Zübdetü’l buhâRÎ


İKİNCİ CİLT DÖRDÜNCÜ CÜZ



Yüklə 0,94 Mb.
səhifə20/42
tarix16.08.2018
ölçüsü0,94 Mb.
#63548
növüYazı
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   42

İKİNCİ CİLT

DÖRDÜNCÜ CÜZ

MÜSLÜMANLARA DUA BAHSİ
790- Sehl bin Sa’d (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Hayber savaşı gününde buyurdular ki:

“Ben bu sancağı bir adama vereceğim ki, Allah Teâlâ Hayber’in fethini ona nasib edecektir.” Ashabı kiram’dan herkes, sancağın kendisine verilmesini arzu ederek sabırsızlıkla beklemeğe ve acaba kime verilecektir diye merak etmeğe başladılar. Sonra Hazreti Peygamber:

“Ali nerdedir?” buyurdu. Hazreti Ali’nin göz ağrısından çok rahatsız olduğu haberi verildi. Hazreti Peygamber o halde iken huzura getirilmesini emretti. Hazreti Ali, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in huzuruna geldi. Hazreti Peygamber onun gözlerine dua ederek nefesleriyle üfürdü. Hemen orada Peygamberin bir mucizesi olarak Allah’ın izni ile göz ağrısı tamamen geçip gözleri iyileşti. Sonra sancak Hazreti Ali’ye verildi. Hazreti Ali:

— Ya Resûlallah, Hayber halkı bizim gibi Müslüman oluncaya kadar onlarla savaşacağız, dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Savaş için acele etme; onların bölgesine girdiğin vakit onları İslam’a davet et ve üzerlerine düşecek vazifeyi onlara bildir. Vallahi, tek bir kişinin hidayetine sebep olmaklığın senin için kırmızı deve sürüsünden daha hayırlı, (kazançlı) dır.” (Kırmızı deve, Arapların en değerli malı sayılmakta idi.)

Diğer bir rivayette de Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştu:

“Ben sancağı yarın bir komutana vereceğim ki, Allah Teâlâ Hazretleri onun eliyle Hayber’i fethedecektir. O, Allah ve peygamberini seven, Allah ve Peygamberi tarafından sevilen bir komutandır.”

Sonra Hazreti Ali’nin sancağı altında bütün ashap birlikte olarak Hayber’i feth ettiler. Peygamberin mucizesi de orada gerçekleşmiş oldu.
791- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bizi bir savaş için öncü birliği olarak gönderirken Kureyş kabilesinden iki kimsenin adlarını açıklayarak şöyle buyurdular:

“Siz, falan ve falan kişileri yakalarsanız onları ateşte yakmak suretiyle öldürünüz. Sonra biz sefere çıkarken vedalaşmak için Hazreti Peygamberin huzuruna vardığımız zaman bize buyurdular ki:

“Falan ve falan kişileri ateşte yakarak öldürmenizi emretmiştim. Oysa ateşle azab etmek yalnız Allah Teâlâ’ya mahsustur. Eğer onları yakalayabilirseniz, kılıçtan geçiriniz.”


792- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Biz, dünyada ümmetlerin sonuncusuyuz. Ahirette ise, her ümmetin Önüne geçeceğiz, (cennete her ümmetten önce biz gireceğiz). Bu itibarla bize itaat düşer. Bana itaat eden, gerçekte Allah’a İtaat etmiş ve bana karşı gelen, gerçekte Allah’a isyan etmiş olur. Benim tayin ettiğim âmir’e itaat eden bana itaat etmiş ve ona karşı gelen, bana isyan etmiş olur. Bir lider, (Müslümanları korumakta) kalkan gibidir. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur. Eğer o lider Allah’ın emir ve yasaklarına göre hareket eder ve adalette bulunursa, bundan dolayı ona sevab vardır. Eğer böyle hareket etmezse, günahı kendisine ait olur.”

Mütercim:

Buharî’de daha önce: “İsyan ve günahla emrolunmadıkça dinleyip itaat etmek gerekir; fakat masiyet (günah) ile emrolununca artık dinlemek ve itaat etmek yoktur,” mealindeki hadîs-i şerif Zübde’ mize sehven konmamıştı. İşte burada aynı mana geçmektedir.


793- Seleme bin Ekva (Radıyallahu Anh) der ki:

Hudeybiye’de “Rıdvan Biati” diye anılan ve bir ağaç altında yapılan biat olayında ben de herkes gibi Resûlullah’a biat ederek (ona gönülden bağlanıp yardımlaşmaya söz vererek) meşhur ağacın gölgesine çekilmiştim. Hazreti Peygambere biat edenlerin sayısı azalıp izdiham kalkınca Hazreti Peygamber bana:

Ey ibni’l - Ekva, sen biat etmeyecek misin?” buyurdu.

— Ya Resûlallah! dedim. Ben, diğer arkadaşlarla size biat etmiştim. Hazreti Peygamber:

“Tekrar biat ediniz” buyurdu. Ben de Hazreti Peygamberin emrine uyarak ikinci defa biat ettim. Sonra İbni’l- Ekva Hazretlerine: Siz o zaman ne üzerine biat etmiştiniz? diye sorulunca şöyle demiştik: Ölüm üzerine biat etmiştik (düşmandan kaçmayıp ölünceye kadar canımızı Allah yolunda feda edeceğimize söz vermiştik).

Mütercim:

Seleme ibni’l-Ekva’, ashabın en cesur kahramanlarından olduğu için fedakârlığı kemal derecesine ulaşsın diye ikinci defa olarak biat ettirilmiştir, deniliyor.

Bir de nikâh akdi yapılırken akid için söylenen sözlerin iki veya üç defa tekrarlanmasının bir mahzuru olmayacağına bu hadîs-i şerif delil gösterilmektedir. İmam Şafii mezhebine bağlı bazı âlimler, nikâh akdinde kullanılan sözler iki ve üç defa tekrarlanırsa, evvelki nikâhın hükümsüz kalacağını söyleyerek yalnız bir defa olmasını kabul etmişlerdir. Taraflardan her birinin “aldım, kabul ettim” sözünü birer defa söylemeleri gerekir. Fakat Şafii mezhebinde de doğru kabul edilen hüküm, tekrar söylenmesi ile nikâhın bozulmamasıdır. Bununla beraber sözlerin tekrar edilmesi gerekli değildir.


794- Mücaşi (Radıyallahu Anh) der ki:

Kardeşim Mücalid ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna vardık ve ben dedim ki:

— Ya Resûlallah! Hicret üzerine biatimizi kabul ediniz. Hazreti Peygamber:

“Hicret biati hicret edenler içindi, artık geçti.” buyurdular, (Mekke’nin fethinden sonra hicretin hükmü kalmadı. Daha öncekilere has kaldı.) Ben sordum: — O halde ey Allah’ın Resulü! ne üzerine biatimizi kabul edeceksiniz? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“İslâm ve cihad üzerine (bunlara ölünceye kadar bağlı kalkacağınıza dair biat edeceksiniz).”

Mütercim:

Mekke’nin fethinden önce biat edenler üzerine daima cihad farz idi. Fakat Mekke fethedildikten sonra, ihtiyaç olmadıkça cihad farz değildir.
795- Abdullah ibni Ebî Evfa (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, bir savaşta (bir gün sabahtan öğleye kadar düşmanla karşılaşma olmamıştı ve bu esnada askerlere hitaben bir konuşma yaparak) şöyle buyurdu:

“Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz. Allah’tan afiyet isteyiniz. Fakat düşmanla karşılaştığınız zaman da, sabrediniz, direniniz. Biliniz ki, cennet kılıçların gölgeleri altındadır.” Sonra Hazreti Peygamber, şöyle dua ettiler:

“Allah’ım! Ey Kur’an’ı indiren, bulutları yürüten ve müşriklerin müttefik ordularını hezimete uğratan Allah’ım! Bu düşmanları hezimete uğrat ve bizi onlara karşı muzaffer kıl.”


796- Ya’lâ bin Ümeyye (Radıyallahu Anh) der ki

Savaşa giderken yolda hizmetimde bulunmak üzere bir hizmetçi kiralamıştım. Sonra hizmetçim yolda bir adamla kavga ederek biri diğerinin elini ısırdı ve ısırılan adam, elini çekince ısıran adamın ön dişini kopardı. Dişi kopan adam, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize müracaat ederek dişinin koparılmasından şikâyet edip diyetini istedi. Hazreti Peygamber dişine diyet biçmeyip boşa gittiğini ifade ederek ona şöyle buyurdu:

“Azgın devenin kıtır kıtır yemesi gibi, kıtır kıtır yiyesin diye elini sana mı bırakmalıydı?”
797- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Ben, Allah tarafından toplu sözlerle gönderildim ve (düşmanımın kalbine, salınan) korku ile muzaffer kılındım. Rüya aleminde de yeryüzü hazinelerinin anahtarları bana verilerek avuçlarımın içine kondu.”


798- Ebû Mûsâ El-Eş’arî (Radıyallahu Anh) der ki;

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’Ie beraber bir sefere çıktığımızda, dere ve tepelerden geçerken yüksek sesle tekbir alıyorduk, Lâ ilahe illallah, diyorduk. Bunun üzerine Hazreti Peygamber bize şöyle buyurdu:

“Ey İnsanlar! Kendinize geliniz. Siz, kulakları işitmeyene veya görünürde olmayana çağırmıyorsunuz O (sizin dua ettiğiniz Allah Teâlâ) sizinle beraberdir. O, her şeyi işitendir ve (size şah damarınızdan daha) yakındır.”

Mütercim:

Allah’ı zikretmenin en faziletlisi gizli olanı ise de aşikâre olarak sesle zikir yapılmasında da beis yoktur. Bir de bu hal, müridlerin haline göre değişir. Bir kısmına aşikâre zikir, bir kısmına gizli zikir, bir kısmına dil ile zikir, bir kısmına da murakabe ile kalp huzuru daha tesirli olur. Tasavvuf kitaplarında bu hadîs-i şerif üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır. Aslında Allah Teâlâ Hazretleri için gizli ve aşikâr seslerin hepsi müsavidir. Nitekim:

“İster sözlerinizi gizli tutun, ister onu açığa vurun; muhakkak cenabı Hak kalplerdekini bilir.” ve, “Sözünü saklayanınızla açığa vuranınız birdir,” mealindeki ayeti kerimeler de bunu açıklıyor. (Sûre: Mülk, ayet 13 ve süre: Ra’d, ayet 10)


799- Ebu Mûsâ’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Bir kul hasta olunca yahut sefere çıkınca, sıhhatte iken yahut evinde bulunurken yapmakta olduğu (nafile) ibadet ve hayırlı işler onun defterine sevab olarak yazılır.” (Hastalık ve sefer yüzünden yapamadığı nafile ibadet ve hayırlar, onun sevab defterine yapılmış gibi yazılır.)


800- İbni Ömer’den (Radıyllahu Anhuma)’ rivayet edilmiştir:

Eğer insanlar, yalnız başına yola çıkmanın zararını benim gibi bilmiş olsalardı, hiç bir süvari geceleyin yalnız başına yola çıkmazdı.”

Mütercim:

Bir kimsenin arkadaşsız olarak yola çıkmasının mekruh olduğu bu hadîs-i şerifle sabittir. Ancak tam bir güven hali bulunur veya bir zaruret olursa kerahet kalkar.


801- Abdullah bin Amr (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir kimse cihada çıkmak için Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelip izin istedi, Hazreti Peygamber ona:

“Annen ve baban sağ mıdırlar” diye sordu. O da: — Evet, hayattadırlar, cevabını verdi. Hazreti Peygamber:

“Öyle ise, sen anne ve baban uğrunda cihad et (onların hizmetinde bulun, rızalarını kazan).” buyurdular.


802- Ebû Beşîr El-Ensarî (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir seferde Hazreti Peygamberin maiyetinde geceleyin istirahat ederken, Hazreti Peygamber, Zeyd bin Harise’yi gönderip ashaba şu emri verdiler:

“Hiç bir devenin boynunda çan ve çıngırak gibi bir gerdanlık bırakılmasın muhakkak kesilsin ve koparılsın.”

Mütercim:

Devenin boynuna çan ve çıngırak veya bunların benzeri bir şeyin asılması tenzih yolu ile mekruh bulunduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Bunun sebep ve hikmetleri arasında şunlar sayılabilir:

Çan, kâfirler tarafından kullanıldığı için onlara muhalefet etmek gerekir. Çan bulunan birlik içine melekler girmez. Yahut böyle gerdanlıklar hayvanı boğar veya ona eziyet verir. Yahut düşmandan saklanmak ve gizli kalmak için onların çıkarılması gerekir. Yahud, hayvanlara göz değmesin diye boyunlarına takılan bu gerdanlıklara lüzum yoktur. Allah Teâlâ’nın hükmünü onlar değiştiremez. Onun için kaldırılmaları uygundur diye bazı sebepler ileri sürülmektedir.


803- İbni Abbas’dan (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:

“Hiç bir erkek yabancı bir kadınla başbaşa kalmasın ve bir kadın da beraberinde bir mahremi (nikâh düşmeyecek şekilde yakın bir akrabası) bulunmadıkça asla sefere (üç günlük bir yolculuğa) çıkmasın.” Sonra ashaptan bir adam ayağa kalkıp:

— Ya Resûlallah! Ben falanca savaşa çıkmak için yazıldım. Hâlbuki zevcem hacca gitmek için yola çıktı. Ben nasıl hareket edeyim? dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şu cevabı verdi:

“Git, karınla beraber haccet!”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerife dayanarak Hanefi mezhebinde bir kadın hacca, ancak kocası veya başka bir mahremi ile gidebilir. Şafii mezhebinde ise, yol güveni varsa emniyetli kadınlarla beraber bir kadının hacca gitmesi caizdir.

804- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretleri, zincirler içinde cennete girecek kimselere taaccüb edecektir.”

Mütercim:

Düşman elinde esir kalarak yahut zulme uğrayıp hapishanelerde boyunlarına zincir vurulu oldukları halde ölenler kıyamete bu halde kalkacaklar ve Allah Teâlâ onlardan razı olup özel bir tecellisi ile onlara tecelli edecektir. Yahut Müslümanların eline esir düşen düşmanlar önce boyunlarına zincir vurularak habsedilmişlerken kalplerine doğan bir hidayet güneşi ile Müslüman olanlar, öylece cennete gireceklerdir. Yahut zincirlerle yola getirip ehlileştirilen yabaniler gibi, zorla İslam’a giripte sonradan kalplerinde iman nuru kökleşerek cennete girecekler kastedilmektedir.


805- Sa’b bin Cesame (Radıyallahu Anh) der ki:

Ebvâ yahut Veddan gazası esnasında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize sordum:

— Ya Resûlallah! bazı düşmanlarımıza gece baskınları yaptığımız zaman arada cereyan eden çatışmada bilmeyerek o düşmanların kadınlarını ve çocuklarını da öldürüyoruz. Bunun hükmü nedir? Hazreti Peygamber cevap olarak:

“O kadın ve çocuklar, onlardandır (düşmandan sayılırlar). Koru, ancak Allah’ın ve onun peygamberinin korusudur. (Başka hiç kimse için koru ve himaye yoktur. Şeriatın koruduğu kimseler ancak himaye edilir. Böyle kasıdsız olarak müşriklerden öldürülen kadın ve çocukların öldürülmelerinde günah yoktur.)”

Mütercim:

Düşmanla savaşırken kasten onların kadınlarını, çocuklarını, ihtiyarlarını ve rahiblerini öldürmek caiz değildir. Kadınların namuslarına, tecavüz etmek de kesin olarak haramdır. Fakat hata yolu ile savaş esnasında bunlardan herhangi birinin öldürülmesinde günah yoktur.


806- İbni Abbas’dan (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:

Sakın siz Allah Teâlâ’nın azab ettiği (ateş) ile hiç bir yaratığa azab etmeyiniz. Bir de her kim dininden (islâmdan) dönerse, (tevbe etmeyecek olursa) onu öldürünüz.”


807- Ebû Hureyre’den (RadıyaHahu Anh) rivayet edilmiştir: “Bir karınca, geçmiş peygamberlerden bir peygamberi ısırdı. Bunun üzerine o peygamber, karınca yuvasının yakılmasını emretti ve yakıldı. Sonra Allah Teâlâ Hazretleri, o peygambere vahyetti ki, seni bir karınca ısırmakla sen Allah’ı tesbih eden toplumlardan birini yaktın.”

Mütercim:

Bir rivayete göre, o karıncaları yaktıran peygamber Hazreti Üzeyr veya Hazreti Mûsâ (Aleyhisselâm) idi. Böyle günahsız varlıkları yakmasından dolayı Allah tarafından azarlanmasının sebebi, Üzeyr (Aleyhisselâm) Allah’ın emriyle helak edilmiş bir kasabaya uğrayınca: Ya Rab! Bu helak edilenler içinde çocuklar, hayvanlar ve günahsız adamlar da var idi. Bunların toptan helak edilmesinin sebebi ne olabilir? diye hatırından geçmişti. Onun için adı geçen bu peygamberin kendisi de böyle bir işle karşılaşmıştı. Yani belâ gelince, hepsine gelir; hükmünü anlamış oldu. Tevbe ve istiğfar etti.

Bir de Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) Hazretleri, kendisini rab tanıyıp ona ibadet eden dinsizleri ateşe atarak yaktığını İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) duyunca, şöyle demişti:

— Ben, Ali’nin yerinde olsaydım, o dinsizleri yakmazdım. Çünkü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz: “Siz Allah’ın azabı ile azab etmeyiniz,” buyurmuştu. Ancak: “Kim dinini değişirse onu öldürünüz” hadîs-i şerifi ile amel ederdim ve emredilen şekilde onları öldürürdüm.

Sonra Hazreti Ali’ye, İbni Abbas’ın itirazı ulaşınca: — Ben öyle düşündüm ve içtihat ettim, dedi. Âlimler bu hususta İbni Abbas’ın içtihadını isabetli görürler. Belki de bu hadîs-i şerif Hazreti Ali’ye o zamana kadar ulaşmamıştı. Gerçek şu ki hiç bir canlının yakılması caiz değildir; ancak kısas müstesnadır, (yakan kimse yakılır).


808- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Kisra (İran imparatoru) helak oldu (muhakkak helak olacaktır). Ondan sonra kıyamete kadar bir daha Kisrâ gelmeyecektir. Kayser (Bizans imparatorluğu) muhakkak helak olacaktır. Ondan sonra kıyamete kadar Kayser gelmeyecektir. Yemin ederim ki, onların (Kisrâ ile Kayser’in) hazineleri Allah yolunda bölüşülecektir.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerif, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in en büyük mucizelerinden sayılır. Çünkü o asırda Kisra ile Kayser mülkünden başka belli başlı büyük imparatorluk yoktur. Böyle dünyaya hâkim durumda olan iki imparatorun elindeki büyük şehirlerle geniş arazilerin bir avuç Müslümanın eline geçebileceğini hiç bir ferd düşünemezdi. Üstelik bu hadîs-i şerif, Müslümanların en güç ve sıkıntılı bir zamanı olan Hendek savaşı sırasında hendek kazılırken varit olmuştur. Kur’an-ı kerimden sonra bu hadîs-i şerif, Hazreti Peygamberin mucizelerinin en büyüklerinden sayılır dersek, mübalâğa etmemiş oluruz.


809- Cabir’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Harb, bir aldatmadır (düşmanı bozguna uğratmak ve yenmek için her çeşit taktik, hile ve aldatmaya baş vurulabilir).”


810- Berâ bin Azib (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Uhud gazasında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem okçu piyade birliğine Abdullah bin Cübeyr’i komutan tayin etmişti. Onlar elli kişiden ibaret bir birliktiler. Hazreti Peygamber onlara şu kesin emri vermişti:

“Size haber gönderilinceye kadar, sakın yerinizden ayrılmayınız; bizi kuşların kaptığını görmüş olsanız bile… Şayed düşmanı bozguna uğrattığımızı ve onları çiğnediğimizi görürseniz, yine size haber gönderilinceye kadar yerinizden ayrılmayınız.”

Muhabereye tutuştuktan sonra önce İslâm ordusu düşmanı bozguna uğrattı. Hadîs-i anlatan Berâ devamla der ki:

— Vallahi ben, müşriklerin kadınlarının, eteklerini yukarı kaldırmış, halhalları ve bacakları açılmış bir halde kaçıştıklarını gördüm. Böyle, düşman ordusunun yenilgiye uğradığını gören Abdullah bin Cübery kumandası altındaki okçu birliği birbirlerine dediler ki:

— Ey arkadaşlar! Ganimete gidelim. Bizimkiler düşmana galip geldiler. Haydi, ne bekliyorsunuz? Kumandanları olan Abdullah bin Cübeyr ise: Resûlullah’ın size verdiği emri unuttunuz mu? dedi. Onlar şu mukabelede bulundular:

— Vallahi, biz de onlara katılacak ve ganimetten nasibimizi alacağız. Böylece komutanlarını dinlemeyip mevzilerinden ayrıldılar. Bunlar ordu içine girdikten sonra İslâm ordusu bozularak Medine’ye doğru geri çekilmeğe başladı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ricat edenlere şöyle seslendi: “Ey Allah Teâlâ’nın mümin kulları! Ben, Allah’ın hak peygamberiyim. Sizden her kim düşmana karşı koyar ve saldırırsa onun için cennet vardır.”

Hâlbuki Hazreti peygamberin etrafında yalnız on iki kişi kalmış, diğerleri geri çekilmişlerdi. Yanında kalanlar, Ebû Bekir, Ömer, Ali Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkas, Talha, Zübeyir, Ebû Ubeyde, Habbab bin Münzir, Sa’d bin Muaz, Üseyyid bin Hudayr idiler. Hazreti Peygamberin Çağrısını işitir işitmez geri çekilmekte olanların hepsi geri dönüp savaşmaya başladılar. O gün, düşmanlar yetmiş Müslüman mücahidi şehit etmişti. Bundan önce Bedir savaşında Müslümanlar yetmiş müşriki öldürmüşler ve yetmiş kişiyi de esir almışlardı. Uhud savaşında, her iki taraf bozguna uğrayıp savaş kesildikten sonra müşriklerin başı Ebû Süfyan, yüksek bir tepeye çıkıp Müslümanlara karşı üç defa: - Muhammed aranızda mı (sağ mı)? diye bağırdı. Hazreti Peygamber ona cevap verilmemesini ashaba bildirdi. Ebû Süfyan, tekrar üç defa: - Ebû Bekir aranızda mı? diye bağırdı. Buna da cevap verilmedi. Tekrar üç defa: - Ömer aranızda mı? diye bağırdı. Bundan sonra Ebû Süfyan kendi ordusuna dönerek:

—Bunların hepsi öldürüldü, dedi ve sevincini belirtti. Hazreti Ömer artık kendini tutamayarak:

— Ey Allah’ın düşmanı! Vallahi, söylediğin yalandır. Saydığın kimseler hep hayattadır. Seni kötü akıbete uğratacak kişiler yaşıyorlar, diye cevap verdi. Ebû Süfyan karşılık verdi:

— Bedir gününe karşılık bir gün oldu. Savaşlar karşılıklıdır (kimini siz, kimini de biz kazanırız). Siz ölüleriniz içinde kol ve başları kesilmiş, karınları deşilmiş, paramparça edilmiş cesedler bulacaksınız. Gerçi böyle yapılmasını ben emretmedim. Fakat bu hareketi yadırgamış da değilim. Sonra Ebû Süfyan,

— Ey Hübel (putumuz)! Sen yüce ol, diye şiir okumaya başladı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashaba:

“Ona cevap vermeyecek misiniz?” buyurdu. Ashab:

— Ya Resûlallah, ne diyelim? dediler. Hazreti Peygamber: “Allah en yüce ve en uludur, deyiniz.” buyurdu ve bu şekilde karşılık verildi. Ebû Süfyan:

— Bizim Uzza putumuz var, sizin Uzza’niz yok, dedi. Hazreti Peygamber Ashaba: “Ona cevap vermeyecek misiniz? buyurdu. Ashab:

— Ya Resûlallah, ne diyelim? dediler. Hazreti Peygamber: “Allah Teâlâ bizim yardımcımızdır, sizin yardımcınız yoktur deyin” buyurdu ve bu şekilde cevap verildi.

Mütercim:

Ebû Süfyan’ın ordusu Mekke’ye döndü. Bu arada Ebû Süfyan’ın ordusunu takib için Medine’den bir birlik gönderildi. Ebû Süfyan tekrar Medine’ye hücum etme işini arkadaşları ile görüştü ve istişarede bulundu. Ancak Medine’den bir müfreze çıkarıldığına göre, Müslümanlar yeniden toparlandılar diye kalplerine korku ve dehşet düşmekle geri dönüp Müslümanlarla savaşmaktan kaçındılar ve Mekke’ye dönüşü tercih ettiler.

Uhud savaşında şehit olanların en büyüğü, Hazreti Peygamberin amcası, (Seyyidü’ş-Şüheda) Hazreti Hamza Radıyallahu Anhu idi. İkinci derecede de ashabın en ünlülerinden olan ve ilk olarak Medine’ye hicret edip Medine halkına dinlerini öğretmek için görevlendirilen Mus’ab bin ??? (Radıyallahu Anh) Hazretleri idi. Şimdi her ikisinin ziyaret edilen mezarları Uhud dağının eteğinde bulunmaktadır. Allah Teâlâ her ikisinden ve bütün ashabı kiramdan razı olsun.
811- Seleme bin Ekva (Radıyallahu Anh) der ki:

Medine’den çıkıp meşeliğe doğru gidiyordum. Meşeliğe yakın bir yokuşta iken Abdurrahman bin Avf’ın kölesi pek acele ve telâşlı bir halde karşıma çıktı. Ben:

— Allah sana iyilik versin, bu telâşın ne? diye sordum. Bana şu cevabı verdi:

— Peygamber efendimizin meşelikte, çayırda olan bütün sağılır develerini aşırıp götürdüler. Ben sordum:

— Kim götürdü?

— Gatfan ve Fezâre kabileleri götürdü, dedi. Ben var kuvvetim ile üç kez seslendim:

— Sabah baskını var!.. Geliniz, yetişiniz... Böylece sesimi, iki kara taşlık arasında bulunan Medine şehrinin her tarafına işittirdim. Ben de develeri aşıranların arkasından hemen yaya olarak koşmaya koyuldum. Nihayet yağmacılara yetiştim. Bunların üzerine ok yağdırmaya, başladım. Hemde onlara:

— işte ben, ibnü’l-Ekva’yim. Bugün, alçakların akıbetinin belli olacağı bir gündür, diyor ve devamlı olarak yağdırıyordum. Sonunda başarıyla ulaştım. Onlara su içme fırsatını da vermedim. Develeri onlara bıraktırarak kurtardım. Topluca o develeri alıp Medine’ye götürürken yolda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri karşıma çıkageldi. Yediyüz kadar süvari ile benim feryadım üzerine çıkıp geliyorlardı. Ben dedim ki:

— Ya Resûlallah! Gatfan ve Fezâre kabilelerinden birkaç eşkıya son derece susamışlardı. Ben onlara su içmeğe bile fırsat vermedim, develerimizi kurtardım. Fakat onlar su temini ile meşgul olacaklarından onları takıp için bir birlik gönderiniz. Hepsini öldürelim veya esir edelim, ellerindeki malları alalım. Hazreti Peygamber bana şöyle buyurdu:

“Ey ibnü’l-Ekva! Develeri ele geçirdin, artık rahatla! Hem de kişiler, kendi kabilelerinde ağırlanırlar (onlar adi hırsız da olsalar kabileleri onlara arka çıkar).”


812- Ebû Mûsâ’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Düşman elinde kalan esiri (fidye vererek) kurtarınız. Açı doyurunuz. Hastayı ziyaret ediniz.”


813- Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Ensar’dan bazıları: Ya Resûlallah! dediler, müsaade buyurursanız hemşiremizin oğlu (ve sizin amcanız) bulunan Bedir savaşı esirlerinden Abbas’ın kurtulması için vereceği fidyeyi kendisine bağışlayalım, almayalım. Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem :

“Fidyenin bir Dirhemini dahi bırakamazsınız (fidyenin tamamını ondan alacaksınız) buyurdu.

Yani, Bedir’de esir edilen amcam Abbas, amcazadem (Ebu Talibin oğlu) Akîl ve Nevfel bin Haris’den, kurtulmaları için şart kılınan kırk ukıyye altını tamamen alacaksınız. Sonra bu miktar altın Hazreti Abbas’dan alınmış ve gaziler arasında bölüşülmüştü. Daha sonra Hazreti Abbas Müslüman olarak İslâm büyükleri arasına girdi. Ganimet malları da çoğalınca, “Ey Peygamber! Ellerinizdeki esirlere söyle; Eğer Allah katında kalplerinizde bir iman varsa Allah size, sizden Alınan fidyeden daha hayırlısını verir.” (Enfal s. ayet 70) mealindeki ayeti kerimeyi Hz. Peygamber okuyarak Allah’ın vaadi üzere, Abbas Hazretlerine kaldırabileceği kadar altın almasını buyurmuşlardı.


814- Seleme bin Ekva (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir seferde iken İslâm ordusu içine bir casus girdi ve ashap ile bir müddet konuştuktan sonra kayboldu. Hazreti Peygamber durumu öğrenince:

“Onu arayınız ve öldürünüz.” buyurdu. Sonra aranarak bulundu ve Seleme bin Ekva tarafından öldürüldü.
815- İbni Abbas’dan (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:

İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) hazretleri:

— Ah perşembe günü! Nasıl bir perşembe günü idi O? diyerek ağlamağa başladı. Ağladı, ağladı... Göz yaşlarından yer ıslandı. Sonra dedi ki

— Bir perşembe günü idi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin hastalığı şiddetlendi. O esnada Hazreti Peygamber:

“Bana yazı yazılacak bir şey getiriniz; size bir yazı yazayım ki, bundan sonra ebediyyen sapıtmazsınız.” buyurdu. Kimi âlimler, bu vasiyetin, Hazreti Ebû Bekir’in halifeliğine dair olabileceğini söylemişlerdir. Sonra Hazreti Peygamberin huzurunda bulunanlar arasında ihtilâf oldu. Bazıları getirelim, dedilerse de Hazreti Ömer buna razı olmadı. Şimdi peygamber ağır sancılar içindedir, kendisini rahatsız etmeyelim. Elimizde Allah’ın kitabı Kur’an var ki, her ihtiyacımıza cevap verecek niteliktedir, dedi. Bu şekilde tartışmalar uzayınca, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara şöyle buyurdu:

“Bir peygamberin huzurunda münakaşa çıkarmak uygun değildir.”

Orada bulunanların bir kısmı: - Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, hastalığın şiddetinden kendinden geçmiş olabilir zannıyla, belki sayıkladı, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem,

“Beni yalnız bırakın. Şu anda içinde bulunduğum hal, bana izafe ettiğiniz halden çok iyidir (ağır sancılar içinde olmakla beraber şuurum yerindedir).” buyurdular. Sonra sonsuzluk âlemine göçerlerken üç şey vasiyet ettiler:

“1) Bütün müşrikleri Arab yarımadasından çıkarınız, 2) Dış Ülkelerden gelen elçilere, benim yaptığım gibi ikram ediniz.” Hadîs-i şerifi rivayet eden, üçüncüsünü unuttum, dedi.

Mütercim:

Bir rivayete göre üçüncüsü, Üsame ordusunun hazırlanması idi. Yahut yakınlarına iyilik etmekle ilgili idi, şeklinde görüşler vardır.

Arab yarımadası, yalnız Hicaz bölgesi ile, İmam Şafii Hazretleri ne göre Mekke, Medine ve Umman bölgeleri ile bu üç yere bağlı yollar ve bütün kasabalardır. Fakat İmam Azam Hazretlerine göre, herhangi bir iş için gayri müslimlerin Hicaz bölgesine hatta Harem-i şerife girmeleri caizdir. Şafii Hazretlerine göre ise, bir ihtiyaç için gayri müslimler Hicaz bölgesine girebilirlerse de, Harem-i şerif hudutları içine giremezler. Bu hadîs-i şerife uyularak Hazreti Ömer zamanında Hicaz bölgesi tamamen müşriklerden temizlenmişti.


816- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Babam Ömer (Radıyallahu Anh), Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in beraberinde beş-on kişilik bir gurup halinde, kâhinlik yapmakta olan ibni Sayyad adındaki Yahudî bir çocuğun bulunduğu yere gittiler. Nihayet onu Beni Meğale’nin bir yüksek binası yanında erkek çocuklarla oynarken buldular. İbni Sayyad buluğ çağına yakın bir yaşta idi. Hazreti Peygamber, elini onun sırtına değdirinceye kadar o çocuk gelenlerin farkına varmamıştı. Hazreti peygamber ona:

“Allah’ın peygamberi olduğuma şahidlik eder misin?” diye sordu. İbni Sayyad, Hazreti Peygambere bakarak:

— Ben şahidlik ederim ki, sen ümmilerin peygamberisin, dedî ve Hazreti Peygamber’e sordu:

— Sen, benim Allah’ın peygamberi olduğuma, şahidlik eder misin? Hazreti Peygamber ona şu cevabı verdi:

“Ben Allah’a ve onun bütün peygamberlerine iman ettim.” Hazreti Peygamber, o kâhine sordu:

“Ne görüyorsun?” İbni Sayyad dedi ki:

— Bana doğru da geliyor, yalancı da geliyor.. Hazreti Peygamber ona:

“Senin işin karmaşık!” buyurdu. Sonra Hazreti peygamber ona:

“Ben içimden senin için bir şey tuttum (bil bakalım nedir?).” buyurdu. İbni Sayyad; — DUH’dur! dedi (Hazreti Peygamber, Kur’ anda geçen Duhan ayetini tutmuştu. Bu kâhin ancak kelimenin bir kısmını söyleyebildi:) Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona:

“Defol! Haddini hiçbir zaman aşamayacaksın (sen ancak bir kâhinsin) .” buyurdu. Ömer Radıyallahu Anh dedi ki: — Ya Resûlallah, izin ver de şunun boynunu vurayım. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Eğer bu çocuk Deccal ise, sen onu öldüremezsin, (onu ancak Hazreti İsa Aleyhisselâm öldürecektir). Eğer Deccal değilse, onu öldürmende sana bir fayda yoktur.”

Bir rivayette de ibni Sayyad’ın annesi oğluna müdahale ederek dikkatini çekti ve oğlunun konuşmasına engel oldu. Bunun üzerine Hazreti Peygamber: “Eğer annesi bıraksaydı, durumunu meydana, koyacaktı.” buyurdu.

Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanlara hitaben bir konuşma yaparak Allah’a yaraşır şekilde hamd ve sena etti. Sonra Deccal’i anlattı ve dedi ki:

“Ben sizi ondan sakındırırım. Her peygamber muhakkak ondan (Deccal’dan) kavmini sakındırmıştır. Hazreti Nûh da ondan kavmini sakındırdı. Fakat ben size onun hakkında bir söz söyleyeceğim ki, bu sözü hiç bir peygamber, kavmine söylememiştir: Biliniz ki, o Deccal tek gözlüdür, (bir gözü kördür). Allah Teâlâ tek gözlü değildir.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin üst kısmının manası üçyüz seksen üçüncü hadîsde geçmiştir.
817- Huzeyfe (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize buyurdu: “Bana İslâm’ı kabul edip şehadet getiren erkeklerin adlarını yazın.” Biz de binbeşyüz isim yazıp getirdik. Buyurdular ki: Artık biz, binbeşyüz kişi olduktan sonra düşmandan korkar mıyız.”

Huzeyfe der ki: Şimdi bakıyorum, Müslümanlar bu kadar çoğalmışken bizi bir korku kaplamış. Şimdi bir kimse, yalnız başına namaz kılıyor da, namazında bile korkuyor. Hâlbuki Hendek, Uhud ve Hudeybiye savaşlarında binbeşyüz gibi az kimseler olduğumuz halde düşmandan korku, hatırımıza bile gelmiyordu. Şimdi neden korkuyoruz, hayret ediyorum!...
818- Hazreti Cabir (R.A.) der ki:

Hendek savaşına hazırlanırken bir gün Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize dedim ki, Ya Resûlallah, benim bir toklum vardı. Size ikram için kestim ve bir miktar, da arpa unu hazırladım. Beraberinizde birkaç kişi ile evimize buyurur musunuz? Hazreti Peygamber Hendek’de bulunan bütün ashaba hitaben :

“Ey Hendek’liler! Cabir bize sofra hazırladı. Çabuk olunuz, davete gidelim!” diye seslendi. (Böylece bir toklu ile bir miktar arpa unundan ibaret yemek binbeşyüz kişiye, peygamberin bir mucizesi olarak kâfi geldi.)
819- Ümmü Halid (R.A.) der ki :

Sırtımda sarı bir entari olduğu halde babam Halid’le beraber Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna vardık. Hazreti peygamber, benim entarim için:

“Cici, cici...” buyurdu ve sırtımı okşadı.

Bir ara, Hazreti Peygamber in (iki kürek kemiği arasındaki) peygamberlik mührü ile oynamağa başladım. Babam, oynama diye beni azarladı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem babama:

“Çocuğa ilişme” dedi ve yeni entarim için (güle güle) eskit ve yıprat, sonra (güle güle) eskit ve yıprat, sonra (güle güle) eskit ve yıprat!” buyurdu.

Gerçekten Ümmü Halid, Hazreti peygamberin duası üzere çok yaşadı ve entarisini, büsbütün eskiyip soluncaya kadar atmadı.


820- Ebû Hureyre (R.A.) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bir gün bize hitap ederek hırsızlık ve maI aşırmadan bahsetti ve bize şöyle buyurdu:

Sakın sizden birinizle kıyamet gününde, boynunda meleyen bir koyun veya kişneyen bir at olduğu halde karşılaşmayım! Ya Resûlallah imdadıma yetiş, diyecek. Ben de, senin için bir şey yapamam. Sana tebliğ etmiş idim, diyeceğim. Veya boynunda böğüren bir deve ile gelip, Ya Resûlallah beni kurtar, diyecek. Senin için bir şey yapamam; sana (böyle olacağını) tebliğ etmiş idim, diyeceğim.

Veya boynunda altın – gümüş taşıdığı halde gelip, Ya Resûlallah bana yardım et! Diyecek. Ben de, senin için bir şey yapamam, sana daha önce tebliğ etmiştim, diyeceğim.

Yahut boynunda dalgalanan sayfalar olduğu halde gelip Ya Resûlallah bana yardım et! Diyecek. Ben de senin için bir şey yapamam. Daha önce sana bildirmiştim, diyeceğim.

(Yani, ganimet mallarından ve Müslümanların hazinesinden mal aşırmayınız, hırsızlık etmeyiniz. Ayeti kerimede buyrulduğu üzere hırsız, kıyamet gününde çaldığı mal ile gelecektir, rüsvay olacaktır.)

Mütercim:

Bu hadîs i Şerifte geçen “Ruka” kelimesine borç senedi, kağıt veya kumaş ve bez parçası manalarını vermişlerdir. Bu kelimenin kağıt manasında olması daha uygundur.


821- Abdullah bin Amr R.A. der ki:

Bir seferde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in eşyalarını taşıyıp koruyan Kirkire adında bir adam vardı. Sonra bu adam öldü. Bunun için Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“O cehennemliktir.” insanlar gidip onun durumunu araştırdılar da, ganimet malından aşırmış olduğu bir hırkayı buldular. (Çalınan mal az dahi olsa fena bir iştir.)
822- Enes (R.A.) der ki:

Usfan seferinden Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte dönüyorduk. Resûlullah devesine binmiş, arkasında (redifinde) da zevcesi Huyey kızı Safiyye (R.A.) vardı. Derken Hazreti Peygamberin devesi sürçtü ve ikisi de yere düştüler. Ebû Tâlha atılarak:

— Ya Resûlallah! Canım, yoluna feda olsun, sana bir şey oldu mu? dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem :

“Hayır, (bana bir şey olmadı). Sen kadına bak (ona yardımcı ol).” buyurdu. Ebû Talha hemen maşlahını yüzüne tutarak Hazreti Safiyye’nin yanına gitti ve onu Hazreti Safiyye’nin üzerine attı. Sonra dönüp Resûl i Ekrem ile Hazreti Safiyye’nin devesini iyileştirdi. Hazreti Peygamber ile Hazreti Safiyye aynı şekilde deveye bindiler. Biz de Hazreti Peygamberi çevreleyerek Medine’ye doğru yürüdük. Medine şehrini gördüğümüz zaman Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem :

“Biz dönenler, tevbe edenler, ibadet edenler ve Rabbimize hamd edenleriz.” buyurdu. Medine’ye girinceye kadar bunu söylemeye devam etti.

Mütercim:

Bu olayın Usfan gazasından dönüşte değil de, Hayber gazasından dönüşte olduğunu söyleyenler de vardır.
823- Cabir’den (R.A.) rivayet edilmiştir i

Bizden birimizin bir erkek çocuğu doğmuştu. Adam çocuğuna Kasım adını verdi. Sonra Ensar o kimseye dediler ki, biz sana Ebu’l-Kasım (kasımın babası) künyesini veremeyiz. Bunun üzerine adam, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelerek dedi ki:

— Ya Resûlallah! Benim bir erkek çocuğum oldu. Ona Kasım adını verdim. Fakat Ensar, biz sana Ebu’l-Kasim künyesini veremeyiz ve sana: Ey Ebu’l-Kasim! gözün aydın olsun, diyemeyiz, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:

“Ensar güzel söylemiştir. Siz benim adımı takınız; fakat benim künyemle künyelenmeyiniz. Hem de ben Kasim’im (Allah’ın verdiği nimetleri aranızda bölenim).”

Mütercim:

Zahirîlerle îmam Şafii Hazretlerinin bir görüşüne göre, Hazreti Peygamberden başkasına Ebu’l-Kasim künyesini vermek caiz değildir, îmam Malik’e göre, karışıklık olmasın diye bu yasak, Hazreti Peygamberin zamanına ait idi. Şimdi ise bu künye ile künyelenmek caizdir. ibni Cerir de, bu yasak haram olmayıp edeb yönünden tenzihen mekruhtur, der.

Bir kısım âlimler de, bu yasak, Muhammed veya Ahmed ismi ile birlikte Ebû’l-Kasim künyesi ile künyelenenler içindir; yoksa yalnız Ebu’l-Kasim künyesini almak caizdir, demişlerdir.

Netice olarak, Ebu’l-Kasim künyesini almamak en ihtiyatlı yoldur.


824- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Ben size (kendiliğimden) vermiyor veya veriyor değilim. Ben bir taksimatçıyım. Bana emredildiği şekilde dağıtırım.”


825- Havle’den (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Birtakım insanlar vardır ki, Allah’ın malına haksız yere dalarIar (kapışırlar). Bunlar için kıyamet gününde cehennem vardır.”


826- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Geçmiş peygamberlerden biri gazaya çıkacak oldu. Kavmine (ordusuna) dedi ki, içinizde henüz evlenmiş olupta zifafa girmeyen varsa, bana uymasın, (benimle savaşa gelmesin; çünkü onun zihni gelinle meşguldür). Yine içinizde kim kendisi için bir ev yapmış da henüz çatı ve tavanlarını tamamlamamışsa, bana uymayıp ayrılsın. Yine içinizde ticaret maksadı ile koyun satın almış yahut ticaret için yüklü develer satın almış da onların doğumunu bekleyen varsa, ayrılsın (savaşa katılmasın).

Böyle kimseleri o peygamber ayırdıktan sonra savaşa başladı. ikindi namazı vaktinde yâhud ikindi vaktine yakın bir zamanda şehre yaklaştı. Sonra o peygamber güneşe hitab ederek :

— Ey güneş! Senin görevin batmaktır. Benim de görevim güneş batmadan önce bu şehri fethetmektir (bununla emredildim). Ya Rab! Sen şu güneşi, fetih tamamlanıncaya kadar tut, batmasın; diye dua etti. Onun duası kabul edilerek, fethin tamamlanmasına kadar güneş batmadı. Allah Teâlâ Hazretleri o peygambere şehrin fethini nasib kıldı. Sonra o peygamber (Yuşa Aleyhisselâm), ganimet mallarını bir yere topladı. Ganimet mallarını yemek için ateş geldi ise de, onlara ağzını değdirmedi, Yuşa Aleyhisselâm, içinizde ganimet malına hıyanet eden adam vardır. Her kabileden bir adam, gelsin, bana biat etsin, dedi. Her kabile reisi gelip Yuşa Aleyhisselâm’a biat etti; Ancak bunlardan bir reisin eli, Yuşa Aleyhisselâm’ın eline yapıştı, kaldı. Yuşa Aleyhisselâm ona:

— Bu hırsızlık ve hıyanet, senin kabilenden olmuştur; öyle ise, bütün kabile ferdleri gelsin biat etsinler, dedi. Gelip biat ettiler. Biat ederlerken, iki veya üç kişinin eli Yuşâ Aleyhisselâm’ın eline yapıştı. Yuşa Aleyhisselâm onlara:

— İşte hıyanet ve hırsızlık sizdedir, dedi. Hemen öküz başı kadar altın külçesi getirildi ve ganimet malı içerisine konuldu. O anda ateş gelip ganimet mallarını yedi. Zamanımızda ise, Allah Teâlâ Hazretleri bizim acziyet ve zafiyetimizi gördü. Bize ganimet mallarını helal kıldı.”


827- Cabir (R.A.) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Ciirrane adındaki yerde Hevazin kabilesinin ganimet mallarını bölerken, bir kimse gelip Hazreti Peygambere hitaben:

— Adaletli ol, (ganimet mallarını adalet üzere böl), dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona:

“Eğer ben adaletli olmazsam, kendim bedbaht olurum.”


828- Abdurrahman bin Avf (R.A.) der ki:

Bedir savaşında muharebe için saf halinde iken sağ ve sol tarafıma göz gezdirdim. Medine halkından iki genç arasında bulunduğumu gördüm. Kendi kendime dedim ki, keşke böyle körpe delikanlılar arasında değil de daha güçlü kişiler arasında olsaydım. Bu arada o gençlerden biri eliyle beni dürttü ve;

— Amca! Ebû Cehil’i tanır mısın? dedi. Ben de:

— Tanırım, Ebû Cehil’i ne yapacaksın? dedim. Bana şöyle dedi:

— Duydum ki, Ebû Cehil, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimize kötü sözler söylermiş. Canım kudret elinde olan Allah Teâlâ Hazretlerine yemin ederim ki, onu bir defa görecek olursam, hangimizin eceli daha yakın ise, ikimizden biri ölmedikçe onu bırakmayacağım.

Abdurrahman bin Avf der ki: O delikanlının bu sözlerine şaştım. Hemen öteki genç de, beni eliyle dürttü ve aynı şeyi söyledi. Aradan fazla bir zaman geçmedi, savaşçılar arasında dolaşmakta olan Ebû cehil gözüme ilişti. Hemen o iki gence. İşte aradığınız Ebû Cehil şu adamdır, diyerek işaret ettim. Hemen her ikisi fırlayıp kılıçları ile Ebû Cehil’i öldürdüler. Bu iki genç, Hazreti Peygamberin huzuruna gelerek Ebû Cehil’i öldürdüklerini söylediler. Hazreti Peygamber onlara sordu:

Ebu Cehili hanginiz öldürdü? Her ikisi de ben öldürdüm diye iddia etti. Hazreti Peygamber onlara:

Siz kılıçlarınızı sildiniz mi? Diye sordu. Onlar:

Hayır, Ya Resulallah silmedik, dediler. Hazreti Peygamber her ikisinin kılıcına baktı. Sonra:

Gerçekten onu ikiniz öldürmüşsünüz. Buyurdu. Ebu Cehilin şahsi eşyasını Muaz bin Amr bin El Cemuh adındaki gence verdi. Diğer gencin adı Muaz bin Afra idi.

Mütercim:

Muaz bin Amr’ın kılıcı, Ebû Cehil’in bedenine daha çok girmiş olduğundan yahut önce Ebû Cehil’i yere düşürdüğünden eşyayı almaya hak kazanmıştı. Yahut bu ganimet işi komutanın yetkisine bağlı olduğu için dilediğine verir, demişlerdir.


829- Enes’den (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Ben kalplerini kazanmak için ganimet mallarından Kureyşlilere veriyorum; çünkü cahiliyetten henüz çıkmışlardır.”


830- Enes (R.A.) der ki:

Cenab-ı Hak, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem e Hevazin kabilelerinin mallarından ganimet ihsan edince Hazreti Peygamber Mekke halkından İslâmı henüz kabul etmiş bulunan bazı kişilere yüz deve verdi. Ensar’dan (Medine’li ashaptan) bazıları itiraz yollu sözler söylediler: Allah Teâlâ, Resûlullah ı bağışlasın; bizi bırakıp Kureyş kavmine mal veriyor. Hâlbuki kılıçlarımızdan onların kanları damlamaktadır.

Enes der ki: Ben hemen onların bu sözlerini Hazreti Peygambere arz ettim, bildirdim. Bunun üzerine Hazreti Peygamber Ensara (Medine’li ashaba) haber gönderip hepsini deriden bir çadır altına topladı ve yanlarına Ensar’dan olmayan hiç kimse sokulmadı. Onlar böyle toplu halde iken Hazreti Peygamber yanlarına geldi ve buyurdu:

“Sizden aldığım haberin aslı nedir?” Ensar’ın ileri gelenleri dediler ki: Anlayışlı kişilerimiz hiç bir şey söylemediler. İçimizde bazı kişiler de var ki, pek genç sayılırlar; onlar söylemiştir. Hazreti Peygamber şöyle konuştu:

“Ben, küfürden henüz kurtulmuş olan bazı kimselere, kalplerini İslâm’a ısındırmak için, ganimet mallarından veriyorum. Onlar (Mekke’deki) evlerine malları ile gitsinler. Siz vatanınıza (Medine’deki evlerinize) Allah Teâlâ Hazretlerinin Peygamberi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile döneceksiniz! buna razı değil misiniz? Allah’a yemin ederim ki, sizin, geri dönerken beraberinizde getireceğiniz (peygamber), onların geri dönerken beraberlerinde getireceklerinden (maldan) daha hayırlıdır.” Ensar buna cevaben:

— Evet, bu bizim için daha hayırlıdır, Ya Resûlallah... Gerçekten biz razıyız, dediler. Sonra Hazreti Peygamber şöyle devam etti:

“Benden sonra siz, çok ağır şekilde kayırmalara şahid olacaksınız. Kevser havuzu başında Allah’a ve onun peygamberine kavuşuncaya kadar sabrediniz.”
831- Cübeyr bin Mut’im (R.A.) der ki:

Huneyn savaşından dönerken ben ve diğer ashab, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraberdik. Bir ara Bedeviler Hazreti Peygamberin eteklerine yapışarak ganimet mallarından istediler. Hazreti Peygamberi, rahatsız ettiklerinden onu semure (sakız) ağacının altına sığınmaya mecbur ettiler. Bu arada bedeviler, Hazreti Peygamberin üstlüğünü kaptılar. Hazreti Peygamber, bedevilere şöyle buyurdular;

“Benim üstlüğümü veriniz. Eğer yanımda bu dikenlerin sayısınca deve olsaydı, muhakkak onları aranızda bölerdim. Beni pinti veya yalancı veya korkak bulma (sanma) yınız.”
832- Abdullah’dan (R.A.) rivayet edilmiştir:

Huneyn gazasında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, bazı kimseleri seçerek onlara ganimet mallarından fazlaca verdi. Bunlar arasında (Muellefe-i kulub’den = Kalpleri İslam’a ısındırmak istenenlerden) Akra bin Habis adındaki zata yüz deve verdi. Uyeyne adındaki adama da yüz deve verdi. Arabın eşrafından bazı kimselere de, diğerlerinden fazla mal verdi. Sonra bir adam, buna itiraz ederek: Vallahi bu taksimde adaletsizlik oldu ve Allah’ın rızası gözetilmedi, dedi.

ibni Mes’ud der ki: Vallahi! bu adamın sözünü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e bildireceğim, dedim. Sonra gittim haber verdim. Bunun üzerine peygamberimiz şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ ve peygamberi âdil olmayacak da kim âdil olacak? Allah Teâlâ, Mûsâ Aleyhisselâm’a rahmet etsin! vaktiyle ona bundan daha çok eziyet edilmişti de sabretmişti.”

Mütercim:

Enfal sûresinin birinci ayeti kerimesinde: “Sana ganimet mallarından soruyorlar. De ki, bu ganimetlerin bölünmesi Allah’a ve onun peygamberine aittir.” buyrulduğu üzere ganimet mallarının bölünmesi doğrudan doğruya Hazreti Peygambere bırakılmıştır. Bir de Kalpleri kazanılmak istenen Kureyş kabilesinin bazı ileri gelenlerine fazlaca mal verilmesi elbette bir sebeb ve hikmete bağlıdır. Bu bakımdan hiç kimsenin Hazreti Peygamberin yaptığı iş ve taksime itiraz hakkı yoktur.


833- Amr bin Avf EI-Ensari (R.A.) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Bahreyn bölgesinin cizye ve haraç vergilerini toplayıp getirmek için Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı görevlendirmişti. Daha önce Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bahreyn halkı ile haraç ve cizye için belli bir miktar üzerine anlaşma yapılmış ve bu bölgeye ashabın meşhurlarından Ala bin Hadremî’yi de vali tayin etmişti. Sonra Ebû Ubeyde, Bahreyn halkının vergilerini toplayarak geldi. Böyle büyük bir mal ile gelişi, ashabı kiramın Hazreti Peygamber ile namaz kıldıkları bir sabah vaktine rastladı. Ebû Ubeyde’nin çok fazla bir mal ile geldiğini duyan ashab-ı kiram, sabah namazını bitirir bitirmez hemen Ebû Ubeyde’yi karşılamağa çıktılar. Bu esnada Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, gülümseyerek onlara şöyle buyurdu:

“Sanıyorum ki, siz, Ebû Ubeyde’nin bir şeyle (mal ile) geldiğini İşittiniz? (onun için koşuşuyorsunuz).” Onlar:,

— Evet, ya Resûlallah... dediler. Hazreti Peygamber onlara: İyimser olunuz ve sizi sevindirecek (hayırlı) şeyi isteyiniz. Vallahi, sizin için korktuğum şey fakirlik değildir. Fakat sizin için tek korktuğum şey, dünyalığın, sizden öncekilere bollaştığı gibi size de bollaşması, dünyalık için rekabete düştükleri gibi sizin de rekabete düşmeniz ve dünyalık, onları mahvettiği gibi sizi de mahvetmesidir.”


834- Abdullah bin Amr’dan (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Kim (haksız yere) bir zimmîyi (islâm ülkesinde güvence ile yaşayan gayri müslimi) öldürürse, cennet kokusunu alamaz, Hâlbuki cennetin kokusu, kırk yıllık mesafeden alınır.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin görünüşteki manasına bakılırsa, emniyet ve güven altında bulunan bir yabancıyı veya zimmîyi öldüren kimse cennetten mahrum kalır. Fakat bu hadîsin manası, Ehli Sünnet âlimlerine göre, böyle bir suç işleyen kimse ilk cennete girenlerle beraber giremez ve kırk yıllık mesafeden cennet kokusunu alanlarla birlikte bu kokuyu alamaz. Çünkü insan öldüren kimse ebedi olarak cehennemde kalmaz. Yahut bu hadîs-i şerif tehdit için varit olmuştur, denilir.


835- Ebû Hureyre (R.A.) der ki:

Hayber’in fethinde bir Yahudi kadını, pişirdiği zehirli bir koyunu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gönderdi. Hazreti Peygamber bunun farkına vararak ashabı kirama şöyle buyurdu:

“Hayber’de ne kadar Yahudi varsa bana toplayın.” Ashab-ı Kiram da Hayber’de bulunan bütün Yahudi’leri toplayarak Hazreti Peygamberin huzuruna getirdiler. Hazreti Peygamber, Yahudi’lere dedi ki:

“Gerçekten ben size bir şey soracağım, bana doğruyu söyler misiniz?” Yahudi’ler:

— Evet, doğruyu söyleyeceğiz, dediler, Hazreti Peygamber onlara:

— “Sizin atanız kimdir.”? diye sordular Onlar:

— Falancadır, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“Yalan söylediniz, sizin atanız falancadır,” dedi. Yahudi’ler Hazreti Peygamberi doğrulayarak;

— Evet, buyurduğunuz gibi falancadır, dediler. Hazreti Peygamber tekrar;

“Şimdi size bir şey sorarsam, bana doğrusunu söyler misiniz?” diye sordu. Onlar:

— Evet, yâ Ebe’l-Kasim! doğruyu söyleyeceğiz; çünkü yalan söylemiş olsak, yalanımızı bileceksiniz. Az önce atamız hakkında yalanımızı bilmiştiniz, dediler. Hazreti Peygamber onlara sordu:

“Cehennemlik olanlar kimlerdir?” Yahudiler dediler ki:

— Cehennemde kısa bir müddet biz kalacağız ve sonra cehennemde bizim yerimizi siz alacaksınız. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara:

“Defolun! Vallahi, cehennemde hiç bir zaman sizin yerinizi almayacağız” buyurdu. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Yahudi’lere:

“Şimdi size bir şey sorarsam doğrusunu bana söyler misiniz?” diye sordu. Onlar;

— Evet, ey Ebe’l-Kasim! Sana doğrusunu söyleriz, dediler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“Siz bu pişmiş koyunu zehirlediniz mi?” diye sordu. Yahudi’ler:

— Evet biz ona zehir kattık, dediler. Hazreti Peygamber sordu:

“Bunu niçin yaptınız, sebebi ne idi?” Yahudiler:

— İstedik ki, yalancı iseniz, sizden kurtulmuş olalım; yoksa gerçek peygamber iseniz bu zehir size zarar vermeyecekti. dediler.

Mütercim:

Bu etten yiyen Bişr bin Berâ, zehirlenerek öldüğünden Zeyneb adındaki bu Yahudi kadın kısas olarak idam edildi; Diğer Yahudi’lere ceza verilmeyerek serbest bırakıldılar.


836- Sehl ibni Ebî Hasme (R.A.) der ki:

Hayber fethedilip sulh yapıldıktan sonra, Abdullah bin Sehl ile amcası oğlu Muhayyisa, hurma satın almak için beraberce Hâyber’e gittiler. Hâyber’e girdikten, sonra birbirlerinden ayrıldılar. Sonra Muhayyisa, Abdullah’ın bulunduğu yere varınca, onu orada kanlar içinde ölü olarak buldu. Muhayyisa, Abdullah’ı defnettikten sonra Medine’ye döndü. Maktulün amcası Abdurrahman bin Sehl ile, amca çocukları ve Mes’ud bin Zeyd’in oğulları Muhayyisa ve kardeşi Huveyyisa, bu olayı haber vermek için üçü bir arada Hazreti Peygamberin huzuruna girdiler. Bu üç kişinin yaşça en küçüğü Abdurrahman idi. Önce Abdurrahman söze başlayınca, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ona:

“Büyüğe söz ver, büyüğe söz ver (önce yaşı büyük olan söze başlasın)” buyurdu. Abdurrahman sustu. Sonra Muhayyisa ile Huvayyişa ayrı ayrı olayı anlattılar. Sonra Hazreti Peygamber onlara:

“Siz katilinize yahut hasmınıza karşı hak kazanmak için (kim olduğuna) yemin eder misiniz?” diye sordu. Onlar:

— Biz gözlerimizle görmediğimiz halde nasıl yemin ederiz, dediler. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“Öyle ise Yahudilerden elli kişi, yemin ederek sizden yakalarını kurtarırlar.” buyurdu. Abdurrahman, Muhayyisa ve Huveyyisa dediler ki: — Ya Resûlallah! Biz böyle kâfir bir kavmin yeminlerini nasıl kabul edelim. Sonra Hazreti Peygamber öldürülen Abdullah’ın diyetini (bizzat kendi malından yahut hazineden) ödedi.

Mütercim:

Burada geçen öldürme olayı ile ilgili davaya İslâm hukukunda “Kasâme” denilir. Meselâ, bir köyde; üzerinde cinayet izi bulunan bir ölü bulunduğu ve, onu kimin öldürdüğü bilinmediği zaman, o köy halkından ölünün velisi tarafından isimleri, bildirilen elli kişiye yemin teklif edilir. Onlar: Biz onu öldürmedik ve öldüreni de bilmiyoruz, diye yemin ederler ve suçlu ortaya çıkmazsa, ölünün diyetini vermeleri de gerekir. Fakat burada davacılar, davalı olan Yahudilerin “Kasâme” yolu ile yeminlerine razı olmadıklarından Yahudiler üzerine diyet gerekmedi. O ölünün diyetini yüz deve olarak bizzat Hazreti Peygamber ödemiştir.


837- Avf bin Mâlik (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“Kıyametin önünde altı alameti say: 1) Benim vefatım, 2) Sonra Kudüs’ün fethi, 3) Sonra davarın kırılması gibi bir davar kıranın size bulaşması. 4) Sonra malın çoğalması ve bir adama yüz altın verildiği halde kırgın olarak kalması 5) Sonra bir fitnenin çıkması ve Arap evlerinden girmedik bir ev kalmaması. 6) Sonra Rumlarla aranızda bir sulh yapılması ve Rumların, seksen sancağın altında toplanıp her sancağın altında oniki bin kişilik kuvvet olduğu halde gelerek sizi arkadan vurmaları.”

Mütercim:

Benî Asfer’in bütün kuvveti dokuzyüz altmış bin kişi bulunacaktır. Bu savaş, inşallah Balkan Muharebesi ile savulmuştur.


838- Enes’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: “Kıyamet gününde her gaddarın bir sancağı olacaktır. O sancak dikilecek (ve bir rivayete göre) onunla tanınacaktır.”18

18 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:517-553


Yüklə 0,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə