|
A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3
|
səhifə | 15/90 | tarix | 29.08.2018 | ölçüsü | 5,98 Mb. | | #65401 |
| bulut, bulut.
buluttan-, bulutlarla kaplanmak bulutlan- mak.
buluttuu, bulutlarla kaplanmış, bulutlu.
bunt, kon. = punkt.
bupet = bufet.
bur-, döndürmek, çevirmek; yoldan çevirmek; suu bur- : suyu başka yönete çevirmek; attın başın bur-: atın başını çevirmek.
bura- I, 1. koklamak; 2. kokmak, koku vermek; cıpar anğkıp, cez burap folk. : mis kokarak ve kalay kokusu vererek (karş. cıtta).
bura- II, vidalamak, vida ile mıhlamak, bükerek sıkıştırmak; saat bura-: kurmak: içim burap oorup turat : miydem buruyor ve ağrıyor.
buradar, f. 1. dost; 2. mahbube; mahbup.
burak I, (Rad.) koyun ağılı.
burak II, a. 1. mit. efsanevî binek hayvanı. (Bu hayvana binerek Peygamber Muhammed göğe çıkmıştır) : 2.yürük at.
buraktat-, caş buraktat : iri gözyaşları dökmek.
bural-, 1. burmalı olmak; yılankavı olmak; vida ile mıhlanmış olmak, bükerek pekitilmiş olmak; 2. gevşemek; buralgan aç : gayet aç.
buralış-, müş. bural-dan
buralt-, et. bural-dan; boporoz tütünün buraltıp : (ağzından) cigara dumanını savurarak.
buraluu, işs. bural-dan.
burama, burmalı; vida; burgu, şişeaçar (tire-bouchon).
buramaluu, vidalı, burmalı.
burana, 1. direk; 2. kule
buranğ, kıvrılma; kırıtma; cılanday buranğ taştayt : yılan gibi kıvrılıyor; cılanday buranğ bel : ince ve bükülgen bel; buranğ bel kelişimdüü kız : ince belli, endamlı kız.
buranğda-, 1. kıvranmak; yılankavı olmak; 2. yapmacık, düzme hareketlerde bulunmak.
buranğdoo, işs. buranğda-dan.
burasant, kon. = protsent.
buraş-, müş. bura-II den.
burat-, 1. büktürmek, burdurmak; buram buram (toz, duman) çıkarmak.
buratala = biratala
burcuaziya = burjuaziya
burcuaziyaçıl = burjuaziyalık
burcuguy 1. bodur; 2. tümseklerle kaplan- mış (diyelim, gergin adaleler hakkında) .
burcuy I = burjuy.
burcuy- II, 1. bodur şekilde olmak; 2. kabarık, şişkin olmak.
burç, köşe, zaviye (açı); kızıl burç odada başköşe; kenğ burç mat. : geniş açı (zaviyei münferice); tar burç mat. : dar açı (zaviyei hadde); tik burç mat.: dik açı (zaviyei kaime) ; çekteş burç mat. : komşu açı (zaviyei mütecavire); köp caktuu burç mat. : çok yüzlü açı (çok vecihli zaviye); sızık burç mat. : çizgi açı; içki burç mat. : iç açı; tışkı burç mat. : dış açı; kaptal burç mat. : yan açı; kabarınğkı burç mat. : çıkıntılı açı; kayçı burç mat. : kesişen açılar (mütekatı zaviyeler); köp burç mat. : çokgen (mudalla); beş burç mat. : beşgen (muhammes).
burçtan-, keskin bir çıkıntının açı şeklinde öne doğru uzanması.
burçtuk 1, köşeli köşeleri olan; 2. sathında köşeleri çok olan.
burda-, şiddetle çekmek; fırlamak; şiddetle bir yana çekmek; kulagımdı burdap alıp tartıp-tartıp ciberdi : kulağımı yolarcasına kaç defa çekti; tamaktı burdap ceyt : hırsla ve büyük büyük lokmalar alarak yiyor; it burdap ketti : köpek kaptı, şiddetle çekti (ısırdı ve sıçrayıp kaçtı) .
burduk-, yiyeceğe hırsla atılmak; hırstan tıkanmak.
burganak, kar kasırgası.
burganakta-, kasırga yapmak; burganaktap kar caadı : kar yağdı ve kasırga yaptı.
burgu-, buram buram yükselmek (duman hakkında) .
burgut-, buran buram toz kopararak koşturmak, (atı) dörtnala koşturmak.
burguyla-, dörtnala koşmak .
burjuaziya, r. burjuvazi (zadelerle halk arasında orta şehirli muteberan sınıfı).
burjuaziyalık, burjuva’ya mensup, mütealik ait; burjuaziyalık ulutçul : burjuva taraftarı milliyetçi.
burjuy, r. burjuva.
burk, burk-şark : kızarak, hiddetle ; burk-şark etip uruşa ketti : söverek üzerine atıldı; burk etken mıltık tütünü gana körünüp kalat : yalnız arasıra birden tüfek dumanı gözüküyor.
burkak, tipi, kar kasırgası.
burkakta-, tipi yapmak.
burkan I, burkan-şarkan : gürleme; çatırdı; burkan-şarkan tüşüp ıyla : (sövüp sayarak ve bağırıp çağırarak) acı acı ağlamak, gözyaşları dökmek.
burkan II, (destanda) pul, sanem.
burkanda-, (mâna itibariyle) = burkan-dan-; taş burkanda : kızışmak, kızgın bir mahiyet almak; bozo taş burkandap kürüldöyt : boza gürleyip kabarıyor; coro taş burkandap çıkkan sayın… : işret kızıştıkça.
burkandan-, taşkınlık etmek, gaddarlık etmek.
burkulda-, 1. gürlemek, çalkalanmak; oozundan burkuldap köbük agat : ağzından fışkırarak köpük akıyor; 2. tehevvüre kapılmak, aşırı derece kızmak : kirgen buuraday burkuldayt : kızgın deve gibi gazebe geldi.
burkuldat-, et. burkuda-dan.
burkura-, 1. buram buram çıkmak, yükselmek (duman, toz hakkında) ; 2. mec. acı acı ağlamak, yüksek sesle gözyaşları dökmek.
burkurak, burkurak cıttuu : kuvvetli koku dağıtan, pek fazla kokan; güzel kokulu.
burkuat-, et. burkura-dan; makorkeni burkuratıp sorup alıştı : (mahorka denilen kaba tütünü) buram buram duman çıkararak çekiyorlardı.
burma, burmalı, burma; burma köz : işveli nazarlar atan kadın, göz atan kadın; burma moyun (bir kuş adıdır) : burma boyun.
burmala-, 1. burma şeklinde hareket ettirmek; döndürmek ; 2. bir şeyin tabiat ve mahiyetini bozmak.
burmalan-, mut. burmala-dan.
burmaloo, 1. bükmek, burmak; 2. tahrif etmek 3. sis. inhiraf (sapkınlık).
burmalooçu, 1. bükücü, burucu; 2. sis. inhirafçı (sapkın).
buroo, bükme, burma, vidalama.
bursat, a. zaman, fırsat; bursatka kelbey üzüldü : vakitsiz öldü.
bursuguy, küçücük ve şişmanca (çocuk hakkında) ; gürbüz çocuk.
busuy-, küçücük ve şimanca olmak, görünüşile şişkoyu andırmak.
burta, sığır midesi (kırkbayır) yanlarının kalın yerleri.
burtuguy, yüzünü buruşturan, suratını ekşiten, surat asan.
burtulda-, gürültü ile fışkırmak (gazler, mayiler hakkında); gürlemek; tütün burtuldayt : duman buram buram çıkıyor.
burtuldat-, et. burtulda-dan.
burtunğda-, surat asmak.
burtuy-, surat asmak, yüzünü ekşitmek.
buruguy, bükülmüş, burulmuş, burmalı.
buruksu-, güzel koku neşretmek, güzel kokmak.
buruksut-, et. buruksu-dan.
burul-, dönmek.
burulda-, şakırdayan, gürleyen ses çıkarmak; çatırtı ile fırlamak; buruldap kara koyuu kök tütündör buralıp kalıp barat : kara, koyu mavi duman buram buram çıkıyor, yükseliyor; mıltıktın tütünü buruldap sozuldu : tüfeğin dumanı fırlayıp uzadı.
buruldat-, et. burulda-dan; boporostun tütünün buruldatat : cigaranın dumanını buram buram çıkarıyor.
burulma, yan sokak.
burult-, döndürmek, çevirmek; attın başın burult! : atın başını çevir!
buruluş, 1. dönüş; (yol, sokak veya ırmağın döndüğü yer); 2. mec. buhran, dönüm noktası.
buruş I, çevirme, dönüş; coldon buruş : yoldan sapa yerde, yol üzerinde olmıyan; buruş cür- : dolambaç yoldan gitmek, yürümek; mec. yalan dolanla yaşamak.
buruş II, muvakkat damga, im ( başlıca, koyunlar üzerinde) buruş ur- : muvakkat damga vurmak.
buruştuk, yalan.
burut, Kırgız (Kırgızları bu isimle Kalmuklar adlamaktadırlar. Kır- gızlar yalnız Kalmuklar ağzından naklen kendilerini tesmiye ederler).
buruu, çevrilmiş, düz olmıyan; tili buruu al : yabancı dil (harfiyen: eğri dil); Kırgızda sizdey cok eken, çıkpasa tili buruudan folk. : yabancı dillerle konuşanlar arasında bulunmazsa, Kırgızlar arasında senin gibi dilber yoktur; önğü buruu : görünüşü, şekli ile temayüz eden (başkalarına benzemeyen).
buruuçu, çevirici, döndürücü.
buruy-, bükülmek, burulmak, burmalı olmak.
buruyt-, et. buruy-dan.
busulman, a-f. müslüman adam.
busurman = busulman.
buş-, şaş sözünün tekidir.
buşman, f. tasa, acı : (pişman, M.)
but I, r. pud (Rus ağırlık ölçüsü) .
but II, 1. bacak, but (insan hakkında); butunun başı menen : ayağının uçlariyle; butu kolu cerge tiybey cüröt mec. : sevinçten kendisinden geçmiş; 2. art ayak.
but III. sans. put; mukaddes tasvir.
buta I. 1. çalı, çalılık; kara buta : bir çalının adıdır; 2. kurşun menzili; buta atım : bir ok atımı yer (koşularda mesafe) ; 3. nişan, hedef; buta koyup attık : nişan dikerek attık; butaga tiygendey süylöyt : isabetli söylüyor.
buta II, (Rad., V) bir kumaş adıdır.
buta- III, dalları kesmek, budamak; (ağacı) dallardan ayıklamak; ka- nap-butap : amansızca döverek.
butak, dal, budak; mazardın butagı bele! : sanki bir kutsî şeydir! (harfiyen : bir mezar dalı değil ya.) 2. dallanma.
butaktuu, budaklı.
butal-, dallardan ayıklanmak, budanmak (ağaç hakkında).
butat, et. buta-III ten.
butkul, oyuk; burmalı oyuk.
butta-, «pud» la tartmak, pudlamak; tartmak.
buttaş-, 1. karma karışık olmak; 2. ucu kaybolmak; buttaşıp cogoldu: kayboldu gitti (elden ele geçerken)
buttaştır-, et. buttaş-tan; kamçımdı buttaştırıp cogottu : (elden ele geçirmek suretiyle) kamçımı kaybetti.
buttuk, at buttuğu : eğerin bir parçasının adıdır; eki cagında teminöörü cana at buttugu bolot: (eğerin) her iki yanında tepengüler ve at buttuğu bulunuyor.
butur, batır I sözünün tekidir.
buu- I, 1. buğu, buhar; 2. (herhangi bir şeyi kaplamak için) maden mahlûlü; bul altın emes, altındın buusu : bu altın değil, yaldızdır; altındın buusuna karmagan : altın mahlûlü ile yaldızlanmış.
buu- II, boğmak; bağlamak, sağlam bağlayıp pekitmek; kaptın oozun buu- : çuvalın ağzını bağlamak.
buudak, (meselâ, duman) sütunu; buudak at- : buram buram yükselmek.
buudan, 1. yürük (dayanıklı ve süratle koşan atın vasfıdır); altı ay minse, arıbagan buudan : altı ay fasılasız binilse dahi yorulmıyan yürük at; Aç buudan : bahadır Coloy’un atının lâğabıdır; 2. bahadır, yiğit.
buudandık, 1. süratli yürüyüş, yorulmaz- lık; 2. yiğitlik.
buuday I, buğday; buudaydın barar ceri―tegirmen ats. : tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkânıdır ( harfiyen : buğdayın varacağı yer değirmendir); kara buuday : çavdar; kodura buuday : yabanî buğday; uu buuday : karamuk; buudaybaş = buudayık I; ak buuday çayna- (destanda) : and içme şekillerinden biridir (harfiyen: ak buğday çiğnemek) ; tişi buuday : sarıdişli; mec. : ihtiyar (insan hakkında) ; buuday cüzdüü yahut buuday önğdüü : beyaz yüzlü; buuday kuur- 1) buğday kavurmak; 2) mec. durmadan çene çalmak, heyecanla söylemek, konuşmak.
buuday II, pılı pırtı, eski püskü nesneler (terzilerde).
buudayık I, yere sürünen Triticum repens otu; karamuk.
buudayık II, efsanevî bir yırtıcı kuş.
buudayla-, (giyim sırılırken) astar içine eski püskü nesneler sokmak.
buudur-, et. buu-II den.
buul-, Boğulmak, sıkıştırılmış, sıkı bağlanmış olmak; buulgan ün : kısık ses.
buula-, buğulamak, tebhir etmek.
buulan-, buğulanmak, tebhir edilmek.
buulat-, et. buula-dan.
buulgansı-, boğulur gibi olmak, bo- ğulayazmak.
buuluk-, 1. keskin ve anî hareketler yapmak ( diyelim, fazla kızmış olan at hakkında) ; 2. kuvvet hamlesi hissetmek.
buuluktur-, 1. et. buuluk-tan; 2. baştan çıkarmak, iğva eylemek.
buulum, 1. kıymetli bir kumaşın adıdır; için suusar içtetip, tışın buulum tıştatıp folk. : (kürkün) içini zardava (Mustela) kürkile astarlayıp, yüzünü ise, buulum kumaşiyle kaplayıp, 2. bir kürk adıdır.
buuluu, buğulu, buharlı.
buum, bağ (demet), bağ (sargı); 2. 6-7 puda muadil olan hububat ölçüsü (muayyen ölçüdeki çuvallara hububat o tarzda doldurulur ki, çuvalların ağızlarını bağlamak çok kolay olur) ; bir buum buuday (6-7 pud ağırlığında) : bir çuval buğday.
buuma, 1. bağlanmış! 2. hububat ölçüsü = (bk.) ; çımçıp buuma : ağzına kadar öyle doldurulmuş olan çuvaldır ki, bağlanması güç olur; şalkı buuma: öyle doldurulmuş olan çuvallardır ki onun kenerlarını kolayca bağlamak mümkün olur.
buun-, (kendi üzerine) sıkı bağlamak; başına buunup aldı: başına sardı; belin bekem buunup folk. : beline muhkemce kuşak sararak.
buura-, deve aygırı: buğra, pugur, bugur, buhur; kirgen buura : kızgın buhur; buura çögör bk. çögör; buuraga çöktür- bk. çöktür-.
buurcun, genç erkek devedir ki dişiye aşma çağına ermiş olur.
buurçak, 1. nohut; 2. uçlarında küçücük ilmikler olan kısacık iplerdir ki, bunlar kuzulrı bağlamıya yararlar.
buursun, 1. saban; 2. pulluğun yahut sabanın sapı.
buuruk-, 1. kin beslemek; 2. can sıkılmak, kederlenmek.
buurul, karışık kır (at donu) ; buurul tün bk. tün.
buurulcun = buurcun.
buurusun = buursun.
buxgalter, r. muhasebeci.
buxgalteriya, r. muhasebecilik.
buy I, iğelik meşguliyetleri; maişet işleri; caman atınğ buyga min, tünöp kalgan uyga min folk. : kötü atına binerek, dirlik işlerinin peşinden koş, (bilmem nerede) geceleyip kalan ineğini aramaya git; buy bolup kettim: bana artık bezginlik geldi; ay aalamdı buy kılgan folk. : bütün cihanın rahatını kaçırdı.
buy II = buykta; buyga kir- : kuytu bir yerde saklanmak.
buyda = dalda I; buydaga kirgenken kiyin: kuytu, örtülü yere girdikten sonra.
buydal-, 1. bir parça eğlenmek, duraklamak; 2. afallamak; buydalıp süylöy albay kaldım : afalladım ve söyliyemedim.
buydoo, engel, alıkoma; işke buydoo kıldı: işe mani oldu, işi durdurdu.
buygat, dağ yamacındaki küçük dere (dağın tepesine yakın yerde) ; cıbıt (bk.)’ ın yukarıki dalları.
buyla 1. öküzün yahut devenin burun kıkırdağına geçirilen küçük çubuk; 2. iğin ucundaki çubuk.
buylala-, burun kıkırdağına buyla geçirmek (bk. buyla 1).
buylalan, mut. buylala-dan.
buylalat-, et. buylala-dan.
buylaluu, burnunda buyla (bk.) bulunan.
buynat, a. /9/ esas; hilkat, yaratık; buynat bolgon kuyundan folk. : o, kasırga- dan yaratılmıştır.
buyro = byuro.
buyru, iyri-buyru : eğri büyrü, yılankavı.
buyruk, 1. buyrultu, emir, ferman; 2. gram. fiilin göğdesi; emir şekli; kat buyruk etiş : ikinci derecedeki icbar fiili; ters buyruk etiş : fiilin menfi esası.
buyruktuu, önceden taayyün etmiş.
buyruu, emretme.
buyta-, savuşmak, sıvışmak, gizlice uzak- laşmak; birdenbire ve keskin bir surette dönmek; coldon buyta- : hızlıca ve birdenbire yoldan bir kenara sapmak, gizlice yoldan bir yana gitmek.
buytaş, sıvışkan; çevik.
buytat-, et. buyta-dan; buytatıp kettim : dönüverdim (diyelim, at üstünde iken, onu âni surette ve hızlıca dönmeye icbar eyledim); buytat- pastan alkımdan al- : şiddetle gırtlağa sarılmak.
buytka, 1. kuytu mahal; örtü, sedir; 2. mec. samimiyetsizlik; iğfal; buytkası turat cüzündö folk. : yüzünde aldat- ma alâmeti görünüyor.
buytoot, buytoot cer : yoldan bir kenarda bulunan kuytu bir mahal.
buyuk-, donmak, tamamile soğumak, soğuktan, kar tipisinden helâk olmak; boroondo buyugup cogoldu : tipi esnasında (soğuktan) şuurunu kaybetti ve mahvoldu; buyukkanga cıldız ― ot ats. : suya düşen yılana sarılır (harfiyen : üşüyene yıldız ― ateştir).
buyuktur-, et. buyuk-tan.
buyum, şey, nesne; buyum-tayım : her türlü eşya.
buyumdat-, buyumdata dalil : cürmün işlendiğini gösteren maddî ve katî delil.
buyumsut-, dikkate değer saymak, önem vermek.
buyur-, 1. emretmek; ısmarlamak; 2. önceden tayin etmek, önceden tahsis etmek; buyursa da, buyurbasa da: herhalde; her hali takdirde; uyalbagan buyurbagandan içet ats. : vicdansız kendisine tahsis edilmiyeni de yer; at saga buyursun : at senin olsun; tamekinğ barbı? ― buyurbasın! : tütünün var mı? ― zerre kadar!
buyurkan-, hırslanmak, hiddetlenmek; bet tügün çıgarıp buyurkanat : hırtan ürperdi.
buyurt-, et. buyur-dan.
buyurul-, mut. buyur-dan.
buz-, tahrip etmek, ihlâl etmek, bozmak; et buz- : et bölmek (kesilmiş ve derisi yüzülmüş hayvanı parçalamak) ; kar buz- : kar üzerinden yol açmak.
buzakı = buzuku.
buzakılık = buzukuluk.
buzdur-, et. buz-dan.
buzgandık, mıyzam buzgandık : hukuku ihlâl etmek; kanunsuzluk.
buzuk, yıkık, bozulmuş; hovarda; bozuk adam (ahlâksız) ; kuyu buzuk : aşırı ahlâksız; niyeti bozuk; fena fikirli, düşünceli; buzuk oroy : bayağı, müptezel; buzuk sal- 1) akın yapmak; 2) tahribat yapmak.
buzukçuluk = buzukuluk.
buzuktaş-, gürültü patırtı çıkarmak, kavga etmek.
buzuktuk, hovardalık; ahlâksızlık, bozuk- luk.
buzuku, talaşman, baştan çıkarıcı.
buzukuluk, talaşmanlık.
buzul-, yıkılmak; ihlâl edilmek, bozulmak; içim buzuldu : miydem bozuldu; el buzulgan cılı kon. : halkın ayaklandığı senede (1916 yılında).
buzult-, et. buzul-dan.
buzuu, tahrip, ihlâl, ifsat (bozma).
buzuuçu, tahrip edici, ihlâl edici; çek aranı buzuuçu : hududu (sınırı) ihlâl edici.
buzuuçuluk, ihlâl, tahrif, bozma.
bü, bk. bı.
bübü, f. sahte kadın tabip; kadın şaman; kadın bahşı.
bücet = byudjet :
bücünğdö-, 1. hareketlerinde kıvrılmışa, kanburlaşmışa benzemek (kocakarı ve ihtiyar hakkında) ; 2. mec. yaranarak bükülmek, eğilmek.
bücürö-, 1. kanburlaşmak, bükülmek; kartaygan kişi bücüröp kalat : ihtiyar adamlar kanburlaşıyorlar; 2. mec. yaltaklanmak, yaranamak.
bücürönğdö-, tereddütle, korkarak basmak (diyelim, yalınayak adam biçilmiş ot yahut kaşlar üzerine) ; taşırkagan at taştuu cerde bücürönğdöp basat : ayağı incinmiş olan at taşlık yerde tereddütle basıyor.
bücüröş-, müş. bücürö-den.
bücüy-, 1. kıvrılmış, büzülmüş şekilde bulunmak (diyelim, saklanmış tavşan hakkında) ; yaranarak dört büklüm olmak; 2. sinmek (gizlenmek).
büçü, paltoda veya gömlekte düğme yerini tutan bağ; büçüdöyün kaltırba : zerre kadar bırakma!
büçülö-, düğme yerini tutan bağ ile iliklemek (diyelim, gömleğin yakasını).
büçülük, 1. büçü; 2. kadınların göğüsleirnde taşıdıkları bir ziynetin adıdır.
büçür, tomurcuk (bot.) (karş. küçük 2). karagaydın büçürü : sınavberin iğne- leri.
büdö, a. can büdögö tüş- : telâş etmek.
büdömöktö-, büdömöktöp ayta albadı : afalladı ve söyliyemedi.
büdür, sivilce; carmanın büdürü : çorbada toplar (yuvarlaklar); kolunda maldan büdürü cok : elinde zerre kadar hayvan yoktur.
büdüröy-, pürüzlenmek (ufak pürüzler hakkında.)
büdüröyt-, et. büdüröy-den.
bügörökçö, öyle olmaktansa, en iyisi…; bügörökçö, barbay ele koyom : öyleyse, en iyisi ben gitmeyim.
bügül-, bükülmek, eğilmek.
bügült-, et. bügül-den.
bügün, bugün.
bügündük, bugünlük, bugünkü gün iyi yetişecek miktar; bügündük ele tamak : yalnız bugün için kâfi gelecek yiyecek.
bügünkü, bugünkü.
bügüş, büklüm (dikişte).
bük I, büküm yeri, kıvrım.
bük II, bük tüş 1) yüz sürmek; 2) sıkıntı, keder içinde bulunmak.
bük- III, bükmek, kıvırmak; tize bük- : diz eğmek, ayakları bükmek.
bükçügüy, bükülmüş, kanburlaşmış.
bükçünğdö-, hareketlerinde kanburlaşmışa benzemek, kanburlaşmak.
bükçüy-, kanburlaşmış şekilde bulunmak.
bükçüyt-, et. bükçüy-den.
bükön, bükön barası çıgıp kıyradı : parça parça, bin parça oldu.
büktö-, sarıp bağlamak, bükmek.
büktöl- mut. büktö-den.
büktölüü, tomar yapılmış (diyelim, bir kağıt tomarı) ; şaymandın baarı büktölüü folk. : teçhizatın, levazımın hepsi sarılmıştır (azimet için anıklanmıştır).
büktömö, 1. bükülmüş, bükme; bükmek yolile toplanmış; 2. iki katlı (kumaş hakkında).
büktöö, sarma, bükme.
büktöş-, müş. büktö-den.
büktöt- et. büktö-den.
bükülü, bütünü, tam olarak; bükülü et : bir parça et; bükülü cep iydi : hepsini, (gereği gibi çiğnemeden) tamamını yuttu.
bükür, kanbur.
bükürököy = büküş.
bükürönğdö-, hareketlerinde kanburlaşmı- şa benzemek , kanburu andırmak, kanburlaşmak.
bükürönğdöö, işs. bükürönğde-den.
büküröy-, kanburlaşmış şekilde olmak, kanburlaşmak.
büküröyt-, et. büküröy-den.
büküş, bir parça kanburlaşmış, azcık arkası çıkık olan.
bül-, kavgalı, nizalı olmak.
bülbül, sönük, çok az yıldırayan; bülbül tart- : sönmek (solmak) ; köz bülbül tarttı : gözlerin feri kaçtı.
bülbüldö-, azcık yıldıramak (ışık hakkın- da), pek az gözükmek; bülbüldögön karaandar körünö baştadı : göze zor ilişen karaltılar görünmeye başladı.
bülbüldöt-, et. bülbüldö-den.
büldö, kıymetli bir kumaş adıdır.
büldür-, bozmak, berbat etmek; bütkön işti büldürdünğ : bütün işi berbat ettin.
büldürgö, kırbaçta, kamçıda bileğe geçirmek için olan ilmik.
Dostları ilə paylaş: |
|
|