Zor dönem devrimcileri (Not 1: Parentez içindeki rakamlar kitabın orjinal sayfa numarasıdır. Sayfa numaraları o sayfanın sonunu işaretler)



Yüklə 1,22 Mb.
səhifə53/53
tarix04.12.2017
ölçüsü1,22 Mb.
#13785
növüYazı
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   53

Kızıl Bayrak, DMP, Özgür Gelecek, Alınteri, Halkın Günlüğü, Halkevleri, Tohum Kültür Merkezi, Nakliyat-İş, Hedef, Direniş, Mücadele Birliği, Gebze’den gelen tutsak anaları ile aralarında yaşlı komünist Ali Eriş’inde bulunduğu duyarlı insanların katılımıyla yaklaşık 300 kişilik kitle, saat 12:00 de cemevi önünden harekete geçti. Açılan “Devrimci tutsaklar teslim alınamaz!” “Devrim davası yenilmezdir!” şiarlarının yazılı olduğu Kızıl Bayrak imzalı pankart ile tutsak analarının taşıdığı “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!” şiarının yazılı olduğu pankart altında, sloganlarla mezarlığa doğru yürüyüş başladı.

Devrim şehitleri ölümsüzdür!”, “Ümit yoldaş ölümsüzdür!”, “Ümit yoldaş kavgamızda yaşıyor!”, “Katil devlet hesap verecek!”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “Birlik mücadele zafer!”, “Barikatta bir ses Ümit yoldaş ölmez!”, “Habip yoldaş ölümsüzdür!”, “Anaların öfkesi katilleri boğacak!”, “Katil devlet katil sermaye!”, vb. sloganlarla yürüyen kitle, yolu trafiğe kapatarak yaklaşık 300 metre yürümüşken, önü mezarlık kapısına yakın bir noktada zırhlı araçlar ile yüzlerce polis tarafından kesildi. Kitlenin yürüme kararlılığı(335)karşısında saldırıya baştan hazır olan polis provokatif bir girişimle saldırıyı başlattı. Kortejin yan tarafında bulunan sivil polislerin kortejden insan almaya yönelik girişimine karşı konulmasının ardından önde barikat kurmuş olan yüzlerce robocop ile çevik polis güçleri vahşice saldırıya geçti. Kortej zincirinin daha saldırı olmadan provokasyon nedeniyle çözülmesi, yürüyüşçü kitlenin kendini savunma gücünü zayıflattı. Saldırı karşısında ara sokaklara çekilen kitleye yönelik polis saldırısı devam etti. Polis ava çıkar gibi çevredeki tek tek evlere girerek arama yaptı. Yarım saat boyunca yaşanan arbede sırasında onlarca devrimci ve ilerici insan dövülüp kanlar içerisinde bırakılarak gözaltına alındı.

Devrimci ve ilerici çevreler ile işçi ve emekçi örgütlerinin bir gün öncesinde cenaze törenine katılma çağrısı, cenazenin kaçırılmasından dolayı, temsili cenaze törenine güç olarak yansıyamadı. Bu ise temsili cenaze törenine katılan kitlenin sınırlı olmasını beraberinde getirdi. Buna rağmen kitlenin katliama duyduğu tepki kendisini eylem boyunca ortaya koyduğu öfke ve kararlılıkta ifade etti.

Çete devleti devrimcileri katletmekle, onların cenazelerini sahiplenen kitlelere saldırmakla, kokuşmuş düzenini ayakta tutmayı hedefliyor. Ama başaramayacaklar... Devrimci iradeyi asla teslim alamayacaklar... İşçiler ve emekçiler, kendi geleceklerine yönelik bu alçakça saldırılara izin vermeyecektir.

Devrim şehitleri ölümsüzdür!

Ümit ve Habip yoldaşlar ölümsüzdür!

Devrim davası yenilmezdir!

Kızıl Bayrak/İstanbul(336)

*************************************************

Bir komünistin yaşayanı kadar ölüsünden de korkuyorlar

Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne yapılan saldırıyı Pazar sabahı öğrenir öğrenmez yola çıktık.

Televizyondan öğrenebildiğimiz kadarıyla saldırının kapsamlı ve sonuçlarının ağır olduğu açıktı. Ölümlerden, aynı zamanda Ümit’in ölmüş olmasından korkuyordum. Devrimci bir yaşamı tercih etmemize rağmen, onun ölmesi fikri, sıklıkla rüyalarımda onu ölmüş olarak görmek, bana dehşet verici bir olay olarak geliyordu. Otobüste mola verdiğimizde, Habip yoldaşın şehit düştüğünü ve ismi tespit edilemeyen 7 devrimcinin öldüğünü öğrendiğimde, Ümit’in de bu liste içinde olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşünmeye başladım. Militan kimliğiyle hep kitlelerin önünde yer alan bir devrimci olduğunu, yanı sıra, bir önceki rehin alma(337)eylemi sırasında askerlerin ona yönelik tehditlerini düşündüğümde, bu ihtimal daha da artıyor ve yol çekilmez bir hal alıyordu.

Ankara’ya vardığımızda bilgi almak umuduyla ilk olarak cezaevinin önüne geldik. Gergin bekleyiş sürüyordu. İnsanlar cezaevinde kalan yakınlarına dair merak içinde gelebilecek bir haberi bekliyorlardı. Kitlenin bir kısmı aynı saatlerde Numune Hastanesi'nin önünde, bir kısmı ise İbni Sina’nın önünde bekliyordu. O sırada telefondan ölenlerin isimlerini öğrendim. Yıkılmıştım. Ancak ayakta kalmam ve güçlü olmam gerektiği, yanımdaki anneye de destek olmak zorunda olduğum için kendimi toparladım. Yapılacak çok işimiz vardı. Devletin yaptığı bu vahşice katliama tepkiyi göstermek/örgütlemek, yaralılarımıza sahip çıkmak ve şehitlerimizi teslim almak gerekiyordu. Bundan sonraki uğrak yerimiz Numune Hastanesi oldu. Yaralılarımız bu hastanede yatıyordu ve dışarıda onları da bekliyorduk. Hastanenin önü buluşma adresi olmuştu bir süre sonra. Yaralıların, şehitlerin, sevk edilenlerin, AMK’da kalanların yakınlarının ve devrimci, demokrat insanların toplanma yeriydi.

Cenazelerle ilgili ilk olarak otopsi krizini yaşamaya başladık. Devlet, gerçekleştirdiği katliamın tüm ayrıntılarıyla açığa çıkmaması için otopsiye avukatların alınmasını (onları hukuki olarak da oyalayarak) engelledi. İki güne yayılan otopsi işlemleri sonucu cenazeler ancak Perşembe sabahı alınabilir hale geldi. Bu süre zarfında şehit yakınları olarak sürekli bir arada davranmaya çalıştık. Cenazelerin alınmasındaki tutumumuz ise, 7 cenazenin de (diğer 3 şehit yakını bizden ayrı hareket ediyordu) avukatlarıyla beraber kitlelerin yanında alınabilmesiydi. Ancak devlet birkaç(338) günlük oyalamadan ve desteğin zayıflığından güç alarak, bu cenazeleri de bölmeye çalıştı. Bizim isteğimiz tüm cenazeleri alarak, Karşıyaka Mezarlığı'nda ölülerimizin yıkama, ilaçlama ve şehir dışına çıkacaklar için buzlama işlemlerinin yapılmasını, temsili bir cenaze töreninin ardından Ankara’daki şehitlerimizi toprağa vererek, şehir dışına gidecek cenazelerin buradan ayrılmasını sağlamaktı. Ancak Ankara Emniyeti'nce buna müsaade edilmedi. Şehir dışına gidecek cenazeler işlemleri tamamlanınca polisler eşliğinde sol taraftan, Ankara’da gömülecek cenazeler ise sağ taraftan Karşıyaka Mezarlığı'na gidebilecekti.

Sıra cenazelerin tespitine gelmişti. Önceden kurumlar tarafından yapılan açıklamalarda cesetlerin tanınamayacak halde olduğu söyleniyordu. Şehit yakınları olarak yaptığımız konuşmalar çerçevesinde, teşhis sırasında karşılaşacağımız her türlü tablo karşısında hazırlıklı olmamız, dostun düşmanın önünde yaşanan vahşet karşısında zayıf görünmememiz ve şehitlerimizin gururunu taşıyarak davranmamız gerekiyordu.

