayakent 

köyünde yetişen ağaca yönelik husûsî saygıyı muhâfaza ediyorlar. 

Ağaca kendi gelecek anılarını mı?! 

...O  sırada  –III.  yüzyılda–,  dünyâda  büyük  hâdiseler  filizleniyordu.  Bunlar,  Derbent 

duvarlarının yanı başında başladılar ve önceleri Türkler olmaksızın yol aldılar. Fakat, onların 

önde gelen iştirakçilerinin ve başlıca itici güçlerinin asıl Kıpçaklar olması gerekiyordu. 

Eskiçağ bilgeliği, “Tengri’nin takdîrinden kaçılmaz”, diye öğretiyor. 

İnanılmaz  bir  şey,  ama  gerçek;  Derbent  kapıları  kendileri  açıldılar!..  Bozkırlıların  katkısı 

olmadan. Mâlumdur ki, temiz fikirleri Gök (Tengri) göndermiştir; onlar iz bırakmadan geçip 

gitmiyorlar. Sonraki Kafkas ve bütün Avrupa târihi, bu kanaati veriyor. 

Kendilerine  âit  olan  uzak  Kafkas-ötesinde,  İran’la  yaptıkları  savaşı  ümitsiz  bir  şekilde 

kaybeden  Ermeniler,  Kıpçakların  gelişini  haber  almışlardı.  Onlara  güçlü  bir  müttefik 

gerekliydi; Ermeniler, Hamrin şehrine giden yolu buldular. Avrupa’da Türkleri ilk olarak onlar 

tanıdılar. Derbent’in atlılara yol vermesi için her şeyi yaptılar. 

Ermeni kralı I. Hazroy, müttefik konusunda yanılmamıştı. Kıpçaklar, düşmanı savaşta tam bir 

bozguna uğratarak, onu korkunç bir biçimde yere serdiler. Savaş bununla bitti. Ermenistan, 

İran’ın  idâresinden  çıktı;  Türkler  ise,  Derbent’i  ve  Hazar’ın  batı  sâhillerinin  tamâmını 

hâkimiyetleri altına aldılar... 

Bugünkü Âzerbaycan’da o güzel zamanlardan kalma bir çok iz vardır. Meselâ, Kıpçak köyü ve 

Gence  şehri.  Hattâ,  çok  az  tanınan  başka  köylerde  ve  şehirlerde  bile  Büyük  kavimler  göçü 

devirlerinin hâtıraları vardır. Gusar şehrine dikkatlice bakmak gerek; bu, onun bugünkü ismi; 

fakat,  anlaşılan,  Geser  isminden  geliyor...  Türk  dünyâsı,  o  sırada  –III.  yüzyılda–,  Kafkas’a 

her  türlü  hakka  sâhip  olarak  girdi.  Buraya  kök  saldı.  Ebediyyen,  Kafkas  ve  bütün  Avrupa 

kültürlerinin bir parçası oldu! En inanılmayacak buluşlar, burada böyle mümkün oldu. 

Türklerin Kafkas’a girişi, dünyâ târihinin olağanüstü bir hâdisesi idi! Atlıların gücü (herkesin 

hesâba  katmak  zorunda  olduğu  yeni  bir  ordu),  müstakbel  Büyük  kavimler  göçü,  onun 

görünen perspektifleri (Kıpçakların ufkunda Avrupa, Yakın ve Orta Doğu göründü), bu hâdise 

içindedir. 

O  sırada,  her  şey,  Kafkas’taki  sıkı  siyâsî  yumakla  bağlantılıydı;  her  şey  kendi  devâmını 

bekliyordu.  Zaman,  global  târihî  hâdiseleri  hızlandırmaya  hazırlanmış,  bir  zemberek  gibi 

sıkılmıştı. Dünyâ, başka bir dünyâ olmaya hazırlanıyordu. 

Avrupa’da  antik  çağın  altına  bir  çizgi  çeken  ve  orta  çağı  başlatan,  asıl  Türklerin  Avrupa’ya 

gelişleridir! Yeni bir Avrupa, artık Türk Avrupa başlıyordu! O, ilk gençlik çağından delikanlılık 

çağına  geçmiş  gibiydi...  Ne  yazık  ki,  târihçiler,  bu  fevkalâde  mühim  hâdisenin  farkına 

varmadılar. 

Kafkas,  elbette,  eskiden  dünyâ  politikasında  husûsî  bir  rol  oynamıştı;  o,  Doğu  ve  Batı 

arasında sınırdı. İki dünyânın sınırı! İran’ın ve Roma imparatorluğunun çıkarları, uzun zaman 

burada kesişti: Yüzyıllarca kanlı savaşlar oldu. 

Ayrıca, batı dünyâsında demir yapımının bilindiği tek yer sâdece Kafkas değildi. O demir ki, 

altından  daha  değerliydi.  (Gerçekte,  demiri  burada  eritemediler;  düşük  kaliteli  olmaktaydı; 



Yüklə 0,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə