396
Bilgi güzelliği aşaması, Leylâ ve Mecnun’da “birlik aşaması” olarak
ifade bulur. Mecnun’un çölde geçirdiği süreçte iyinin ve kötünün,
güzelin ve çirkinin, varlığın ve yokluğun bilgisine de erişmiş, sevginin ve
zulmün farkına da varmıştır. Çöl, şerrin ve zulmün ulaşamadığı, insanın
özündeki iyiliğin korunduğu bir yer olarak ona bu bilgiyi vermiş, insan
dünyasındaki şerden uzak tutmuştur. Çöl, bir ayrılık yeridir, bir yalnızlık
yeridir. Ama orada saflaşma ve arınma sayesinde evrendeki birlik de
keşfedilir. Eğer evrende canlı ve sürekli yaşanan, temelinde sevgi olan bir
birlik varsa, o zaman ayrılığın da olmaması gerekir. Dolayısıyla, bilgideki
güzellik aşaması, Mecnun için, evrendeki birliğin algılandığı, hissedildiği
ve yaşandığı bir aşamadır. Birlik, Mecnun’a Leylâ’dan ayrı olmadığını,
evrendeki birlik içinde ayrı değil, bir oldukları duygusunu verir. Bu birliğin
ruhunu oluşturan şey, sevgidir. Birlik, sevgi içinde oluşur, sevgiyle oluşur.
Bu sevgiyi duymayanlar, varlıktaki birlik ve bütünlüğü de hissedemezler.
Sevgi, ayrı ayrı bedenleri ve canları birleştirir, bir can haline getirir.
Seven ve sevilen arasındaki sen ve ben sınırı ortadan kalkar. Bu husus,
Leylâ ve Mecnun’da “Bizim için gerçek birdir. Birlikte iki ayrı görüntü
bulunmaz.” diye ifade bulur. Bu bütünlükte “âşıklar ten, sevgili ise candır.
Ten gözle görünen, can ise tende gizli olandır” (Fuzûlî, 2006: 403). Birlik
aşamasında, görünür güzelliğe olan bağlılık sona erer. Fiziksel varlığa,
görünür güzelliğe düşkünlük zayıflar. “Sevgilinin fiziksel güzelliğine
meyleden, gönül alıcı sevgilinin yanağından hoşlanan, candır... Benim
canıma yazıklar olsun ki, beni terk edeli çok oldu, cismimde artık bir
başka can bulunuyor. Tenimdeki can, gözümdeki nur ve ciğerimdeki kan
sensin... Sen beni benden kurtardın, ben seni kime şikâyet edeyim. Daima
sen bende tecelli ediyorsun. Ben senden başkaları ile ilişiğimi kesmişim.
Eğer ben ben isem sen nesin ey yar? Ve eğer sen sen isen, ben zavallı neyin
nesiyim?” (Fuzûlî, 2006: 485).
Göreli güzellik yerini tinsel güzelliğe bırakır ve sevgilinin fiziksel
varlığına olan bağlılık zayıflar. Onu kendinde, kendini onda görür. Ben
ve sen kalkar, benin ve senin birliği oluşur. Bu, sevginin olgunlaşmasının
göstergesidir. “Kâmil aşk isteyen şekil güzelliğinden sakınır. Çünkü şekle
bağlanmak, âşığı olgunluk sahibi kılmaz. Şekilcilik aşk ehlinin cehaletine
delildir, hâlbuki akıllı olan bir gün ayrılacak olanla birleşmez.” Ama bunun
için kalbin sevgiyle temizlenmesi, arınması gerekir. Birlik aşaması, artık
şunun ya da bunun güzelliğinin söz konusu olduğu bir aşama değil, tek tek
güzelliklerin kendilerini güzelliğin özünde kaybettikleri bir aşamadır. Zira
“Tevhit ehli idrak sayfasına zülüften ve benden nakış çekmez... Mana ehli
şekil için iradesini asla kaybetmez. Hakikat cevherini mecaz cahilliğine
397
çiğnetmez. Gönül ehli olan suret ehlinin hilesine bağlanmaz” (Fuzûlî,
2006: 489). Mecnun’un Leylâ’yı, Leylâ’nın Mecnun’u tanımaması,
fiziksel varlığa bağlılığın ortadan kalktığını da gösterebilir. Mana âleminde
buluşmak, görünüşe değer verme, fiziksel ve duyusal güzellik alanında
kalmaktan ötedir. Mana âleminde birleşenler, aşkı orada yaşayanlar, oranın
havası ile kendisini terbiye edenler, görünüşe, şekle, oluşup bozulana
değer vermekten, ona bağımlı olmaktan kurtulurlar. Birlik, böyle bir varlık
yapısı gösterir.
4.5. Mutlak Güzellik Aşaması: Diotima, güzelliğin ve sevginin son
aşamasına gelince, iyice coşar: “Şimdi can kulağıyla dinle beni” diye
Sokrates’i anlatacağı düşüncelerin önemi konusunda uyarır. Bu uyarının
haklı bir gerekçesi vardır: Artık, güzellik aşamalarının sonuna, tüm
güzelliklerin kendisinden pay aldığı ana güzelliğe, mutlak güzelliğe,
“güzelliğin özüne” gelmiştir sıra. “Sevginin şimdi vardığımız yerine kadar
götürülen adam, bütün güzel şeyleri birbiri ardı sıra ve gerekli düzen
içinde gördükten sonra, girdiği yolun sonuna ulaşarak, birdenbire eşsiz bir
güzellikle, güzelliğin özüyle karşı karşıya gelecek. İşte buna ermek içindi
bütün emekleri. Bu güzellik artık hep var, doğumsuz, ölümsüz, artmaz,
eksilmez bir güzelliktir, bir bakıma güzel, bir bakıma çirkin, bugün güzel,
yarın çirkin, şuna göre güzel, buna göre çirkin, bir yerde güzel, bir yerde
çirkin bir güzellik değildir. Bir güzellik ki, kendini bir yüzle, elle, ayakla,
bedene bağlı hiçbir şeyle göstermeyecek, ne bir söz olacak, ne bir bilgi, bir
canlıda, belli bir varlıkta bulunmayacak, ne canlıda, ne yerde, ne gökte,
hiçbir yerde, kendi var, kendinden var, kendisiyle hep bir örnek. Bütün
güzellikler ondan pay alır; kendisi onların parlayıp sönmeleriyle ne artar,
ne eksilir, ne de bir değişikliğe uğrar” (Platon, 1995: 68).
Güzelliğin bu aşamasında, sevgi de en üst seviyeye kavuşur. Birdenbire
“güzelliğin özü” ile karşı karşıya gelen kişi, o anda, bir ömrü dolduracak,
bir hayatı yaşanmaya değer kılacak bir sevinç ve mutluluk yaşar. “İnsanın
salt güzellikle karşı karşıya geldiği o an yok mu, sevgili Sokrates, işte yalnız
o an için insan hayatı yaşanmaya değer! dedi Mantineialı yabancı kadın.
Günün birinde onu görürsen hiçe sayarsın artık altınları, süsleri püsleri, o
şimdi aklını başından alan, hep yanlarında kalmak, yüzlerine bakmak için
seni de herkes gibi yemekten içmekten eden sevgilileri. Düşün ne olur,
bir görebilirse insan güzelliğin kendini, her şeyden soyunmuş, arınmış,
katıksız! İnsanın tenine, bedenine, rengine, daha bir sürü ıvır zıvırına
bulanmış güzelliği değil, bir tek görünüşüyle tanrı güzelliğini! Böyle bir
güzelliğe gözleri kaldırıp bakmanın, onunla kaynaşmanın yolunu bulanın