TİYATRO
Ankara
Değişen afişler
nkara tiyatroları bu mevsim ta-
lihli çıktılar, yahut talihli eserle
ri sahnelerine koydular. Büyük Ti
yatrodaki "Kral Oidipus" mevsim
başındanberi oynanıyor. Şaka değil,
dört ay, on yedi hafta. Ama buna
rağmen henüz 100. temsilini idrak
edemedi. Sebebi malûm. Büyük Ti
yatroda sahneye konulan eserler
haftada ancak dört defa oynanabi
liyor, üç defa da yerini opera temsil
lerine bırakıyor.
Bu hesaba göre "Kral Oidipus"
Büyük Tiyatroda üstüste 70 defa ka
dar oynanmış olacaktır. Devlet Ti
yatrosu, geçenlerde basına verdiği
resim altı yazılarında, "Kral Oidi-
pus"un 250.000 lira hasılat yaparak
rekor kırdığını da haber vermişti.
Bu rakam gerçekten bir rekordur,
ama, galiba, İstanbulda Gazeteciler
Cemiyeti menfaatına, yüksek fiyat
larla verilmiş olan temsillerin ha
sılatı da hesaba katılmış olacak.
Yoksa Ankaradaki bilet fiyatlarıyla
bu rakamı bulmak kolay değildir.
Piyesler
Büyükte "İhtiras Tramvayı"
u yeni eser, Tenesse Williams'ın
"İhtiras Tramvayı" isimli meşhur
piyesidir. Daha doğrusu ilk meşhur
piyeslerinden biri... Hemen her yerde
oynandı; son hatıra gelen, on sene
kadar evvel, İstanbul Şehir Tiyatro
sundaki temsilleridir. Bu arada ese-
rin filmi de çevrilmiş ve Vivian Le-
igh'nin unutulmaz muvaffakiyeti sa
yesinde bütün dünyayı dolaşmıştı.
İstanbuldaki Karaca Tiyatro da,
aynı müellifin daha sonra yazdığı
piyeslerden üçünü, "Kızgın Dam
Üstünde Kedi", "Gençliğin Tatlı Ku
şu" ve "Orpheus" unu, "bu mevsim
oynanacak eserler" listesinde ilân
ediyor. Ama bu 16 piyeslik listeden
daha bir tanesini, "Tahta Çanaklar"ı,
oynayabildi... İkincisini de bugünler
de çıkarmaya hazırlanıyor.
Devlet Tiyatrosunun "İhtiras
Tramvayı"nı sahneye koymaktan
maksadı, olsa olsa, şu sırada serbest
bulunan sanatkârlardan bu piyese
çok uygun düşecek bir tevziat yap
mak imkânlarını bulmuş olmasın
dandır. Nitekim baş rollerin Yıldırım
Önal, Mediha Gökçer ve Nedret Gü
venç gibi kuvvetli sanatkarlara ve
rilmiş olması da bunu gösteriyor.
Öyle zannediyoruz ki Sophokles'in
antik trajedisinden sonra Tenesse
Williams'ın modern trajedisi de An-
Tenesse Williams
Unutulmaz müellif.
karalılara güzel akşamlar geçirte
cektir. Mediha Gökçerin Blanche ro
lünde büyük bir başarı göstermesi
beklenir. Çünkü bu rol değerli sa
natkarımızın mizacına uygun bir
roldür.. Aynı şeyi Kovalski'yi oynıya-
cak Yıldırım Önal için de söylenebi
lir. İki kız kardeşten Stella'yı oynı-
yacak Nedret Güvençe gelince, ilk
defa Devlet Tiyatrosu ansamblı için
de, Ankaralıların karşısına, çok na
zik bir rolde çıkacak. Ama Nedret
Güvençi İstanbul Ş. Tiyatrosu sah
nelerinden tanıyanlar, onun da kuv
vetli iki partnerinden geri kalmıya-
cağına ve bu rolde ilk Ankara mu
vaffakiyetini kazanacağını kuvvetle
ümidediyorlar.