Diğer aile fertlerinden önce teşhise ben girmeyi istedim. Birincisi, bir daha görememe riski karşısında belki de son kez görmüş olacaktım. İkincisi, otopsiye avukatların alınmamasını yaşanan katliamın boyutlarını gizleme çabası olduğunu düşünürsek, ön otopsi raporunda ne kadar dar bilgiye sahip olursak olalım, cesedin durumuyla karşılaştırmak istiyordum.

Teşhislerin öncesinde de problem çıkarmaya çalıştılar. Önce tutanakları imzalatmaya, sonra da teşhisi ve teslimi gerçekleştirmeye çalıştılar. Aileler ve avukatlarla bu duruma itiraz ederek, teşhis yapılmadan bir cenazeyi almanın ve ona ait tutanakları hazırlamanın anlamsız olacağını belirttik. Israrımız sonucu talebimiz kabul(339)edildi.

Yanımızda birer avukatla beraber teşhise girmeye başladık. Morgun iğrenç bir havası ve kokusu vardı. Ümit’i dışarıya çıkarmışlardı. Yüzünün ve vücudunun hali ne kadar vahşice saldırdıklarını kanıtlıyordu. Bir yandan son kez yüzüne doya doya bakmaya çalışıyor, bir yandan da vücudundaki yaraları incelemeye çalışıyordum. Femur bölgesinde ölüme neden olduğu iddia edilen kurşun yarası dışında iki bacağında da diz altında kurşun izleri belli oluyordu. (Bir bacağında 1 tane, diğerinde 2 tane tespit edebildim.) Kasık bölgesinin sol kısmında ise, deriyi yarmayan fakat fırlamış kemik görünümünde bir çıkıntı vardı. Kırılmış görüntüsü çiziyordu. Ancak baş bölgesi tanınmayacak bir haldeydi. Darp ve darbe sonucu oluşan morluklarla kaplıydı. Gözün üzerinden enseye kadar izler belli oluyordu. O görüntüler bende ölüm nedeninin beyin bölgesinde darbe sonucu gerçekleşmiş olabileceği fikrini uyandırdı. (Sonradan yıkama işlemi sırasında, sırtında kırmızıya yakın şerit şeklinde belirgin ve kalın bir iz olduğunu gördüm. Demir çubuğun yaratabileceği bir iz görünümündeydi.) Ümit’i de diğerleri gibi öldüresiye dövmüşlerdi. Teşhisin ardından işlemleri bir an önce tamamlattırıp, yıkama ve ilaçlama yaptırılmadan, bu işlemlerin Bolu Devlet Hastanesi'nde gerçekleşeceği garantisi (!) verilerek, sivil araç ve çevik kuvvet eşliğinde Ankara dışına çıkartıldık. Anlaşılan Ankara Emniyeti bizlerden bir an önce kurtulmak istiyordu. Bundan sonra (Bolu’ya da hiç uğramadan) İstanbul’a kadar önümüzde devir teslim yapan polis otolarıyla yolculuk yaptık.

Cenazenin nerede ve nasıl gömüleceği üzerinden organizasyonumuzu ve hazırlığımızı yapmıştık. Tüm yaşamı boyunca devrimci onurunu korumuş bir insanın(340)nasıl bir gömülmeye/törene layık olduğu annesi ve babasıyla konuşulmuş ve ortaklaşılmıştı. Tek kaygımız cenazeyi sabaha kadar bekleteceğimiz morga ulaştırmaktı. Bu çerçevede Çağdaş Hukukçular Derneği ile temas halinde olup, İstanbul’a giriş için hazırlık yapıyorduk.

Gebze çıkışına kadar bir ekip ile gelirken, İstanbul girişinde sayıları 3-4’e çıktı. İstanbul Emniyeti gişelerin çıkışında bizi bekliyordu. Emniyet müdür yardımcısından bilimum polis şefine, panzer, özel tim, çevik kuvvet, yunus yığınağıyla hazırlardı. İlk olarak cenaze arabasına yöneldiler. Yanımdaki avukat arkadaşla birlikte aşağı indik. Şeflerden biri arkadaşa “başınız sağolsun, yakınınız mıydı?” diye sordu ve “avukatım” yanıtını aldı. Bana döndü ve elini uzatarak “sizde mi avukatsınız” diye sorduktan sonra, benim elimi uzatmamam ve “hayır, eşiyim” dememin ardından, nefret dolu bir ifadeyle dişlerini sıkarak, “demek onun eşisin” dedi. Bu ifadeden bile Ümit’e olan nefretleri ortaya çıkıyordu. Yanımıza Emniyet Müdür Yardımcısı ve ekibi yanaştı ve yalnızca baba ile görüşmek istediğini söyledi. Ardından görüşmeye ben de katıldım.

