23
illetin sureti, nefsin ve hayatın yaratıcısı olduğunu; buna karşılık iki sayısının
bölünebildiğini, dolayısıyla şerrin başlangıcı ve kötülüğün yoldaşı olduğunu ileri
süren Philo’a göre, bir sayısı Allah’ı; iki, varlığı; üç, bedeni;
dört potansiyel
bütünlüğü, beş sayısı ise, duyusal hayatı sembolize etmektedir. Philo’un şer’î
hükümler konusundaki genel yaklaşımı da yine büyük ölçüde alegorizme
dayanmaktadır. Şer’î yükümlülüklerle ilgili nasslardaki lafzi anlamların karşısına
ahlaki anlamları yerleştiren Philo, dinî yaşantıdaki uygulamaları, kulluk için gerekli
olan ahlaki koşulların birer göstergesi olarak telakki etmiştir.
130
Philo’un sistemleştirdiği alegorik yorum nazariyesi, bilahare Hıristiyan
tefsir/yorum geleneğine intikal etmiştir. Özellikle Kilise Babaları’nın bu yorum
geleneğini benimsedikleri ve kullandıkları görülmektedir. Kilise Babaları, Kitab-ı
Mukaddes’te İsa’ya işaret eden birtakım göstergeler aramışlar ve konuyla ilgili
pasajların literal anlamlarından bağımsız yorumlamışlardır. Mesela, St.
Justin
Martyr, İşaya kitabındaki “Ve reislik onun omuzunda olacak” ifadesine, “Mesih,
çarmıha gerilecektir.” Şeklinde bir anlam yüklemek suretiyle bâtnî te’vilin tipik bir
örneğini sunmuştur. Öte yandan, tefsir ve yorum anlayışını Hıristiyanlıktaki marifet
(gnosis) doktirini üzerine ikame eden İskenderiyeli Clement de (ö. 215) kutsal
metinlerin, esrarlı bir
dil ile konuştuğunu, muhataplarına vermek istediği mesajı
semboller, mecazlar ve alegorilerin arkasına gizleyerek sunduğunu, iddia etmiş ve bu
metinlerin gerçek anlamlarını ortaya çıkarmanın ancak alegorik yorum sayesinde
mümkün olacağını savunmuştur. Büyük ölçüde Philo’dan etkilenen Clement Hz.
Musa’nın getirmiş olduğu şer’î hükümlerden her birinin dört anlam düzeyi olduğunu,
Kitab-ı Mukaddes’in zâhirî formuna itibar edilmesi durumunda, elde edilen anlamın
kişiyi ancak basit bir iman düzeyine ulaştıracağını; buna karşılık, alegorik anlamların
imanın en yüksek mertebesine eriştireceğini iddia etmiştir.
131
Bu
bağlamda, Ahmed Halîl’in Clement’in dört yönlü anlam teorisiyle, İslam
tefsir geleneğinde özellikle Şiiler ve sufilerin, Kur’an’daki her ayetin zâhir, bâtın,
hadd ve muttala’ olmak üzere dört ayrı anlam boyutu olduğuna ilişkin kabulleri
arasında irtibat kurması ve bu iki çevrenin, söz konusu kabulleri Hz. Peygambere
atfettikleri bir takım hadislerle temellendirme yoluna gittiklerini
belirtmesi gerçekten
dikkat çekicidir.
132
İslâm’da zâhir ve batın olmak üzere iki bilgi türünün olduğu görüşü ilk defa
Şiîler tarafından ortaya atılmıştır. Hz. Ali henüz hayatta iken çevresinde toplanan
bazı kişiler ondan başka hiç kimsenin bilmediği bir bâtın ilminden söz etmişlerdir.
Fakat Hz. Ali bu iddiaları reddederek Allah’ın kendisine lutf ettiği zeka ile
nasslardan çıkardığı bazı mânalar dışında herkesin bildiğinden farklı bir ilme sahip
olmadığını belirtmişti. Buna rağmen Şiîler Hz. Ali’nin başka insanların bilmediği
bâtın
ilmine sahip bulunduğu, onun “ilim şehrinin kapısı” olduğu inancını
130
Öztürk,
a.g.e. 149.
131
Öztürk,
a.g.e. 150.
132
Ahmed Halîl,
Neş’etu’t-Tefsîr fi’l-Kutubi’l-Mukaddese ve’l-Kur’ân, İskenderiye, 1954, 5.
(Aktaran, Öztürk,
a.g.e. 150. )
24
sürdürmüşler ve kendisine ait olduğunu iddia ettikleri bazı sözler rivayet
etmişlerdir.
133
Bâtıniliğin İslâm toplumlarına girişi konusunda çeşitli görüşler
bulunmaktadır. Tarihsel süreci Hz. Muhammed (nüzul) dönemine kadar indirilir.
Özellikle huruf-u mukattaa üzerine Yahudilerin çeşitli te’viller yaptıkları rivayetleri
kaynaklarda yer alır.
134
Buna mukabil, özellikle Müslüman araştırmacılar Bâtıniyye-
İsmâilîyyeden Bâbâilik-Bahâîliğe, İhvân-ı Safâ’dan Muhyiddîn İbn Arabî’ye kadar
muhtelif fırkaların, felsefi ekollerin ve mutasavvıfların Kur’an ve hadis nasslarına
yönelik bâtınî yorumlarının köken itibarıyla Philo’un alegorizmine dayandığına
ilişkin kesin yargılarda bulunmuşlardır. Buna rağmen “Yahudi ve Hıristiyan
düşüncesindeki bu te’vil anlayışının İslam dünyasındaki bâtnî te’vilciler üzerindeki
etkisi hangi yolla gerçekleşti?” sorusu sorulmaktadır. Söz konusu sorunun cevabı
genellikle Medine Yahudilerinde aranmaktadır. Arap Yarımadasına
ne zaman
yerleştikleri bilinmemekle birlikte başta Medine olmak üzere yarımadanın çeşitli
bölgelerinde çok sayıda Yahudi kabilesinin yaşadığı, tarihsel verilerle sabittir. Öte
yandan nüzul dönemi Medine’sinde Yahudilerin ‘Beytülmidras’ diye bilinen bir
eğitim-öğretim kurumlarının olduğu ve Hz. Peygamber başta olmak üzere bazı
sahabelerin Beytülmidras’a gidip onlarla tanıştıkları bilinen bir husustur. Yahudiler
nezdinde, Tevrat’ın yüceltildiği bir yer olarak telakki edilen ve Sinegog’dan bile
üstün sayılan Beytülmidras müessesesinin, fonksiyon itibariyle Tevrat’ın derûnî
anlamlarının keşfetmeye yönelik yorum faaliyetlerine mahal teşkil ettiği göz önüne
alındığında, bâtınî te’vil yönteminin ilk dönem Müslümanlarının yanı başında bizzat
Yahudiler tarafından uygulandığını rahatlıkla söylemek mümkündür. Kaldı ki,
oldukça eski tarihli İslam kaynaklarındaki bazı kayıtlar,
nüzul dönemindeki Medine
Yahudilerinin, bâtınî te’vilin vazgeçilmez enstrümanlarından biri olan cümel
hesabına dayanarak Kur’an ayetlerindeki bazı harflerden kehanet tarzında bir takım
anlamlar çıkarma konusunda da bilgi sahibi olduklarına işaret etmektedir.
135
Her ne kadar Philo ve Hıristiyan Babalar’ın te’vil yöntemleri örnek alınmış
gibi görünse de İslamiyet’in ilk dönmelerinde özellikle meseller ilgili ayetler üzerine
yapılan sembolik yorumlar, ifadelerin literal anlamlarından bağımsız olsalar da,
Kur’an’ın özüne ve iletmek istediği mesajlara ters düşmeyen,
bilakis bu mesaja
derinlik ve manevi bir boyut katmayı hedefleyen bir karaktere sahiptir.
Ne ki, sahabe asrının sonlarına doğru ortaya çıkan siyasi çatışmalar ve
kamplaşmalarla birlikte , söz konusu te’villerin, gerek yöntem gerek içerik gerekse
amaç bakımından hızla değişmeye yüz tuttuğu görülmektedir. Kur’an’ın tamamen
subjektif kabullerle te’vil edilmesine ‘Gâliyye’ namıyla meşhur aşırı Şiilerin öncülük
ettikleri dikkati çekmektedir.
136
Gâliyye sözlükte “haddi aşmak” manasına gelen gulüv kökünden çoğul
anlamında bir nisbet ismi olup “itidal çizgisini aşanlar” demek olur. Mezhepler
tarihiyle ilgili olarak eser yazan Sünnî ve Şiî müellifleri, gâliyye terimini
genellikle
133
Süleyman Uludağ, “Bâtın İlmi” ,
DİA, V. 188.
134
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Mustafa Öztürk,
Kur’an ve Aşırı Yorum: Tefsirde Bâtınilik ve
Bâtıni Te’vil Geleneği, Ankara, 2003, 51-65.
135
Öztürk,
a.g.e. 156-157.
136
Öztürk,
a.g.e. 164.