Odada "Pervaneler"
ünden Geceye"den boşalan Oda
Tiyatrosuna da, bu Cep Tiyatro
su kurulduğundan bu yana, ilk defa
olarak bir telif eser geliyor. Bu te
lif, Cahit Atay adında genç bir kale
min "Pervaneler" ismini taşıyan ilk
tiyatro eseridir ve konusu bir yaban
cı muharririn hikayesinden alınmış
tır. Edebi Heyetin kabul ettiği piyes
önce İzmirde sahneye konulmuş ve
ilk temsilleri orada verilmiştir.
Devlet Tiyatrosu Oda Tiyatrosu
sahnesine, ilk defa olarak, bir telif
eser koymakla, bu sahneyi genç ka
lemlerin eserlerine ayırmak yolunda
ötedenberi temenni edilen bir teşeb
büsün ilk tecrübesini yapmış olacak-
tır.. Bu tecrübenin müsbet neticeler
vereceğinden şüphe etmiyoruz. Çün
kü 65 kişilik bir tiyatro salonu nasıl
olsa daima dolar. Büyük sahnelere
çıkarılmasında tereddüt duyulan
gençlerin yazdıkları ve yazacakları
ilk tiyatro denemelerine de hayat
hakkı tanımak imkânı hasıl olur. Di
ğer taraftan dünyaca tanınmış büyük
müelliflerin meşhur eserleri de, An
karalıların haftalarca, bazen aylar
ca beklemeden seyredebilecekleri bü
yük salonlara kavuşmuş olur.
Küçükde "Son Yağmur"
üçük Tiyatrodaki ikinci telif e-
ser, Orhan Asenanın "Yalan"ı
da 50. temsilini aştıktan sonra, bu
hafta sonunda, yerini yeni bir telif
esere, Perihan Zorlunun "Son Yağ-
mur"una bırakıyor.
Perihan Zorlunun aynı sahnede
birkaç sene evvel bir piyesini daha
görmüştük. "Günah Gecesi" adını
taşıyan bu piyes ümit verici bir zabı
ta piyesiydi. Agatha Christie'nin en
güzel örneklerini verdiği bu tarz ti
yatro eserlerinin yerlilerini bizde Pe
rihan Zorlu vermiş oluyor.
Bir kadın müellifimizin yazdığı
"Son Yağmur"u bir kadın rejisörü
müz, ilk tecrübesini "Sevmek" piye-
siyle ve muvaffakiyetle vermiş olan
Muazzez Kurdoğlu, sahneye koymak
tadır. Dekorlarını da gene Seza Al
tındağ çizmiştir. Bu piyeste Beyhan
Gönenç, Elçin Saracoğlu gibi istidatlı-
gençlere mühim vazifeler verilmiş
tir.
Üçüncüde Aşk resmigeçidi
evlet Tiyatrosu ilânlarına göre
"Dört Albayın Aşkı" temsilleri
ne şubatın ilk günlerinde nihayet ve
rilecek ve Üçüncü Tiyatroda bu pi
yesin yerini tanınmış Fransız müelli
fi Jean Anouilh'un "Toreadorlar Val-
si" isimli bir komedisi alacaktır.
"Toreadorlar Valsi" Anouilh'un
"Fars" adı altında oynattığı en kuv
vetli piyeslerinden biridir Anouilh
bu piyesinde yaşlı ve çapkın bir ge
neralin hususi hayatını, daha doğ
rusu hissi hayatını ele alır. Hasta ve
manyak karısı ile yirmi sonedir se
viştiği romantik sevgilisi arasında
ne yapacağını bilemeyen, sevgilisini
de sonunda genç katibine kaptıran bu
kocamış, fakat gönlü taze kalmış ge
neralin traji komedisine "Bir Gene
ralin Aşkı" da denebilir.
"Dört Albayın Aşkı"ndan son
ra şimdi de "Bir Generalin Aşkı"...
Anlaşılan Üçüncü Tiyatroda bu se
ne askeri bir aşk resmigeçidi seyre-
deceğiz.
"Toreadorlar Valsi"ni Ahmet
Evintan sahneye koymaktadır, de
korlarını Tarık Levendoğlu çizmiş
tir. Piyesin başrolü olan Generali de
Devlet Tiyatrosu kadrosuna bu sene
32
AKİS, 27 OCAK 1960
A
B
G
K
D
pecya
RADYO
katılmış olan ve Ankarada ilk defa
sahneye çıkmaya hazırlanan Münir
Özkul oynıyacaktır. Münir Özkulu
Küçük Sahneden tanıyanlar, sonra-
dan girdiği İ. Şehir Tiyatrosunda
kendisine uygun düşecek ne bir piyes,
ne de bir rol bulunamadığı için ora
da boşuna vakit kaybettiğini üzüle
rek görmüşlerdir. Fakat Devlet Ti
yatrosu "Toreadorlar Valsi" ile Mü
nir Özkulu, bütün sanat kabiliyeti-
ni göstermek imkânını bulacağı, bir
eserde ve rolde sahneye çıkartmış
oluyor. Onun için bu eserin Üçüncü
Tiyatroda büyük bir ilgi ile seyredi
leceğini tahmin ediyoruz.
İstanbul
Şehir Tiyatrosunda
stanbul Şehir Tiyatrosunun iki
sahnesinde program değiştirilmiş-
tir. Bunlardan biri Lâle Tiyatrosu-
dur. Bu tiyatroda sahneye konulan
Namık Kemalin "Akif Bey"i de bek
lenen ilgiyi göremeyince, yerine iki
hafta için Refik Erduranın "Deli"
isimli komedisi tekrar edilmiştir.
"Deli"nin tekrarından sonra bu
tiyatroda Jack Popplewell'in yaz-
dığı, Genco Erkalın da türkçeye çe-
virdiği "Yaramaz Çocuk" isimli pi-
yes sahneye konulmuştur. "Yara-
maz Çocuk"u Devlet Operasından
ayrılan Aydın Gün sahneye koymuş,
aynı piyeste eşi Azra Gün de mühim
bir rol almıştır. Böylece iki opera
sanatkârımız şimdilik operayı bıra
kıp tiyatro sahasına geçmişler, de
mektir. Fakat bu muvakkat bir ge
çiştir. Aydın Gün yeni kurulmakta
olan İstanbul Operasının hazırlık -
larıyla meşgul olmaktadır, bu hazır
lıklar biter bitmez de ilk opera faa
liyetine, bu kısmın müdürü olarak
başlıyacaktır.
ŞehirTiyatrosunda program de
ğiştiren ikinci sahne Komedi bölü
müdür. Burada oynanmakta olan Çe
tin Altanın "Tahtaravalli" piyesi
ümidin üstünde bir rağbet görmüş
ve nihayet geçen hafta yerini Cevat
Fehmi Başkutun yeni komedisi "Ö-
bür Gelişte" ye bırakarak Eminönü
Bölümüne geçmiştir.
Cevat Fehminin yeni piyesini
Vasfi Rıza Zobu sahneye koymuş,
başrölünü de kendisi almıştır. İlk
temsiller İstanbul seyircisinin ilgi ve
rağbeti ile karşılanmıştır. "Paydos"
müellifinin yeni piyesiyle Komedi bö
lümünde yeni bir muvaffakiyet kaza
nacağı tahmin edilmektedir. Çünkü e-
serin mevzuu caziptir ve kurdukları
birçok hayalleri dünyaya bu gelişle
rinde gerçekleştiremeyen insanların
"Öbür Gelişte" ne hal aldıklarını ve
neler yapabildiklerini göstermekte-
dir.
A. B. D.
Payola
ayola, amme hizmetlerinde suis
timalin ve ahlâksızlığın pek kü
çük ölçüler içinde vuku bulduğu A-
merikada, bugünlerde çoğunluğun
zihnini ve dilini çalıştıran bir mevzu
dur. Günün hâdisesi haline gelişine
bakılırsa "payola" büyük bir skan
dal sayılabilir. Fakat hâdise, hoş gö
ren bir gözle bakıldığında incir çe
kirdeğini ancak dolduracak kadar
küçüktür ve önemsizdir. "Payola"
nedir. "Payola, plâk imalâtçılarının,
radyo istasyonlarındaki "disc joc-
key"lere, bazı plâkları tanıtmaları
için para veya mal olarak ödedik
leri bir çeşit rüşvettir. "Disc Joc-
key" Amerikancada, radyo ve tele
vizyon istasyonlarında, popüler mu
siki plâklarını "izahlı" olarak dinle
ten konuşmacılara verilen isimdir.
Bir popüler musiki plâğının üzerin
de ancak o plâğı yerin dibine batır
mak için ciddî ve akla yakın lâf edile
bileceğinden, disc Jockey'lerin ise bu
yolda konuşmaları maksada aykırı
düşeceğinden, bu çeşit plâklarla ilgi
li sözler çoğu kere birtakım soğuk
esprilerden ibaret kalmaktadır. Oysa
Amerikada disc Jockey'ler, hele yir
mi yaşına varmamış gençler nezdin-
de, dediklerine kutsal kitabınkiler
kadar önem verilen şahıslardır. Bu
sebeple, vazifesi yeni çıkan plâkları
birkaç övücü sözle ve sözde birkaç
nükteyle, dinleyicilerine sunmak o-
lan bir disc Jockey, herhangi bir plâ
ğı ötekilerden daha fazla överek ça
lıyorsa, yahut bir plâğı haftada onbeş
kere, ötekileriyse daha az dinletiyor-
sa, disc Jockey'in lûtfuna mazhar ol
muş o plâğın satışı derhal artar; bin
leri, yüzbinleri, bazen de milyonları
bulur. Disc Jockey'in bir plâğa gös
tereceği lûtfu ise plâk kumpanyala
rının hediyeleri ayarlar. Disc Joc
key, plâk kumpanyalarından para
veya mal olarak aldığı hediyelerin
çokluğu ve değeri nisbetinde, en zi
yade cömert olan kumpanyaların
plâklarına en büyük lûtfu gösterir.
Tesirleri Avrupa memleketlerine, hat
tâ Türkiyeye kadar bile uzanan
"Haftanın en iyi plağı" listeleri,
işte bu şartlar dahilinde meydana ge
lir. Plâk kumpanyası payola'yı öder;
disc Jockey, payola ödiyen kumpan
yanın plâğını ötekilerden daha çok
çalar ve daha çok över; disc Jockey
çaldı ve övdü diye halk o plâğı beğe
nir ve satın alır. Satış arttığı için o
plâğın en iyi plak olduğu kararına
varılır ve listenin bir numaralı plağı
böylece tâyin edilir.
Bütün bu olup bitenleri kanunla-
ra ve ticaret ahlâkına aykırı gören
Federal Ticaret Komisyonu şimdi
hadiseye el koymuştur. Komisyon
irili ufaklı 15 plâk firmasını, disc
Jockey'lere ve plâk bayilerine "gay
rı kanuni hediyeler" vermekle ve "ak
si halde satılmayacak olan plâkların
bu yolla satışını sağlamakla" itham
etmektedir. Federal Ticaret Komis
yonunun disc jockey'lere ve plâk ba-
yilerine lâyık gördüğü bu itham
aslında halka, plâk alıcılarına tev
cih edilmiş sayılabilir. Plâk imalât
çılarının, satışlara tesir edecek şa
hıslara "hediye" vermeleri, eninde
sonunda pek basit bir ticarî metod-
dan ibarettir ve ahlâkî değeri, rek-
lamcılıktan, ilâncılıktan daha düşük
veya daha yüksek değildir. Fakat
Federal Ticaret Komisyonu, "aksi
halde satılmıyacak plâkların bu yol
da satışını sağlamak" iddiasıyla or-
taya çıkınca, bir yandan bütün popü
ler musiki plâkları "aksi halde
satılamaz" damgasını yemekte
dir: Öte yandan da popüler mu
siki plâklarının alıcıları, kendi
başlarına iyiyle kötüyü ayırt etmek
ten aciz zavallılar durumuna düş
mektedirler. Federal Ticaret Komis
yonunun iddiasından çıkartılabilecek
bu neticeler nitekim birer gerçeği
işaret etmektedirler. Gerçekten, po
püler musiki plâklarının -çok az sa
yıda istisnalar dışında- hepsi, musi
ki sanatının daha soylu ölçülerine
göre, tek bir nüsha bile satmaması
gereken çöplerdir. Bunları, disc joc-
key radyoda çalıyor diye, yahut her
kes alıyor diye satın alan ve dinli
yenler ise kendi başlarına bir mu
siki parçasının iyi veya kötü olduğu
na karar veremiyen, zaten zevkleri
ve bilgileri böyle şahsî bir davranı
şı uyguluyacak kadar gelişmemiş ki-
şilerdir ve bunların sayısı milyonları
bulmaktadır. Kusur, yalnız Ameri
kan halkında değildir. Payola her
memlekette sökebilir. Nitekim, A-
merikan popüler musikisinin ve "haf
tanın en iyi on plâğı" listelerinin,
Amerikanın Elvis Presley, Ricky
Nelson, Connie Francis vs. gibi "yıl
dız" halk şarkıcılarının Avrupa mem
leketlerinde gördüğü rağbet, Ame
rikan payola sisteminin Avrupadaki
tesirlerinin sonuçlarıdır.
Mostrada hile
ayoladan sonra Federal Ticaret
Komisyonu geçen hafta, bu kere
doğrudan doğruya televizyona mün
hasır olmak üzere, yeni ithamını a-
AKİS, 27 OCAK 1960
33
İ
P
P
pecya
S P 0 R
çıkladı. Komisyonun bu seferki iddi-
ası şudur: televizyona ilân veren ba-
zı imalatçılar mallarını güzel, cazip
göstermek için göz aldatıcı hilelere
başvurmaktadırlar. Reklamı yapılan
bir nebati yağın piyasadaki başka
yağlardan daha mı kaliteli, daha mı
lezzetli olduğu iddia ediliyor? Rek-
lamı veren firma yağının televizyon
ekranında daha cazip görünmesi için
malını, televizyonun ışık ve görünüş
şartlarına uyacak şekilde ıslatmakta
veya boyamakta, sonra da yağı ek
randa, adı verilmiyen herhangi baş-
ka bir yağla kıyaslıyarak göster-
mekte, fakat tabii ki öteki yağ, görü
nüşünü güzelleştirecek herhangi bir
muameleye tabi tutulmadan ekrana
çıkarılmaktadır. Yahut, gıda madde
lerini buz dolabında bozulmadan mu-
hafaza eden kalay kağıdı imalâtçı
larından biri kendi malının öteki kalay
kâğıtlarından daha mı iyi olduğunu
isbat etmek istiyor? Yapılacak şey
basittir: malı gene, başka bir kalay
kağıdıyla kıyaslamak, fakat öteki
kalay kâğıdını buruşturmayı ihmâl
etmemek... Buna, reklâmı yapılan
kâğıdın içinde muhafaza edilen bir
maddenin tazeliğini göstermek için,
taptaze bir et parçasını ekranda gös
termek, öteki kalay kâğıtlarının işe
yaramadığını anlatmak için de ku
rumuş, bozulmuş bir parça eti onun
yanına koymak yeter.
İşte, halkın alelade bir reklâm
programında bile aldatılmasına göz
yummayan Komisyon meseleye el
koymuş ve hadiseyi, soruşturma için,
Amerikan Temsilciler Meclisinin Ta
li Komisyonlarından birine havale
etmiştir. "Bilgi Yarışı" ve "Payola"
skandallarından sonra, Amerikan
radyo ve televizyon idarecilerinin ba
şını yeni bir derde sokan bu reklâm
hilesi meselesi şimdi Temsilciler
Meclisindedir. Soruşturmalarda Baş
kan Eisenhower"in radyo ve televiz
yon müşaviri, tanınmış aktör Robert
Montgomery de şahitlik etmiştir.
Bilgi yarışı hilelerinin olsun,
"payola" ve reklâm programı skan-
dallarının olsun, önemsizliğine bakı
lırsa, büyük başın derdinin ille de
büyük olması gerekmemektedir. Rad
yo ve televizyonları hususi teşebbü
sün elinde bulunan bir memlekette,
bir eğlence programına veya reklâm
yayınına basit ve zararsız bir hile
karıştırılması hadisesinin, o memle-
leketin resmi makamlarınca ele alın
m a n ve milli bir mesele haline geti
rilmesi, Devletçe işletilen radyolar
da bir milletin ana davalarıyla ilgili
mevzulara yalan hile ve tahrifçilik
karıştırılmasına omuz silkilmesine,
hattâ bunların teşvik edilmesine a-
lışmış bir şarklının kolay kolay akıl
erdiremiyeceği bir iştir.
Klüpler
F.B. nin V.C. ocağı mı?
eçen haftanın sonunda cumarte
si günü Başbakanlığın kapısı ö-
nünde neşeli bir grup görenler, Bey-
fendinin gene vilayetlik isteyen bir
heyeti kabul ettiğini, üstelik vaadde
bulunduğunu sandılar.
Hele zayıf, kır saçlı, hareketlerin
den Karadenizli olduğu açıkça anla
şılan biri diğerlerinden çok daha faz
la keyifliydi. Belli ki Beyfendi ken
disine pek fazla iltifat etmişti. Esa-
sen son günlerde işleri iyi giden bu
adam Karadenizlilere has esprileriy
le her toplulukta, ortalığı kırıp geçi
riyordu. Bu adam D. P. nin transfer
kıymetlerinden Ordu milletvekili
Atıf Topaloğluydu. Yanındakilere
gelince, onlar da Fenerbahçe kulübü-
nün muhalefet cephesini teşkil eden
Fenerbahçeliler..
Fenerbahçe heyeti, Başbakana
ziyaretlerinin bir "V. C ye iltihak"
ziyareti halinde teşhir olunduğunu
görünce pek şaşırdılar. Zira aslında
V. C. bahis mevzuu bile değildi. Fe
nerbahçeli muhalifler arasında, her
yerde olduğu gibi bol miktarda C. H.
P.li vardı. Üstelik Fenerbahçedeki
cereyan, Galatasaray gibi Fenerbah-
çeyi de politikacı idarecilerden kur
tarmak gayretiydi. Halbuki şimdi,
bir emrivaki ve bir politikacı ortaya
çıkıyordu.
Bu parlak ziyareti müteakip Rüş
tü Dağlaroğlunun Ankara Palasta
yaptığı basın toplantısına iştirak e-
den gazeteciler, Dağlaroğlunu müs-
tehzi tebessümlerle dinlediler. Gün
lerden beri "Fenerbahçeli Muhalif
ler" diye bir grubun olmadığını söy
lüyorlar ve bu kelimenin ağızlara bi
le alınmaması lüzumunu ileri sürü
yorlardı. Anlaşılan Dağlaroğluna
Beyfendinin de bu kelimeden pek
fazla hoşlanmadığını söylemişlerdi.
Anlaşılan kongrede iki Karade
nizli karşı karşıya kalacaktır: Os-
man Kavrakoğlu ve Atıf Topaloğlu...
İki Karadenizli Galatasaray - Fe
nerbahçe maçı münasebetiyle Kong
reden evvel 19 Mayıs Stadyumunda
karşı karşıya geldiler. Kavrakoğlu,
Topaloğlunun F . B . heyetini V. C. li
diye Başbakana götürmesinden hiç
memnun kalmamıştı. Bunun klüp için
zararlı olacağı kanaatindeydi. Atıf
Topaloğlu 1946 dan beri D. P. li
Kavrakoğluna fütursuzca "ben Kulü-
bü değil, Partimi düşünürüm" dedi.
Kavrakoğlunun gözleri faltaşı
gibi açıldı. İnsanlar amma da kolay
34
G
"Partim" diyorlardı...
pecya
pecya
pecya
Dostları ilə paylaş: |