Amaçları belliydi. Bir komünistin yaşayanı kadar ölüsü de onları korkutuyordu. Gerçekleştirdikleri katliama yönelik tepkileri nasıl engelleyebiliriz diye düşünüyorlardı. Yaptıkları konuşma çerçevesinde cenazeye yönelik İstanbul’da ciddi bir hazırlığın olduğu, herkesin cenazeyi beklediği, eğer cenaze “onların” eline geçerse ortalığın kan gölüne dönebileceği, ölenlerin ve yaralananların olabileceği, başka anne-babaların çocuklarından yoksun kalabilecekleri demagojisi ile, aile üzerinde etki yaratmaya çalıştılar. Benim cenazeyi vermeme tutumum karşısında, zaten beni muhatap almadıklarını, anne ve babanın kararının geçerli(341)olduğunu söylediler. Anne ve babanın devrimci fikirlerden uzaklığının da etkisiyle polis gece gömmeyi zorla kabul ettirdi. Benim tutumum karşısında ilk önce sözlü olarak saldırarak (bir gün sonra çıkacak olayların faili olmak şeklinde), ardından bizi de bölerek, aileyi de bana karşı tutum aldırmaya çalıştılar. Bize destek amacıyla gelen bir grup avukatı ise gözaltına alma tehditiyle yanımızdan uzaklaştırdılar.

Karacaahmet’e getirildiğimizde ise tüm hazırlıklar yapılmıştı. Bizim tuttuğumuz mezar yeri kazılmış ve mezarlığın girişinden mezara kadar polis ve özel timle kuşatılmıştı. Alelacele yapılan yıkama vb. işlemlerin ardından, Ümit 20-30 kişilik akraba grubu tarafından gömüldü.



t

Melek Altıntaş(342)

****************************************************

Sermaye iktidarının saldırılarına karşı

barikat olacağız! Hücrelere girmeyeceğiz!

Cellatların döktükleri kan kendilerini boğacak!

Katliamcı rejim hesap verecektir! Ulucanlar katliamına karşı devrimci tutsaklar olarak gerçekleştirdiğimiz rehin alma, barikat, işgal vb. eylemler, şehitlerimizin hesabını sormanın sadece bir ilk adımıdır.

Sermayenin katil devleti eylemlerimiz üzerine CMK ile yaptığı görüşmeler sonucunda;

1- Ankara Cezaevi’nde inceleme yapacak Baro Başkanı ve beraberindekilere olanak tanınması,

2- Ankara’dan götürülen arkadaşların bir kısmının şimdi, bir kısmının ise (Niğde ve Zile’ye götürülenler) bir süre sonra uygun hapishanelere götürülmeleri,

3- Ankara’daki tutuklu bayan arkadaşların Ankara’da kalmaları, erkek tutukluların ise tadilattan(343)sonra geri getirilmek üzere Bartın Cezaevi’ne götürülmeleri,

4- Buca’daki tutuklu erkek arkadaşların Bergama Cezaevine, bayan arkadaşların Uşak Cezaevine, hükümlülerin ise tercih ettikleri üç cezaevinden birine götürülmeleri,

5- Ümraniye’de yaşanan yer sorunu, Malatya Cezaevi’nde yaşanan idari sorunların çözülmesi, Zile Cezaevi’ndeki tecritte tutulan tutukluların bir koğuşta toplanması, Erzurum’daki üç arkadaşımızın uygun cezaevlerine götürülmeleri”, çerçevesinde bir anlaşmayı kabul etmek durumunda kaldı.

Fakat biz eylemlerimizi bir anlaşma çerçevesinde sonlandırdığımız halde, burjuvazinin kokuşmuş medyası cezaevlerine yönelik saldırı zemini yaratma ve hedef gösterme maksatlı haber ve propagandalarını arttırarak sürdürmeye devam etmektedir. Bu, faşist kontra rejimin katliamlarını sürdürme niyetinde olduğunun en açık göstergesidir. Susurluk medyası, CMK’nın varılan anlaşma metnine ilişkin faksını manşetlere çıkarıp, devletin “nasıl olur da ‘teröristler’le anlaşma” yaptığı yaygarasını kopararak ve “devlet otoritesinin ancak oda (hücre) tipi cezaevlerine geçilerek sağlanabileceği” nakaratını tekrarlayarak, açıkça devrimci tutsaklara yönelik yeni katliamların yapılması için çırpınmaktadır.

Bu çırpınış sadece aşağılık sermaye medyasıyla da sınırlı değildir. Bu gerçekte yıllardır tabutlukları hayata geçirmek için yanıp tutuşan katil devletin çırpınışıdır. Kontr-gerilla güdümlü satılık kalemşörler, ekranlarda boy gösterip kan isteyen medyatörler, yalnızca her zamanki görevlerini yerine getirmektedirler.

Bugüne dek saldırı startı hep kokuşmuş medya üzerinden verilmişti. ‘96 Mayıs’ında M. Ağar ve Ş.(344)Kazan genelgeleri öncesinde de kontra medya cezaevleriyle ilgili bilinen haber ve propaganda yayınlarına başlamış, saldırıların zeminini hazırlamıştı. Ankara’da da tamı tamına böyle olmuştur. Katliamdan önce Bayrampaşa Cezaevi’nde devletin mafya çeteleri birbirine girdiği halde, büyük bir utanmazlıkla “teröristlerin cezaevlerine hakim olduğu, devletin otorite kuramadığı” demagojileriyle, bir kez daha devrimci tutsaklar hedef tahtasına konulmuştur. 26 Eylül katliamı öncesindeki bir hafta boyunca, başta Amerika yolundaki uşak Ecevit olmak üzere birçok yetkili katilin “oda sistemine geçme”, “devletin otoritesinin cezaevlerinde hakimiyet sağlaması” doğrultusundaki demeçlerine genişçe yer ayrılarak, katliama uygun zemin yaratılmaya çalışılmıştır. Katliam sırasında “görev başında” olmasına rağmen, saldırıyla ilgili haberi ancak öğlen saatlerinde vermekte hiçbir sakınca görmemiştir. Bu tavrı, katliamın birinci dereceden suç ortağı olduğunun bir göstergesidir. Aynı şekilde, sermaye medyasının katliama yönelik eylemlerimiz sırasındaki tutumu da, onun kontra örgütlenmenin bir parçası olarak çalıştığının açık bir yeni ifadesidir.

Bu elbette ki boşuna değildir. Eylemlerimizi noktaladığımız saatlerin hemen öncesinde toplanan MGK’dan yeni saldırılar kararı çıkmıştır. MGK-TÜSİAD hükümeti “F tipi” saldırısını sürdüreceğini açıkça dile getirmektedir. Amaç bellidir; egemen sınıflar, kendileri ve emperyalist efendileri için, işçi ve emekçileri rahatça sömürebilecekleri, yağma ve yıkım düzenlerini olabildiğince yaşatabilecekleri “dikensiz gül bahçesi” yaratmak istiyorlar. Ezilen ve sömürülen kitlelerin sesi olan devrimcileri etkisiz kılması, bu doğrultuda kazanacağı en büyük başarı olacaktır. Böylece, sömürü,(345)talan ve yıkıma paralel olarak daha da tırmandıracağı terörünün karşısında işçi ve emekçi kitlelerin öfke ve tepkisinin örgütlü kanallara akmasını, devrim mücadelesinin gelişmesini engellemeyi planlamaktadır.

Son 35-40 yıllık süreç boyunca devrimciler ve devrimci tutsaklar faşist rejimin saldırılarının öncelikli hedefi oldu. Bugünkü saldırıyı diğerlerinden ayıran yan, yeni döneme hazırlık çerçevesinde kapsamının oldukça geniş olmasıdır. Devlet Kürt hareketine karşı yürüttüğü kirli savaşta kazandığı başarının moral gücünden sonuna kadar yararlanmaya çalışmaktadır. Ulucanlar katliamında sergilediği vahşet, önder yoldaşlarımızı ve yetkin devrimci kadroları hedef seçmesi, genelde devrimci harekete, özelde de devrimci tutsak kitlesine bir mesaj niteliğindedir. Devrimci harekete, Kürt hareketinin bile teslimiyet platformuna kaydığı bir durumda devrimden vazgeçip teslimiyeti seçmezsen seni vahşice ezeriz, denilmek istenmektedir.

Ama 12 Eylül ve sonrası 20 yıllık sürecin de gösteridiği gibi, sermaye iktidarının devrimci hareketi tümüyle teslim alma çabası boşunadır. Generaller ve TÜSİAD patronları, ülkemizi kendileri için tümüyle “dikensiz bir gül bahçesi”ne çeviremeyi başaramayacaklardır. AMK’daki yoldaşlarımızın kararlı ve yiğitlik örneği direnişleri mücadelenin her alanında yaşam bulacaktır.

Bu çerçevede, bulunduğumuz cezaevlerinin tümünde devrimci siper yoldaşlarımızla birlikte eylemlerin aktif örgütleyicisi ve sürdürücüsü olan biz TKİP’li tutsaklar, kabul edilen taleplerin takipçisi olacağız.

Bir kez daha belirtelim ki; Habip ve Ümit yoldaşlarımız ve 8 siper yoldaşının katili sermaye devleti, ağır bir şekilde yaraladığı yoldaşlarımızın ve(346) devrimci tutsakların başına gelebilecek her türlü olumsuzluğun sorumlusudur. Bu çerçevede, başta emekçi halkımız olmak üzere tüm ilerici ve devrimci güçleri yeni cinayetlere ve katliamlara izin vermemeye, eylemlerimizle kabul ettirdiğimiz anlaşmanın takipçisi olmaya ve sorumlulardan hesap sormaya çağırıyoruz.

Komünist tutsaklar ise, Habip Gül yoldaşın haykırdığı, “Hücrelere girmeyeceğiz, direneceğiz!”, “Bedel ödeyerek kazandıklarımızı bedel ödeterek koruyacağız!” şiarlarını mücadele bayrağı yapmak sorumluluğuyla yüzyüzedirler. Ölümsüzleşenlerimize layık yoldaşlar olmanın ve katillerden hesap sormanın gereğini ancak bu şiarlara uygun hareket ederek yerine getirebiliriz.

Bugün tüm komünistlerin önünde, Ümit yoldaşın işaret ettiği tarihi ve güncel görev her zamankinden daha büyük bir yakıcılıkla duruyor. Bu, “sınıfı partiye kazanma, parti ve sınıfa dayanarak devrimi kazanma” görev ve sorumluluğudur. Zira faşist katliamların sorumlusu kokuşmuş sermaye düzeninden asıl hesap, sınıfı kazanmış partimiz önderliğindeki bir devrimle sorulacaktır.

Tüm yoldaşlarımızı, partinin tüm örgütlerini ve militanlarını, bu görev ve sorumluluğa uygun olarak büyük bir devrimci seferberliğe çağırıyoruz. Bu, yitirdiğimiz önder kadrolarımıza saygının, onların devrimci anılarına bağlılığın bir gereğidir. Bu onların yiğitçe ölümüne verilebilecek en anlamlı yanıttır.

TKİP Cezaevleri Merkezi Örgütlülüğü


4 Ekim ‘99(347)

****************************************************

ARKA KAPAK

... Burada sağlam bilince dayalı bir devrimci kimlik, buna dayalı bir siyasal ve örgütsel tutum, bunun ifadesi bir siyasal yaşam çizgisi var. Bu ortamı gözönünde bulundurmazsak eğer, bu kimliği ve tutumu, bunun somutlandığı siyasal yaşam çizgisini de tam olarak kavrayamaz, yerli yerine oturtamayız. Tanımlanan dönem içinde böyle devrimcilerin yetişmesi kolay değildir herhalde. Ama bu başarılmıştır, böyle bir dönemde böyle devrimciler yetişmiştir.

Devrimci kadroyu partisinden ayırmak olanaklı olamadığına göre,elbette bu başarının onuru da partimize aittir. Partimiz bu yoldaşları genç devrimciler olarak kazandı ve dönemin mücadelesi içinde teorik ve pratik açıdan eğitti, sonuçta kendilerini mücadelenin gereklerine ileri düzeyde uyarlayabilen devrimciler düzeyine çıkardı. İşte devrimci kimlik kartları ortada. Örgütlü yaşamdaki kesintisiz kimlik ortada, siyasi polisteki direnişçi kimlik ortada, zindanlarda ve düzen mahkemeleri önündeki devrimci kimlik ortada.”


Yüklə 1,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə